0

Yazar: Prof. Dr. Abdülkadir İnan

Eski Türk dini ve mitolojisi hakkında Çin, İslâm ve Batı kaynaklarında epeyce malûmat bulunmakla beraber çok dağınık ve kısa olduklarından bunlardan faydalanmak çok yorucu çalışmalar istemektedir. Türk kavimlerinin. örf, âdet ve inanmalarında son devirlere kadar muhafaza edilmiş olan eski dinî telâkkilerin ve geleneklerin menşelerini araştırırken ta İskit ve Hun (H’yung-nu) devirlerinin derinliklerine kadar İnmek ve bu bakımdan Orta Asya’yı ve Doğu Avrupa’yı bir bütün olarak almak icabetmektedir. Meselâ, Türk kavimlerinde and ve anda müesseseleri ve bunlara bağlı gelenekler milâttan önceki V – IV. yüzyıllarda Yunan tarihçileri tarafından tavsif edilen İskit and müessesesinin aynı olduğu malûın/dur. Milâttan önceki II. yüzyıllarda Çin vakanüvisleri tarafından Hunlarda tesbit edilen Gök-Tanrı, güneş, ay, yer-su atalar ve ölüler kültü Türk kavimlerinde, muhtelif kültürlerin tesirleri altında kalmalarına rağmen, son devirlere kadar devam ettirilen kültlerdir. Bu kültler çağdaş Altaylılarda ve Yakutlarda müşahede edilmiştir. Bununla beraber Altay ve Yakut şamanlığı bütün halinde eski Türk dini olarak kabul edilemez. Çök -eski devirlerde büyük hakanlıklar ve devletler kuran Türklerin dünya görüşleri ve dinî telâkkileri Altay ve Yakut şamanizmine nazaran çok gelişmiş ve olgunlaşmış olduğu anlaşılmatadır. Altay ve Yakut şamanlığmı, elinde bulundurduğu pek mahdut materyallere dayanarak, tetkik eden rahmetli Ziya Gökalp dahi bunun farkına varmış ve eski Türkler için toyunizm adını verdiği bir millî din tasavvur etmişti. Fakat “toyunizm” dediği din budizmden başka bir şey değildir. Sırf itibarî olarak dahi eski Türk dinine “toyunizm” adı verilemez. Eski Türkler, şüphesizdir ki, şamanist idiler. Fakat bu Şamanizm Altay ve Yakut şamanlığının bulunduğu safhayı çok arkasında bırakmış, gelişmiş bir durumdaydı. Avcılık ve iptidaî ziraatle dar bir sahada yaşıyan küçük boyların dünya görüşleri ve dinî telâkkileriyle büyük göçebe hakanlıklar kuran, Çin’den Bizans’a ve İran’a kadar uzananulusun dünya görüşü ile dinî telâkkilerinin aynı seviyede olmasına imkân yoktur.

Çin kaynaklarının verdikleri haberlerden anlaşıldığına göre, eski Orta-Asya şamanizminin esasları Gök-Tanrı, güneş, ay, yer, su, ata (cedd-i âlâ), ateş (ocak) kültleri idi. Dinî âyin ve törenlerin muayyen bir nizam (statü) çerçevesi içine alınmış olduğunu tahmin etmek de mümkündür.

Büyük devlet kuran şamanistlerin âyin ve törenlerini icra için resmî tüzük vücude getirdiklerini yakın zamandaki Mançu tarihinden de biliyoruz. XVI. yüzyılda muhtelif Mançu ve Tonguz gibi Altay ulusları birleşerek Çin’i fethettiler. Bu kabileler şamanist idiler. 1747 yılında şaman âyin ve törenlerini düzenliyen bir statü imparator tarafından ilân edirdi, şamanistler için bir tapınak da yaptırıldı.

Çin kaynakları Hun kültüründen bahsederken tapınaklarını zikrediyorlar. Bu haberlere göre hakanın karargâhındaki tapmakta her yılın başında âyin yapılırdı. Bu âyine Hunların yirmi dört boyunun başbuğları iştirak ederlerdi. Yılın beşinci ayında Lung-çeng şehrinde toplanırlar, atalarına, Gök-Tanrı’ya, yer-su ruhlarına kurban sunarlardı. Sonbaharda, atların iyi beslendikleri zaman, orman yanında toplanıp etrafı dolaşırlar, ahalinin ve hayvan sürülerinin sayısını kontrol ederlerdi. Hakan her sabah çadırından çıkarak güneşe ve geceleri aya tapardı.

M.ö. 121 inci yılda cereyan eden bir savaşta Çinliler bir Hun prensini yenerek karargâhını ellerine geçirmişlerdi. Aldıkları ganimetler arasında bir altın put da vardı. Çm vakanüvisinin verdiği malûmata göre Hun prensi bu putun karşısında Gök-Tanrı’ya kurban sunardı. Herhalde bu put Altaylılarda ve başka çağdaş şamanistlerde müşahede edilen ongon yahut /ö-j’lere benzer bir sanem olsa gerektir. Altından yapılmış olan Hun putu Altaylıların deriden yahut keçeden yaptığı töz (on-gon)den, şüphesizdir ki, daha mütekâmil olmuştur. Aynı kaynakların bildirdiklerine göre Hunlar bir işe teşebbüs etmek isterlerse yıldızların ve ayın durumlarına bakarlardı. Bu kayıttan anlaşlıyor ki Hun kam’ları heyet ilminden de haberdar olmuşlardır.

Hunlardan sonra Orta Asya’da devlet kur,an muhtelif sülâlelerden bahseden Çin kaynakları bunların da Gök-Tanrı’ya, yer-suya, güneşe ve aya kurban sunduklarını yazmışlardır.

M.ö. II, yüzyılda Hunlara tâbi olan, sonraları devlet kuran Vu-huanların dini hakkında verilen malûmat Hun dini hakkında verilen malûmattan farksızdır.

M.s. III. yüzyılda meydana çıkan Toba sülâlesi devrinde de Hun kültleri devam ettirilmiştir. To-ba’Ia,

“Siyenpi âdeti üzerine ilkbaharın ilk ayında Gök-Tanrıya, doğu tarafında bulunan tapmakta atalara kurban keserler; sonbaharın ilk ayında Gök-Tanr’ıya kurban âyini yaparlardı, dinî âyinler ve kurban törenleri nizâmnâmeye göre icra edilirdi”. (Hyacinth, I, 202);

“ecdat mâbedi makamında bir taş oyarlardı. Şimal yurtlarından cenuba göç ederlerdi, taş ev içinde göğe, yere, hakanın soyuna kurban keserlerdi. Kurbandan sonra kayın ağaçları dikerlerdi. Bunlardan tanrılık ve kutlu orman meydana gelirdi” (Eberhard, s. 80).

“Toba devletinin ilk zamanlarında kadın şamanlar umumiyetle devletin dinî törenlerinde faaliyette bulunuyorlardı; Meselâ 339 yılında bir kurban töreninde, tıpkı Sibirya şamanları gibi, ellerinde dümbeleklerle (kadın şamanlar) görünmüşlerdir” (Eberhard, s. 43).

Orta Asya’da devlet kuran kavimlerin kültür merkezi olan hakan sarayları ve beylerin karargâhları ve bunların çevresinde yerleşen ve göç eden boylar daima yabancı kültürlerin tesirlerine maruz bulunuyorlardı. Doğudan Çin mitolojisi ve felsefesi, güneyden Hint-Tibet budizmi, batıdan zerdüştizm çok eskidenberi Orta Asya’nın millî kültlerine yavaş yavaş tesir ediyorlar, kendileri de yerli kültlerden müteessir oluyorlardı. Yabancı dinler şamanizmden birçok unsurlar kabul etmekle halk tabakası içinde muvaffakiyet kazanıyorlardı.III IV. yüzyıllarda zerdüştizm, budizm ve hıristiyanlık Orta Asya’nın muhtelif bölgelerinde sağlamca yerleşmişti. VH VIII. yüzyıllarda bunlar arasına manihaizm de karışmış oldu.

Angara ve Obi ırmaklarından, Sibirya’nın Tayga ormanlarından, gerçek şamanist olarak güneye gelen To-ba’lar V. yüzyılda budizmi resmen kabul ettiler; büyük Buda tapınakları yaptılar. Bununla beraber Tobaların egemenliği altında bulunan bütün kavimlerin Buda dinine girmiş olduklarım kabul etmek yanlış olur. Her halde budizm, hakanlığın merkezindeki aristokrat zümrenin dini olmuş, geniş halk tabakası ise şamanlığmda devam etmiş olacaktır.

Tobalardan egemenliği alan Cücen’lere Toba imparatorlarının hakaret nazariyle baktıkları, haşerat makulesi saydıkları mânidardır. Çin kaynaklarının verdikleri mamûata göre bu kavim “elbiselerini ve ellerini yıkamazlardı” (Eberhard, s. ıoo). Bu âdet koyu şamanistlerin su kültü hakkmdaki inanmaları ile ilgilidir; şamanist Oğuzlarda ve Moğollarda müşahede edilmiştir. 34 519 yılında tesbit edilen bir habere göre Cücen (Juanjuan)lerde

“bir kadın şaman bir prensi göğe seyahat yaptırmış ve sonra bu prensi seyahatten geri çağırmış, bunun için de güzün orta ayında bir ovada çadır kurmuş, çadırın içinde yedi gün oruç tutmuş ve bütün bir gece dua etmiş” (Eberhard, s. 43). Budist Toba sülâlesi yerine şamanist Cücen sülâlesinin gelmesinde, ihtimal ki, kuzeyden gelen muhafazakâr boyların önemli rolleri olmuştur.

VI. yüzyılda büyük Türk devletini yeniden kuran Gök Türk sülâlesi şamanist boyların yetiştirdiği sülâle idi. Bu sülâle, devlet idaresinde millî yazı ve millî dil kullanacak derecede inkişaf etmiş bir milleti, bir devleti temsil ediyordu. Epeyce gelişmiş olan bu kültür seviyesine rağmen VII VIII. yüzyıl Gök Türklerinde, bugünkü Altay uluslarının şamanizmindeki birçok iptidaî unsurların da bulunduğu anlaşılmaktadır. Gök Türkler

“tanrılarının suretlerini keçeden yaparlar ve deri torba içinde muhafaza ederlerdi. Bu suretleri iç yağiyle yağlarlar ve sırıklar üzerine dikerlerdi. Yılın dört çağında (mevsiminde) bu tanrılara kurban keserlerdi” (Eberhard, s. 87). Bu “tasvir”ler Altaylılarm töz-tös, Yakutların “tanara”, Soyut-Uranhaların “eren”, Moğolların “ongon” dedikleri putlardan başka bir şey değildir.

“Kestikleri at ve koyun kurbanlıkların kafalarını sırıklara korlar. Hakanın çadırı ötüken dağındadır; [kapısı doğuya bakar. Her yıl boy başbuğlariyle beraber atalarının mağarasına kurban sunar. Aym ilk onunda ırmak kıyısında tanrıya kurban keserler, ötüken dağının batısında 500 “li” mesafede yüksek bir dağ vardır. Bu dağın üzerinde ağaç ve ot yoktur. Burasına “Budın inli” derler ki “ülkenin koruyucusu olan ruh” demektir. Ruhlara taparlar, kamlara inanırlar” (Hyacinth, I, 271). Bu “Budun inli” budun (millet) tanrısı, bütün vatani ve milleti koruyan tanrının makamı olan dağ demek olsa gerektir. Her halde bu kült dağ, mağara ve atalar kültünün birleşmesinden meydana gelen çok önemli bir kült olmuştur.

Toba Han (572-581) bir Çinli budistin teşvikiyle Buda dinini kabul etmekle Gök Türkler arasına budizmi sokmuş oldu. Toba han çok müteəssıp bir budist gibi hareket ediyor, Buda dualarını okuyor, oruç tutuyordu. 5 Bu büyük hakanın budizmi kabulü şamanist Türkler arasında nasıl karşılandığını bilmiyoruz. Toba han’ın ölümünden sonra Gök Türk hakanlığının felâkete sürüklenmesi, Türk beylerinin Çinlileşerek soysuzlaşmaları, Türk “ kara budununun” hani benim hakanım? hani benim ilim törem?” diye feryat ettiği, Gök Türk (Orhun) yazıtlarından açıkça anlaşılmaktadır. Tobo Han’ın ölümünden tam bir buçuk asır sonra yazılan bu yaztılarda budizmden eser yoktur; bu yazıtlara göre, Türklerin istiklâl kazanmalarına Türk tanrısı ve yer-suyu yardım etmiştir. Dikkate değer ki bu yazıtlarda çok iptidaî inanmalardan olan fena ruhlardan, töz’den ve buna benzer putlardan bahsedilmiyor. Çin vakanüvislerinin Gök Türklerde bulunduğunu söyledikleri “keçeden yapılmış putlar” ve onları “yağlama” âdetleri ancak halk tabakasında muhafaza edilmiş iptidaî kültler ve âdetler olsa gerektir. Bilge Han’ın çevresinde bulunan aristokrasi zümresine men1sup Türkler bu inanma ve âdetlere eski devrin hâtıraları diye bakmış olacaklardır. Yufka yürekli Bilge Han’ın Buda dinine karşı gösterdiği temayül de bu zümrenin “ kara budunun” inandığı hurafelere karşı kayıtsızlık göstermeğe başlamış olmalariyle izah edilebilir.

Çin kaynaklarının verdikleri malûmata göre, Bilge Han Çin’de olduğu gibi karagâhının etrafına kale yapmak, Buda ve Lao-tseu namlarına mâbetler inşa etmek hevesine düştü. . . Bilge Han, tebasını şehir hayatına alıştırmak, Buda dininin âyinleriyle ülfet ettirmek için şehir ve mâbed inşa etmek gibi bir fikre düşmüştü. Fakat bu fikri Tonyukuk’un şiddetli muhalefetine uğradı” .

Batıdaki Gök Türklerin dini, inanma ve âdetleri doğu Gök Türklerinin din ve âdetlerinden farksızdı. Bunlarda babalarının nesiller boyunca yaşadıkları mağaraya her yıl büyük bir memur gönderip kurban kestirirlerdi. Yılın beşinci ve sekizinci aylarında ruhlara kurban sunmak için toplanırlardı

Gerek tarih kaynaklarından ve gerek bıraktıkları yazıtlardan anlaşıldığına göre Gök-Türk hakanları ve bunların idareleri altında bulunan Tüık boylan, batıdaki şehirli Türklerin bir kısmı müstesna, hep şamanist idiler.

Gök Türk devletinin Uygur sülâlesi eline geçtiği tarihe kadar -VIII. yüzyılın son yarısına kadar- Orta Asya’nın kuzey bölgelerinde şamanizm hâkim durumda idi. Batıdan ve güneyden gelen “kitaplı dinler”in tesirleri yok denecek kadar azdı; bilâkis “kitaplı dinler”in şamanizmle beslendikleri ve bu beslenmenin kuvveti nisbetinde kuzeye nüfuzlarını sağlıyabildikleri şüphesizdir.

Gök Türklerin elinden egemenliği alan ilk Uygur hakanları (Kül Bilge ve Moyun Çur) şamanist idiler. Uygur hakanlarından Bökü Han 763 de Uygurlar arasına manihaizm mezhebini soktu.

Manihaistler Orta Asya’nın batı bölgelerinde III. yüzyıldanbeıi faaliyette bulunuyorlardı. Bu mezhebin dâileri, muhtelif dinlerin akide ve âyinlerini kendi talimat ve âyinleriyle barıştırmakta mahir idiler. Bununla beraber büyük Uygur hakanlarının karargâhı Orhun ırmağı ile ötüken dağı arasında bulunduğu sıralarda Uygur “kara budun” un manihaizmi tamamiyle benimsediklerine inanmak güçtüı. Bu bakımdan Kara Balgasun yazıtının Çince metnindeki, bazı parçaları çok mânidardır. Bu anıt Uygurların manihaizmi kabulünden tahminen 50-60 yıl sonra dikilmiştir Bu metinde dinden bahsedilirken şöyle denilmektedir:

“o (hakan) diyor ki ‘siz fazileti nasıl anlıyabilirsiniz?’ Bunun üzerine drehal umumî valiler, hudut valileri, iç ve dış vezirleri ve kumandanları hepsi bir ağızdan diyorlardı ki: biz eski günahlarımızdan istiğfar ediyoruz ve hak dinine fedakârlıkla hizmet edeceğiz’.

Kağanın buyruğu ile bu din artık her bucağa yaydırıldı. Bu umde çok mistik ve pek yüksek idi, kavranması pek ağırdı. Onlar tekrar tekrar (hakandan) merhamet etmesini rica ediyorlardı…

” Daha aşağıda hakan “ışık dinini kabul etmelisiniz!”

diye ısrar ediyordu ki halk arasında manihaizmin pek te yerleşmediğini gösterir. Bu din, kuzeyden gelen Uygurlar arasında ancak 840 dan sonra, yani Uygurların Doğu Türkistan’a gelip yerleşmelerinden sonra, kökleşmiş olacaktır. Bununla beraber Uygur ülkesinde manihaizm, hıristiyanlık ve budizm ile yanyana Şamanizm de yaşıyordu. Şamanizmin en önemli ve iptidaî kültlerinden biri olan töz yahut ongon kültünün Uygur budist rahipleri tarafından Buda tapmaklarına kabul edilmiş olduğunu Rubruk’un bir hikâyesinden öğreniyoruz.

Uygur sülâlesinin hâkimiyeti çağında manihaizm ve budizmin koyu şamanlığm vatanı olan Altay, ötüken ve Baykal çevrelerinde kendilerine zemin bulamadıkları muhakkaktır. Uygurlardan hâkimiyeti alan Kırgızların kuzey sınırı AngaraTonguzka ırmaklarının Yenisey’e döküldüğü yer olduğu tahmin ediliyor ki * buna göre Uygur devletinin de kuzey sınırı buraya kadar uzanmış olacaktır; çünkü Kırgız ülkesi de 758 yılındaUyğurlar tarafından alınmıştı. Bununla beraber Kırgızlar Uygur hakanına karşı daima isyan halinde bulunmuşlardır. Nihayet 840 yılında Kırgızlar, Uygurları Moğolistan’dan çıkardılar ve Orta Asya’nın doğusunda Kırgız devleti kurdular. Mani dinini kabul eden Uyğurlar, Doğu Türkistan’a gelip yerleştiler.

Kırgızların anayurdu Yenisey ırmağının kaynakları idi. Yenisey havzasında bulunan yazıtların bunlara ait olduğu tahmin edilmektedir. Çin kaynaklarına göre “Kırgızların yazı ve dilleri tıpkı Uygurlarmki gibi” idi. Çin ve İslâm kaynaklarının verdikleri bilgilerden anlaşıldığına göre Kırgızlar şamanist idiler. Tanrılara-ruhlara kırlarda kurban sunarlardı, kurban âyini için muayyen zamanları yoktu. Şamanlarına kam (Çin hiyeroglifine göre “gan”) derlerdi. Sulara, ağaçlara kurban sunarlardı.

X. yüzyıl îslâın seyyahlarından Ebu Dülef, Kırgızlardan bahsederken yazıları olduğunu, tanrıya ibadet ettiklerini, ibadetlerinde mevzun İlâhiler okuduklarını, her yıl üç bayramları olduğunu zikrediyor. yüzyıl tarihçilerinden Gardizî, Kırgızlara dair şu malûmatı veriyor: “Kırgızlar, Hintliler gibi, ölülerini yakarlar ve “ateş en temiz şeydir, ateşe düşen her şey temiz olur, ölüyü de ateş kirlerinden ve günahlarından temizler” derler. Bazı Kırgızlar ineğe, bazısı kirpiye, bazısı saksağana, bazısı şahine, bazısı da güzel ağaçlara taparlar. Bunlar arasında faginum dedikleri (?) bir kişi vardır; her yıl muayyen bir günde gelir, çalgıcıları ve her türlü çalgı âletlerini getirirler. Çalgılcılar çalmağa başlarken faginum (kam olacak) bayılarak düşer; bundan sonra ondan bu yıl neler olacağını: kıtlık, bereket, yağmur, kuraklık, tehlike, emniyet ve düşman saldırışı hakkında sorarlar. O (kam) hepsini söyler ve ekseriya onun dediği olur.” 1213 Uygur sülâlesinin hâkimiyeti devrine ait olduğu sanılan bir yazıtta görüldüğü üzere Uygur hakanlarına sadık olan Kırgız beylerinden birinin manihaizmi kabul ettiği tahmin edilmektedir. G. î. Rasmstedt tarafından kuzey Moğolistan’da bulunan bir yazıtta “ben kırğız oğluyum” diyen bey “mar”ına yüz er ve mesken verdiğini söylüyor ve oğullarına “man gibi olmaları”nı tavsiye ediyor.

“Mar” kelimesi süryanîce “efendi”, “öğretmen” demek olduğuna göre Ramstedt bu Kırgız beyinin manihâist olduğunu tahmin ediyor. VIII. yüzyılın sonlanna ait olduğu tahmin edilen bu yazıtın sahibi olan Kırgız beyi Uygur hakanın sadık olduğuna göre (yazıtta “hakana kulluk ediniz” denilmektedir) manihaist olması pek mümkündür. Fakat bu olay onun çağdaşı olan bütün Kırgızların Mani dinini kabul ettiklerini göstermez. IX X. yüzyıllarda Kırgızlar, gerek Çin ve gerek Islâm kâynaklarmın verdikleri haberlere göre, şamanist idiler.

XI. yüzyılda Irtiş ırmağı boylarında yaşıyan Kimek-Kıpçaklar, Gardizî’ye göre, “Irtiş ırmağına taparlar, su Kimeklerin tanrısı derlerdi”. 1418 Aynı müellif Türgeş ve Çigil Türklerinin yakınlarında bulunan bir dağı tanrının makamı saydıklarını ve onunla and içdiklerini yazıyor.

XI. yüzyılda (920) Hazer. deniziyle Aral gölü arasında yaşıyan Oğuzlar arasından Idil Bulgarlarına geçen Ibn Fadlan’nın verdiği malûmata göre Oğuzlar, İslâm ülkesine yakın komşu bulundukları halde, şamanlıklarmda direniyorlardı. Ibn Fadlan’nm ilk gördüğü Oğuz beyi “Küçük Yanal [yahut inal]” evvelce müslüman olmuş ise de Oğuzların “müslüman olursan bizim başkanımız olamazsın” dedikleri için tekrar şamanlığa dönmüştü. Ibn Fadlan’nın gördüğü Oğuzların defin törenleri tıpkı, eski Gök Türklerinki gibi idi; mezar üzerine kurgan (hüyük) yaparlardı; balbal dikerler, yog-aş töreni yapıp kesilen hayvanların derilerini —başları, ayak ve kuyruklariyle beraber sırıklara asarlardı, ölülere kurban sunarlardı.

îbn Fadlan Başkurt şamanizmine dair bazı malûmat vermektedir. Bu malûmata göre Başkurtlar kış, yaz, yağmur, rüzgâr, ağaç (orman), hayvan, insan, su, gece, gündüz, ölüm, hayat vç yer gibi varlıkların her biri için ayrı ayrı birer tanrı bulunduğuna, en büyük tanrının da gökte yaşadığına inanırlardı. Ağaçtan “fallus kadar” bir nesne yapıp onu (bir yere) asarlar, sefere çıkarken veya düşmanla karşılaşırken onu öper ve ona\ secde ederlerdi. Oğuzlar ve Başkurtlarla komşu olan Hazarların hakanı ve aristokrat sınıfı yahudi dininde idiler. Halk tabakasının inançlarına dair bilgimiz yoktur. Gardizî’ye göre “hakan ve emirler yahudi dininde, kalanları Oğuz dinine benzer bir dinde idiler”. 2 Arap coğrafyacılarının verdikleri malûmata göre Hazar ordusu X. yüzyılda tamamiyle müslümandı, her halde bunlar Oğuzlardandı.

Müslüman coğrafyacılar o veya bu Türklerden bahsederken budist veya hıristiyan olduklarını söylerler. Tokuz-Oğuzların manihaist olduklarını açıkça biliyorlar. Fakat bu dinlerden hiç birine mensup olmıyan türlü Türk boylarından bahsederken “şuna inanırlar, buna inanırlar” demekle iktifa eder, şamanizmin bir “dinî sistem” olduğunu kabul etmezlerdi.IX X. yüzyıllarda Yedisu’da ve Sırderya ırmağının doğu bölgesinde hâkim olan Karluk Türklerinin yanmıyan ağaçtan yapılmış tapınakları bulunduğunu, duvarlarında eski hakanların suretleri tersim edilmiş olduğunu X. yüzyıl seyyahlarından Ebu Dülef haber vermektedir. Ebu Dülef’in bu haberi doğru ise Kartukların şamanizmi epeyce gelişmiş ve tapınaktı bir din haline gelmiş olduğunu kabul etmek gerektir. Ebu Dülef’in Kırgızların dinine dair verdiği malûmat Çin kaynaklarının verdiği malûmata uygun olduğuna göre Karluklar hakkında verdiği malûmatın da doğru olması mümkündür. Bununla beraber Arap coğrafyacı ve tarihçilerinin Türklerin dini hakkında verdikleri haberlerden gerçek şamanizmaya ait olanlarını budizm veya mazdaizmaya ait olanlarından ayırmak güçtür. Çünkü bu bilginlerin çoğu “müşrik”leri, din bakımından, hep bir sayarlar.

Moğol istilâsından sonra yazılan kaynaklarda şamanizme dair malûmat daha çoktur. Alâeddin Cüveynî, Ermeni tarihçisi Kiragos, Reşidüddin, Plano Karpini, Rubruk, Marko Polo ve başka müellifler Moğolların ve onlarla beraber gelen Türk boylarının görenek ve geleneklerinden bahsederken Şamanizm hakkında malûmat vermişlerdir. Cengiz Han’ın Moğolları ve bunlara iltihak eden kuzeyli Türk ulusları şamanist idiler. Moğolistan’daki bazı boylar arasına hıristiyanlık sokulmuş olmakla beraber bu din ancak bir sözden ibaret olmuştur. Bununla beraber Cengiz ve oğulları devrinde iptidaî şamanizmin mümessilleri olarak Kuzey ormanlarında yaşıyan kavimlerden Uryankıt’lar sayılırdı. Bu kavim Gök-Türk yazıtlarındaki Kurıkan’lann torunları ve bugünkü Urenha ve Yakut Türklerinin ataları sayılmaktadır. Reşidüddin’in verdiği malûmata göre Cengiz Han’ın Sol Kol beylerinden biri olan Odaçı bu Uryankıt’lardandı. Radloff’un fikrine göre bu Odaçı adı uygurcada ve başka Türk lehçelerinde tabip (der Arzt) anlamına gelen “otaçı”nm kendisidir. iptidaî şamanîzmde tabib ile şamanın aynı şahıs olduğu malûmdur. Moğol istilâsı devrinde Bozkır Moğollarının Uryankıt’ları koyu şamanizmin mümessili saymaları gösteriyor ki Cengiz’in çevresinde toplanan Türk ve Moğollar bile başka dinlerin tesirine maruz kalmışlar, orman şamanizminden az çok uzaklaşmışlardı. Bununla beraber Moğol istilâsı Orta Asya ve Volga havzası müslümanlarmda, ölmek 23üzere bulunan, Şamanizm kalıntılarının tekrar canlanmasına sebep olmuştur.

Moğol devrinde Şamanizm üç büyük dinin, İslâm, Hıristiyanlık ve budizmin mücadelelerine saha oldu. Orta Asya’da ve İran’da hıristiyanlık XIV. yüzyılda İslâm dinine mağlûp oldu. Hıristiyanlık İç Moğolistan’da ve Yedisu’da mezar taşlarından başka hiçbir iz bırakmadan çekilip gitti. Moğolistan’da budizm zafer kazandı. Şamanizm, budizm ve İslâm dinlerine bir sürü kalıntılarını bırakarak ancak Sibirya ormanlarında ve Altay dağlarında barınabildi.

Kaynak:

Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm – Materyaller ve Araştırmalar,  Türk Tarih Kurumu Basımevi – Ankara, 1986, s. 1-12

Türkçe Tarih

İstanbul meclisinde “Müdafai Hukuk Cemiyeti Grubu” neden kurulmadı?

Önceki yazı

Lidyalılar’ın göçü

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Dinler Tarihi