0

Din, insanlık için her devirde ve her zaman en büyük bir ihtiyaç olmuştur. Asrımızın insanı bile bilhassa hayat ve ölüm gibi beşer akıl ve idrakinin üstünde kalan tabii büyük hadiseler karşısında dine baş vurmaktadır. Bugünkü medenin cemiyetlerin hemen hepsi, dinler tarihinde “Büyük dinler” denilen tek tanrılı bir dinen sahiptirler. Eski devirlerin çok tanrılı (Politheiste) dinlerinden bugünün tek tanrılı (Monotheiste) inanışlarına nasıl geçilmiştir? Tek tanrı şuuru, din kitaplarının söylediği gibi, birdenbire vahiy suretiyle mi, yoksa her tekamül gibi tedricen mi uyanmıştır?

İşte bu soruları cevaplandırabilmek için, eski Önasya (Anadolu, Mezopotamya ve Mısır) medeniyetlerinde Tarihten önceki (Prehistorique) devirlerden başlıyarak M.Ö. I. Bine kadar tezaahür eden dinin inançlarda monoteist temayüller olup olmadığı araştırılacaktır.

Din Fikrinin doğuşu:

Modern Etnoloji müşahedelerinin yardımı ile ilk insanlarda din fikrinin nasıl doğduğu tesbit edilmiştir. Gerçekten de iptidai insanlar gök gürültüsü ve yıldırımdan veya yırtıcı hayvanlardan korktukları gibi, kendilerine faydası dokunan ay ve güney ışığı veya su ve ateş gibi tabiat kuvvetlerine karşı da saygı ve sevgi duymuşlardır. İnsan, kendi kuvvetinden üstün olan bu varlıklara hürmet ederse, onların şerlerinden kurtulacağını veya lütufkar tabiat kuvvetlerinden daha çok faydalanacağının idrak ederek bu varlıkları kutsallaştırmış ve onlara tapmağa başlamıştır. Bu suretle doğmuş olan din mefhumu sırasiyle fetişizm, animizim ve totemizm tekamül merhalelerinin aşarak tabiat kuvvetlerine tapma esasına dayanan natüralizm safhasına erişmiştir.

Eski Şark medeniyetlerinde, insanlar şehirler kurarak toplu bir halde yaşamağa başladıkları yazısız devirlerde din, bu iptidai merhalelerden çoktan kurtulmuş bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Gerçekten bu devirlerdeki inanışlar çeşitli tabiat kuvvetlerinen tapma şeklinde olduğundan, bizzarure çok tanrılı (Politheiste) bir karakterdir. B uyazısız devirrlerin dinin inançlarının mezar hediyeleri, idoller, ölüm gümme daletleri gibi münhasıran arkeolojik vesikalar teşkil eder. Yazının icadı ile bu vesikalar konuşmağa başlar ve böylece mühür tasvirleri, kabartmalar ve heykeller yanında efsaneler, destanlar, tanrı ve kurban listeleri de bu maksat için kullanılır. Ayrıca eski Mısır’da ölüler kitabı, ehram metinleri, İbraniler’de Tevrat başlıca yazılı kaynakları teşkil ederler.

Anadolu:

Eski Anadolu’da M. Ö. III. bin yılında Bakırçağ medeniyeti hakimdir. Bu kültür Doğu, Orta ve Batı Anadolu olmak üzere birbirinden farklı üç bölge gösterir. Bu arkeolojik taksimat, şehir kuruluşlarına, çanak-çömlek imallerine, ölü gömme adetlerine göre yapıldığı halde, her üç bölgede de bu devir sakinlerinin dinin inançlarının gösteren birtakım idollere rastlanmıştır. Bunlar kilden veya taştan yapılan ve ilk devirlerde daire vücutlu sonra gittikçe insan şeklinin alan figür inlerden ibarettir. Bazan her iki cinsi gösteren bu iptidai heykelcikler, umumiyetle elleri göğüsleri üzerinde çıplak bir kadın vücudunun gösterirler. Henüz giyimsiz devirlerin hatırası olan bu kadın idoller, eski Anadolu’da bir “Tabiat ana” kültürünün mevcudiyetine delil sayılmaktadır. Bu idoller mahalli farklar göstermekle bareber, mahiyetlerinin aynı olduğuna ve tek bir fikri ifade ettiğine şüphe edilmez, fakat bu müşterek vasıf dan bir “anthropomorphisme” ile müttassıf bir monoteizm düşünmek, herhalde henüz çok erken ve yersiz olur, kanaatindeyiz.

Nitekim, Bakır çağının takip eden Eski Hitit veya Asur ticaret Kolonileri çağında yine çok tanrılı bir dinle karşılaşıyoruz. Gerçekten Orta Anadolu’nun yazılı vesikalariyle tarih ışığına çıktığı bu devrin (M. Ö. II. Bin yıl başları) dinin inanışları için bütün malzemeyi bize Kültepe (Kayseri) tabletleri üzerinde görülen mühür baskıları ile vesikalarda zikredilen “Theophore” (Tanrı adını taşıyan şahıs isimleri) adlar vermektedir. Bu vesikaların tetkiki ile eski Kaneş (Kültepe) şehrindeki Asurlu kolonistler mahallesinde başta Asur devletinin baş ilahı Asur olmak üzere, şamas, İştar-Adad’dan mürekkep olan sami teslisi tebcil edildiği anlaşılmıştır. Bu meyan’da Zababa kültü de Akkad’lı sargonun seferi ile Orta Anadoluya girmiş bulunuyordu. Yine Kültepe mühür baskıları üzerindeki tasvirlerle burada Mezopotamya’nın Sular ve Okyanuslar hakimi tanrı Ea ile onun kapı tanrısı Usmu’ya tapıldığını biliyoruz. Bundan başka Kültepe tabletlerinde Sin, Belum, Amurru, İlabrat, Şahan, Sarramatin gibi Sami tanrıların yanında Haranatum, Hikişa, Kubakat, Ana ve Nipaş gibi yerli halkın tanrılarının da isimleri geçmektedir. Teofor adlar içinde ise Anum, Ea, Enlil, Dagan, İrah, ela ve İşhara tanrı adları görülmektedir. Yer adları arasında Büyük Hitit Devleti zamanında Fırtına tanrısının mukaddes buğalarından biri olan Şeriş geçmekle beraber ismin başında tanrı determinatifi olmadığından aynı uluhiyetle ilgili olup olmadığı kestirilememektedir.

Böylece M.Ö. II. Binyıl başlarında Orta Anadolu’da yerli halkın kendi tanrılariyle birlikte, akkad kırallarının Anadolu seferleri veya Asurlu tüccarlar vasıtası ile gelen Mezopotamya tanrılarına da tapıldığı anlaşılmaktadır. Bu tanrıların her biri bir tabiat kuvvetinin temsil ediyorlardı. Bu devri takip eden Yeni Hitit Devleti zamanında da aynı prensiplere sadık kalındığının görüyoruz. Bu devir için vesikalarımız hem çok, hem de çeşitlidir.

Gerçekten de Hitit Devleti muahedelerinin sonlarında akit tarafların tanrılarının şahit olarak göstermek adet olduğundan, birçok tanrı adları sayılıyordu. Bundan başka hangi tanrıya senenin hangi gününde bayram ve kurban yapılacağının gösteren listeler vardır. Fakat Hitit tanrılarıyla münasebettar vesikaların en mühimi, tanrı heykellerini tasvir eden metinlerdir. Mesela bu metinlerden birinde aynen şöyle denilmektedir: “Tamarmara şehrinin tanrısı Sulikatte’nin heykeli gümüştendir. Bu bir erkek şeklinde yapılmıştır ve tahtadan bir aslan üzerinde durmaktadır. Sağ elinde gümüşten bir kılıç, sol elinde bir insan kafası tutmaktadır”, Gümüşten olduğuna göre, küçük çapta bir figürün olarak kabul edilmesi gereken bu tanrının, Hititlerin Yazılı kaya açık hava mabetlerindeki tanrı tasvirlerinden 30 numaralı tanrı olduğu tesbit edilebilmiştir.

Fakat bütün bu bol malzemeye rağmen, bugün henüz Hitit panteonunu tam olarak tesbit edecek durumda değiliz. Bunun sebebi bu panteonun binlerce tanrıyı ihtiva etmesidir. Filvaki, bizzat Hititler bir metinde Bin tanrının mevcudiyetinin işaret etmektedirler. Bu rakam bir söz gelişi kabul edilse bile, bir taraftan Yazılıkaya’daki seksen tanrı kabartması, diğer taraftan Anadolu’nun muhtelif yerlerinde bulunan müteaddid tanrı tasvirleri ile Hitit panteonunun zenginliği hakkında delillere sahip bulunuyoruz.

Burada herşeyden evvel belirtilmesi gerekli olan nokta, bu zengin panteonun tabir caizse kozmopolit karekterde olmasıdır. Gerçekten öyle anlaşılıyor ki, Hititler dostça veya düşmanca münasebetlerde bulundukları komşu ülkelerin tanrılarının da kutluyorlardı. Böylece bu panteonda hem Sümerlerin mirası olan Anu-Enlil-Eateslisi, hem de samimi menşeli çöl ananesinin yarattığı Şamaş-Sin-Adad astral teslisi yer almıştı. Diğer taraftan Hitit metinlerinde İndra, Mitra, Varuna gibi hindli tanrıların da adı geçmektedir. Bundan başka hititlerden evvelki Anadolu halkının, proton Hattilerin, Luilerin ve Hurrilerin tanrılarına da tapılıyordu. Mesela aslında Luiya memleketin Fırtına tanrısı olan ve Şantaş veya Tarhun adlariyle anılan Dattas, Hatti ülkesinde de tebcil edilmekteydi.

Bundan başka her şehrin, bir Fırtına tanrısı olduğu gibi, dağların, nehirlerin, göklerin ve yerlerin de tanrıları vardı. Bundan dolayıdır ki metinlerde “Bütün İştarlar”, “Bütün hepatlar” denilmektedir. Şayanı dikkat olan bir cihet de Hititlerde biri “Göğün güneş tanrısı” diğeri “Yerin güneş tanrısı” olmak üzere iki güneş tanrısının varlığına inanılmasıdır. Bu iki güneş tanrısından birinin yerlilere, diğerinin hakim tabakaya ait olduğu tahmin edilebilir. Hititler bu zengin panteonları için, belki yine Mezopotamya tesiri ile, bir Theogonie vücude getirmeğe, tanrılarının bir sisteme bağlamağa muvaffak olmuşlardı. Bu sisteme göre, Hatti ülkesinin baş tanrısı Hurri asıllı Teşup idi. Karısı Hep at da tabii baş tanriçe mevkiinde bulunuyordu. Nerik ve Zippalanda şehirlerinin Fırtına tanrıları bu ilahi çiftin oğulları, Tanriçe Mezullaş kızları, Zintuhhis ise torunlarıdır. Hititler bu tanrısal aileyi maiyetleri olan diğer bütün tanrılarla beraber Boğazköy’deki Yazılıkaya mabedinde tasvir etmişlerdir.

Burada araştırmamız için gerekli mesele şudur: Madem ki her şehrin bir Fırtma tanrısı vardır, o halde burada cevher ve mahiyet bakımından aynı olan bir tanrı mefhumu, muhtelif şehirlerde başka başka isimler ve şekiller altında tebcil ediliyor, demektir. Hatta bu özün Roma çağındaki muhteşem Iuppiter Dolichenus saltanatının Hıristiyanlıkla yıkılmasına kadar yaşadığını yeni tetkikler göstermiştir. Gerçik bu cevher ayniyetinoden monoteist bir inanışın mevcudiyetinin çıkarmak, doğru olmamakla beraber, böyle bir öz birliğinin bu yolda bir tekamül merhalesi olarak kabul etmekle ifrita varılmaz kanaatindeyiz.

Fakat acaba Anadolu kültürü ve bilhassa dinin üzerinde en çok tesir yapan Mezopotamya sakinlerinin akidelerinde de bu tarz temayüller veya doğrudan doğruya monoteist düşünceler var mıdır?

Mezopotamya:

Sumer, Akkad, Babil ve Asur kavimlerinin yaratmış oldukları eski Mezopotamya medeniyetinde din, burada yapılan kazı neticelerinin gösterdiği yüksek seviyeye uygun olarak, daha tarihten evvelki zamanlarda bile çok ilerlemiş bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.Filvaki kuzey Mezopotamya’da kalkolitik kültürle karakterize edilen ve Güney Mezopotamya’nın El-Ubeyd kültürüne tekabül eden Tepe Gavra XIX-XVIII. tabakalarında iki mabed harebesi meydanan çıkarıldığı gibi, oturur vaziyette ana tanriçe figürinleri bulunmuştur. Güney Mezopotamya’nın aynı karekterdeki en eski El-Ubeyd mezarlarında da bu insanların dinin inançlarının gösteren mezar hediyeleri ve muayyen ölü gömme adetleri tesbit edilmiştir.

Mezopotamya’nın yazısız ikinci kültür safhası olan Uruk kültürüne ait Tepe Gavra VIII de dört mabed bulunmuş ve bunlardan Batı mabedinin planları bile tesbit edilmiştir. Güneyde’ki Uruk kültüründe de aynı suretle bir Kuleli mabed meydanan çıkarılmıştır ki, bu mabed kuleleri yalnız eski Mezopotamya tarihi boyunca değil, İslam dininde minare, Hıristiyan dininde çan kulesi şeklinde günümüze kadar varlığının koruyacaktır. Burada Uruk’un IV. Tabakasında yazısının keşfine erişildiğinin hatırlamak lazımdır.

Mezopotamya prehistoryasının üçüncü safhasının teşkil eden Cemdet-Nasr devrinde, tanrısal kuvvetler yerlerinin bir takım tanrı ve şehir sembollerine bırakacak kadar ilerlemiştir. Mesela Uruk şehrinin sembolü bir kamuş demetidir, fakat bu şehrin tanriçesi İştar olduğu için, İştar artık bu sembolle gösterilmektedir. Böylece arkayık Sumer vesikalariyle Mezopotamya’da tanrı fikrinin doğuşu ve telakkisi hakkında bile fikir edinilebilmektedir. Filvaki bu arkayık, metinlerde insan üstü veya tabiat üstü kuvvetleri gösteren kelimelerin başına bir yıldız işareti konulmakta idi. Tanrı determinatifi olarak kullanılan bu yıldız işaretine sumerce “an” (=gök), akkadca samu (=sema) denildi. Fakat bu işaret aynı zamanda sumerce Dingir (tanrı) akkadca İlu (=allah) manasının da veriyordu. Bu isimlendirme bize eski Mezopotamya sakinlerinin tanrıyı semavi bir mahluk addeüttiklerinin gösterir. Onların telakkisine göre, bu tanrısal kuvvetler ölümsüz olmakla beraber, beşeri haslet ve zaaflarla da muttasıftırlar. Yani tanrılar da insanlar gibi, bir tanrılar topluluğu içinde yaşamakta, aile kurmakta, aşk ve intikam gibi hislerle hareket etmekteydiler. Bunday dolayı da tanrılar insan şeklirde (anthropomorphe) dırlar. Burada her sitenin özel bir tanrısı vardı. Bundan başka Mezopotamya birçok istilalara maruz kaldığından her yeni gelen kavim kendi tanrısının birlikte getiriyordu. Müstevliler kendi tanrılarının ihmal etmemekle beraber, yeni vatanlarında buldukları tanrılara da tapmakta kusur etmiyorlardı. Böylece bir sürü tanrı vücuda gelmiş oluyordu. Fakat daha Erhanedan (Predynastique) devrin sonunda bu tanrı zenginliği düzenlenmiş bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bu sisteme göre, Mezopotamya tanrıları kainat tanrıları, Gök tanrılar ve tabiat tanrıları olmak üzere üç büyük kısma ayırmıştılar

  • I- Kainat Tanrıları:
  1. a) Gök aleminin tanrısı Anu: Aslında Uruk şehrinin tanrısı olan Anu, Sumer Teogonyasında Tanrılar kralıdır. Mukaddes hayvanı boğa, astral rakamı 60 dır.
  2. b) Yeryüzü aleminin tanrısı Enli (veya Ellil) Nippur şehrinin tanrısı idi. Teogonya’ya göre bütün mahlukatın mukadderatının o tayin eder. Astral rakkamı 50 dir.
  3. c) Sular ve yer altı aleminin tanrısı EA: Vaktiyle Fıratın denize döküldüğü yerde kain olan Eridu şehrinin tanrısı idi. Sembolü balık, rakkamı 40 dır. Derin sulara hakimiyeti dolayısıyle aynı zamanda akıl ve hikmet tanrısıdır.
  • II- Astral Tanrılar:
  1. a) Ay tanrısı Sin: Sumerler zamanında Ur şehrinin tanrısı iken adı Nannar idi. Sembolü hilal, rakamı 30 dur. Ay safahatının tezahürlerine göre muhtelif şekillerde tasvir edilirdi. Adaletin korucusu Güneş, evine çekildiği zaman, yani geceleri adaleti o beklerdi.
  2. b) Güneş tanrısı Şamaş: Sumerler zamanında yalnız Larsa şehrinin tanrısı idi. Sembolü güneş kursu, rakamı 20 dir. Aynı zamanda gündüzün mümessili olduğundan, Sumerler onun UTU (gün) idogramıyle de gösteriyorlardı, bazan da Babar (gümüş) idogramının kullanıyorlardı. Adaletin hakimi, hekimliğin ve dolayısıyle falcılığın koruyucusudur.
  3. c) Yıldız tanrı İştar: Menşeyi Uruk tanriçesi İnanna’dır. İştar isminin Akkadlar zamanında almıştır. Astral teslise dahil edilen bu tek tanriçe cinsi hayatın, zürriyetin koruyucusu olmakla insanların müvellidi, yani Büyük Ana (magna matar) dır. Teogonyaya göre İştar, Sin’in kızı ve Şamaş’ın kız kardeşidir. Sembolü akşam ve sabah yıldızıdır, rakamı 15 dir. İştar aynı zamanda harp ve av tanriçesidir. Efsaneye göre, her yıl ölen tabiat ile yer altına indiğinden, ölüm tanriçesi de sayılır.
  • III- Tabiat Tanrıları :

Bu tanrıların başında Fırtına tanrısı İşkur (Sumerce) veya Adad (Akkadca) gelmektedir. Sonra av ve harp, tayfun tanrısı Ninurta ve onunla birleştirilen Kiş şehri tanrısı Zababa vardır. Ateş tanrısı ise muhtelif isimler taşımaktadır: Gibil ve Girru veya Nusku da deniliyordu. Nehirler, ırmaklar veya kanallar tanriçesi ise Nanşe’dir. bu arada bereket tanrısı Dumuzi (Tammuz) ile buğday ve yazı tanriçesi Nisaba da sayılır. Bu guruptan daha bir çok tanrı ve tanriçeler vardır.

Öyle anlaşılıyor ki, Sumer teologları tarafından tertiplenen bu teogonya, I. Babil sülalesi zamanına kadar aynen muhafaza olunmuştur. Fakat Amurritler bu şülale ile Mezopotamya’da hegemonya’yı ellerine geçirirince, Babil baş şehir yapıldığı gibi, evvelce önemsiz bir tanrı olan Babil tanrısı Marduk’a da baş tanrı payesi verilmiş, eski büyük kainat tanrlarının bütün vasıfları ve kudretleri ona izafe edilerek yeni ve genç bir tanrı tipi yaratılmıştır. Yani bu devirde artık Ea, Marduktur. Enlil yine Marduktur. Nitekim meşhur Yeniyıl bayramlarında bu devre ait bir kasidede Marduk’a şöyle hitap edilmektedir.

Sana Nabu denmez mi, Borsippa’da oturmaz mısın?

Sana Zababa denmez mi, Kiş’te oturmaz mısın?

Sana Nergal denmez mi, Kutha’da oturmaz mısın?

Bu şiirde Borsippa tanrısı Nabu ile Kiş tanrısı Zababa ve Nergalin Marduka eşit ututulduğu açıkça görülmektedir. Babil mitolojilerinde böyle birçok sinkretistik tanrılar vardır. Nitekim daha sonraları, yani Asur hakimiyeti zamanında Marduk’a atfedilen bütün vasıflar, bu defa da tanrı Asur’a verilmektedir. Ancak, Asur devrinde bu birleştirmede, bu müsavi tutmada bir adım daha ileri gidildiğinin görüyoruz. Asurluların tanrısı, zaptedilen bütün ülkelerin de tanrısı yapılmıştır. Fakat Asurlular diğer şehirlerin tanrılarının tamamen ortadan kaldırmamışlar, sadece onları ikinci dereceye indirmişlerdir. Böylece ilk defa olarak mahalli tanrıdan milli tanrı mefhumuna doğru bir oluş, bir tekamül ile karşılaşmaktayız.

İşte Mezopotamya teogonyasında böyle diğer bütün tanrıların vasıf ve kudretlerinin bir tek tanrıda toplamad Jeremias mahalli bir monoteizm temayülü görmek istemektedir. Acaba Mısır’da da bu tarz monoteist temayüller var mıdır?

Mısır:

Mısır dinin de, şüphe yok ki diğer bütün iptidai dinler gibi, evvela insana dost veya düşman tabiat kuvvetlerine tapma ile başlamıştır. Gerçekten de daha Predinastik devirde burada her momun bir totemi olduğunun biliyoruz. Sonraları bu totemler her şehrin kendi tanrısı olmuştur. Mesela eski imparatorluk zamanında memphis’te Apis öküzü olan tanrı Ptah’a, Busiris’te (Abydos) Osiris’e, Hermontis’de tanrı Mont’a, kuzeyde Heliopolis şehrinde ise Menevis boğası şeklinde güneş tanrısı Atun’a tapılıyordu. Bu şehirler arasında, tıpkı Mezopotamya’da olduğu gibi, hegemonyayı elde eden qşehrin tanrısı, Diğer şehirlerin tanrılarına da hakim sayıldığından, baş ilah oluyordu. Mesela en eski devirlerde Teb şehri prensleri Aşağı ve Yukarı mısır’ı tek idare altında birleştirdikleri zaman, Teb şehrinin bir koç şeklinde tasvir edilen tanrısı Amon da baş ilah payesinin almıştı. Mısır dinin Mezopotamyanınkinden ayıran bir özelliklede, Mısır tanrılarının çoğunun son zamanlara kadar hayvan şeklinde veya insan vücutlu, hayvan başlı karışık mahkulkar şeklinde tasvir edilmeleridir. Mesela Khnum=koç, Anubis= çakal, Hathor=inek, Bastet=kedi, Horus=şahin, Sobek=timsah, Sekhmet = dişi aslan v.s. gibi… Bundan başka Mısır’da dağ ve nehir gibi tabiata da tapılıyordu. Bir Nil tanrısı vardı, bir gökyüzü tanrısı Nut vardı. Bu tabiat tanrıları arasında, herhalde iklim şartlarının icabı olarak, bilhassa güneş tanrıları birinci derecede rol oyanamaktadırlar. İlk zamanlarda her yerin ayrı bir güneş tanrısı vardı. Böylece bir tanrılar alayı meydanan gelmiş oluyordu. İşte Mısır rahipleri de Mezopotamya teologları gibi, daha çok erkenden bir yığın Mısır tanrılarının muayyen bir sisteme bağlamışlardır. Fakat Mısır teogonyası Sumerlerinki gibi tek bir sistem halinde olmayıp, bir çeşit akideler manzumesi halindedir. Yani bütün güneş tanrıları bir aile içinde, bütün ölüler tanrıları da başka bir aile içinde toplanmıştılar. Mesela Heliopolis rahipleri güneş tanrısı için şöyle bir şecere vücude getirmişlerdi:

Filvaki bu birleştirme faaliyeti, bilhassa kuzeyde Heliopolis rahipleri tarafından kendi güneş tanrıları etrafında toplanmakta idi. Heliopolis doktrinine göre dünyanın yaratılışı ve tanrıların nizamı şöyle idi:

“Gök ve yer doğmadan evvel, hiçbiri sürüngen, hiçbir su mahluku yaratılmadan evvel ilkel su Nu’dan güneş tanrısı Atun doğduğu zaman, üzerinde durulabilecek hiçbir yer bulamadı. O zaman bir tepenin üzerine çıktı ve Heliopolisteki “ben ben” taşı üzerine doğdu. Baktı ki yalnızdı, kendisine arkadaşlar yaratmayı düşündü. Tükürdü, bu tükürükten tanrı “Şu” ile tanriçe Tefnet oldu (bu iki kelime de tükürmek manasına geliyordu) Şu ile Tefnet’ten Keb ile Nut oldular. Sbunlar yer ve gök tanrılarıdırlar. Bunlar da oğulları Osiris ve Set ile kızları İsis ve Neftis’i dünyaya getirdiler. Dünya Horus’un idaresine girmeden evvel, bu dokuz tanrı kainatı idare ettiler.” Fakat “Heliopolis’in büyük dokuzları” veya sadece “Enneades” = dokuzlar” denilen bu tanrısal ailenin her şehirde kabul görmesi için, başta İsis’in oğlu Horüs olmak üzere Thot, Maat, Anubis ve ikinci derecedeki bazı tanrıları da ilave ederek ikinci bir “Küçük dokuzlar” gurubu meydana getirildi. Heliopolis teologlarının yarattıkları bu teogonya, başa kendi şehirlerinin baş tanrısının adının koymak şartiyle diğer şehirler tarafından da aynen muhafaza olundu. Mamafih, bunun istisnaları vardır. mesela Teb Dokuzlarının sayısı onbeştir. Abydos Enneadları arasında ise hiçbir Heliopolis tanrısı yoktur. Bilakis Khnum, Thot Horus ve Up-uaut’dan müteşekkildir. Muahhar devirlerde sun’i olarak elde edilen bu “Dokuzlu” teşekküle bir ilah gibi tapılmış olması dikkate değer. Bu Heliopolis doktrinin rakip şehirlerden biri olan memphis tarafından da kabul edilmemişti. Zira eski bir idare merkezi olan Memphis’in tanrısı Ptah çok kudretli ve nüfuzlu bir tanrı idi. Bundan dolayı Memphis rahipleri de ayrı bir “Dokuzlar2 sistemi meydana getirdiler. Bu sistemin dokuz tanrısından hepsi yine başka bir vasfı olan tanrı Ptah idi Böylece daha eski Devlet zamanında güneş ilahı Re, sekiz Re, sekiz ilahtan müteşekkil bir gurubun başındadır. Tek bir güneş tanrısı yaratmak hususundaki bu faaliyetleri Orta imparatorluk devrinde de görüyoruz. Fakat idare merkezi Teb şehrinin tanrısı Amon’un rahipleri bu tarz faaliyetleri daima önlemesinin bilmişlerdir. Ve bu hal Amardna çağına kadar devam etmiştir.

Bu devirde Iv. Amenofis din tarihi bakımından çok mühim bir hamle yapmıştır: Teb ilahı Amon’un yerine Heliopolis şehrindeki güneş tanrısı Atun, Atun’un tecelli ettiği ışıklı güneş kursu ile birleştirilerek baş ilah ilan ediliyor. Kral mabedlerden, abidelerden Amon isminin sildirdiği gibi, kendi taht adı olan Amenhotep (Yunancası Amenophis)deki Amon’un yerine, yeni tanrısının ismini koyarak Akh-en Aten(=Atonun memnun ediyor) adının alıyor. Karısının, kızlarının ve damadlarının adlarının da aynı suretle değiştiriyor. Teb’den uzaklaşmak ve onun öneminin küçültmek için, Teb’ten 450 Km. kuzeyde Beni Hasen civarında yeni bir idare merkezi kurarak şehire Aket Atun (Atun’un ufku) adının veriyor.

  1. Amenofis’in bu yeni dininin akidelerinin ve Atun kültünü bu şehrin bugün meydanan çıkarılan harabelerindeki kitabeler ve kabartmalar sayesinde öğrenmek kabil olmuştur. Atun dininin esası şu idi: Umumiyetle sanatkarların tanrısı ve koruyucusu sayılan Heliopolis güneş tanrısı, sanatkarlara nasıl diğer insanların göremedikleri, yapamadıkları hakikatları göstererek resmettiriyorsa, parlak ve nafiz ışıkları ile bundan böyle bütün meçhulleri, bütün karanlıkları da aynı suretle aydınlatacak, insanlara doğru olanı, hakikatı açık olarak gösterecektir. Çünkü, Atun diğer bütün tanrıların vasıflarının kendisinde toplamaktadır. Hakiki bir tek tanrı vardır: Güneş kursu Atun ile güneş ışığı tanrısı Re’nin birleşmesinden meydanan gelen Re-atun Fakat idaresinin sonlarına doğru Amenofis IV güneş tanrısı ile “incarnation,, suretiyle kendisine de taptırmıştır.

Görülüyor ki, IV. Amenofis’in reformu hakiki bir güneş monoteizmidir. Firavun bu ilhamı acaba nereden almıştır? Iv. Amenofis’in yeni tanrısına ithaf ettiği bir güneş kasidesi vardır. Şayanı dikkat olarak bu kasidenin esas fikirleri Tevrat Mezamirleri ile tam bir benzerlik gösterir. Bundan dolayıdır ki, Emanofis’in reformunda bir sami menşe görmek isteyenler olmuştur. Halbuki, Yahudi monoteizmi ile Amarna devrindeki güneş monoteizmi arasında fark vardır.

  • 1- Tevrattaki paralel yerler en az 3-4 asır sonraya aittirler.
  • 2- Atun adı, sami menşeli bir kelime değildir, klasik mısırcadır.
  • 3- Amarna mabetlerinde Atun’un tasviri, bir kursu çevreliyen güneş huzmelerinin “Ankh” denilen hayat işaretinin tutan ellerle gösterilir ve bu tasvirlere daha ehram metinlerinde rastanmaktadır. Halbuki, Yahudi tanrısı Jahve’nin tasviri yoktur.

Bütün bu deliller Atun’un menşeyinin Mısırlı olduğunun göstermektedir, buna göre de IV. Amenofis bu ilhamının yine kendi memleketinden almıştır. Filvaki, bilhassa XVIII. sülale zamanında ve III. Tutmosis’ten itibaren Heliopolis’in güneş tanrısı Re’ye karşı büyük bir teveccüh gösterilmeğe başlandığının görüyoruz. Teb’li Amon, Horus, Khnum ve Atun-Re ile birleştirilir. Bu hareketin sebebi, bu Firavunun tahta çıkmasıyla beraber, Amon rahiplerinin siyasette de ön plana geçmeleri ve gittikçe şöhreti artmakta olan Heliopolis rahiplerine karşı, Firavunlara kendilerinin Amon’un oğlu olduklarının ilan etmeleri için baskı yapmağa başlamalarıdır. Gerçekten daha III. Tutmosis’in oğlu II. Amenofis’in unvanları arasında kıraliyet protokolunda ilk defa olarak “Heliopolis’in tanrı naibi” sanı görülür. Aynı kıral Mitanni büyüklerinin kabul ettiği zaman, “Bana delalet eden, emir veren babam Re’dir” demektedir. IV. Tutmosis’in Sfenks ile konuştuğu meşhur rüya sahnesinde Sfenks Kırala: “Beni işit, beni gör. Ey oğlum tutmosis! Ben, senin baban Harmakhis-Khepri-Re-Atun’um! Yeryüzündeki canlı başlar üzerindeki kırallığının sanan bağışlıyorum” diyor. Atun reformunun yapan kıralın babası III. Amenofis ise, Eğlence gölü üzerinde kıraliçe Teje ile dolaştığı sandalma “Atun parlıyor” adının vermesi, Atun tanrısına karşı beslenen sempatinin devam etmekte olduğunun ifade eder. Berlin müzesinde bulunan bir kabartma üzerinde güneş tanrısı, Horüs’ün ananevi tasviriyle, yani şahin başına konulmuş bir güneş kursu ile gösterilmiştir. Taşın üzerinde “Şu ismile memnun olan Harakhti Atun’dur” ibaresi ile IV. Amenofis’in tasviri ve kartuşu bulunmaktadır. Fakat bir isim kazılmış ve tekrardan yazılmıştır. Böylece bu eserin vaktiyle III. Amenofis’e ait olduğu anlaşılmıştır.

Görülüyor ki, IV. Amenofis hiçbir zaman ortaya yepyeni bir din çıkarmış değildir, o sadece seleflerinin başladığı, fakat tamamen tatbik edemedikleri işi kati neticeye bağlamıştır. IV. Amenofisi bu kati karara sevkeden amil, dahili siyasette Amon rahiplerinin baskısından kendisinin kurtarmaktır. Bunun için de öteden beri Amona ve Amon rahiplerine rakip olan heliopolis tanrısının ve rahiplerinin ele almıştır. Diğer bütün tanrıların kudretlerinin Atun’da toplamak suretile yeni bir tek tanrı yaratmıştır. Bu tek tanrı güneştir. O halde Mısır’ın, Amarna çağında bir monoteizme eriştiğine süşhe yoktur. Fakat bu reform, kurucusunun ömrü ile sona ermiş, müteakip XIX. Sülale zamanında yeniden tanrı Amon muzaffer olmuştur.

Filistin:

XIX. sülalenini sonunda, M.Ö. I. Bine geldiğimiz zaman, Filistin’de hakiki bir tek tanrılı din olan Musa’nın Yahvenizmi ile karşılaşıyoruz. Gerçekten kültür sahasında büyük bir varlık gösteremiyen İbranilerin dünya tarihinde önemli bir yer işgal etmelerinin sebebi, yok ki, ilkdefa olarak tek bir tanrı etrafında toplanmalarıdır.

Bilindiği üzere bu din hakkında yegane kaynak Tevrat’tır. Geçen asrın başlarında Tevrat’ın artık işe yaramaz efsaneler mecmuası olduğu zehabı uyanmıştı. Fakat Eski Şark’ın çivi yazılı metinleri okuyup anlaşıldıkça Tevrat rivayetlerinin içinde birçok hakikatlerin gizlendiği artık anlaşılmış bulunmaktadır.

Tevrat rivayetleri İbrahim monoteizminin Musa’nın şahsı etrafında toplamaktadır. Musa dininin esası şudur: Yalnız bir Allah vardır ve ondan başka tapacak tanrı yoktur. Fakat bu dinin en mühim nası, bu tek tanrının maddi alemin üstünde manevi bir varlık olarak tasavvur edilmesidir. Aynı zamanda bu tanrı ahlak prensiplerinin de koruyucusudur. Musa, bugünkü üniversel dinlerin esasının teşkil eden bu yüksek fikre nasıl erişmiştir, diye sorulabilir? Musa’nın muhitinin teşkil eden memleketlerden evvela Mısır ve buradaki güneş monoteizminin hatıra gelmesi tabiidir.

Fakat tetkik edilirse, bu iki monoteist din arasında hiçbir benzerlik olmadığı görülür. Zira Mısır’ın güneş monoteizminin Re-Atun tanrılarının birleştirilmiş bir tanrı olduğunun ve bunun siyasi sebeplerle suni olarak yapıldığının gördük. İsrail monoteizminde ise, tanrı Yahve yalnız İsrail kavminin kendi kavmi olduğu için, Firavunun zulmünden kurtarmıştır. Kurtardığı için de İsrail kavminin tanrısı olmuştur. Yahve, Musa’ya:” Ben, ben olanım” demektedir (Genesis III) Bundan başka tanrı Yahve İsrail kavminin doğru yola sevk ediyordu. Yani insan eliyle yapılan putlara tapmağı men ediyordu. Amarna’daki Güneş monoteizminde ise, değil yalnız tanrı Atun, bu dinin peygamberi sayılan Firavun’un bile kendisine tapılmasının istediğinin gördük.Güneş monoteizminin ahlak meselelrile hiçbir ilgisi yoktur. Tanrı Atun’a her çeşit takdimeler ve kurbanlar sunulurdu. Gerçek tanrı Yahve’ye de kurban verilmektedir, fakat iki kurban arasında fark vardır; amenofis’in güneş tanrısı, bütün eski tanrılar gibi, kurbanın insanlardan beklediği yiyecek mahiyette kabul eder, Musa’nın Yahvesi ise, günah işliyen kulların günah kefareti olarak kurban kabul etmektedir. Bu yeni dinin telakkisine göre, en iyi kurban bile tanrı nezdinde bir şey ifade etmez, yeter ki o günahkar nedamet ve pişmanlıkla içinin temizliyerek suçunun itiraf etsin Yahudi monoteizminin diğer bir hususiyeti de görünmiyen tek kadiri mutlak mefhumuyla birlikte peygamberliğin ortaya çıkmasıdır.

Böylece söylediklerimizi hülasa etmek lazım gelirse, bugün müslümanlık, hıristiyanlık gibi üniversal dinlerin başlıca esaslarının teşkil eden tek tanrı mefhumu Eski Şark’ta doğmuştur. Bu mefhum ilk defa Mezopotamya’da hakim şehir tanrısının tabi şehir tanrılarına üstün tutulması şeklinde başlayıp milli bir tanrı mahiyetinin iktisap etmiştir. Mısır’da M. Ö. XIV. Asırda görülen güneş monoteizmi ise, XVIII. sülale Firavunlarının rühban sınıfının tazyikinden kurtulmak için yaptıkları siyasi bir gayretten başlarında İsrailh kavminde rastlanır. Fakat unutmamak lazımdır ki, Musa’nın dinin de kolayca kabul edilmemiştir. Zira politeist telakkilerin insan ruhunun derinliklerine kadar işlemiş olan köklerinin bir hamlede çıkarıp atmak kabul olmuyordu. Bundan dolayı Yahudi cemaatleri arasında Ba’allere tapma adeti, birçok Yahudi peygamberlerin bütün ikaz ve tehditlerine rağmen, Asur Devleti’nin kan ve ateş üzerine kurulmuş olan imperyalist siyasetinin, Suriye, Filistin şehirlerinin harap etmesine ve Babil esaretine kadar devam edecektir. Tıpkı Batı Avrupa’da Hıristiyanlığın yayılmasında Neron zulümlerinin amil olduğu gibi.

Türkçe Tarih

İtiraf ederim ki düşmanlarımız çok çalışıyor

Önceki yazı

Hitit Sarayında kraliçelerin rolü

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Dinler Tarihi