Askeri TarihCumhuriyet TarihiDünya SavaşlarıGörsel TarihYazarlar

Küba Füze Krizi ve İbrahim 2

0

Türkiye, dünyayı nükleer savaşın eşiğine getiren bir olayda rol almıştı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan iki taraflı Soğuk Savaş’ın en sıcak günleri 1962 yılının Ekim ayında gerçekleşen Küba Füze Krizi ile yaşanmıştı.

Krizin barışçıl bir yolla çözülmesinin sonucu olarak, Türkiye’de bulunan İbrahim II kod adı verilen nükleer başlıklı füzeler sökülmüştü.

Gelin bu sıcak günlerde ne yaşandığına birlikte göz atalım.

Sovyetler Birliği, Amerika’nın geliştirmiş olduğu atom bombası projesinde kazandığı deneyimleri, casusları aracılığıyla ele geçirip, 29 Ağustos 1949 tarihinde kendi nükleer bomba denemesini başarıyla sonuçlandırınca, dünyanın ikinci nükleer gücü hâline geldi.

Hepimizin bildiği gibi Türkiye, Soğuk Savaş döneminde, Amerika’nın başını çektiği, Batı bloğundaki ülkelerle birlikte hareket ederek 1950’de Kore Savaşı’na asker göndermiş ve 2 sene sonra Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütüne yani NATO’ya üye olmuştu. Aralık 1954’de ise İncirlik Üssünü ABD’nin hizmetine sunmuştu.[1]

Sovyetlerin Ekim 1957’de ilk yapay uydu olay Sputnik’i uzaya gönderebilecek güçte bir roket yapmış olması, bu devletin kıtalararası hareket edebilecek uzun menzilli füzeler geliştirecek teknolojiye sahip olduğunun açık bir göstergesiydi.

Sovyetlerin bu teknolojik başarısı, başta Amerika olmak üzere NATO üyesi ülkelerin suratına bir tokat gibi çarpmıştı.

Sputnik’in başarısı Amerikan ve Birleşik Krallık hükümetini, balistik füzeler geliştirme yönünde çalışmalarını hızlandırmasına yol açtı. Bir diğer başarısı ise, girişilen Uzay yarışında 29 Temmuz 1958’de Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi, yani kısaca NASA’nın kurulmasına yol açacak olmasıydı.

Süveyş Kanalını millileştirmesi sebebiyle, İsrail, İngiltere ve Fransa’nın gizli bir ittifakla 1956’da Mısır’a saldırması, ardından ABD ve Sovyetlerin müdahalesi büyük bir huzursuzluk çıkarmış olsa da, Amerika Birleşik Devletleri geliştirmiş olduğu balistik füzeleri, başta Birleşik Krallık olmak üzere, müttefik NATO ülkeleri ile paylaşma konusunda olumlu davranmıştı.[2]

Mart 1957’de gerçekleşen toplantıda, Birleşik Krallık Başbakanı Harold Macmillan ve Amerikan Başkanı Eisenhower, 4 farklı noktada, 15 adet, toplam 60 orta menzilli Thor balistik füzesinin Britanya’ya yerleştirilmesi konusunda anlaştılar.[3]

Amerikan yapımı balistik füzelerin Avrupa’daki bazı ülkelere yerleştirilmesi teklifi, Aralık 1957’de Paris’te yapılan NATO Zirvesinde tartışıldı.[4]

Toplantıya katılan ülkeler içerisinde, bu füzelere ev sahipliği yapmaya en istekli olan ülke, tahmin edebileceğiniz üzere, Türkiye’ydi.[5]

Fransa ve Hollanda füzeler için az ya da çok istekliydiler. Belçika, Federal Almanya, Yunanistan, İtalya, Lüksemburg ve Portekiz ise teklife şüpheyle yaklaştıkları için kararsızlardı. Öneriyi kesin olarak reddeden ise Danimarka ve Norveç bulunmaktaydı.[6]

Üye ülkelerin olumsuz ve isteksiz tavrı pek çok şekilde yorumlandı ama herkesin aklında aslında tek bir soru vardı: “olası savaş durumunda, nükleer füzeleri ateşleyecek düğmeye basmaya kim karar verecekti?”

O günün şartlarını düşündüğümüzde Türkiye Başbakanı Adnan Menderes’in bu isteği gayet anlaşılabilir.

Sovyet uydusunun uzaya fırlatılmasından yalnızca 5 gün sonra, Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev 9 Ekim 1957’de bir Amerikalı gazeteciye “Eğer savaş patlak verirse, biz Türkiye’ye daha yakınız ve siz değilsiniz. Silahlar ateş almaya başlayınca roketler uçacak ve o zaman düşünmek için vakit çok geç olacak” demişti.[7]

Bir yıl sonra da olsa Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, bir satranç oyuncusu gibi, “Kendini savunmanın tek yolu, en iyi şekilde silahlanmaktır” diyerek karşılık vermişti.[8]

Füzelere ev sahipliği yapmayı bu kadar istekli olmasına rağmen, Sovyetler sınırına yakın bir ülke konumunda bulunan Türkiye, Amerika için ilk aşamada iyi bir seçim olmayabilirdi. NATO içerisinde daha önemli bir konumda bulunan Fransa’nın füzeleri reddetmesi ve diğer ülkelerin de isteksiz kalması sonucunda, İtalya ve Türkiye’ye yerleştirilmesinde karar kılındı.

Bu füzeler Hiroşima’ya atılan 15 kiloton güçteki atom bombasından ortalama 100 kat daha güçlü olarak, 1,44 megaton patlayıcı gücünde nükleer başlık taşımaktaydılar.[9] Yaklaşık 2500 km yarıçapı içerisinde kalan hedeflere 15 dakika içerisinde fırlatma olanağı tanıyan bir füze sistemiydi.

Böylece Sovyetlerin başkenti Moskova’yı da içine alarak, yakın konumdaki Avrupa ülkeleri için bir savunma kalkanı oluşturulması öngörüldü.

Türk kamuoyundan gizlenerek, Türkiye ile ABD arasında 18 Eylül 1959 tarihinde imzalanan ve 15 adet Jüpiter füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesini karar kılan antlaşma,[10] Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirilmeden, 28 Ekim 1959 tarihinde ABD tarafından onaylanmasından sonra yürürlüğe girmişti.[11]

60’lı yıllarda yaşanan politik gelişmeler, projenin gidişatını etkileyebilecek nitelikteydi.

27 Mayıs 1960 günü Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve bazı hükümet üyeleri tutuklanmıştı. Yönetime el koyan askeri güçler dönemin Genelkurmay Başkanını bile tutuklamışlardı.

Amerika Birleşik Devletleri’nde ise 20 Ocak 1961’de görev süresi biten Eisenhower, yerini daha sonradan bir suikaste kurban gidecek olan John F. Kennedy bırakmıştı.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken Amerika bir taraftan da Küba ile uğraşmaktaydı.

Solcu devrimci lider Fidel Castro, bir Karayip adası ülkesi olan Küba’da Batista diktatörlüğünü devirerek 1959’da iktidarı ele geçirince, diktatör yanlısı pek çok kişiyi sürgüne göndermiş, ülkedeki tüm kumarhane ve genelevleri kapatmış ve ekonomiyi millileştirdi.

Küba doğal olarak Sovyetler Birliği’nin yanında yer aldı ve hem ekonomik, hem de askeri bir takım anlaşmalar yaptılar.

Bu gelişmeler Amerika’nın pek hoşuna gitmemiş olacak ki, daha Kennedy göreve gelmeden önce Amerikan Başkanı Eisenhower, Küba’yı işgal ederek Castro’yu devirmeleri için, sürgüne gönderilmiş 1400 kişinin eğitilerek, adaya geri gönderilmesini içeren bir işgal planı hazırladı.

Plana göre adanın güney kıyısındaki Domuzlar Körfezine çıkarma yapılacaktı. Kennedy, Amerikan birliklerinin miktarını önemli ölçüde azalttığı için, 17 Nisan 1961’de başlayan çıkarma ABD için bir felaketle sonuçlandı.[12]

Sürgündeki Kübalılar, Castro’nun emrindeki silahlı kuvvetler tarafından hızla bastırıldı ve birkaç gün sonra ise tümüyle yok edildi.[13]

Dışarıdan bakıldığında, darbeyle yönetimi ele geçirmiş olan askeri cunta, füzelerin Türkiye’ye teslimi konusunda soru işaretleri doğurdu. Yine de füze sisteminin kurulmasından vazgeçilmedi ve füzelerin yerleştirilmesi için şu noktalar tespit edildi:

Merkezi İzmir, Çiğli Hava Üssü’ne bağlı olarak bir eğitim noktası

  1. Foça
  2. Gölmarmara
  3. Aliağa
  4. Manisa
  5. Akhisar

1962 yılında çalışır konuma getirilerek göğe doğru dikilen, Jüpiter SM-78 füze sistemi Intermediate-range ballistic missile yani Orta menzilli Balistik Füze olduğu için baş harfleriyle kısaca IRBM olarak bahsediliyordu.

Öyle sanıyorum ki bizimkilerin bu füzelere neden İbrahim adını verdikleri herhalde bu şekilde anlaşılabilir.

Ee, füzelerin adı İbrahim olunca, üzerine de Türk bayrağı yerleştirmekten geri kalmamışız.

14 Ekim 1962 Pazar sabahının erken saatlerinde kalkan bir Amerikan U-2 casus uçağı, Sovyetler Birliği tarafından Küba’da inşaatı devam eden nükleer füze fırlatma rampaları tespit etmişti.[14]

Sovyetler Birliği’ni kuşatacak şekilde Avrupa’da nükleer başlıklı füze sistemleri konuşlandıran Amerika, burnunun dibinde inşa edilen fırlatma rampalarını ve adaya getirilmiş bulunan tahmini 32 nükleer füzeyi ancak fark edebilmişti!

Amerikan Başkanı Kennedy, füzelerin keşfedildiğinin henüz bilinmesini istemiyordu. Soruna çözüm aramak üzere Ulusal Güvenlik Konseyi İcra Komitesi adıyla gizli görüşmeler yapıldı.[15]

Komite başlangıçta, işgal ya da hava saldırısı gibi bir tür askeri harekât ile cevaplandırılması gerektiği konuşuluyordu.

17 Ekim günü yapılan ek casus uçuşları ile adada bulunan diğer füze atış noktaları da belirlendi.

Ertesi gün Başkan Kennedy’ye bir ziyaret gerçekleştiren Sovyet Dışişleri Bakanı Andrei Gromyko, Sovyetlerin Küba’ya yaptığı yardımın tamamen savunma amaçlı olduğunu ve ABD’ye yönelik bir tehdit oluşturmadığını ileri sürmüştü.

ABD’nin Küba’ya askeri bir operasyon yapması, Sovyetlerin Türkiye’deki üslerden birini vurmaya yöneltir miydi acaba?

Taktik Hava Komutanlığı’ndan aldığı bilgiye göre, olası bir hava saldırısı yapmaları durumunda, adada bulunan Sovyet füzelerinin yüzde yüz olarak imha edilmesinin garanti edilemeyeceğini öğrenince, 20 Ekim günü Kennedy ve bazı danışmanları, çözüm için daha az saldırgan bir seçeneği değerlendirmeye başladılar: adanın denizden ablukaya alınması.[16]

21 Ekim gününe kadar kamuoyunda şüphe ve endişe uyandırmamak için, planlanmış resmi programını sürdüren Amerikan Başkanı, yaşanan krizin yeni bir aciliyete ulaşması üzerine, soğuk algınlığına yakalandığı uydurulmuş ve programını iptal ederek Beyaz Saray’a dönmeye karar vermişti.

Kennedy’nin Kişisel Arşivinde 21 Ekim akşamı yaptıkları toplantıda, kendi el yazısı ile tutulmuş çok ilginç bir not var.[17]

Notun üzerinde sadece Türkiye ve İtalya yazılı.

Sovyetlerden Küba’ya yerleştirdikleri füzelerin kaldırılması istenirse, kendilerinden Türkiye ve İtalya’da bulunan ABD stratejik füzelerinin geri çekilmesinin istenebileceği tartışılmış olsa da, bir gün sonra, Küba’yı denizden ablukaya alacaklarını açıkladıklarına göre, bu fikri elimine ettiklerini söyleyebiliriz. Şimdilik!

Kennedy, 22 Ekim 1962 günü televizyondan canlı yayınlanacak olan konuşmasından önce, Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Nikita Kruşçev’e hitaben yazmış olduğu mektupta: “Bu nükleer çağda sizin ya da aklı başında herhangi bir adamın, hiçbir ülkenin kazanamayacağı ve saldırgan da dahil olmak üzere tüm dünya için felaketle sonuçlanacağı çok açık olan bir savaşa dünyayı kasten sürükleyeceğini düşünmedim.” diyordu.[18]

Nihayet akşam saatlerinde Başkan Kennedy Amerikan halkına şu açıklamayı yapar:

“Bu Hükümet, söz verdiği gibi, Küba adasındaki Sovyet Askeri yığınağını en yakından izlemeye devam etmektedir. Geçtiğimiz hafta içinde, bu hapsedilmiş adada bir dizi saldırı amaçlı füze üssünün hazırlanmakta olduğuna dair kesin kanıtlar ortaya çıkmıştır. Bu üslerin amacı, Batı Yarım Küreye karşı nükleer saldırı kabiliyeti sağlamaktan başka bir şey olamaz.” [19]

Amerika Küba’daki Sovyet füzelerinin kanıtlarını ortaya koyarak bunların kaldırılması çağrısında bulunmuş, ayrıca Sovyetler Birliği füze sahalarını sökmeyi ve Küba’ya başka füze gönderilmemesi kabul edilene kadar, ada çevresinde bir karantina kurulacağını duyurmuştu.

Kruşçev, 23 Ekim’in erken saatlerinde Kennedy’nin konuşmasının resmi tercümesini aldıktan sonra verdiği cevabında “açıklamada belirtilen tedbirlerin barış ve ulusların güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturduğunu” ve “dünya barışı için yıkıcı sonuçlara yol açabileceğini” yazmıştı.[20]

ABD Donanmasına ait bir geminin, karantina kararıyla durdurulması istenen Küba’ya giden bir Rus gemisine ateş açmak zorunda kalması, sadece iki süper güç arasında değil ama bütün dünyayı etkileyebilecek bir savaşı tetikleyebilirdi.

Nitekim 24 Ekim günü Sovyet Başkanı Kruşçev, öfke dolu bir mektup daha kaleme aldı:

“Siz Sayın Başkan, karantina ilan etmiyorsunuz, aksine bir ültimatom veriyorsunuz ve taleplerinizi yerine getirmezsek güç kullanacağınız tehdidinde bulunuyorsunuz. Ne söylediğinizi bir düşün! Ve beni bunu kabul etmeye ikna etmek istiyorsun! Bu talepleri kabul etmek ne anlama gelir? Bu, başka ülkelerle olan ilişkilerinde akıl yoluyla değil, keyfiliğe boyun eğerek yön vermek anlamına gelir. Artık akla hitap etmiyor, bizi korkutmak istiyorsunuz.” [21]

Yaşanan olaylar Türkiye’den de yakından takip ediliyordu.

Başbakan İsmet İnönü 24 Ekim tarihinde mecliste yaptığı konuşmada, ABD’nin krizi barışçıl yollarla çözmek istediğini ve Barış içinde yaşamak isteyen bir millet olarak, Milletlerarası ihtilâfların barış yolu ile hallini candan arzu ettiğini belirtmişti. O günkü vaziyette Amerika’ya sadık bir müttefik olarak, müttefikleri yanında üzerine düşeni yerine getireceğini belirtmişti.[22]

Krizin 12. günü olan 26 Ekim’e gelindiğinde Kennedy ve Kruşçev birbirlerine 5 mektup göndermişlerdi ama olayın çözümüne dair henüz hiçbir işaret yoktu.

Doğal olarak Küba Başbakanı Fidel Castro da televizyonlarda krizle ilgili konuşuyor, ayrıca Sovyetler Başkanına gönderdiği gizli bir mektupta, Yoldaş Kruşçev’i Amerika’nın Küba’yı işgal etmesi durumunda, ABD’ye karşı ilk nükleer saldırıyı başlatmaya çağırıyordu.[23]

Olayların politik yönü bir tarafa Rus ve Amerikan Askeri Kuvvetleri arasında da çok sıcak bir gelişmeler yaşandı.

Krizin tek muharebe zayiatı, 27 Ekim günü bir Sovyet füzesi tarafından vurulan Binbaşı Rudolf Anderson olmuştu.[24] Amerikan Binbaşı casus uçağı ile Küba üzerinde uçarak, Rusların inşaatı durdurmak yerine, daha da hızlandırdıklarını ortaya çıkardı.

Aynı gün Amerikalılar, Sovyetlerin nükleer silahlı denizaltı B-59’u tespit etmiş, onun deniz yüzeyine çıkmasını zorlayan bombalar bırakıyordu.

Rus denizaltısı bombalardan gizlenmeye çalıştığından, herhangi bir radyo trafiğini izleyemeyecek kadar derinlere inmişti. Savaş başlamış mıydı?

Amerikalıların bilmedikleri ise, bu denizaltının fırlatılmaya hazır, taktiksel bir nükleer torpidonun olduğuydu. Rus kaptan kendi kendine şu soruyu soruyordu: Savaş başladıysa, ateş edelim mi?

Bu yazıda daha çok Küba Füze Krizi olayının siyasi yönünü anlattığım için, Rus denizaltısında yaşanan bu önemli olaya başka bir yazıda değineceğim. Filo kaptanı Vasili Arhipov’un torpido fırlatılmasına karşı çıkarak, “Dünyayı Kurtaran Adam” unvanı kazanmasını bir başka zamana bırakıyorum.

27 Ekim Küba üzerinde casus uçuşu yapan bir Amerikan uçağının düşürüldüğünü söylemiştim. Aynı gün Jüpiter füzelerinin Türkiye’den kaldırılması da dahil olmak üzere, daha sert şartlar talep eden bir mektup Moskova’dan Washington’a ulaşmıştı.[25]

Sovyetlerin Türkiye dışında İtalya ve Birleşik Krallığa yerleştirilen füzelerden hiç rahatsız olmayarak, sadece Türkiye’de bulunan füzeleri müzakere konusu yapması ilginçtir.

En sonunda Amerika ve Sovyetler temel bir anlaşmaya vardılar: Amerika’nın Küba’yı işgal etmeme taahhüdü karşılığında Sovyetler Birliği, Birleşmiş Milletler denetimi altında nükleer füzeleri Küba’dan çekecekti.[26]

Kamuoyundan gizli tutulan 28 Ekim 1962 tarihli ek bir gizli anlaşmayla ABD, Jüpiter füzelerini Türkiye’den çıkarmayı kabul etmişti.[27]

Küba Füze Krizi, tarafların bu şekilde anlaşmasıyla sona erdi ermesine ama bu işten hiç memnun olmayan taraf Türkiye’ydi tabi.

Olası bir Rus saldırısı karşısında, Türkiye’nin İzmir, Çiğli’ye yerleştirilen Jüpiter nükleer füzelerini NATO ittifakı içerisinde bir sigorta olarak görüldüğü çok açıktı.

13-15 Aralık tarihli NATO Bakanlar Konseyi toplantısında, Jüpiter füzelerinin sökülerek, yerlerine daha modern Polaris Füzeli Denizaltılar verileceği belirtmişti.

Zamanın Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin cevaben “füze üsleri rızamız olmadan sökülemez” diyerek bu fikirden pek de hoşnut olmadığı anlaşılıyor.[28]

22 Ocak tarihinde gazetede çıkan haberlere göre, Başbakan İnönü ve kabinesi Jüpiterlerin sökülerek yerlerine Polarislerin verilmesini olumlu karşılamışlardı.[29]

1962 yılının Mart-Nisan ayı ortalarında operasyonel hale gelen ve Türkiye tarafından resmi olarak teslim alınması 22 Ekim’i bulan, ilk nükleer başlıklı İbrahim 2 füzelerinin sökülmesine, sadece 6 ay gibi kısa bir süre sonra, 1 Nisan 1963’te başlanmış ve 25 Nisan tarihinde son füzenin de indirilmesiyle tamamlanmıştı.[30]

Dünyayı nükleer savaşın eşiğine getiren yakın tarihimizin bu sıcak gelişmeleri, Rusya ve Amerika arasında yapılan gizli pazarlıklardan haberdar olmayan Türkiye’de bulunan füzelerin sökülmesi ile böylece sona ermişti.

Bunlar yerine verilen denizaltı ve savaş uçaklarının, Türkiye’nin güvenliği konusunda ne kadar etkili olduğu sorusunu ise sizlerin tartışmasına bırakıyorum.

Kaynakça:

[1] Serkan Sevinç, “Türkiye’de yabancı askeri kuvvetlerin, üslerin, tesislerin statüsü”, Yüksek Lisans Tezi, Beykent Üniveristesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Hukuk Anabilim Dalı Kamu Hukuku Bilim Dalı, İstanbul, 2020, s.42

[2] Raşit Kıyak, “Jüpiter Füzelerinin Türkiye’ye Yerleştirilmesi ve Oluşturduğu Etkiler”, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Bölgesel Araştırmalar Anabilim Dalı Ortadoğu Araştırmaları, Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale, 2017, s. 17

[3] Philip Nash, The other missiles of October; Eisenhower, Kennedy, and the Jupiters, 1957-1963, Univ of North Carolina Press, 1997, s. 16

[4] Ayşegül Sever, “Yeni Bulgular Işığında 1962 Küba Krizi ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl 1997, Cilt: 52 Sayı: 01, s. 649

[5] Philip Nash, a.g.e., s. 19

[6] Philip Nash, a.g.e., s. 19

[7] Khrushchev Says Dulles Incites Turkey to start w in Mideast; Calls for inquiry by U.S. Senate, Says Henderson Had a Mission to Stir Up Syria’s Neighbors, New York Times, 10 Ekim 1957, s. 1

[8] Philip Nash, a.g.e., s. 65

[9] Philip Nash, a.g.e., s. 2

[10] Türkiye’deki NATO Savunma Kuvvetleri Silahlarının Modernleştirilmesine ilişkin 5162 Numaralı Antlaşma, Exchange of notes constituting an agreement relating to the introduction of modern weapons into NATO’s defense forces, Treaty Series, Volume: 360, Ankara, 18 Eylül and 28 Ekim 1959, No:, s. 265

[11] Emre Feyzi̇ Çolakoğlu, “NATO’nun Güneydoğu Kanadında Abd’nin Türkiye ve Yunanistan’la İlişkileri (1960-1967)”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, s.41

[12] Cuba: General, Ocak-Nisan 1961, Papers of John F. Kennedy, JFKNSF-035-017, s. 98

[13] Special Group (Augmented): General, Temmuz 1962, Papers of John F. Kennedy, Presidential Papers, National Security Files, JFKNSF-319-008, s. 2

[14] Briefing Board #08: MRBM Field Launch Site / San Cristobal No. 2 / 14 Ekim 1962, Department of Defense Cuban Missile Crisis Briefing Materials

[15] National Security Council meetings, 1962: No. 506, 21 Ekim 1962, Papers of John F. Kennedy, Presidential Papers, National Security Files, JFKNSF-313-039, s.6

[16] National Security Council meetings, 1962: No. 505, 20 Ekim 1962, Papers of John F. Kennedy. Presidential Papers. National Security Files., JFKNSF-313-038, s.20

[17] 1962: KP154-KP164, John F. Kennedy Personal Papers, JFKPP-042-022, s.13

[18] Radio and television report to the American people on the Soviet arms build-up in Cuba, 22 Ekim 1962, Papers of John F. Kennedy, Presidential Papers, National Security Files, JFKPOF-041-018, s. 14

[19] “Radio and television address to the American people on the Soviet arms build-up in Cuba, 22 October 1962”, John F. Kennedy Presidential Library and Museum, Historical Speeches, Accession Number: WH-142-001,

[20] Cuba: Security, Missile Crisis: Khrushchev correspondence, 23 Ekim – 19 Aralık 1962, Papers of John F. Kennedy, Presidential Papers, National Security Files, JFKPOF-115-010, s. 6

[21] a.g.b., s. 55

[22] Başbakan İsmet İnönü; son Küba olaylarının doğurduğu milletlerarası siyasi durum ve Türk Hükümetinin tutumu hakkındaki demeci, 95. Birleşim, 24 Ekim 1962, Çarşamba, Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi, s. 650

[23] Küba Başbakanı Fidel Castro’nun Sovyetler Birliği Başkanı Kruşçev’e 26 Ekim 1962 tarihinde yazdığı mektup, The National Security Archive, The George Washington University,

[24] Executive Committee meetings: Meetings 6-10, October 1962: 26-28, Papers of John F. Kennedy. Presidential Papers. National Security Files, JFKNSF-316-001, s. 65

[25] Executive Committee meetings: Meetings 6-10, Ekim 1962: 26-28, Papers of John F. Kennedy, Presidential Papers, National Security Files, JFKNSF-316-001, s. 42

[26] 6-4-2: Cuba: Cuban Crisis, 1962: Kennedy-Khrushchev Letters, Etc., Papers of Robert F. Kennedy, Attorney General Papers, RFKAG-217-001, s. 152

[27] American Embassy Ankara Telegram 587 to the Secretary of State, Washington, DC, 26 Ekim 1962

[28] Cumhuriyet, 10 Ocak 1963, s. 1

[29] Cumhuriyet, 22 Ocak 1963, s. 1

[30] Raşit Kıyak, a.g.e., s. 78

İbrahim 2 füze sistemlerinin görüntüleri, bu sistemlerin Çiğli Hava Üssü’ne kuruluşları sırasında Chrysler Corporation Füze Bölümü’nde (USAFTA) çalışan George L. Smith’in oluşturduğu Hlswilliwaw internet adresinden alınmıştır.

Cihan Oktay
2014 yılında Türkeli Dergisinde yazarlık yapmaya başlayan yazar, derginin kapanmasıyla birlikte, Türkçe Tarih Dergisi‘ne kuruculuk etmiş ve günümüzde de yazılarını burada yayınlamaktadır. Yazar Türkçe Tarih sistemi üzerinde genellikle Milli Mücadele, Atatürk ve Türk Devrimleri üzerine yazılar yazmaktadır. Uzun bir süredir, Rıza Nur ve Hatıratı üzerine araştırmalar yapmakta ve bu çalışmaları ile tanınmaktadır. Diğer önemli tarihçilerle birlikte kolektif olarak yayınlanan "Şahsiyetler" isimli kitapta, Doktor Rıza Nur biyografisi kaleme almıştır.

Hitler’in sansürlü görüntüleri

Önceki yazı

Hitler Yahudileri yok etmek istemedi – Netanyahu doğruyu mu söylüyor?

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Askeri Tarih