0

Bir kavmin meşgalesi ile düşünüş ve inanışları arasında sıkı münasebetlerin mevcut bulunduğu, birtakım adet ve ananelerin o kavmin iptidai zamanlarındaki hayat ve itikadlarının bir kalıntı veya inkişafı olarak devam ettiği içtiaiyat ve etnoloji ile uğraşanlarca malumdur. Mesela milli bir dini olan Şamaniliğin, Hindistan’da muhitin icabı olarak muharip olmayan kavimler arasında doğan dinlerin aksine ve İslamiyetin cihad fikrine uygun olmak üzere, öldürülen düşman nispetinde ahrette mücazat değil bir mükafat vadeden akidesiyle Türklerin savaşçı ruhları arasında bir münasebet aramadan bu keyfiyet anlaşılamaz. Türkler arasında demir işlerine ait tarihi faaliyetler bilinmedikçe Türklerin neden dolayı demiri takdis ettikleri meselesi de karanlık kalmağa mahkumdur. Keza menşe’de totemik hayvanların avlanması ve kurban edilmesi ve bu dinin merasimde her kabilenin, totemik telakkilere göre, kesilen hayvanın muayyen bir parçasına (ülüş) sahip olması ve bunun müvazi bir sıraya göre mevki (orun) alması bilinmedikçe Oğuz boylarının birbirlerine karşı hukuki münasebetleri ve Selçuk devrinde askeri bir manevra şeklinin alan sürgün avlarının mahiyetleri izahsız kalır. Hatta Türklerin zamanı bile, meşgale ve inanışları dolayısıyle, hayvanlarla alakalı bir sisteme bağlamalarının onların iptidai ve göçebe hayatı sürdükleri bir devre çıkan bir düşünüşe irca etmek mümkündür. Türklerin eski devirlerdeki yaşayış, düşünüş ve inanışlarının ve bunların birbirleri üzerindeki tesirlerinin anlamak yalnız eski Türk cemiyetinin öğrenmek için değil, bunların kuvvetli veya zayıf bir şekilde devam edişlerine göre, İslam olduktan sonra cereyan eden Türk tarihini anlamak bakımından da zarurudir.

Yaşayış, düşünüş, inanış ve bunların birbirleri üzerine olan tesirler hakkında bu türlü birçok misaller arasında savaşçı bir kavim için hayatta çok mühim bir rolü olan okun da Türklerin zihniyeti, telakkileri üzerinde bazı izler bırakmış olması ve bunun etrafında birtakım teamüllerin teşekkül etmiş bulunması pek tabiidir. Fakat biz burada, şimdilik, yalnız okun bir davet, bir tabiiyet sembolü olarak kullanılması ve nihayet ve münasebetle kabile teşkilatındaki rolü üzerinde, elimize geçen kayıtların verdiği manalar nispetinde, duracağız. Türk Kagan ve Sultanlarının tabi bey ve hükümdarlara ok göndermekle onların bir toplantı veya sefere davet etmeleri keyfiyetinin izah ederken Türk devlet adamları arasındaki münasebetlerin hukuki mahiyetinin tesbit edecek bir vasıtayı da elde etmiş olacağız. Bu sayede, böyle bir kayıt oldukça, filan devlet adamının filana göre hukuki durumum veya ona nazaran kendisinin nasıl bir mevkide telakki ettiği meselesi de anlaşılabilecektir. Bundan dolayı bu hususun aydınlanmasının Türk tarihi, hususiyle Türk hukuku bakımından ehemmiyeti vardır.

Çin kaynaklarına göre Gök Türkler, oklara göre birtakım zümrelere (oklara) ayrılıyordu; yani bir ok bir kabileyi gösteriyordu. Bu kaynaklar aynı zamanda okun tabilik ve esaret, yayın da metbuluk ve üstünlük ifade ettiğini yazarlar. Şarktaki Kaganlara bağlı olup başlıca on boydan ibaret olan garbi Gök Türk’lere Çin kaynakları, çince tercümesiyle, On-ok kavmi adının veriyorlardı. Bunun sebebi olarak ta M. 635 yılında on kabileye (veya bizce daha doğru olarak on idari kısma) ayrılan ve her birinin başında şad, çur, sagun (se-kin) unvanlarının taşıyan batı Gök Türk’lerinin her bir başbuğuna Kagan tarafından birer ok gönderilmiş olması zikredilmekte ve bundan dolayı bunlara On-ok kavmi denildiği kaydolunmaktadır. Çin kaynakları Gök Türk’lerin oklara göre kısımlara ayrıldıklarını, her boy başbuğunun Kagandan bir ok aldığının kaydederlerken şüphesiz Türkler arasında yaygın olan bir adeti aynen nakletmişlerdir. Nitekim batı Gök Türklerine verdikleri On-okk adı Orhon kitabelerinde bu on kabile hakkında bir kavim adı olarak (on-ok bodunı) kullanılmakta olup Çinli’lerin bu adlandırması Türkçe’sinin bir tercümesinden ibaret olduğu meydana çıkmaktadır. Vaktiyle Radloff gibi W. Thomsen de Gök Türk kitabelerinin neşrederlerken bu kavme alem olan adı bir sıfat sanıp itaatlı, sadık, sevgili manasına gelen bir kelime olarak tercüme etmişler ve Orhon yazılarında “O” ve “U” seslerinin aynı harfin ifade etmesi dolayısiyle Unuk (Uygurca unu) tarzında okumuşlardır. Thomsen sonradan kitabelerin izahı hakkında çıkardığı eserde, Çin kaynaklarının yukarıda zikrettiğimiz bu ve başka kayıtlarına dayanarak bu kelimenin Unuk değil On-ok ve bir sıfat değil bu on Türk kabilesinin hepsine verilen bir isim olduğunun izah ve kabul ederek Radloff ve kendisi tarafından yapılan yanlışı düzeltir ve bilahare kitabelerin yaptığı ikinci tercümesinin buna göre tashih eder. Bundan başka o, Schlegel’in Uygurca Karar Balgasun kitabesine ait eserinin bi kaydına dayanmak suretiyle oklara göre içtimai ve idari tasnifin Hun’lar zamanına kadar çıktığına da ilave eyler. Halbuki Thomsen daha kitabelerin ilk neşrinde İdi oksız tabirini izah ederken ok’un kabilelerin tasnifi üzerindeki rolüne dikkat etmiş idi ise de bu On-ok tabirini o zaman anlayamamıştı. O bahsettiğimiz bu son eserinde, Melioranskiy’e istinaden, okun (tire) kabile taksimindeki rolünü belirtmek maksadiyle bu adetin Türkmenler arasında hala cari olduğunu kaydettiği gibi ramstedt’den alarak Moğolca Sumun (ok) kelimesinin 120-200 kişilik bir askeri kat manasına geldiğinin de zikreder. Bununla beraber rahmetli alim okun kabile manasında kullanılma siyle buna göre vücuda gelen teşkilatın menşei hakkında izahat vermenin güçlüğünden bahsederek bu hususta söz söylemekten çekindiğinin ilave eder.

Bizce Thomsen’i bu meseleyi, daha doğrusu kabile taksimindeki rolünün menşeini, aydınlatmağa engel olan şey okun bir davet ve tabiiyet sembolü olarak Türkler tarafından çok eski zamanlardan beri ve islami devirde de kullanıldığının gösteren kayıtlardan habersiz olmasıdır. Halbuki okun kabile taksimlerindeki rolü bir tabiiyet ve davet sembolü olarak telakki edilmesinin bir neticesidir. Gök Türk Kağanının her kabile başbuğuna, yahut her idari makama bir ok göndermesiyle bunlar, idaresindeki kuvvetleri alıp hükümdarın bir sefer veya herhangi bir toplantı için davet edildiklerinin anlıyorlar ve böyle bir daveti müteakip hükümdarın istediği yere gidiyorlardı. Nitekim kitabelerdeki Bilge Kağan’ın 714’te vuku bulan Beş-balık seferinden bahsolunurken, metnin eksik olmasına rağmen, “Okığlı kelti” bu sayede şehir kurtuldu” ifadesi ibarenin gösterdiği üzere “okunmuş, ok gönderilmiş olanlar yani çağırılan imdat kuvvetleri geldi” demektir ki bundan sonra gelen “bu sayede şehir kurtuldu” ifadesinin manası anlaşılır. Halbuki Thomsen bunu “çağırmak için geldi, bu sayede şehir kurtuldu” tarzında tercüme etmiştir, ki bu ne kelimenin teşekkül tarzı ve ne de cümlenin gidişi bakımından manaya uygun gelmez. Okun Hunlar zamanında kabile taksimlerinde kullanılması, şüphesiz, hükümdarar tabi olan boylara bir haberr ve davet, birr tabiiyet sembolü olarak ok gönderilmesinin bir neticesi olacağından bu telakkinin menşeini Türk tarihinin çok eski devirlerine kadar çıkarmak imkanına malik bulunuyoruz demektir.Çin kaynaklarının oku bir taiiyet sembolü olarak zikrettiklerine dair yukarıda temas ettiğimiz kayıt yanında anlatılan şu vaka da bu bakımdan ehemmiyetlidir: 928’de, Gök Türklerin bir kolundan gelen Şa-t’o’ların imparatoru bir isyanı bastırınca bu haber üzerine bir Çinli vali kendisine bir ok gönderiyor; imparator da bunan karşılık valiye ok gönderiyor. Bunun kaydeden Çinli müellif ok göndermenin barbarlarda bir itimad sembolü olduğunun ve fakat adete göre hiçbir zaman bir valinin imparatora ok göndermediğini, bilakis imparatorun valilere gönderdiğinin kaydeder ki bununla Türk adetine vakıf olmayan valinin yanlış hareket ettiğinin ve okun bir tabiiyet sembolü olduğunun açık bir şekilde ifade etmiş olur. Hiong-nu’lardan sonra Çin’de Türk aslından kurulan T’o-pa (Türkçe adı Tabgaç)’ların imparatoru Mo-t’i nin devlet büyüklerine ok vermesi ve nasihatlerde bulunması da bu adetin bu manada Türkler arasında eski ve yaygın olduğuna delalet eder. Fakat Uygurların ceddi olan Kao-kiu (Kao-che)’lerin reisinin To-pa devletine 491 yılında iki okla birlikte hediyeler göndermesi hukuki telakkiye aykırı gözüküyorsa da bu onun T’o-pa’lara karşı aldığı herhangi bir vaziyetin bir neticesi olmak icab eder. Bu zamanda Topa’ların zayıf olduğu düşünülürse Kao-che başbuğunun kendinin To-pa’lardan üstün telakki etmiş olduğu kabul edilebilir.

Türklerin oku bir tabiiyet ve davet sembolü olarak İslam devirde de kullanmakta devam ettiklerine dair daha çeşitli kayıtlara malik bulunuyoruz. Buna dair bilgilerimiz ilk Müslüman Türk devleti olan Kara hanlılara kadar çıkmaktadır. Gazneli sultan Mahmut’un tarihçisi olan Utbi, Tarih-i Yemini de anlattığına göre, Kara hanlı hükümdarı İlig Han Samaniler ülkesini bölüşmek için Sultan Mahmut’a yaptığı teklife menfi cevap alınca onunla savaşa hazırlandı. Bu münasebetle memleketin her tarafına, kabilelere oklar göndererek büyük bir ordu topladı. Bu kayıt, Türk ananelerinin kuvvetli bir şekilde muhafaza eden, Karahanlı’larda hükümdarın, eski adete göre, tabi boyları ok göndermek suretiyle sefere çağırdığını açıkça gösterir. Milli ananeleri yaşatmakta daha hassasa olan göçebe Oğuzlar arasında bunun ada rastlamamızı gayet tabiidir. Selçuk başbuğu arslan Yabgu ile Gazneli Sultan Mahmud arasında vukubulan ve türlü kaynaklarda zuhur eden meşhur muhavere okun tabiiyet ve davet sembolü olarak kullanıldığının belirtmektedir. Sultan Mahmud Arslam Yabgu’ya kendisine bir yardım yapılmak gerektiği zaman ne kadar kuvvet gönderebileceğinin sorunca Arslan Yabgu ona:

“Bu oku gönderirseniz yahut bu oku kendi kabilelerime gönderirsem size yüz bin kişilik bir kuvvet sevk edebilirim; eğer şu öteki oku Balhan dağına gönderirseniz elli bin kişilik bir kuvvet daha yollıyabilirim”

dedi. Daha fazla bir kuvvet lazım olursa ne gönderebileceğinin soran Mahmud’a:

“Bu yayı Türkistan’a gönderdiğiniz zaman size iki yüz bin kişilik veya istediğiniz kadar bir kuvvet gelebileceğini”

cevap verdi. Bu hadise aynı zamanda Selçuk başbuğunun kendilerinin sultan Mahmud’a tabi saydıklarının da gösterir ki, bu zamanda böyle olduğu tarihi vakalara da uygundur.

Selçuk imparatorluğu kuvvetli bir surette İslam kültürür tesirine maruz kaldığı zamanlarda bile, birçok milli anane ve müesseseleri muhafaza ederken, bu hukuki ananei de yaşatmağa devam etmiştir. Nitekim yine Ravendi’nin anlattığına göre Harezmşah Atsız, Karar Hıtay muharebesinden sonra, sultan Sancar’a karşı ayaklanınca sultan ona:

“Eğer melikin atının ayakları rüzgar kadara çabuk olsa da benim atımın ayakları topal değildir; sen buraya gelmezsen ben oraya gelirim; cihanın sahibine dünya dara değildir”

manasının ifade eden birr beyit ile bir ok göndermiştir. Bununla sultan Sancar, maruf ananenin gösterdiği veçhile, her halde, Atsız’ın kendisine tabi olduğunun ve gelip itaat etmesinin gstediğinin kastetmiştir. Bunlar yanında daha açık bir kayda, Selçuklu imparatorluğu içerisinde kurulan, Artuk oğulları’nda rastlamaktayız. Artuklu hükümdarı Sokman oğlu Davud lüzum gördüğü zaman Türkmen kabilelerinin reislerine ok göndermek suretiyle onları emrettiği yerde topluyordu. Bu adet, Selçuk imparatorluğunun bir devamı olan ve idare ettiği sahalar dolayısiyle eski Türk telakki ve ananelerine bağlı bulunan, Rarezmşahlar’da da devam etmiştir. Nesevi son Harezmşah Celaleddin Mengübirti’nin Harput seferinden bahsederken “Sultanın, onlarda adet olduğu üzere, kırmızı oklar göndererer askeri başbuğları topladı ve Harput’a doğru hareket etti” demektedir.

Okun bir tabiiyet ve davet alameti olarak kullanılması, Türk kültürür çerçevisinde yaşayan ve Türk Şamanlığına bağlı kalan Moğollar arasında da mevcuttur. Türkiye Selçukluları! Kösedağ muharebesinden (1243) sonra ve İran’da ilhan’lılar devleti kurulmadan önce, Altın-ordu (Cuci ulusu) devletine bağlı bulunuyorlardı. Bu esnada Baycu noyan’ın tazyiklerinin azaltmak maskadiyle izzeddin Keykavüs II ve Karatay, Tuğracı Mahmud’u Batu hana gönderdi (647-648) Batu han dönüşte Mahmud Tuğrai ile birlikte Keykavus ve Karatay’a gönderdiği hediyeler arasında Sultan için bir okla bir yay vardı. Batu han Keykavus’a ok göndermekle, şüphesiz, tabi bir hükümdara yapılagelen ananevi bir adete riayet etmiştir. İbn Bibi’nin anlattığına göre daha önce Gıyaseddin Keyhusrev II Şemseddin Isfahani’yi Batu hana gönderdiği zaman Han onunla Keyhusreve II’e birtakım hediyelerle birlikte, burada ol.duğu gibi okla beraber değil, sadece bir yay göndermişti. Batu han ok göndermekle sultanın yalnız kendisine tabi olduğunu gösteren hukuki bir kaideyi mi yerine getirmiştir, yoksa bunun yaparken aynı zamanda sultanı davet de mi etmiştir? Gerçi bu vakıy nakleden İbn Bibi Mahmud Tuğrayi’nin böyle bir teklif getirdiğinin ve yanında Moğol elçilerinin bulunduğunun zikretmez ise de, bu sıralarda Handan elçilerinin gelerek sultanı huzuruna çağırdığın yazar, ki bundan ok göndermekle böyle bir davetin yapılmış olması ihtimali meydana çıkar.

Okun davet edici rolü Şamani inanışlarına da girmiştir. Moğolların hastayı kurtarmak için göğe doğru ok attıklarına dair Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sinde geçen bir kayıt böyle bir telakkinin bir neticesi olmak icabeder. Bunun şerheden Ankaravi, Moğollar göğe doğrru ok atmakla Azrail’i korkuttuklarının ve bu sayede hastayı kurtaracaklarının sanarlar, der. Fakat burada, bu hareketle, herd halde, ruhlardan yardım dilendiğine dair bir Şamani inanışı bahis mevzuu olmalıdır. Nitekim Buryatlar’da bir hastayı tedavi için Şaman’ın ilahiler okuyarak o yerin ve hastanın ecdadının ruhlarından yardım dilemek maksadiyle içinde ok bulanan bir kabı doğudan batıya doğru çevirerek hastanın ruhunu çağırdığına dair inanış mevcuttur. Uygurların ecdadı olan Kao-chielerin yıldırımın düştüğü yere gidip bağırmaları ve göğe ok atmaları da her halde bu düşünüşle ilgili olmalıdır, ki bu adetin bugün dahi mevcut olduğu etnografik eserlerde görülmektedir.

Sonraki devirlerde ok göndermenin bir davet ve tabiiyet sembolü olmaktan başka hükümdarlardan beylere, büyüklerden küçüklere, bir nevi taltif, teveccüh ve dostluk alameti gibi bir mana ifade ettiğinin görüyoruz. Mesela Memluk sultanı Baybars’ın Anadolu ilhanlı kumandanı Samagar noyan’ın elçilerinin kabul ettikten sonra bunlar ile Abaga’ya bir zırh gönderirken Samagar’a da bir ok hediye etmesi bu şekilde izah edilebilir. Zira Baybars oku kendine müsavi bir hükümdar olan Abaga’ya değil kendinden dun bir mevkide olan fakat kendisine tabi olmayan Samagar’a göndermesi bunu ifade eder. Keza Timur’un oğlu sultan Menmed, Ankara muharebesinden sonra Edirne’de tahta çıkan Süleyman Çelebi’ye H. 808’de, bir elçi ile birlikte bir ok göndermesi de bu kabilden bir hadisedir. Burada Timur’un oğlu Bayazıd’ın oğluna bir dostluk ifade eden bir harekette bulunurken ona ok göndermekle babası tarafından mağlup edilmiş hükümdarın oğlu olduğunu düşünmüş olmalıdır.

Türkler arasında okun bir davet sembolü olarak kullanılışının en bariz bir delinini de Türk filolojisinden bulmaktayız. Yukarıda temas ettiğimiz üzere Orhon yazılarından Divanü lügat it-Türk’e ve eski Osmanlıcaya kadar bütün Türkçe metinlerinde “okumak” mastarı bugünkü manasiyle birlikte “çağırmak, davet etmek” ve “okuşmak” da “çağrışmak” manalarına gelmektedir. Bugün de Anadolu’da, düğünlerde çağırıcı, davet edici manasında kullanılan Okuyucu kelimesinin menşei de buna bağlanır. Kelimelerin mücerred manalarının müşahhas manaların tekamülü neticesi olduğuna dair lisaniyet kaidesi gözönüne getirilirse bugünkü manadaki okumak mastarının bu iptidai düşünüş ve teamülden geldiği kabul edilebilir.

Okun bir tabiiyet ve davet sembolü olarak telakki edilmesi nasıl bir iptidai düşünüş vetiresidir? Bu Araplarda olduğu gibi Türkler’de de cemiyet efradı yahut içtimai gruplaşmaları, herhalde totemik olan, bir hayvanın azaları arasındaki münasebet ve yakınlıklara göre tasnif eden iptidai bir zihniyet nasıl cari ise hakimiyeti veya askeri kuvvetleri de ok ve yay arasındaki münasebetlere göre tasnif etmiş bir telakki o tarzda meydana gelmiş demektir. Çin kaynaklarının dediği veçhile, yay oku attığı veya sevk ve idare ettiği için, yay emtbuluk ve üstünlük, ok tabilik alemeti sayılmıştır. Binaenaleyh yayı temsil eden hükümdarın oku temsil eden kabile reislerine ok göndermesi dolayı siyle oklara göre teşkilatına da uymak beraber “ok” kelimesinin boy, oymak gibi bir manan kazanmamış olması bunun münhasıran askeri ve idari bir şey olduğunun gösterir. Okun tabiilik, yayın metbuluk ifade bir sembol haline gelmesi, milli telakkilerin bir in’ikası olan Oğuzname’de daha açık olarak görülür. Destana göre Oğuz Han ihtiyarladığı zaman Gün, Ay, Yıldız adlı üç oğlunu doğuya, Gök, Dağ, Deniz adlı öteki üç oğlunun da batıya göndererek avlanmalarının emretti. Doğuya gidenler bir altın yay, batıya gidenler üç gümüş ok bularak babalarına getirdiler. Oğuz Han yayı üçe bölerek Bozokları teşkil eden bu üç kardeşe verdi ve:

“Ey büyük oğullarım yay sizin olsun, yay gibi okları göğe atınız”

dedi. Sonra okları getiren ve Üçokları teşkil eden üç kardeşin her birine bir oku vererek:

“Ey küçük oğullarım, oklar sizin olsun, yay oku attı, siz de ok gibi olun”

dedi. Oğuz-namenin bu parçası, bu iptidai ve temsili düşünüşe yani okla yay arasındaki münasebete göre büyük kardeş olan Bozok’lar yayı, hakimiyeti, üç oku alan Üçük’lar da oku, tabiyeti temsil eder. Filhakika milli ananenin gösterdiği üzere Bozok’lar, Üçok’lar’a üstün telakki edilir. Bundan dolayı dinin merasimlerde veya kurultaylarda bunlar daima bu manevi hukuka göre sağ kolda mevki alırlar. Destanın bunları gökten inenbir ışığın içerisindeki kızdan doğmuş olarak zikretmesi, adlarının samavi cisimlerinin adlarından teşekkül etmesi bundan ileri gelmektedir. Aynı zamanda Türklerce kutsiyeti haiz olan şark istikametine gidenler de Bozok’lardır. Dede Korkut kitabında İç-Oğuz’un Dış-Oğuz’a nazaran daha üstün bir mevkie sahip olduğunun gösteren tasvirler de ok ve yay arasında tasvir edilen münesebetlere tamamiyle uygundur. Bundan dolayı destan yayı altından ve okları da gümüşten yapılmış olarak kabul eder. yay’ın unvanlar arasında yer alması, şüphesiz, onun bir hakimiyet sembolü olarak telakki edilmesinden ilerigelmektedir. Selçukluların ceddi olan takak ve Yayak’ın “Temür yalıg Demir yaylı” unvanının taşıdığını Arapça eserlerde bunun tercümesi olarak Şahib ül-kavs el-hadid” ve Farsça kaynaklarda da bu suretle “Saht Keman” şekline girdiğinin biliyoruz. Bu unvanın ne derece umumileşerek kullanıldığının gösteren kayıtlar mevcut değilse de Dede Korkut kitabında geçen “Merdin’e” ibaresindeki “demir yaylı” nın böyle bir unvan olduğu, bu eserde illig gibi birtakım eski unvanların mevcudiyeti göz önüne getirilirse, kabul edilebilir selçuk sultanı Melikşah Karahanlı elçisine: “Hakana söyle mikma’a (çengelli çomak) ve kılıç onun olsun bize kamçı ve yay yeter” derken her halde yayın birmetbuluk ve üstünlük alameti oldu4ğunun kastederek bu şekilde hareket etmişti. Yukarıdıa bu ananenin Selçuklular arasında canlı bir şekilde yaşadığı hakkında verdiğimiz malumat göz önüne getirilirse buna başka bir manan vermemek icabeder. Fakat Arslman Yabgu’nun oklardan sonra yayın da gönderilmesi hakkındaki ifadesiyle Batu Han’ın önce Keyhusrev II’e yalnız bir yay ve oğlu Keykavus II okla birlikte yay gönderdiğine dair İbn Bibi’nin rivayetinde (eğer bir yanlışlık bahis mevzuu değilse) yayın burada neye delalet ettiğinin izah etmek güçtür.

Okun davet sembolü telakki edilmesi acaba daha Hiong-nu’lardan Gök Türklere kadar türklerin haber işareti olara öten, vızıldayan okların kullanılmasiyle mi alakalıdır. Yokksa yayı temsil eden hükümdarın oku temsil eden tabilerine ok göndermekle, okun yaya lazım olduğu, binaenalyh sefere çıkmanın, hükümdara icabet etmenin icabettiği tarzında iptidai bir düşünüş mü bahis mevcuudur? Bu o kadar ehemmiyetli şey onun tabiiyet ve davet işareti olmasıdır. Okun tabiiyet, yayın metbuiyet alamemit telakki edilmesi bu iki unsurun bir arada olarak nedene dolayı devtel ve hakimiyeti temsil eden hakuki bir sembol haline geldiğinin kolaylıkla izah eder. Muhammed bin İbrahim, Selçuk-name’sinde, Selçuk çetr’inde ok ve yaya resmi bulunduğunun ve bunun fermanların başına konarak altına isim ve lakabların yazılıp tuğra makamında kullanıldığının söylemektedir. Bundan başka milli ananenin kuvvetli olduğu zamanlarda ve mesala Tuğrul Beg devrinde bu hakimiyet alametinin paralar üzerinde de resmedildiğinin ve tuğrul Beg zamanında tamir edilen İstanbul’daki Mescidin mihrabına da konulduğunun görüyoruz, ki bunlar ok ve yaya hakkındaki eski Türk telakkisinin belirten güzel vesikalardır. Bunan dayanarak üstad Profesör Fuad Köprülü ok ve yay işaretinin ilk Selçuk bayraklarında da mevcut olduğunun haklı olarak tahmin etmektedir. Profesör Eberhard’ın verdiği bir kayda göre Milattan önce VII inci asırda orta Çin’de Wei derebeylerinden biri bibr kimseye ok vererek: “Bu devletimizi temsil eder, bunun iyi muhafaza et” demiştir, ki alakası dolayısiyle bunun burada zikretmek faydalıdır.

Ok göndermek hükümdarı ve tabileri olan bir siyasi camia için bahis mevzuudur. Binaenalyh siyasi teşkilat olmadığı zamanlarda ok göndermek keyfiyeti de mecut olamaz. Nitekim böyle bir devre dolayısiyle Orhon kitabelerinde idioksız (idisiz ve oksuz) yani sahibi, hükümdarı ve ok gönderileni, tabileri bulunmayan manasına gelen bir tabir kullanılmaktadır. W. Thomsen kitabelerin ilk neşrinde ibarenin gelişine dayanarak bunu “souverain, maitre, seigneur” yani harfi harfine ok almayan, tabi olmayan, sahib (idi), hükümdar diye tercüme etmiş iken sonradan bu tabirin geçtiği “ikin ara idi oksız kök türk anca olunur ermiş” cümlesinin Kök Türk devletinin kuruluşundan önceki zamanan atfederek bu kelimeyi” “Sans souverain ni organisaiton par fleches” tarzında tercüme etmiştir. Oku olmayan, hükümdarsız, sahiszi ve himayesiz demektir. Bu medlülü dolayısiyledir ki bizce bugün kullandığımız Öksüz de buradan gelerek babası, sahibi olmayan çocuk demektir. Türk filolojisiyle uğraşanlar kalın seslerin incelendiğine dair misalleri hatırlıyacaklarından oksuz’un nasıl öksüz olduğunda terüddüt etmiyeceklerdir.

[![Ök Damgası]()]() Ök Damgası

Bu izahlar gösteriyor ki ok içtimai bir teşkilatta kavim ve kabile gibi etnik gruplanmaları değil idari ve askeri teşkilatta, her halde çok defa kabile gruplanmaları üzerinde, vücuda getirilmiş olan zümreleri ifade eder. Bu, bügün halkın Türkiye’de askeri teşkilata göre insanları birinci ordulu, dördüncü ordulu… gibi kısımlara ayırmasının aynıdır. Okun Türk kabilelerinin adlandırılmasında oynadığı role dikkat eden Marquart ve G. Nemeth gibi alimler Oğuz kavim adının da bununla izha çalışmışlardır. Birincisine göre kelime ok uz unsurlarından mürekkep olup burada uz bir Turfan metninde görüldüğü üzere adam demektir. Bundan dolayı Oğu “ok adam” manasını ifade eder. Fakat Nemeth’e göre Uz’un adam manasına geldiğ teyide muhtaç bir keyfiyet olduğu gibi on ok adam, üç ok adam gibi manalar ifade eden teşkiller olamaz. Ona göre Oğuz adı ok-z unsurlarından müteşekkildir, ki aşağı yukarı yalan yalanız, cak cağız (küçültme eki) tarzında bir teşkil olup buradaki r, z (belki küçüktme veya büyütme ekidir) kelimenin asıl manasının pek değiştirmemiştir. Onun bu izahına rağmen Oğuz adının menşe ve mahiyeti ve Ok ile münasebeti aydınlatılmış sayılamaz. Okun idari teşkilattaki rolü dolayısiyle üçok, onok gibi isimlerin meydanan çıkışı ve sonradan etnik bir mana ifade etmeleri sebebi kolaylıkla anlaşılabilirse de sadece ok kelimesirnin bildiğimiz etnik zümreye ad olmasının kabule, böyle bir izah, şüphesiz, kifayet etmez. Bundan başka okun davet ve tabiiyet manalarının Türk filolojisinde bulunduğumuz halde bir cins ismi ifade etmiş olması icabeden bu kelimenin kavim ve kabile manası bildiren izlerine da rastlamıyoruz. Vakıa Nemeth Uygurca kabile, soy manasına gelen Uguş kelimesini, Türk Türkeş, gün güneş misallerine dayanarak, ok ile izah etmek isterse de bu da aynı derece şüphelidir. L. Ligeti nin W. Bang’ın “z, nin Türkçede eski bir cemi eki olduğuna dair fikrine dayanarak Oğuz’un ok’un cemi şekli olduğu hakkında ileri sürdüğü fikir banan bir az daha mülayim geliyor.

Divanü lügat it-Türk’ün bildirdiği üzere ok, insanları zümrelere ayırmaktaki temsili rolü gibi, miras hisselerinin ayırmakta, her türlü kur’aların çekişilinde kullanıldığından hisse ve kur’a manalarına da gelmiştir. Bugün Anadolu’da bu gibi tefriklerde başvurulan “ok atma” usulü de şüphesiz bu eski ananenin bir devamından başka bir şey değildir. Kagan tebaasına nasıl okları vastasbiyle sahip olmuş ise, bir kimse de kendi okuna isabet eden şeylere o suretle sahiptir. G., de Tyr’in anlattığı bir efsaneye göre Oğuz başbuğlarından yüz kişi üzerinlerinde adları yazılı okları bir yere koyup reis olmak için kur’a çektikleri zaman Selçuk kazanarak kavminin başına geçmiştir, ki bu okun bu manadaki rolünün göstermek bakımından ehemmiyetlidir. Dede Korkut kitabında Ohlu kelimesinini nişanlı manasına gelmesi de bu semantik gelişmenin bir neticesidir. Arapça ok manasına gelen sehm kelimesinin aynı zamanda hisse manasına geldiği, Cahiliye Araplarının ezlam denilen kur’a veya kısmet oklariyle tefeül ettikleri manlum ise de Türk’lerde olduğu gibi okun diğer türlü rollerine tesadüf edilmez. Memeth okun Macarlar arasında da kur’a, hususiyle arazi taksimlerinde kullanıldığının ve bugün de bir arazi parçasına oklu manasında bir kelimenin mevcut olduğunun söylemektedir.

Buraya kadar yazdıklarımızı toplu bir şekilde anlatalım. İptidai Türk tefekkürü askeri ve idari bakımdan cemiyeti ok ve yaya arasındaki münasebetlere mütenazır olarak telakki etmiş, okun yaya tabi olması veya yayın oku sevk ve idare etmesi dolayısiyla yay hakimiyeti, hükümdarı, ok tabiiyeti ve tabileri temsil eden bir sembol mahiyetinin almış ve her ikisi birlikte devleti ve istiklalil gösteren bir alamet telakki olunmuştur. Hakanın boy beylerinin ok göndermesi onları bir sefer veya toplantı için çağıran bir emir manasının ifade etmiştir. Bundan dolayı her ok gönderenin gönderilene göre hukuki bakımdan üstün bir mevkide olduğu anlaşılır. Kabilelerin oklara göre askeri bir tasnife tabi tutulmaları bu teamülün bir neticesidir. Ok göndermenin bir himaye, bir taltif ve emniyet ifade etmesi bu telakkinin manaca genişlemesi dolayısiledir. Devlet ve idari teşkilat olmadığı zamanlarda böyle bir teamül bahis mevcut olamaz. Bunun için bu türlü bir zaman “idi oksız” yani sahipsiz, oksuz, devletsiz ve teşkilatsız telakki olunur.

Kaynak:

Dr. Osman Turan, Eski Türklerde Okun Hukuki Bir Sembol Olarak Kullanılması Belleten Temmuz 1945 Cilt IX Sayı : 35 Sayfa: 305- 318

Türkçe Tarih

Çanakkale 1915

Önceki yazı

Ötüken İllerinde M.S. Sekizinci ve Dokuzuncu Yüzyıllarda Türk Abidelerinde Sanatkar Adları

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Askeri Tarih