Atatürk’ü kaybedeli 28 yıl geçti. Halâ onu unutamıyoruz. Nereye baksak onu görüyoruz. Maddî ve manevî varlığımızın gelişmesi, onun bize aşıladığı enerjiden gelmektedir. Ata, bizi statik hayattan dinamik hayata soktu.
Atatürk, ileri bir Türkiye için kurtuluş çarelerinde biri olarak ekonomik gelişme’ye de işaret etmiştir. Yeni Türkiye’nin yükselmesi, bir taraftan kültür, diğer cihetten ekenomik gelişme ile kabil olacaktı. Bu sebeple Atatürk, izmir’de 17 Şubat 1923 tarihinden 4 Mart 1923 tarihine kadar devam eden bir “İktisat Kongresi” topladı. Bu kongreye işçi ve çiftçi olarak 1135 kişi iştirak etti. Bu kongre “İktisadî misak”ın esaslarını çizdi. Atatürk’ün bu kongrede yaptığı uzun konuşmasından parçalar:
“Efendiler!
İstiklâli tam için şu düstur var: Hakimiyeti milliye, hakimiyeti iktisadiye ile tanzim edilmelidir. Bu kadar büyük gayeler, bu kadar mukaddes, azametli hedefler kâgıt üzerindeki düsturlarla, arzu ve hırslarla husul bulamaz. Bunların tahakkuku tamamını temin için yegâne kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyattır.
Siyasî ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadî zaferle tetviç edilmezse semere, netice payidar olamaz!.
Bu kadar feyizli, bu kadar kudretli olan yeni hükümetimizin düşmansız kalacağını farzetmek doğru değildir. Bunun için çok kundaklar sokarak bizi yıkmağa çalışacak ve suikasta teşebbüs edecekler bulunacaktır. Bütün bunlara karşı silâhımız, iktisadiyattaki kuvvet, ve muvaffakiyetimiz olacaktır.
Bu vatan, evlâd ve ahfadımız için cennet yapılmağa lâyıktır. Bu da iktisadî faaliyetle kabildir. Artık bu memleket fakir, millet hakir değil, belki memleketimiz zenginler memleketidir, yeni Türkiye’nin adına çalışanların diyarıdır. Tarihte en büyük makam çalışanlara ait olacaktır.
Efendiler!
Cihan şunu bilsin ki, bu millet İstiklâli tamamının temin edildiğini gömredikçe yürümeğe başladığı yoldan bir an tevakkuf etmeyecektir.”
İşte Atatürk yeni Türkiyenin maddî hayatı için ekonominin önemini böşle belirtmişlerdi. Yeni tartışılan bu fikirleri Asker Gazi Mustafa Kemal Paşa bundan tam 43 yıl önce söylemiş ve harekete geçmişti.
Atatürk’ün üstün ve ulvî olan tarafı millî benliğimiz şahlandıran sözleridir. Hürriyet ve istiklâlimizi, bekamızı sağlayacak tarafıdır. Bugün bu ruha susamış bulunuyoruz. Çünkü maddî ve iktisadî hareket, millî benliğimizi yıpratmaktadır. İktisat menfaatçı olduğundan, ahlâkın dışında kalmaktadır. Ekonomi menfaat tanır, karınları doyurur, fakat ruhları doyurmaz. Karın duymakla insan insan olmaz. İnsanlığın medenî ihtiyaçları dışında bir de ruhî varlığı vardır ki, o kültürüdür. Medeniyet, yani iktisadî faaliyetlerin, ruhî tabana dayanması gerekir. Bu ruhî taban ise “millî duygu” dur.
Atatürk’te millî duygu herşeyin üstünde idi. Onun bütün muvaffakiyeti millî duygusunun şiddetinden gelmektedir. Bu duygudan mahrum olanların hayatı hüsarnıdr, yapıcı değil yıkıcıdır. Milletler harsları zayıfladığı zaman inkıraz etmişler, tarihin karanlığına gömülmüşlerdir. Medeniyeti, iktisadî hayatı harekete getiren manevî ruh, ancak millî duyguda zirevsini bulur.
Atatürk medeniyetçi, aynı zamanda harsçı idi. Millî ruh onun en büyük gıdası idi. Atatürk’ün ölüm yıl dönümü dolayısıyla şu hatırayı anlatayım:
Yıl 1923.. aylardan Nisan.. Bu ay, Türk milletinin talihirnde ve tarihinde yeni devir açılmak üzere… Ufuklar karanlık… Anadolu yer yer düşmanlar tarafından işgal edilmiş.. Padişahı esir edilmiş.. İmparatorluğun başkenti İstanbul düşman süngüleri altında inliyor. Osmanlı Mebusan Meclisi basılmış… Memleket büyükleri birer birer tevkif edilerek, Maltaya sürülmekte.. Sehzade Karakolu basılmış, askerlerimiz şehit edilmiş..
Bütün bu ahval ve şerait içinde Atatürk, “Türkiye Büyük Millet Meclisi”ni toplamak üzere, Ankara’ya gelmiş. Anadolu’nun her vilâyetinden mebuslar gelmekte.. Yatacak yer yok.. Muallim Mektebinin yatakhanesi onlara tahsis edildi.. Nisanın onbirinden itibaren mebuslar gelmeğe başladılar. O zamanlar Ankara’nın nüfusu 32.000 kişi, otel yok, elektrik yok… sokaklar kaldırımsız, toz içinde… Evler kerpiç… Gece hayatı yok.. Ankara kendi kaderine gömülmüş, yeni günleri beklemekte…
İşte Ankara’ya gelen mebusların bu yoksulluğu görünce moralleri bozuldu. Bu eski Orta Anadolu şehrinde hiçbir şey yok, ne para, ne asker. Fakat bir tek adam var: O da Mustafa Kemal. Ankara’ya gelmiş olan 111 mebustan bir kısmı Hacı Bayram civarındaki bir evde toplanıyorlar. İçlerinden biri:
Ankara’ya geldik, fakat burada ne bizi koruyacak asker, ne de bizi doyuracak para var. Harap bir şehir. Ancak bizi davet eden bir paşa, Mustafa Kemal var. Biz bu yoksullukla karşı tarafın kuvvetlerini nasıl yeneceğiz. Hal böyle olunca bir ân önce memleketlerimize dönelim! Dedi. Bu görüşmeyi Atatürk’e haber verdiler… Onun hiç can sıkılmadı. Çünkü onun ruhundaki felsefe “Ümid – İman – İrade” idi. Zamanını bekledi. Tedbirlerini de aldı. Her şeye rağmen 23 Nisan 1923’de Büyük Millet Meclisi açıldı.
Birkaç gün sonra bir gizli oturum oldu. Acaba bu ne idi? İşte o gün, ruhu iman dolu Atatürk, millî benliğinin şahlanan sahnesini yarattı. Bu olayı ben Besim Atalay’dan dinledim. Atatürk kürsüye gelerek:
“- Bazı arkadaşların yoksulluk içinde bu büyük dâvanın başarılamıyacağını zannederek, memleketlerine dönmek arzusunda olduklarını duydum.
Arkadaşlar! Ben sizleri bu millî dâvayı silâh zoruyla dâvet etmedim, görüyorsunuz ki, sizi burada tutmak için de silâhım yoktur. Dilediğiniz gibi memleketlerinize dönebilirsiniz. Fakat şunu biliniz ki, bütün arkadaşlarım beni yalnız bırakıp gitseler, ben b Meclisi âlide tek başıma kalsam da, mücadeleye ahdettim. Düşman adım adım her tarafı işgal ederek Ankara’ya kadar gelecek olursa, ben bir elime silâhımı, bir elime de Türk bayrağını alıp Elma Dağı’na çıkacağım. Burada tek başıma son kurşunuma kadar düşmanla çarpışacağım. Sonra da bu mukaddes bayrağı göğsüme sarıp şehit olacağım. Bu bayrak kanımı sindire sindire emerken, ben de milletim uğruna hayata vedâ edeceğim. Huzurunuzda buna and içiyorum.”
Diyerek kürsüden indi. Meclis donakaldı. Fakat bu iman adamı, bütün arkadaşlarının manevî kuvvetlerini tamamladı. İşte Atatürk’ün en büyük kuvveti, harsından, tarihinden aldığı milliyetçilik idi. O bu ruhla kazandı, muzaffer oldu ve Tanrı rahmetine kavuştu.
Kaynak:
Enver Behnan Şapolyo, Tek Başıma Kalsam Da!, Türk Kültürü Dergisi, Kasım 1966, Yıl. V, Sayı. 49, Sayfa. 27-29
Yorumlar