Üniversite son sınıftayken dört yıldır müdavimi olduğum kafeteryada yeni çalışmaya başlayan bir gencin hayatına yakından tanıklık ettim ve bu konu benim kaderim oldu.
Sırtım koridora dönüktü ve “Ne alırdınız?” diye soran gencin ne şivesi ne ses aralığı ne cümle içinde kullandığı vurgu “Bizden değildi.”
Oysaki buralar benim memleketim. Dört yıldır da bizzat üniversitede okurken her yerini karış karış öğrenmiş ve herhangi bir sürprize mahal vermeyecek kadar araziye hâkim olmuştum. Ancak bu duyduğum ses…
Oldukça ilgimi çekti.
Her şeyden önce o an benim için bu kişi “tanımlanamayan bir cisimdi” ve tam da arkamda durmuş bana ne alacağımı soruyordu.
Başımı geriye doğru çevirerek, ne istediğimi söylemeden önce “tanımlayamadığım cisme” önce bir bakmak istedim.
Buyurunuz!
Tipi de bizden değil!
Kızıl sarı ve parlak saçlar, menekşe morunun iyice açık rengindeki lila ve oldukça iri gözler, pudra rengi ten, yanaklara hafiften şeftali tonlarda doğal bir fırça allık izi bırakmış, okka gibi ağız ve burun, çenede köşeli yerine yuvarlak kemik yapısı ortalığa bir doksanlık boy hizasından şöyle bir dikkat çekiyor, ip incecik omurga yapısı, uzun mu uzun gerdan, Türkan Şoray’ın takma kirpiklerini gölgede bırakan koyu sarı tüller gözlerinin üzerinde yarım bırakılmış…
Masada birlikte oturduğum arkadaşıma kaş göz işaretiyle “Kim bu” diye sordum. Dört yıllık omuz omuza yakın arkadaşım olan Musa, aynı sözsüz dil ile bana gözlerini belertip “Vallahi ben de ilk defa görüyorum” dedi. İkimiz de bu garsonu gerçekten ilk defa görüyorduk. İkimiz de ölesiye şaşkındık. Hatta şaşkınlıktan çenemiz kenetlenmiş ve mağaradan yeni çıkıp ışığı görmüşler gibi böğürtülü bir ağız doluluğu ile “eöööövvv ççaaaöööyy” diyebildik.
Çocuk gitti.
“Musa” dedim “Beni bir merak sardı. Bizim mahalleye komşu mu gelmiş? Kimmiş neymiş öğrenelim.” Musa da “O iş bende…” dedi.
Musa, derhal garsonla sohbete girdi. Hayat hikayesinin örgüsünü tel tel çözdü gözümün önünde.
Adlı İlhanmış.
Bulgaristan göçmeniymiş.
Özal zamanında yani doksanlı yıllarda Bulgaristan’dan gelen Türklendenmiş ve 1930’lu yıllarda Atatürk’ün “Türk Birliği” olarak bugün adlandırdığımız ortak yaşam biçiminin alt yapısına hazırlık ile koyduğu yasa gereği sınırdan geçince “Ben Türküm!” demiş ve ailece Türk vatandaşlığı almışlar.
Aynen yasada belirtildiği gibi.
Ve yine yasanın getirdiği düzenlemeye göre her biri Türkiye Cumhuriyeti’nde birer devlet memuru olarak atanmışlar. Hani şimdi o kadro için milletin birbirini çekip vurmak üzere olduğu memuriyetten…
Ancak bir detay atlanmış…
Şöyle ki İlhan’ın babasını Bursa’ya, annesini ve iki minik yavrusunu Erzurum’a atamışlar.
Yani Türk vatandaşlığına almışlar ama aileyi parçalamışlar.
Baba Bursa’da, anne yavrularıyla Erzurum’da.
Şimdi düşünün ben İlhan’ı gördüğümde bundan yirmi yıl önceydi. İlhan da Türkiye’ye ve haliyle Erzurum’a geleli dokuz yıl olmuştu. Yani yirmi dokuz yıl önceki Erzurum’a Avrupa’da doğmuş büyümüş birilerini, babalarını başlarından alarak “atıyorsun!” …
Kadının düştüğü durumu düşünebilen düşünsün.
Ben gözlerimle gördüklerimi özel hayata saygımdan anlatmıyorum.
Ancak İlhan’ı, ablasını ve uzaktan annesini tanımam bana yetti.
Hayatımda gördüğüm ilk Avrupalı da zaten İlhan’dır.
Sonra İlhan ile ben de samimi oldum. Bizzat anlattıklarını dinledim.
Her yıl atama zamanında annesi Erzurum’dan, babası Bursa’dan eş tayini istese de bir türlü ama bir türlü o tayin çıkmamış.
Ve İlhan, ben tanıdığımda lise son sınıftaydı yani 16 – 17 yaşlarında.
Türkiye’ye geldiğinde 7 – 8 yaş grubunda oluyor.
Konuma bakın “Evin Erkeği!”
Çünkü baba evde yok, Bursa’da!
İlhan’ın derdi, derdim oldu.
Oturdum beraber ağladım, beraber hüzünlendim, bu çocuk için ne yapabilirim diye kafa patlattım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu.
Ama hiçbir şey…
Sadece dua ediyordum, içten içe; için için; deli gibi dua ediyordum.
“Lütfen” diyordum “Lütfen, bu ailenin bir araya gelmesi gerekiyor! Böyle bir şey bir aileyi topluca katletmektir! Lütfen, yardımcı ol!” diyordum.
Gökyüzüne sığınıyordum.
Bulutlara “Çekilin aradan!” diyordum.
Ve yarı yıl tatili geldiğinde İlhan bana dedi ki “Elçin, ben İstanbul’a hiç gitmedim ve çok merak ediyorum. İstanbul’dan gelirken bana oradan bir şey getirir misin?” Hemen kabul ettim “Getiririm!” dedim. Özel bir isteği yoktu sadece İstanbul’dan bir şeyin gelmesi önemliydi onun için.
Ben de İstanbul’dan ona bir kravat aldım.
Tam da gözlerinin dumansı rengine, puslu hissine uygun bir kravat.
Erzurum’a döndüğümde ilk olarak çalıştığı yere gittim.
İlhan yok…
O kadar büyük bir hüzünle yarı yıl boyunca ağlayıp sızlayıp dualar ettiğim İlhan, ortalıkta görünmüyordu. Bütün katları dolaştım, yok yok yok yok!
Sonunda herhangi bir garsona sordum.
“İlhan nerede?”
“O gitti abla…”
Kalakalmıştım.
O zamanlar cep telefonu yok; say ki dumanla iletişim çağındayız. Beynim durdu “Nereye?” dedim. “Ayrıldı abla” dedi. “Nasıl ayrıldı yani, nereye gitti, bilen kimse yok mu?” diye sorunca “Bursa’ya gittiler abla, annesinin tayini çıktı bir anda ve apar topar gittiler. Bir iki gün önce vedalaştık.” dedi.
Elimde kravat, öylece kafeteryanın ortasında dikildim.
Bir anda gitmişler, kimse bu mucizenin nasıl olduğunu bilmiyormuş, İlhan dahil.
Gerçek bir mucize olmuş ve dokuz yıldır çıkmayan tayin çıkıvermiş!
İlhan adına nasıl sevineceğimi gerçekten de bilemedim.
Yarı yıl boyunca “İlhan’a ne alsam da kendini kötü hissetmeden iyi hissetse” diye düşünmüş ve elimdeki kravatı bulmuştum. İstanbul’dan ona hediye getirmiştim ama İlhan gitmişti. Üzülsem mi sevinsem mi bocalamasında aslında çok sevinmem gerektiğini biliyordum.
Ama hislerimin yüzüme yansımadığından emindim çünkü suratımın buz gibi olduğunu cama yansıyan görüntümden teyit edebiliyordum.
“Al bu kravatı, senin olsun, İlhan istemişti. Ona getirmiştim. Madem o yok, o zaman bu senin kravatın olsun. Vakko’dan aldım, atma sakın he!” diye konuştuğum garsona tembihleyip oradan çıktım.
Erzurum’un ayazı tenime vururken iyice donan yüzümde “Tanrı’nın iyiliğinin etkisiyle” boncuk boncuk akan yaşlarımı silmek gibi bir zahmet içinde bulunmadım.
Tanrı iyiydi. Adına kim, ne derse desin!
O, iyiydi!
İlhan da çok iyiydi!
Melekti. Tam bir melek çocuk!
Ve onun için ettiğim duaların bir mucizeye yol açtığına şahit olmak ise hayatımdaki eşsiz olaylardan biridir.
Okul bitince kendimi Sivil Toplum Kuruluşlarına adadım.
Çalıştım, çalıştım, çalıştım, çok ama çok çalıştım.
Herkes için çalıştım.
Anası var başında, babası var arkasında, dağ gibi gardaşları var bunun demeden çalıştım.
Erkek demedim, kadın demedim, çocuk demedim çalıştım.
İlhan, benim kaderim oldu.
İlk başarım oldu.
Geleceğime dair bembeyaz ve bomboş sayfaların ilk kelimesi oldu.
Nasıl vatandaş olmuşlar konusundan başladım, nasıl vatandaş olurlar konusunda yıllardır çabalıyorum. Sanıyorlar ki Elçin, boşa kürek çekip duruyor!
Dualarım!
Emeklerim!
Heyhat! Bir bir sonuçlanıyor!
Tıpkı İlhan’ın babasına kavuşması gibi!
Asya Birliği kurulacak!
Kendi para sistemimiz ve kendi para birimimiz olacak!
Batı’nın batıl hevesleri, irinli kanlı elleri ve dişleri Asya’dan sökülüp atılacak!
Pasaportun ve vizenin olmadığı ülke birlikleri oluşacak!
Türk Birliği, Asya Birliği’nin en güçlü yapıtaşı olacak!
Batı, enerjisini nereden alırsa alsın!
Petrolünü, gazını, elmasını, altınını nereden çıkarırsa çıkarsın!
Yeter!
Afrika, Afganistan, Pakistan, İran, Suriye, Irak!
Batı medeniyetinin aynası!
Bildiğin kasap ve katiller!
Kapımızın dışında kalacaklar!
Biz ise kardeşlerimizle, bir arada sadece bugün şekerli çay mı içsek, şekersiz kahve mi içsek diye dert edineceğiz. Başka derdimiz olmayacak.
Batı’nın kartpostal gibi görünen şehirlerinin dikili olduğu kan yığını, onları alabora edecek!
Viraneye çevirdikleri hayatlarımızın, yarınlarımızın huzura dönüşmesini kıvranarak seyredip kahrolacaklar!
İşte!
Yarın olacak olanlar budur!
Azerbaycan ile Kıbrıs’ta olduğu gibi kimlikle serbest dolaşım imzalandı. Yakında Rusya ile de imzalanacak. Türkiye, Rus medyasına göre “Asya’da bir güç olmaya başladı.” Dış İşleri bakanı “Bölgenin iki büyük devleti olarak” diye Rus mevkidaşı ile demeç veriyor!
Yani!
Yarın için hiçbir şey yapamıyorsanız değerli dostlarım!
İçtenlikli dualarınızı eksik etmeyin lütfen! Sziden ve bizden…
Yeni yıl gelirken her şeye rağmen dualarınızı GÜÇLÜ TÜRKİYE’den eksik etmeyin!
Türk Birliğine inanın ve gücüne inanın! Dualarınızı eksik etmeyin!
Biz inanıp çalışıyoruz.
Elimizde ne hüzünlü hikayeler var! Hepsi bizi uyumadan, yorulmadan daha çok çalışmaya itiyor!
Siz de bir emek ortaya koyamıyorsanız hiç olmazsa dualarınızla açın geleceğimizin yolunu!
Gelecek, emin olun ki işte tam da böyle gelecek!
Yoğun dualar eşliğinde, yoğun çabalar sonucunda.
Hep birlikte, huzur ve sevgiyle!
Yeni yılınız kutlu olsun,
Yorumlar