“Çanakkale’de Atatürk’ün Hayatını Kurtaran Saat.
Bir fabrika saati 250 bin Franga almak istiyor. İsviçre’deki maruf saat fabrikası, İzmir’deki mümessiline gönderdiği bir telgrafnamede, Conkbayırı’nda Atatürk’ün hayatını kurtaran saatin aslının veya fotoğrafının kimde bulunduğunu bildirene 1000 İsviçre Frangı vereceğini, saati de 250 bin Frank’a satın alacağını bildirmiştir.”
Son Posta, 16 İkincikânun 1939, s. 1
Gazetedeki bu haberi okuyan pek çok kişi yıllarca Atatürk’ün saatini aramaya koyulur. Birazdan size bu saatin hikayesinden konuşacağız ama evvelinde, bu saatin neden kıymetli olduğunu anlatmak istiyorum.
Bugün bildiğiniz üzere 18 Mart, Çanakkale Deniz Savaşlarının en şiddetli olarak yaşandığı, bizim de “Çanakkale Geçilmez!” diyerek kutladığımız, Çanakkale Zaferinin yıldönümü.
Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi dendiği zaman, 19 Şubat – 18 Mart 1915 tarihleri arasında yapılan deniz savaşları ve 25 Nisan 1915 – 9 Ocak 1916’da cereyan eden kara savaşlarını hatırlamamız gerekiyor. Dünyanın o zamanki en güçlü donanma kuvvetlerini oluşturan İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u işgal etmesi için Çanakkale’yi geçmeleri gerekiyordu.
Boğaza yapılan saldırılar 19 Şubat 1915’de İngiliz ve Fransız donanmalarının Kumkale ve Seddülbahir tabyalarını dövmeleriyle başlar ve yer yer karaya asker çıkarma girişiminde bulunurlar.
Bu tarihlerde Bulgaristan’da Sofya Askeri Ataşemiliteri olarak görev yapan Yarbay Mustafa Kemal Bey, Genelkurmay başkanı Enver Paşa’ya çok sert bir dille mektup yazarak kendisinin, mutlaka Çanakkale Cephesinde görevlendirilmesini ister:
“Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben, Sofya’da Ataşemiliterlik yapamam! Eğer birinci sınıf subay olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz!”
Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, s. 26
Bunun üzerinde 19. Tümen Komutanlığına atanan Yarbay Mustafa Kemal Bey, 2 Şubat 1915’te Tekirdağ’a gelir ve çalışmalara başlar.
İşte tam da bugünün yıl dönümü olan 18 Mart 1915 sabahı Fransız savaş gemileri Anadolu yakasını, İngiliz savaş gemileri de Rumeli yakasına saldırarak Boğaz’dan geçmek için harekete geçer ama bilmedikleri bir şey vardır: Yüzbaşı Tophaneli İsmail Hakkı Bey ve Müstahkem Mevkii Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi (Akpınar) Bey komutasındaki Nusrat mayın gemimiz o gece denize, Karanlık Limana, 26 mayın bırakmıştır. Nusrat’ın mayınları Fransız Bouvet, onun ardından İngiliz İrresistible ve Ocean isimli gemilerini batırır.
Düşman gemileri karadan uzak bir mesafeden atışlarını aralıksız sürdürürken, Türk toplarının menzili kısa olduğu için atışlar bekletilir. Düşman gemileri menzile girene kadar atış yapmayan Türk topçusunun olağanüstü isabetli atışları karşısında neye uğradıklarını şaşıran İngiliz ve Fransız donanmaları ağır kayıplar verirler. Agamemnon, Golyat, Bouvet gibi dünyanın en ünlü savaş gemilerinin bulunduğu 7 savaş gemisini kaybederler.
Cehennemi andıran 7 saatin sonunda bombardımana direnen Türkleri bu şekilde geçemeyeceklerini anlayan İtilaf Devletleri, donanmalarını geri çeker ve karaya asker çıkartma yapmak için hazırlıklar hızlanır.
Ertesi gün 19 Mart 1915 sabahı, Mustafa Kemal Bey, Maydos (Eceabat)’tan 19. Tümen birliklerine emri:
“…Türlü kaynaklardan gelen bilgilerde, düşmanın çıkarma için hazırlıklarda bulunduğu anlaşılmaktadır…”
Bu tarihten sonra İtilaf Devletleri yer yer sürekli olarak karaya asker çıkartma girişiminde bulunuyorlar. 21 Nisan’a geldiğimiz vakitte ise General Hamilton’un İtilaf birliklerine şu emri verir:
“… Düşmanlarımızın ele geçirilemez diye adlandırdıkları sahillere denizci arkadaşlarımızla birlikte çıkmak zorundayız(!) Bize verilen büyük harp görevine layık olduğumuzu ispat edelim(!)”
25 Nisan günü sabaha karşı, İngilizler, Fransız kuvvetleri ve ANZAK Kolordusu’yla beraber Arıburnu, Seddülbahir ve Kumkale sahillerinden asker çıkarmaya başlar.
İşte bu anda Seddülbahire çıkartma yapan düşman, kıyı topçusunun yoğun ateşi ve kuvvetlerimizin karşı taarruzu ile durduruluyor. Kumkale kıyılarından yapılan çıkarma gelişememiş, takviyeli kuvvetlerle Arıburnuna çıkan ANZAKlar ise Atatürk komutasındaki 19. Tümen birliklerimiz tarafından taarruzla Conkbayırı önlerinde ağır yenilgiye uğratılmıştır.
Atatürk’ün işte burada kahramanca yaptığı savunmalar Anzakları ve dolayısıyla düşman ilerleyişini durdurmuştur.
Atatürk’e bu süre zarfında verdiği üstün hizmet ve başarılardan dolayı padişah 5. Reşad tarafından birkaç madalya verilir ve 1 Haziran 1915’te rütbesi albaylığa yükselir.
16 Temmuz 1915’te Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, İbrahim Alaettin, Hakkı Süha Gezgin, Enis Behiç Koryürek gibi gazeteci, yazar ve şairlerden oluşan bir heyet Çanakkale cephesine gelerek harp alanını ziyaret eder Ekranda gördüğünüz fotoğraflarda Atatürk 5. Ordu ve 3. Kolordu karargahlarını ziyaret etmiş, Arıburnu ve Seddülbahir harp bölgelerini gezdirmiştir.
Size kısaca anlattığım Çanakkale Savaşlarından sonra, gelelim asıl konumuza: Atatürk’ü ölümden kurtaran saatin akıbetine!
Bu cephede düşmanla olan çarpışmalarını ve tecrübelerini 24-28 Mart 1918 tarihlerinde Şişli Akaretler’deki evinde Ruşen Eşref’e anlatan Atatürk, 10 Ağustos 1915 Conkbayırı Muharebeleri kısmını şu şekilde anlatır:
Ruşen Eşref – “…Mustafa Kemal Bey derhal oradaki kumandanlarla beraber hücum saflarının önüne geçmiş. Askere düşmanın kaçmaya hazırlandığını, fakat buna müsaade etmeyeceğimizi söylemiş. “Bunun için benim ileriden kırbaç sallayarak vereceğim işaret üzerine hemen hepiniz düşmana atılacaksınız” demiş. Beş on adım ileri yürüdükten sonra işaretini verince zabitan ve efradın tereddütsüz bir aslan savletiyle (saldırısıyla) düşmana saldırdıklarını görmüş. Bu hücumun karşısında düşmanın kamilen ezildiğini, hiç silâh kullanmak fırsatına vakit bulamamış olduğunu anlamış.
– Ortalık açıldıktan sonra idi ki, diyor, düşman hakikaten Conkbayırı’nı cehenneme çevirmişti. Denizden, karadan büyük çaplı topların muhtelif cinste mermileri Conkbayırı semasında bitmez tükenmez yıldırımlar vücuda getiriyordu.
Buraya kadar muhaveremizi (konuşmamızı) sakin bir vaziyette dinleyen Yüzbaşı Cevat (Abbas Gürer) Bey, paşanın yaveri, kaim, sertliği hoşa giden bir sesle:
– Bu şarapnel misketlerinden bir tanesi de Paşa’nın göğsünü okşamıştır! dedi.
Ruşen Eşref – Nasıl? dedim.
Paşa tesbihi ile oynuyordu. Cevat Bey, parlak çizmelerindeki mahmuzlar şıkırtı yaparak, göğsünün sol tarafındaki nişan kurdeleleri sırası ve ipek kordonu kabara ine şöyle anlatıyordu:
– Bulunduğumuz yer tamamen muhacimlerin (hücumların) arası idi. Paşa da ilerleyen efradımızı seyrederken göğsüne bir şeyin gayet kuvvetle çarptığını duymuştur.
– Evet, sağ tarafta ceketimde bir kurşun yeri gördüm.
Yanımda bulunan zabit (rahmetli Nuri Conker Bey) “efendim, vuruldunuz” dedi. Ben böyle bir söz şuyu bulursa askerimizin kuvve-i maneviyesi üzerinde yapacağı tesiri düşündüm. Elimle zabitin ağzını kapadım. “Sus” dedim.
Cevat Bey devamla:
– Bir şarapnel misketi göğsünün sağ tarafına tam saatinin bulunduğu cebe isabet etmiştir. Saat parça parça oldu. Fakat o darbe paşanın göğsünde hafif bir leke bırakmaktan başka ileri geçmemiştir, dedi.
Ruşen Eşref – O saat sizin için tarihi bir saattir. Görebilir miyim efendim, dedim.
Paşa:
– O saatin enkazını bu muharebeden soma Liman Pş. Hz. hatıra olarak aldılar. Bana da kendilerinin ailevi asalet armasını havi bulunan saatlerini verdiler. Cevat Bey saati gösterdi: Omega markalı siyah bir saat: Arkasında bir taç ve “L. Z.” markalan, Paşa’nın kınlan saati de Mektebi Harbiye’den beri sakladığı Omega markalı kuvvetlice bir talebe saati imiş. Cevat Bey Zenith markalı bir bilezik saati de gösterdi ki onu Mustafa Kemal Paşa’ya o kurşun değdiği esnada yanında bulunan genç mülâzim (teğmen) vermiş.
Ruşen Eşref, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat, s. 72 – 74
Bu olayı anlatan daha pek çok yerli ve yabancı görgü tanığı var. Nuri Conker de şöyle anlatır:
10 Ağustos (1915) günü, Atatürk, muharebeyi Conkbayırı tepesinin hemen gerisinde bulunan 8. Fırka karargâhından takip ve idare ediyordu…8. Fırka karargâhının bulunduğu yerde, yıkık bir topçu gözetleme yeri vardı. Bu gözetleme yeri, şöyle böyle bir sığınak
teşkil ediyordu ama Atatürk ile maiyeti erkânından kimsenin oraya girmek aklına bile gelmiyordu. Halbuki o mevzi şiddetli bir topçu ateşine mâruzdu… Bu arada, bir şarapnel misketi Atatürk’ün göğsünün sağ tarafına isabet ederek küçük bir delik açmıştı. Yanında bulunan emir zabiti süvari mülazimi Saim (Polatkan) bir emir telakki ederken bu küçük deliği görmüş; kumandanına:– Vuruldunuz efendim, demişti.
Genç zabit, o vakit şu cevabı almıştı:
– Sus. Benim yaralandığım duyulursa kuvve-i maneviyenin bozulması ihtimali vardır.
Atatürk, göğsüne kuvvetle bir şeyin çarptığını duymuş, vücuduna bir kurşun veya şarapnel misketi isabet ettiğini anlamış fakat genç süvari mülazimine söylediği düşünceyle askerlerini şevkini bozmamak için aldırmamıştı. Biraz sonra, saatine bakmak istediği
Abidin Daver, “Nuri Conker ve Conkbayırı Muharebeleri 5”, Cumhuriyet, 23 İkincikânun 1937
zaman, şarapnel misketinin saatine isabet ederek parçaladığını görmüştü.”
Gördüğünüz gibi Mustafa Kemal Paşa parçalanan saatini daha olayın yaşandığı günlerde Conkbayırındayken, Alman Liman Von Sanders Paşaya verdim diyor. Bunun karşılığında da paşa bana kendi aile yadigarı saati verdi demektedir.
Peki bunu İsviçreli saat şirketi OMEGA bilmiyor muydu sanıyorsunuz?
Ertesi gün başka bir gazetede çıkan haberde:
“İsviçre’nin tanınmış saat fabrikalarının mümessillerinden biri dün İzmir’den şehrimize gelmiştir. Bu zat, Çanakkale muharebesinde Ulu Şef’imiz Atatürk’ün Conkbayırı’nda hayatını kurtaran saati aramaktadır. Mümessil, şimdiye kadar yaptığı tahkikat neticesinde Ulu Şef’in canını kurtararak parçalanan bu saati Atatürk, o zamanlar Liman von Sanders Paşa’ya hatıra olarak hediye etmiş ve Liman Paşa, Almanya’da vefat ettiği zaman eşyaları müzayede ile satılmış olduğundan bu saati Amerika zenginlerinden biri değerli bir fiyatla almıştır. Mümessil diğer bir ihtimale göre bu saatin İnkılap Müzesi’nde olduğunu söylemektedir. Eğer saat İnkılap Müzesi’nde de yoksa fabrika, o zaman saatin bulunduğu yeri bilene 2 bin Lira mükâfat verecektir.”
Yeni Asır, 17 Ocak 1939, s. 2
Gazetelerde bu haberi gören Peyami Safa, Cumhuriyet gazetesinde konuyla ilgili bir yazı kaleme alır:
“Dünkü Cumhuriyet’te okudum: İsviçre’de bir saat fabrikası, İzmir’deki acentesine gönderdiği bir mektupta, Çanakkale’de Atatürk’ün hayatını kurtaran saati bulana 250 bin Frank ve bu saatin kimde olduğunu bildirene bin Frank vadetmiştir.
Acaba İsviçreli fabrika bu teklifi Atatürk’ün büyük hatırasına mı, yoksa üstüne isabet eden kurşunu geri çevirerek bir kumandanın hayatını kurtaracak kadar sağlam herhangi bir saate mi kıymet verdiği için yapıyor?”
Peyami Safa, “Atatürk’ün Saati”, Cumhuriyet Gazetesi, 18 Ocak 1939, s. 3
Sahi, İsviçreli şirket saati aramaya neden daha evvel başlamadı da, Atatürk’ün vefatından iki ay sonraya kadar bekledi?
Atatürk’ün aziz hatırasını kullanma teşebbüsünü gösteren sadece bizdeki basit politikacılar değil! İsviçreli bu saat firması 10 Kasım 1966’da Milliyet gazetesine bir reklam verir:
“Bir Kahramanın Hayatını Kurtaran Saat.
Çanakkale’de Conkbayırı’ndaki korkunç savaşlarda yaralanan Anafartalar Cephesi Kumandanı Mustafa Kemal’in ölümden kurtulduğunu hemen herkes bilir.
Fakat birçok kimsenin bilmediği nokta bu saatin bir Omega olduğudur...
Reklamın sonraki kısmında, Ruşen Eşref’in kitabından sizlere biraz önce aktardığım Atatürk’ün Conkbayırındaki yaralanma sahnesi aktarılıp sonunda Atatürk’e şu sözlerle saygı ifade ediliyor:
“Omega, Büyük Atatürk’ün ölmez hâtırası önünde tâzimle eğilir ve bu tarihi hadiseden dolayı sonsuz bir şeref ve iftihar duyar.”
10 Kasım’da yayınlanan bu reklamı gören çok değerli gazeteci İlhan Selçuk, bunun hakkında bir yazı kaleme alır:
“Görüldüğü gibi yabancı saat kumpanyası dehşetli bir Atatürkçü kesilmiştir. Atatürk’ün ölüm yıldönümünde, 10 Kasım günü, on binlerce Lira vererek gazeteleri reklamla donatıyor, Atatürk’ün aziz hatırasını saygıyla anarak, malının reklamını yapıyor:
– Ey ahali! Atatürk’ü seven her Türk, Atatürk’ün hayatını kurtaran saat hangi marka ise onu kullanır. Büyük Atatürk şirketimizin saatini kullanırdı.
Bu zeki reklamın sahiplerini yalnız buluşlarından ötürü değil, özdenlikleri yüzünden de kutlamak gerekir. Şimdiye dek Atatürkçü olanlar arasında neler görmemiştik! Şeyh sakalı öpüp de oy goygoyculuğuna çıkan Atatürkçü idi. Amerikan kumpanyasının komisyoncusu pervasız ‘Biz Atatürkçüyüz’ diyordu… İsviçre saat kumpanyası neden Atatürkçü olmasındı?”
Saat şirketi o zamanlarda Türkiye’de saat satışlarını artırmış mıdır bilmiyorum ama kendi reklamını yapmak için Atatürk’ü kullanmaları hiç hoş değil!
Tüm bu haberlerin sonucunda yıllarca pek çok kişi Atatürk’ün bu kaybolan saatini aradı. Savaş bittiğinde 29 Ocak 1919’da İstanbul’dan ayrılan Liman Paşanın bu saati beraberinde Almanya’ya getirmiş. Bundan sonra saatin akıbeti biraz muallak.
Birinci olasılığa göre, Emekli Albay Haydar Mehmet Alganer saatle ilgili olarak şu bilgiyi vermektedir:
“Ben Münih’te konsolos iken Liman von Sanders Paşa ile görüşürdüm. O, bu saati çok kıymetli bir hatıra olarak saklardı. Bir ara, kendisine ihtiyarlığında bakması için bir kadınla evlenmişti. Duyduğuma göre, I. Dünya Savaşı’ndan sonra hükümet, Paşa’ya bir mektup yazarak saati Askeri Müze’ye konulmak üzere istetmiş. Paşa’nın eşi ise, evlerine hırsız girdiğini, bir çok eşya ile birlikte saatin de çalındığı cevabını vermiş.”
Sermet Atacanlı, Atatürk ve Çanakkale’nin Komutanları, MB Yayınevi, İstanbul, s.169, Dipnot:173.
Çıkan haberler üzerine olayın izini süren gazeteci Salâhaddin Güngör, saat firmasının İstanbul’da bulunan komisyoncusu Fazlı Balkan ile bir görüşme yapar. Görüşmenin sonucunda, diğer bir olasılığa göre, şirketin temsilcisi saatin Liman Paşa’nın vefatından sonra ailesi tarafından şahsi eşyaları ile birlikte satışa çıkartılmış olduğunu söyler. Bir Amerikan vatandaşı parçalanmış saati de Liman Paşa’nın eşyaları ile birlikte satın alınmış olduğu ve şu anda nerede olduğunun bilinmediği bildirilmiştir.
Yazımızın son sözünü Peyami Safa’nın yazısının devamıyla yapalım:
Eğer saat Türkiye’de ise -ki zannetmiyoruz- İsviçre’deki fabrika nafile uğraşıyor. İki yüz elli bin değil, bir o kadar milyon frank verse, hiç zannetmem ki bu saate sahip olan vatandaş onu milletinin müzesine hediye etmek dururken bir yabancı memlekete satmaya kalksın. Elbette Türk hükümeti, bu vatandaşın fedakârlığını karşılıksız bırakmaz ve en müsait şekilde ona tarihi şükran borcunu öder. Çünkü Conkbayırı’nda düşman kurşununu geriye iten saat yalnız Atatürk’ün değil, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda bütün Türk yurdunun hayatını kurtarmıştır. Bu saat eğer Türkiye’de ise bir fabrika reklamı olarak memleket hudutlarından dışarıya atılmak için değil, kendisini Türkün yüreğine siper eden bir milli şuur sembolü olarak müzelerimizde saklanmak için son bahtiyar sahibinin elinde hükümetin bir davetini bekliyor. Dünyada, bu derecesinde bile, hiç şüphesiz pek çok sağlam İsviçre saati vardır; fakat ebedi hatırasıyla bizim ana yurdumuzda biriciktir. O adamdan bu toprağa yadigâr kalan hatıralar arasından kimseye zırnık veremeyiz.
Peyami Safa, “Atatürk’ün Saati”, Cumhuriyet Gazetesi, 18 Ocak 1939, s. 3
Bu vesile ile Çanakkale’de canlarıyla vatan uğruna şehid düşmüş ve savaşı başarıya ulaştırmış olan tüm Mehmetçiklerimizi hürmet ile yad ediyoruz.
Kaynakça:
Makalenin yazılmasında genel olark Prof. Dr. Mevlüt Çelebi’nin kaleme aldığı Conkbayırı’nda Atatürk’ün Hayatini Kurtaran Saat isimli makalesinden faydalanılmıştır.
ÇELEBİ, Mevlüt, (2018), “Conkbayırı’nda Atatürk’ün Hayatını Kurtaran Saat”, Belgi Dergisi, C.2, S.16, Pamukkale Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Yaz 2018/II, ss.744-759
Ruşen Eşref Ünaydın, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat, Cumhuriyet Gazetesi, s. 72 – 74
Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara
Peyami Safa, “Atatürk’ün Saati”, Cumhuriyet Gazetesi, 18 Ocak 1939, s. 3
Son Posta, 16 İkincikânun 1939, s. 1
Yeni Asır, 17 Ocak 1939, s. 2
Abidin Daver, “Nuri Conker ve Conkbayırı Muharebeleri 5”, Cumhuriyet, 23 İkincikânun 1937
Robur tea war map, Turkish Empire : Robur war map, Gallipoli and the Dardanelles : bird’s eye view / issued for the Robur Tea Co. by Farrow Falcon Press ; lithographed by Cyril Dillon.
Map of the Dardanelles, Sea of Marmara and Bosporus.
The landing of Australian troops (4th Battalion) at ANZAC Cove, Gallipoli, Turkey, 25 April 1915, from vintage gelatin silver print, on postcard published by Brookes, State Library of New South Wales, Kaynak
Yorumlar