1

Tarihçilik oynayan bir zat, Sevr Antlaşması ile ilgili bir yazısında şöyle buyuruyor:

“Sevr efsanesi”nin de böyle bir hikayesi var ve maalesef bu hikayeye Kastamonu Nasrullah Camii’nde verdiği vaazda Mehmet Akif gibi dini bütün insanlar da iştirak etmiş görünüyor ve bu bizi daha çok yaralıyor. Sevr’in öldürücü maddeleri Akif’e göre bizden “başımızı, boynumuzu, hayatımızı, saltanatımızı, devletimizi, hilafetimizi, dinimizi ve imanımızı” istemektedir. İslam aleminin son kalesi olan Osmanlı’nın yıkılması halinde her şeyimizi kaybedeceğimizi söylüyor, cemaat de gözyaşları içinde “Amin, Amin” diye ağlıyordu.

Akif’in o tarihte Sevr’in aslında neye hizmet ettiğinin farkında olmaması anlaşılabilirse de aradan 95 yıl geçtikten ve bunca yayın piyasaya sürüldükten sonra aynı saflıkla meseleye bakmamız tek bir şeyle, uyutulmuşluk ve uyanmaya niyetli olmamakla açıklanabilir.”

Mustafa Armağan [1]

Bu satırları yazan zat, Akif gibi birisinin Sevr Antlaşması’nı anlayamamış olduğunu söylüyor. 95 yıl önce Sevr Antlaşması’nın ölümcül sonuçlarına karşı hayatlarını ortaya koyan, Milli Mücadele’ye olanaksızlıklar içerisinde katılarak, bir destan yazan atalarımızın meseleye saflıkla baktığını ima ediyor.

Bu satırları yazan zat, böylesi kutsal bir vatan aşkı ile yanan vatan evlatlarını anlayabilecek biri olmasa gerek ki, vatanın işgali, memleketin düştüğü durumu ne bilsin, ne görsün? Gelin Mehmed Akif’in Kastamonu Nasrullah kürsüsünde Sevr Antlaşması ile ilgili yaptığı izahı Eşref Edib’in anlatımından dinleyelim:

Üstad Kastamani’ye Burada (Nasrullah) gelince camiinin kürsüsüne çıkarak halkı tenvire lüzum gördü. Sevr muahedesinin öldürücü maddelerini herkesin anlayabileceği bir tarzda anlattı. Vatanın geçirdiği tehlikeleri halkın gözü önüne koydu. Vahdete davet etti. Tefrikayı yerlerin dibine batırdı. Düşmanların muahedei sulhiye ile takib ettikleri zulüm ve imha pilanını bütün açıklığıle meydana koydu.

Sebilürreşadın bütün sahifelerini dolduran bu mühim hutbeler halkı heyecan içinde bıraktı. Şimdiye kadar halk bu zalim muahedenin mahiyetini bu kadar vazılı anlayamamıştı. Herkes dehşet içinde kaldı.

Cemaate hitaben üstad avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

“Milletler topla, tüfekle, zırhlı ile, ordularla, tayyarelerle yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki rabılalar çözülerek herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfeatine, kendi menfeatini temin etmek kaygusuna düştüğü zaman yıkılır…[2]

Bizi mahviçin tertip edilen muahedei sulhiye paçavrasını mücahitlerimiz şark tarafından yırtmaya başladılar. Şimdi beri taraftaki dindaşlarımıza düşen vazife Anadolu’muzun diğer cihetlerindeki düşmanları denize dökerek o murdar paçavrayı büsbütün parçalamaktır. Zira o parçalanmadıkça islam için bu diyarda baka imkanı yoktur… [3]

Ey cemaati müslimin! düşmanlarımızın bu gün bizden istedikleri, ne filan vilayet, ne filan sancaktır; dğrudadan doğruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımızdır, devletimizdir…[4]

Ey cemaati müslimin! Ağyar eline geçen müslüman yurtlarının hali bizim için en müessir bir levhai ibrettir. İslamın son mültecası olan bu güzel toprakları düşman istilası altında bırakmayalım. Ye’si, meskeneti, ihtirası, tefrikayı büsbütün atarak azme, mücahedeye, vahdete sarılalım. Cenabı kibriya hak yolunda mücahede için meydana atılan azim ve iman sahiblerile beraberdir.[5]

Cemaat ağlıyordu. ortalığı müthiş bir heyecan kaplamıştı. Üstad da kendinden geçecek derecelere gelmişti. Onun o kadar heyecanlı bir zamanını görmemiştim. Artık sesi kesiliyordu. Çok yorulmuştu. Heyecanından kalbi duracak diye korkuyordum. Bu ayeti okuduktan sonra biraz durdu. Ellerini kaldırdı, duaya başladı:

Ya ilahi biza tevfikını gönder!
Amin

Doğru yol hangisidir, Millete göster!
Amin

Ruhu islamı şedait sıkıyor, öldürecek,
Zulmi tedip ise maksudu mehibin gerçek,
Nare yansın mı beraber bu kadar mazlumin!
Bi günahız çoğumuz yakma ilahi!
– Amin!

Aman Allah’ım, cemaatin halini görmeliydiniz. Galeyan içinde, binlerce sineden (Amin!) sadaları yükseliyordu. Herkes ağlıyordu.

Boğuyor alemi islamı bir azgın fitne;
Kıt’alar kaynayarak gitti o girdab içine.
Mahvolan aileler bir sürü masumundur;
Kalan avarelerin hali de ınalurnıındur.
Nasıl olmaz ki tezelzül veriyor arşa enin;
Dinsin artık bu hazin velvele ya rab!
– Amin!

Müslüman yurdunu her yerde felaket urdu,
Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yordu.
O da çiynendimi, Çiynendi dernek şer’i uıübin.
Hakisar eyleme ya rab onu olsun!
– Amin!

Üstad duayı bitirdi, kürsüden indi. Cemaat Üstadın Etrafından ayrılmıyordu. Bir müddet istirahatten sonra üstad camiden çıktı. Büyük bir cemaat de baraber, Kastamoni caddelerini doldurdu. O heyecan bütün şehre yayıldı.

Eşref Edib anlatmaya devam ediyor:

Üstadın Kastamonide irad ettiği hutbelerin tesiri kazalara, köylere kadar aksetti. Bu hitabelerin halk üzerinde bukadar muazzam tesirini gören hükumet, üstadın kazalardaki halkı da irşad etmesini rica etti. Onun üzerine üstad, Katamoninin kazalarınıda dolaştı. Oralarda da bu hakikatleri izah etti. Sevr muahedesinin öldürücü maddelerini herkesin anlayabileceği surette anlattı. Oralardaki camilerdede öyle bağırdı. Binlerce müslümanlara öyle hitab etti :

“Ey cemaati müslimin! Ecdadınız size dünyalar kadar vasi bir memleket, dünyaları titreten bir devletle tarihler dolusu mefahir bıraktılar. Ya siz evladınıza, ahfadınıza miras olarak acaba ne bırakıp gideceksiniz? Her karış toprağında binlerce şehidin hissei şayıası bulunan namütenahi müslüman yurtlarını elimizden çıkara çıkara bugün öyle bir hale geldik ki artık maazallah yeni bir ric’ate imkan yok. İmkan olduğunu farzetsek meydan yok! Önümüzdeki düşmanı sürüp çıkarmazsak arkamızda dini, imanı, ırzı, namusu, evladı, ayali barındıracak bir karış yer kalmamıştır. Bunu hiç bir zaman hatırınızdan çıkarmayınız.

Anadolu’nun göbeğine kadar sokulmak isteyen düşman maazallah biraz daha ilerleyecek olsa ne yapacaksınız? Nereye gideceksiniz? Kaçacak yer olmadığı için “kazaya rıza” diyerek olduğunuz yerde kalacaksınız, öyle mi?

Henüz hakimiyetimize, istiklalimize hateme çekilmemişken o mel’un, o vahşi düşmanların eline geçen yurtlarımızdaki dindaşlarımızın ne gibi muamele gördüklerini hiç mi işitmediniz? Ben buna imkan vermiyorum. Çünkü hatıra, hayale gelmez canavarlıklarla türlü türlü işkenceler altında öldürülen biçarelerin feryadı göklere kadar çıktı. Seller gibi akan masum kanlarının aksile ufuklar kıp kızıl kesildi. En katı yürekleri merhamete getiren o muhrık figanları, o acıklı eninieri sağırlar duydu. Siz duymadınız mı ? Helagunun Bağdadda, İspanyolların Endelüsde vücude getirdiği feci menazın andıran o dehşet nümunelerini, o şenaat levhalarını gözler gördü. Siz görmediniz mi? Yanı başınızdaki din kardeşlerinizin matemine, felaketine karşı bu derecelerde lakayd kalmak, Allah için olsun söyleyiniz, revayı hak mıdır? “Müslümanların derdini kendine derd etmeyen müslüman değildir.” diyen Peygamberimizin huzuruna acaba hangi yüzle çıkacaksınız?

Geliniz, Allahın barigahı merhametine sığınalım.

Yüzlerce seneden beri kahrından, celalından başka bir tecellisini görmediği için husran bucaklarında kalan, haybet ve hirman karanlıklarında bunalan şu dört yüz milyon felaketzedeye artık nuru cemalile tecelli etmesini hakdan niyaz edelim.

O nûru gönder İlâhî, asırlar oldu, yeter!
Bunaldı milletin âfâkı, bir sabâh ister.
İnâyetinle halâs et ki, dalga dalga zalâm
İçinde kaynamasın, çarpınıp duran İslâm!
Bu secdegâha kapanmış yanan yürekler için;
Bütün solukları feryâd olan şu mahşer için;
Harîm-i Kâbe’n için; sermedî Kitâb’ın için;
Avâlimindeki âyât-ı bî-hesâbın için;
Nasîb-i dâimi hüsran kesilmiş ümmet için;
Şu hâk-i pâke bürünmüş semâ-yı rahmet için;
Biraz ufukları gülsün cihân-ı İslâm’ın!
Hudûdu yok mu bu bitmez, tükenmez âlâmın?
O, çünkü, âleme hâkim yegâne kudret iken,
Bir inkılâb ile mahrûm olunca azminden,
Esâretin ne kadar şekli varsa katlandı…
Vatanlarında garib oldu kendi evlâdı!
O azmi sen vereceksin ki, eylesin sereyan,
Soluk benizlere kan, inleyen göğüslere can.

Eşref Edip [6]

Anladık, Atatürk’ü, Milli Mücadele’yi, Türk Devrimleri’ni anlayamıyorsunuz. Bari en azından, sevip saydığınızı söylediğiniz Akif’i anlamaya çalışın. Onun gibi dürüst ve namuslu birer müslüman olmaya çalışın. Vatan ve millet için hayatlarını feda etmiş bu insanların aziz hatıralarını kirletmeyin.

Bu vesile ile Milli Şairimiz Mehmed Akif’i vefatının yıl dönümünde bir kez daha sevgi ve minnetle anıyor, aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyorum.

Kaynakça:

[1] – Mustafa Armağan, Sultan Vahdettin Sevr’i Onaylamadı, Derin Tarih, Ekim 2015, s. 81
[2] – Sebilürreşad, adet 464, sahife 235, 25 Teşrinisani 336
[3] – Sebilürreşad, adet 464, sahife 259, 25 Teşrinisani 336
[4] – Sebilürreşad, adet 464, sahife 259, 25 Teşrinisani 336
[5] – Sebilürreşad, adet 464, sahife 259, 25 Teşrinisani 336
[6] – Eşref Edip, Mehmed Akif – Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, Âsar-ı İlmiye Kütüphanesi Neşriyatı, İstanbul: 1938, s. 60-63

Cihan Oktay
2014 yılında Türkeli Dergisinde yazarlık yapmaya başlayan yazar, derginin kapanmasıyla birlikte, Türkçe Tarih Dergisi‘ne kuruculuk etmiş ve günümüzde de yazılarını burada yayınlamaktadır. Yazar Türkçe Tarih sistemi üzerinde genellikle Milli Mücadele, Atatürk ve Türk Devrimleri üzerine yazılar yazmaktadır. Uzun bir süredir, Rıza Nur ve Hatıratı üzerine araştırmalar yapmakta ve bu çalışmaları ile tanınmaktadır. Diğer önemli tarihçilerle birlikte kolektif olarak yayınlanan "Şahsiyetler" isimli kitapta, Doktor Rıza Nur biyografisi kaleme almıştır.

Cengiz Han’ın cihan hakimiyeti fikrinin maddi ve manevi kaynakları 3

Önceki yazı

Çuvaşların tanrı inancı

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

1 Yorum

  1. Nutuk mehmet akifin kitapları şiirleri ve kuranı kerim gunumuzde çogu sansürlü basılan kitaplardır. Bize düşen gerçeklerini bulup okumaktır.mehmet akif musluman bir aydın, emperyalizme karşı cık ış ve cogu din adamı ve devlet adamını sertçe eleştiren türkiye için anlaşılması mecbur bir şair ve vatanseverdir

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Gerileme Dönemi