0

26 Haziran’da Erzurum’un beş verst ötesindeki dağlardaydık. Bu dağlara Akdaş deniliyor. Kireçli dağlar. Rüzgâr estikçe beyaz, yakıcı bir toz doluyordu gözlerimize. Dağların insanı hüzünlendiren bir görünüşü vardı. Fakat Erzurum’un yakınlığı ve seferin başarıyla sonuçlanacağına olan inancımız bizi avutuyordu. Kont Paskeviç akşamüstü arazi incelemesine çıktı. Sabahtan beri öncü müfrezelerimizin karşısında dönüp duran Türk sipahileri ona ateş etmeye başladılar. Kont bir yandan General Muravyev’le konuşmasını sürdürürken, bir yandan da kamçısını sallayarak onlara gözdağı veriyordu. Türk ateşine karşılık verilmedi.

Bu arada Erzurum tam bir ana baba günü yaşıyordu. Yenilgiden sonra kente kaçan Serasker, Rusların bozguna uğradığı söylentisini yaymış; fakat onun arkasından da serbest bırakılan tutsaklar halka Kont Paskeviç’in bildirisini iletmişlerdi. Böylece Seraskerin yalanı ortaya çıkmıştı. Az sonra Rusların hızla ilerlediği öğrenilmişti. Halk kentin düşmana tesliminden söz etmeye başladı. Fakat Serasker ve ordu, savunmadan yanaydı. Bu sırada bir ayaklanma patlak vermiş, gözü dönen ayaktakımı birkaç Frenk öldürülmüştü.

26 Haziran sabahı ordugâhımıza Erzurum ahalisinin ve Seraskerin delegeleri geldi. Gün görüşmelerle geçti. Delegeler akşam saat beşte Erzurum’a döndüler. Asya dillerini ve geleneklerini iyi bilen General Prens Bekoviç de onlarla gitti. Ertesi gün ordumuz ilerlemeye başladı. Erzurum’un doğusunda, Top Dağı tepesinde bir Türk bataryası vardı. Alaylar Türk tüfeklerine bando mızıkayla karşılık vererek bataryanın üstüne yürüdüler. Top Dağı ele geçirildi. Şair Yuzefoviç’le birlikte oraya gittim. Kont Paskeviç kurmayıyla birlikte, ele geçirilen topun başındaydı. Kalesi, minareleri, birbiri üstüne abanan yeşil damlarıyla Erzurum gözlerimizin önüne seriliverdi. Kont at sırtındaydı. Kentin anahtarını getiren Türk delegeler onun tam karşısında yere oturmuşlardı. Erzurum’da büyük bir kaynaşma olduğu göze çarpıyordu. Ansızın kent tabyasında bir ateş parladı, duman yükseldi ve Top Dağı’na doğru gülleler uçmaya başladı. Bunlardan birkaç tanesi de Kont Paskeviç’in başının üstünden geçti. Kont bana dönerek:

‘’- Voyez les Turcs.’’

Aynı anda, dünden beri kentte görüşmeler yapan Prens Bekoviç dörtnala Top Dağı’na geldi. Seraskerin ve halkın kenti teslim etmeye çoktan razı olduklarını; fakat Topçu Paşa komutasında birkaç dik kafalı Arnavut’un bataryaları ele geçirerek ayaklandıklarını bildirdi. Generaller atlarını sürüp Kont’a yaklaştılar. Türk bataryalarını susturmak için izin istediler. Kendi toplarının ateşi altında kalan Erzurum ileri gelenleri de aynı şeyi rica ettiler. Kont bir süre bekledi; sonunda: “Artık fazla oldular!” diyerek gereken buyruğu verdi. Toplarımız hemen ateşe başladı. Düşman topçu ateşi yavaş yavaş dindi. Alaylarımız Erzurum üzerine yürüdü ve 27 Haziran günü Poltava savaşının yıl dönümünde, akşam saat altıda, Rus bayrağı Erzurum kalesinde dalgalanıyordu. Rayevski’yle birlikte kente hareket ettik. Görülecek manzaraydı doğrusu. Türkler evlerinin düz damlarına çıkmış, asık suratlarla bizi seyrediyorlardı. Ermeniler gürültülü bir kalabalık halinde sokaklarda birikmişlerdi. Çocukları istavroz çıkararak ve hiç durmadan “Hıristiyan! Hıristiyan!” diye bağırarak atlarımızın önünde koşuyorlardı. Kaleye geldik; topçularımız içeri girdi. Burada benim Artemi’yle karşılaşınca şaşıp kaldım. Özel izin verilmeden hiç kimsenin ordugâhtan ayrılmayacağı konusundaki sert yazılı buyruğa karşın; o, kenti dolaşmaya çıkmıştı bile. Erzurum’un sokakları dar ve eğri büğrü. Yapılar oldukça yüksek. Yollar kalabalık, dükkânlar kapalıydı. İki saat kadar dolaştıktan sonra ordugâha döndüğümde, tutsak Seraskerle dört Paşa’nın da orada olduğunu öğrendim. Paşalardan biri, (korkunç derecede konuşkan, kuru bir ihtiyardı bu), bizim generallere hararetle bir şeyler anlatıyordu. Beni fraklı görünce kim olduğumu sordu. Puşçin, şair olduğumu söyledi. Paşa elini göğsüne koyup bir temenna çaktı. Çevirmen yardımıyla şunları söyledi:

‘’Bir şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır. Şair, dervişin kardeşidir. Onun ne vatanı vardır, ne de dünya nimetlerinde gözü. Biz zavallılar şan, iktidar ve para peşinde koşarken o yeryüzünün hükümdarlarıyla aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir.’’

Paşanın tam bir Doğulu olarak söylediği bu sözler hepimizin hoşuna gitti. Ben Seraskeri görmek için dışarı çıktım. Seraskerin kaldığı çadırın girişinde; gösterişli bir Arnavut kaftanı giyinmiş, on dört yaşlarında kara gözlü bir çocuk olan sevgili iç oğlanı duruyordu. Derin bir ümitsizlik içinde bir köşede oturuyordu. Çevresinde bizim subaylar kümelenmişti. Çadırdan çıkarken, başına koyun derisinden bir kalpak geçirmiş, yarı çıplak genç bir adam gördüm. Elinde bir çomak vardı. Sırtına bir tulum (outre) asmıştı. Avaz avaz bağırıyordu. Bu delikanlının derviş, yani kardeşim olduğunu söylediler. Galipleri selamlamaya gelmiş. Oradan zorla uzaklaştırıldı.

(Yanlış olarak Arzerum, Erzrum, Erzron diye adlandırılan) Erzurum; aşağı yukarı 415 yılı sıralarında İkinci Feodosya zamanında kurulmuş ve Feodosiopol diye adlandırılmıştı. Adıyla hiçbir tarihsel anı birleşmiyor. Bildiğim tek şey, Hacı Baba’nın tanıklığına göre, bir hakaret dolayısıyla özür dilemek için burada İran elçisine insan kulağı diye dana kulağı sunulmuş olmasıdır. Erzurum, Asya Türkiyesi’nin en önemli kenti sayılıyor. Nüfusunun 100.000’i bulduğu söyleniyorsa da, sanırım abartılmış bir rakam bu. Evler taştan yapılmış. Damlar çimle kaplı. Yüksekten bakınca kente tuhaf bir görünüş veriyor bu. Avrupa’yla Doğu arasındaki başlıca kara ticaret yolu Erzurum’dan geçiyor. Fakat kentte çok az mal satılıyor. Malları burada ortaya dökmüyorlar. Tournefort’un yazdığı gibi, Erzurum’da bir hasta bir kaşık râvent bulamadığı için ölebilir. Oysa kentte çuval çuval râvent vardır. Asya görkemi sözünden daha anlamsız bir şey bilmiyorum. Bu deyim Haçlı Seferleri sırasında çıkmış olmalı. Kalelerinin çıplak duvarlarını, meşe odunundan sandalyelerini bırakarak sefere katılan ve Doğu’nun kırmızı divanlarını, renk renk halılarını, kabzaları renkli taşlarla süslü hançerlerini görünce gözleri kamaşan yoksul şövalyelerin işidir bu. Bugün Asya yoksulluğundan, Asya ilkelliğinden söz edilebilir ancak. Görkem, hiç kuşkusuz, Avrupa’nın sahip olduğu bir şeydir artık. Pskov ilinin ilk taşra kentindeki küçük bir bakkal dükkânında bulabileceğiniz herhangi bir şeyi, Erzurum’da dünyanın parasını dökseniz satın alamazsınız. Sert bir iklimi var buranın. Kent denizden 7.000 ayak yükseklikte bir vadiye kurulmuş. Çevredeki dağlar yılın büyük bir kısmında karla örtülüdür. Ormansız, fakat bitek bir toprağı var. Her yandan kaynaklar fışkırıyor; her yerde su kemerlerine rastlıyorsunuz. Erzurum’da çeşmeden bol bir şey yok. Her birinin üstünde bir zincire bağlı teneke taslar asılı. İnançlı Müslümanlar bu taslardan su içiyor, Tanrı’ya şükürler ediyorlar. Kereste Soğanlı’dan getiriliyor. Erzurum silah deposunda sanırım Godfroy zamanından kalma eski silahlar, miğferler, zırhlar, kılıçlar bulundu. Hepsi paslanmıştı. Mescitler basık ve karanlık. Mezar taşlarının üstünde yine taştan yapılma sarıklar yükseliyor. Birkaç paşa türbesi farklı işçilikleriyle hemen göze çarpıyor. Fakat bunların yapımında da kaba bir zevkin egemen olduğunu görüyorsunuz. Bir gezgin, Asya kentleri içinde sadece Erzurum’da bir saat kulesi bulunduğunu, onun da saatinin işlemediğini yazar. Sultanın önayak olduğu yenilik hareketleri Erzurum’a ulaşmamış henüz. Ordu hâlâ renk renk Doğu giysileri içinde. Erzurum’la İstanbul arasında, tıpkı Kazan’la Moskova arasında olduğu gibi bir çekişme var. Yeniçeri Eminoğlu’nun yazdığı bir taşlama şöyle başlıyor:

Gâvurlar övüyor şimdi İstanbul’u
Ama yarın demir ökçeleriyle uyuyan bir yılan gibi ezecekler onu
Ve çekip gidecekler bırakıp öylece İstanbul bırakmasın hâlâ uykuyu
İstanbul Peygamberin yolundan ayrıldı
Onu baştan çıkardı kurnaz Batı
Dalarak utanç verici zevklerin koynuna
O ihanet etti duaya ve kılıca
Küçümsüyor artık savaş alanından akan teri
Şarap saati oldu dua saatleri
Söndü inancın kutsal ateşi
Dolaşır evli kadınlar mezarlıklarda
Her kocakarı bir hacıana
Hareme sokarlar erkekleri
İşbirlikçi harem ağası uykuda
Ama Erzurumumuz öyle mi ya?
Bizim dağlı, çok yollu kentimiz
Kapılmadık biz zevk ü sefaya
Yüz vermedik isyan şarabına
Günah yolundan gitmedik, gitmeyiz
İnanç sahibiyiz, oruç tutarız
Kutsal sulardır doyuran bizi
Düşman üstüne rüzgâr gibi
Uçup gider atlılarımız
Girilmez haremlerimize
Serttir harem ağalarımız
Kadınlar rahatça oturur içerde.

Serasker sarayında, haremin bulunduğu odalarda kalıyordum. Bütün gün sayısız koridordan geçerek, odadan odaya, damdan dama, merdivenden merdivene dolaşıp duruyordum. Saray talana uğramış gibiydi. Kaçabileceğini uman Serasker dışarı çıkarabildiği her şeyi çıkarmıştı. Divanlar cascavlak kalmış, halılar kaldırılmıştı. Kentte dolaşırken beni yanlarına çağıran Türkler çıkarıp dillerini gösteriyorlardı. (Bütün Frenkleri hekim sanıyorlar.) Bu iş canımı sıkmaya başlamıştı artık. Ben de onlara aynı şekilde karşılık vermeye başladım. Akşam saatlerini akıllı, sevimli Suhorukov’la birlikte geçiriyorduk. Ortak kaygılarımız bizi birbirimize yaklaştırmıştı. Bir zamanlar tutkuyla ve başarıyla giriştiği edebiyat çalışmalarından, tarih incelemelerinden söz ediyordu bana. İsteklerinin, dileklerinin sınırlılığı gerçekten de dokunaklı. Çalışmalarını sonuçlandırmazsa çok yazık olur. Serasker sarayı kıpır kıpır kaynıyordu. Bir zamanlar asık yüzlü Paşanın; karısı ve iç oğlanları arasında sessizce çubuğunu tüttürdüğü bu yerde şimdi galip komutan oturuyor; generallerinden utku raporları alıyor, paşalıklar dağıtıyor, yeni romanlardan söz ediyordu. Muş Paşası, Kont Paskeviç’e başvurarak yeğeni için bir yer istedi. Bu kurumlu Türk saraya geldiğinde odalardan birinin kapısı önünde durdu; heyecanla bir şeyler söyledi; sonra derin bir düşünceye daldı. Meğer bu odada Seraskerin buyruğuyla babasının boynu vurulmuş. İşte gerçek Doğu izlenimleri! Kafkasya’nın dehşetiyle ünlü Pulat Bey’i, son savaşlar sırasında ayaklanan iki Çerkez oymak başkanıyla birlikte Erzurum’a geldi. Kont Paskeviç’le öğle yemeği yediler. Pulat Bey otuz beş yaşlarında, kısa boylu, geniş omuzlu bir adamdı. Rusça bilmiyor ya da bilmezden geliyordu. Erzurum’a gelişi beni çok sevindirmişti. Dağlardan ve Kabarda’dan güven içinde geçebilirdim artık. Erzurum dolaylarında tutsak düşen ve Seraskerle birlikte Tiflis’e gönderilen Osman Paşa, Kont Paskeviç’ten Erzurum’da bıraktığı haremine güvenlik sağlaması dileğinde bulunmuştu. İlk günlerde harem kimsenin aklına gelmemişti. Bir gün öğle yemeğinde, 10.000 kişilik bir ordunun işgali altında olduğu halde, ahalisinden hiç kimsenin askerlerden şikâyete gelmediği Müslüman kentindeki dirlik düzenlikten söz ederken, Kontun aklına Osman Paşa’nın haremi geldi ve Bay Abramoviç’e Paşa’nın evine uğrayarak karılarının ne durumda olduğunu öğrenip gelmesini emretti. Ben de Bay A’ya eşlik etmek için izin aldım. Bay A. çevirmen olarak bir Rus subayı almıştı yanına. Çok ilginç bir serüveni vardı bu subayın. 18 yaşında İranlılara tutsak düşmüş. İğdiş edilmiş ve 20 yıldan daha uzun bir zaman Şah’ın oğullarından birinin hareminde harem ağalığı yapmış. Mutsuzluğunu, İran’da geçirdiği yılları dokunaklı bir açık yüreklilikle anlatıyordu. Fizyolojik bakımdan son derece önemli şeyler söyledi. Osman Paşa’nın evine geldik. Son derece derli toplu, hatta zevkle döşenmiş denebilecek bir konuk odasına aldılar bizi. Renkli pencerelerde Kur’an’dan alınmış ayetler vardı. Bunlardan bir tanesi Müslüman haremi için çok derin anlamlı geldi bana: Bağlamak ve çözmek sana yaraşır. Gümüş çerçeveli fincanlarda kahve getirdiler. Osman Paşa’nın babası, kadınlar adına Kont’a teşekküre geldi. Beyaz saygıdeğer bir sakalı vardı yaşlı adamın. Bay A., buraya Osman Paşa’nın karılarıyla konuşmaya geldiğini, bir dertleri olup olmadığını kendi ağızlarından duymak için görevlendirildiğini kesinlikle bildirdi. İran tutsağı bunları çevirir çevirmez yaşlı adam dilini öfkeyle şapırdattı. Arzumuzu hiçbir şekilde yerine getiremeyeceğini; yoksa Paşa döndüğünde böyle bir şey duyacak olursa onun da, haremdeki bütün uşakların da boynunu vurduracağını söyledi. İçlerinde harem ağası bulunmayan uşaklar da ihtiyarın sözlerini onayladılar. Fakat Bay A., Nuh diyor peygamber demiyordu. Adamlara: “Siz paşanızdan korkuyorsanız, ben de kendi Seraskerimden korkuyorum. Onun emirlerine nasıl karşı gelebilirim?” dedi. Yapacak bir şey yoktu. İki cılız fıskiyenin şapırdadığı bir bahçeden geçirdiler bizi. Küçük taş yapıya yaklaştık. İhtiyar bizimle kapı arkasında durdu. Sürgüyü bırakmadan kapıyı dikkatle açtı. Başından sarı terliklerine kadar beyaz çarşafa bürünmüş bir kadın göründü. Çevirmenimiz aynı soruyu ona da tekrarladı. Yetmişlik bir kocakarının dişsiz ağzından çıkan mırıltı duyuldu. Bay A. onun sözünü keserek: ’Paşanın annesidir bu, dedi. Biz karılarını görmeye geldik. Onlardan birini gönderin.’’ Gâvurların bu buluşuna hepsi şaşıp kaldı. Kocakarı gitti; kendisi gibi baştan ayağa örtülü bir kadınla döndü az sonra. Örtünün altından cıvıl cıvıl bir kadın sesi yükseldi. Kocasız kalmış zavallı kadınlara gösterdiği ilgiden ötürü Kont’a teşekkür ediyor; Rusların davranışlarını övüyordu. Bay A. sohbeti koyulaştırmayı başardı. Ben bu sırada çevreme bakınırken tam kapının üstünde yuvarlak bir pencerecik; pencerecikte de meraklı, kara gözleriyle fıldır fıldır bakan beş altı tane yuvarlak başçık gördüm. Buluşumu tam Bay A.’ya söylemek üzereydim ki, başlar kımıldadı, gözler kırpıldı, birkaç parmakçık susmam için gözdağı verdi bana. Boyun eğdim ve buluşumu kimseyle paylaşmadım. Hepsi de hoş yüzlerdi; fakat hiçbiri güzel değildi. Kapıda Bay A. ile konuşanlar haremin gözdesi, yüreklerin hazinesi, aşkın gülü olmalıydı. Ya da ben böyle düşündüm. Bay A.’nın soruşturması sona erdi. Kapı kapandı. Penceredeki yüzler çekildi. Bahçeyi ve evi gözden geçirdikten sonra, elçiliğimizden pek hoşnut kalarak saraya döndük. Böylece bir harem görmüş oldum. Pek az Avrupalıya kısmet olur bu. İşte size bir Doğu romanı konusu.

Savaş bitmiş görünüyordu. Dönüşe hazırlanıyordum. 14 Temmuz günü halk hamamına gittim ama hiç hoşnut kalmadım. Havluların pisliği, kötü hizmet vb. adamakıllı canımı sıktı. Tiflis hamamları nerde, bunlar nerde! Saraya döndüğümde nöbet yerindeki Konovnitsin’den Erzurum’da veba görüldüğünü öğrendim. Aklıma hemen karantinanın korkunçluğu geldi ve
o günden tezi yok ordudan ayrılmaya karar verdim. Veba düşüncesi tatsız, alışılmadık bir duygu uyandırıyor insanın içinde. Bu izlenimi silmek amacıyla pazar yerinde dolaşmaya çıktım. Bir silahçı dükkânı önünde durup bir hançeri gözden geçirmeye başladım. Ansızın bir el dokundu omzuma. Döndüm ve korkunç bir dilenciyle burun buruna geldim. Yüzü ölü gibi sararmıştı. Kan çanağına dönmüş irinli gözlerinden şıpır şıpır yaş akıyordu. Veba düşüncesi yine içime düştü. Dilenciyi anlatılmaz bir tiksinti duygusuyla itip gezintiye çıktığıma bin pişman saraya döndüm. Ama merak ağır bastı. Ertesi gün hekimle birlikte ben de ordugâha gittim. Vebalılar vardı burada. Çadırdan bir hasta çıkarıp getirdiler. Yüzü sapsarıydı. Sarhoş gibi sallanıyordu. Bir başka hasta kendinden geçmiş yatıyordu. Vebalıyı gözden geçirip zavallı adama çabuk iyi olacağı ümidini verirken iki Türk ilgimi çekti. Bunlar hastanın koluna giriyor, onu soyuyor, elleriyle vücudunu yokluyorlardı. Adam veba değil de nezleydi sanki. Bunu görünce Avrupalı ürkekliğimden utandığımı itiraf ederim. Az sonra kente döndüm.

19 Temmuz günü Kont Paskeviç’le vedalaşmaya gittiğimde büyük bir keder içinde buldum onu. General Burtsov’un Bayburt dolaylarında vurulduğu yolunda acı bir haber gelmişti. Yazık olmuştu yiğit Burtsov’a. Bu olay, sayıca çok az olan ordumuzu da çökertebilirdi. Yabancı bir ülkenin derinliklerine ilerlemiş; bize diş bileyen, ilk başarısızlık haberi üzerine ayaklanmaya hazır bir halkla kuşatılmıştık. Savaş yeniden başlamıştı. Kont, sonraki olayların da tanığı olmamı önerdi. Fakat ben bir an önce Rusya’ya dönmek istiyordum artık.. Kont bir Türk kılıcı armağan etti bana. Onu, fethedilmiş Ermenistan kırlarında ardı sıra dolaştığım parlak bir kahramanın anısı olarak saklıyordum. Aynı gün Erzurum’dan ayrıldım. Artık bildiğim yollardan Tiflis’e dönüyordum.”

Kaynak:

Erzurum yolculuğu, Biyelkin’in öyküleri, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Puşkin, Aleksandr, s. 20-25

Türkçe Tarih

Ergenekon menkıbesi

Önceki yazı

Uluğ Sultan

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir