0

Şamanist Unsurların Varlığı

Eski Türk dini hakkında araştırma yapan bilim adamları oldukça karmaşık bir dini sistemle karşı karşıya kalmışlardır. Gök Tanrı inancının yanında şamanist unsurların varlığı, Atalar Kültü, Yer-Su Kültü gibi dini kavramların birarada bulunması farklı sonuçlar çıkarmalarına neden olmuştur. Özellikle Gök Tanrı inancının yanında şamanist unsurların varlığı birbirine yabancı iki farklı dini yapının olduğu izlenimi verir. Esas itibariyle Türk dini tarihinin özünde Tanrı inancının var olduğunu söyleyebiliriz. Şamanist unsurlar ise daha çok bu dünya ile ilgili konularda yaşam sahası bulmuş, içerisinde tababet, sihir, büyü, falcılık, kehanet unsurlarını barındıran bir yapıdır. Gök Tanrı dininin sistemleşmemiş olması şamanist unsurların zamanla dini alanda uygulama alanı bulmasına neden olmuştur. Bu nedenle Gök Tanrı inancının yanında şamanist unsurlar da daima var olmuştur. Dini hayat bir toplumun ve insanların fiil ve faaliyetlerinin belirlenmesinde etkin bir rol oynadığı için Cengiz Han‟ın ve toplumunu dini ve kültürel hayatının da tespit edilmesi gerekir. Burada karşılaştığımız durum Hun, Gök-Türk ya da Uygur döneminden farklı değildir. Yani Tanrı inancı yanında şamanist ögeler, Atalar Kültü Yer-Su kültü gibi unsurlar gerek Cengiz Han döneminde gerekse ondan sonraki dönemde de mevcuttur.

Moğol devletini ziyaret eden Plan Carpin, Moğolistan‟a 1246 da Ögeyde‟nin oğlu ve Büyük Han Güyük tahta çıktığı dönemde varmış ve o dönemdeki Orta Asya milletlerinin dinini şamanizm olarak adlandırmıştır. Ona gore: (şamanizmi ruhların iman ve büyü aracılığıyla insanların otoritesi altına alınabileceği şeklindeki inanç) tebliğ eden Moğollar bütün din temsilcilerine doğaüstü güçler atfetmekteydiler ve onları vergiden ve bazı görevlerden muaf tutarak dost edinmeye çalışmaktaydılar. (Barthold, 2000: 146). Bu ifadeler ve diğer deliller şamanizm‟in Cengiz Han döneminde de var olduğunu düşünmemiz için yeterlidir.

Moğolların dini ve kültürel hayatlarında özellikle Uygurlardan etkilendiğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü kaynaklar belli bir duruma örnek verirken Uygurlara vurgu yaparlar. Dönemin kaynakları genellikle Uygur Türklerine ait uygulamalardan bahsettikten sonra Moğollarda da buna benzer pratiklerin varlığına işaret ederler. Bu dönemde yani XIII. yüzyıldaki Moğol istilaları çağında büyük şaman Beki‟ dir. Eliade‟a gore: Muhtemelen bu, Türkçe deki “beğ” den gelir ki daha sonra bey olmuştur. (Eliade, 1999: 259). Cengiz Han‟da: “Moğolların adetince Noyan olan bir kimse Beki (şaman) olma hakkına haizdir. Bizim aramızda beki‟ler en eski nesilden seçilir” demiştir.(Temir, 1995: 146). Müslüman tarihçiler bizzat Cengiz Han‟a şamanik güçler atfederler. (Eliade, 1999: 259). Bu durum esasında eski Türk Kağanları için geçerli olan bir durumdur. Türk dini hayatı içerisinde Kağanların önemine vurgu yapan bazı ilim adamları Kağanların birtakım dini fonksiyonları olduğunu ve şamanlara benzediklerini iddia ederler.

Uygurlarda, şamanların toplum hayatında oynadıkları mühim rol, dolayısıyla Cengiz Han içinde geçerli olmuştur. Yani şamanların kehanet, falcılık, tababet, büyü faaliyetlerindeki rolü Cengiz Han devletinde aynen devam etmiştir. 13. yüzyılda yaşamış tarihçi Cüveyni, Uygurlardan bahsederken: “Uygurlar eskiden beri Kamanların sözlerine göre hareket ederler. Hatta şimdi bile şehzadeler onların dediklerine inanırlar. Önemli bir işe başlamadan önce müneccimlere ve Kamanlara danışırlar, onların olumlu görüşünü almadan işe başlamazlar” demektedir.(Cüveyni, 1999: 105) Ayrıca Cüveyni, Uygurlarla ilgili olarak Kam‟ların: “şeytan bize bağlı, yanımıza gelip olanı ve olacağı bize haber verir” iddiasında bulunduğunu nakleder. (Cüveyni, 1999: 105). Bu durum Cengiz Han dönemi için de geçerli olmuştur. Zira Cengiz Han‟ın, Gökçe adlı bir şamanı olduğu ve şamanın, Tanrı‟dan zafer müjdeleri getirdiğine ve bütün yeryüzü hükümdarlığını Tanrı‟nın, Cengiz Han‟a verdiğine dair sözlerine Moğollar inanmaktaydı. (Turan, 1946: 459).

şamanların gelecekle ilgili kehanette bulunma yöntemlerinden biri kürek kemiği falına bakmaktır. Batılı kaynaklar Avrupa Hun Kağanı Attila‟nın, 451 yılında Vizigot ve Alan‟lara karşı yapılan Campus Mauriacus savaşında bu fala baktırdığı nakledilir. Burada “bir koyun kesilerek kürek kemiği ateşte yakılmış, kemiğin ateşte aldığı şekille harbin neticesi öğrenilmeye çalışılmıştır.”(Ahmetbeyoğlu, 2001: 96) Kaşgarlı Mahmud‟da eserinde “kürek kemiği karışırsa vilayet karışır” demektedir.(Kaşgarlı Mahmud, c.III, 2006: 21). Aynı inancın izleri Moğollarda da görülür. Marco Polo Moğollardan bahsederken: Bir şaman‟ın, koyunların kürek kemiklerini ateşe atarak kemikler üzerinde oluşan çatlaklardan insanların kaderini okuduğunu nakleder. (Rugoft, 2003: 79)

Cengiz Han devletinde uygulanan büyüsel faaliyetler de dikkat çekicidir. Cüveyni Uygurlarda Kam‟lar hakkında şu malumatı verir: “Uygurların Putperest oluşlarının sebebi şudur; O sırada onlar, büyü sanatını öğrenmişlerdi. Bununla uğraşanlara da “kaman” diyorlardı.” (Cüveyni, 1999: 105). Bu manada Türk kültür çevresinde uygulanan sihirsel yöntemlerden biri de “Yada” taşıyla yağmur yağdırma eylemidir. İslam kaynaklarınada geçen ve hakkında bolca tafsilat bulunan bu uygulama Cengiz döneminde de görülmektedir. Moğolların gizli tarihinde; Cengiz ve Camuha‟nın karşı karşıya geldiği savaşta; (Camuha tarafından) iştirak edenlerden Buyiruh-han ile Huduha, sihirbazlıkla yağmur yağdırmak kudretine maliktiler. Onların yağmur için büyü yapmasıyla hakikaten yağmur yağmaya başlamıştı. (MGT, 1995: 71).

Radlof lugatında, baksa kelimesini “kobuz” vasıtasıyla şamanilik eden Kırgız Şamanı” şeklinde izah etmiş, Radlof’tan sonra, Kırgız ülkesinde araştırmalarda bulunan Alekstrov, Kırgız baksıları hakkında verdiği malumatta, bunların kobuz çaldıkları zaman, bütün cinleri kendilerine tabi kıldıklarını ve bütün icraatları ile eski Kırgız ananelerini yaşatmakta olduklarını nakletmektedir. Daha genel anlayışa nazaran “baksı” tabip, büyücü ve sihirbaz gibi sıfatlara sahip olup meçhul ruhlarla münasebette bulunmuştur. (Caferoğlu, 1936: 205). Caferoğlundan öğrendiğimize göre; Türkistan‟ı ziyaret etmiş olan Karpin ve Rubruk gibi seyyahlar, Batu, Mengü hanların saraylarında muhtelif musuki aletleri gördüklerini söylemektedirler. Rubruk‟un seyahatinde “cithara” adı ile tarif ettiği alet, şüphesiz, Türk Kobuz‟u olmuştur. (Caferoğlu, 1936:210).

Yer- Su Kült’ünün Varlığı

Türk dini tarihi içerisinde var olan unsurlardan bir diğeri Yer-Su kültü olmuştur. Türkler tabiatta var olduğuna inandıkları ruhların dağ, deniz, orman, göl gibi yerlerde bulunduklarını ve buraların koruyucusu olduğuna inanıyorlardı. Bu ruhlara saygı gösterildiğinde Türkleri korumaktaydılar. Nitekim Orhun abideleri de Türklerin faydasına çalışan Yer-Su kültlerinden bahsetmektedir. (Kafesoğlu, 1972: 5). Kaşgarlı Mahmud‟da Türklerin yeryüzü unsurlarına gösterdiği saygıyı biraz kızarak da olsa belirtir. Onun tarifiyle ; “Yere batası kafirler göğe “Tengri“ derler. Yine bu adamlar büyük bir dağ, büyük bir ağaç gibi gözlerine ulu görünen her şeye Tengri derler. Bu yüzden bu gibi şeylere yükünürler. (secde ederler) Yine bunlar bilgin kimseye “Tengrigen” derler. “Bunların sapıklıklarından Tanrıya sığınırız.” (Kaşgarlı Mahmud, c.III, 2006:377-378). Aynı inancın izleri Cengiz Han‟da da görülmektedir. Moğol rivayetine göre, Moğolistan‟ı ele geçirmek için yapılan savaşlardan birinde Cengiz Han bir başarısızlık neticesinde Burhan-Haldun dağında saklanmış, düşmanları dağı üç defa dolaşıp aradıkları halde onu bulamamışlardı. Cengiz Han böylece kurtulduktan sonra bu dağa kurban sundu, dokuz defa yükündü, kımızdan saçı saçtı, bu kurtuluşun hatırası olarak bu dağa kurban sunmalarını torunlarına vasiyet etti. (Barthold, 1947: 527).

Türklerin dağlara kutsiyet atfetmelerinin bir diğer nedeni, eski Türklerin inanışına göre gökte oturan Tanrıya, yeryüzünde en yakın olan yerler, yüksek dağ başları idiler. Bu nedenle Türklerde büyük ölülerin mezarları genel olarak dağ başlarında bulunmuştur. (Ögel, 1971, c.II:159) Benzer biçimde özellikle hanedana mensup Moğolları bütün Moğol imparatorluğunda zorlukla erişilecek yerlerde, bilhassa yüksek dağ tepelerinde defnedildikleri hakkında bütün kaynaklar müttefiktir. (Barthold, 1947: 523). Moğolların Gizli Tarihinde, Cengiz Han‟, Huyildar adında bir dostu ölünce onu, Halha boyundaki Orno‟u (dağının) eteğindeki kayalıklara gömdürmüştür. (MGT, 1995: 47).

Eski Türk geleneklerinden bir diğeri de önemli şahısların, ağaçların altına defnedilmeleri uygulamasıydı. Bu uygulama ağaç ve orman kültüyle ilşkili görülemektedir. Türk tarihi boyunca ağaç kültüyle ilgili pekçok unsur farklı alanlarda karşımıza çıkmaktadır. Oğuz Kağan destanında ağaç kovuğu içerisinde bulunan bir kızla Oğuz‟un evlenmesi ve üç çocuğu olması, şaman davullarında resmedilen kozmik bir dünya ağacı tasavvuru, Sibirya toplumlarında görülen kozmik ağaç düşüncesi Türk kültüründe ağaç ve orman kültünün yansımalarıdır. Bu nedenle bu uygulama yani ölünün ağaç altına defni ya da mezara ağaç dikme adeti, biten ağaçların, ölünün ruhunu simgeleme, tekrar ağaçtan türeme gibi anlayışları ve inançları temsil etmektedir. Bildiğimiz üzere Altay-Sayan Türkleri, mezarlıklarındaki kabirlerin etrafında yetişen ağaçlara bakıp ölen adamın mutlu olacağına ve ağaçların insan kemiklerinden yetiştiğine inanırlarmış. (Bayat, 2007,c.I: 181). Bilindiği üzere bugün Cengiz Han‟ın nereye defnedildiği hala bilinmemektedir. Rivayete gore Cengiz Han zamanından önce dahi Burhan Haldun dağında orman bulunduğu söylenir. Yine rivayete göre bu dağda münferit duran bir ağaç vardı: Cengiz Han bu ağacın altında gömülmesini arzu etmişti. Ölümünden sonra Cengiz Han bu ağacın altına gömüldü. (Barthold, 1947: 527). Aynı inanış Cengiz Han devrinden sonra da devam etmiştir. Anlaşılan Moğolarda Hanların gömüleceği yer genellikle orman kültü ve ağaç dikme ile tayin edilmiş olsa gerekir. Plan Karpin ve arkadaşları bir çalılık yanından geçmişlerdi; bu çalılar Ogeday Han tarafından “ruhunun istirahati için dikilmiş idi”, buradan bir dal kesmek ölüm cezası tehdidiyle yasak edilmişti. (Barthold, 1947: 528).

Türkler ve Moğollar arasında görülen bir diğer benzerlik “su” ya kutsiyet atfetmektir. Hatta pekçok tarihçinin ittifak ettiği üzere Cengiz‟ Han‟ın adı da, tingiz (deniz) ile münasebettardır. (Turan, 1941: 276). Tarihte Türk toluluklarının suya kutsiyet atfettikleri çeşitli kaynaklarca zikredilmiştir. İbn Fazlan X. yüzyılda Oğuzlarda suya verilen kutsiyeti şu şekilde nakleder: “Oğuzlar, tüccarlar ve diğer yabancılar onların yanında cünupluktan yıkanamazlar. Sadece geceleyin onların gözünden uzak olarak yıkanabilirler. Zira onlar böyle bir harekette bulunan birini görürlerse kızarlar ve “Bu adam bize sihir yapmak istiyor; çünkü suya giriniyor” derler. Ondan bu harekete karşılık tazminat alırlar. (şbn Fazlan, 1995: 36). Benzer biçimde Cengiz yasa‟sında da suya işemek, idam cezasını gerektiren büyük bir suçtu. Cengiz‟in uluslarında çamaşır su ile yıkanmazdı. Kirlenen gömlekler atılır, yenisi giyilirdi. Kazan, tencere, sahan gibi kap kacaklar da su ile yıkanmazdı. Ot ile toprak ile temizlenirdi. Suyun bu kudsiyeti onun içinde yaşayan “yer-su” ilahından geliyordu. (Cüveyni, 1999: 175)

Kaynak:

İbrahim Onay, Turkish Studies 7/4, Fall 2012, p. 2441-2455

Makale Kaynakçası:

KAşGARLI Mahmud, Divanü Lugat-İt-Türk, Cilt I, II, III, IV. Çev: Besim Atalay, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2006.
CÜVEYNİ, Alaaddin Ata Melik, Tarih-i Cihan Güşa, çev: Mürsel Öztürk, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999.
İBN FAZLAN, Seyahatname, çev: Ramazan şeşen, İstanbul: Bedir Yayınları, 1995.
TURAN, Osman, “Çingiz Adı Hakkında”, Belleten Cilt.5, 1941.
TURAN, Osman, “Türkler Ve İslamiyet”, DTCF. Der. C. 4, (1946) : 457-485.
TURAN, Osman, “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi” Türkler, Cilt.2, Yeni Türkiye Yayınları, (2002): 845-855
TURAN, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul: Ötüken Yayınları, 15. Baskı, 2006.
BARTHOLD, W. “Türklerde ve Moğollarda Defin Merasimi Meselesine Dair”, çev. Abdülkadir İnan, Belleten, Sayı 43, (1947) : 515-539.
BARTHOLD, V.V., Asya‟nın Keşfi, İstanbul: Yöneliş Yayınları, 2000.
BAYAT, Fuzuli, Oğuz Destan Dünyası, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2006.
BAYAT, Fuzuli, Türk Mitolojisik Sistemi 1-2, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2007.
CAFEROĞLU, Ahmet, “Tukyu Ve Uygurlarda Han Unvanları”,Türk Hukuk ve İktisat Tarih Mecmuası, Cilt 1, (1931) : 105-119.
CAFEROĞLU, Ahmet, “Cihan Edebiyatında Türk Kobuzu”, Ülkü Dergisi, S.45, (1936) : 203-215
KAFESOĞLU, İbrahim, “Eski Türk Dini” Ülkü Dergisi, Sayı 3, (1972) : 1-34.
MOĞOLLARIN GİZLİ TARİHİ, Yazarı Bilinmiyor, çev: Ahmet Temir, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3.Baskı 1995.
RUGOFT, Milton, Marco Polo Doğu ve Batı Kaynaklarında Çin Seyahati, Çev. Hande Loddo, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2003
AHMETBEYOĞLU, Ali, Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2001.

Türkçe Tarih

Mustafa Kemal Atatürk’ün öğretmeni olarak Mehmet Tevfik Bilge

Önceki yazı

Balkan Savaşları

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Tarih