0

Ağzından kaymak köpük saçaraktan, tozu dumana kataraktan, baştan ayağa gök tere bataraktan, bir alay yoldaşını ardında koyaraktan kopup geldi yiğitler yiğidi Kasım-ı Kamberalp, Aktogan Küheylan’a bindiği hâlde… Aşılmaz Alatag’ı aşıp da, geçilmez Azgınsu’yu geçip de, diş döken büngüldekten içip de, av avlayıp, yağı kovalayıp, obalar basıp da gelmişti bu yaban ellere! Üç obanın eriydi, yedi diyarın cömerdiydi, kırk yiğidin beyiydi Kasım-ı Kamberalp! En az kendisi kadar ünlü atı Aktogan’ın dizginini çekip, elini gözlerine siper yaptıktan sonra ardına baktı umutsuz.

Gelmesi gerekenleri gerisinde göremeyince, atının yelesini gururla okşayıp, hınzırca gülüverdi kaçamak.

-Rüzgâra arkadaş Küheylan, kartala hem yoldaş Küheylan! Şimşek dahi peşinden çakar, Kamberalp’a sırdaş Küheylan!

Yoldaşlarının yetişmesi için bir vakit konmak istedi şırıl şırıl akan serin pınarın başında. Hâl böyleyken, pınardan testisini dolduran bir hatun gördü ki, yeni doğmuş tay gibi ürkek, süt kuzusu gibi civelek! Hatunu ürkütüp günahına girmemek hem vebalini almamak için atından inmeden, su içip geçmek diledi pınardan.

-Ay elin kızı, beni bir yol dinle, hele bir hüsn-ü zan eyle! Elin oğluna bir tas su ver ki rızanla, ömr-ü hayatın geçsin kavi nizamla, dedi.

Testiyi dolduran kız, yönelip karşısına çıkıverdi o anda: Gözleri kamaşan Kasım-ı Kamberalp, gündüz vakti andacına ay doğmuş gibi yere düştü o şaşkınlıkla! O ki, hayalli düşlü, ay gülüşlü, gül dudaklı, süt yanaklı, gece saçlı, gündüz bakışlı, inci dişli, gamzeli; hem çifte benli ve dahi ince belli, tay gibi oynak, yılan gibi kıvrak bir dilber idi! Dağları titreten, yağıları dağıtan, arslan yürekli, kaplan suretli yiğit Kamberalp, aman diledi bu küçücek kızdan!

-İn misin, cin misin, gündüz müsün, gece misin, çözülmez bilmece misin? Sana sahip bir erin var mıdır, gönlünde bana yerin var mıdır? Eğer kim olduğunu hemen dersen, işte bu kölen her şeyini önüne sersin!

Kız tatlı tatlı güldü de başını eğip sustu öylece. Deniz gibi çalkalanan gözlerinden kendini alamayan Kamberalp, kızın sesini duyduğunda bülbül şakıyor sandı.

-Sen benden az önce su istemiştin, şimdi kim olduğumu öğrenmek dilersin, aklın mı karıştı yoksa yiğit Kasım-ı Kamberalp?

-Beli, bir akıl vardı su isterken lakin seni görünce akıl baştan uçtu, susuzluk bedenimdeyken şimdi gönlüme düştü! Evvel bir tasa razı iken, şu vakit testiyi içsem susuzluk çekerim, içimdeki od sönmez artık ben neylerim?

Susup çaresiz kıza baktı, sonra merakla sordu:

-Yoksa sen benim kim olduğumu bildin mi ay kız?

-Adını duyar idim, şimdi zatınla tanıştım. Kişioğlu kişisin, kerem sahibi birisin. Atını da bildim Aktogan değil midir o küheylan?

-Beli, cennet atları soyundandır Aktogan, diye övündü.

-Dünyada yoktur ona denk olan. Kovalarsa kaçılmaz, kaçarsa tutulmaz… Hanlara, sultanlara layıktır benim küheylan. Say ki atım, benim hayatım ay kız!

Kız bilmiş güldü.

-Duydum, senin de atının da namını. Sen de bilesin ki, cemalimi görenin gözü başka şey görmez, suyumu içenin susuzluğu dinmez, adımı duyanın aklı başında kalmaz…

Kız meydan okur gibi adamın gözlerinin içine yalın bakıp uyardı:

-Korkarım benden sana bir kötülük erişe!

Kamberalp’tan ses çıkmayınca, gece gökyüzünde nur saçan mehtaba benzer, parlak gözlerini diken kız,

-Gel sen bu sevdadan vazgeç ay yiğit! Salimen, yurduna var, dön obana git! dedi.

-Kasım-ı Kamberalp yoluna kurban olsun ay kız! Her ne dert gelecekse, senden gelsin. Bundan böyle yurdum da, obam da sensin. Sen dile, çöldeki kum kadar koyunlarım, yağmur damlası kadar yılkılarım, dağlar kadar obalarım senin olsun, yeter ki beni reddetme…

Kız mahcup gülüverdi, hem dahi işveli.

-Ey yiğit Kasım-ı Kamberalp! Sen benim gönlüme güç yetiremezsin, bana dünyayı versen, kalbimi çeviremezsin! Benim şartlarımı yerine getirecek yiğit çıkmadı henüz karşıma. Çıkanlar da rüsvay olup gitti bu cihandan, beni dinle, gel sen vazgeç bu sevdadan!

-Ay kız, gözü sürmeli, kaşı yay kız! Yalvarırım adını bağışla bana, gönlünü aç bu sefil sevdalına! Kamberalp seviyorum dediyse, asla sözünden dönmez, uğruna her şeyini verir de, kavuşmadan ölmez!

Omuz silken hatun, yansız konuştu.

-Seviyorum demek ağızdan kolay çıkar ama gerçekten sevmek? Gerçekten sevmek büyük fedakârlık ister Kamberalp!

-Her ne şartın varsa kabulümdür, yeter ki beni reddetme ay kız!

O ki,

-Benim şartlarım hem çok hem de pek ağırdır! diye yeniden uyardı.

-Sen söyle hele bir. İster sırayla, ister hepsini bir… Bir an önce yapayım cümlesini birden, yârime kavuşayım yüce Mevla’mın izniylen!

-Peki, öyleyse bu testideki suyu saklarım sana, ta ki bütün şartlarımı yerine getirince içersin kana kana. İlk şartım odur ki, yarın gelirsen bu pınarın başına, burada azgın bir canavar çıkar karşına. Senden onunla güreş tutmanı isterim. Eğer canavar yenerse, -bir lokmada yutar seni,- ben de ağlarım ardından birkaç mevsim… Yok, canavarı sen yenersen, bir kötülük yapmayasın sakın! Unutma, zarar verirsen canavara, asla kavuşamazsın bana! Canavar, senden bir şey isteyecektir muhakkak. Eğer beni gerçekten seviyorsan, dediğini ikiletmeden yerine getirmeye bak! Bana kavuşmanın yolu, canavarı razı etmenden geçer, unutma bunu! Adımı bana kavuşunca öğrenirsin artık ey Kasım-ı Kamberalp! deyip gitti.

Can-ı gönülden,

-Beli Sultanım! diyen Kamberalp, baş kırıp, diz vurup kaldı öylece…

Yiğit Kamberalp, yoldaşlarına kavuşunca, başından geçenleri anlattı bir bir. Yoldaşları Kasım-ı Kamberalp’ı kararından çevirmek için döktü bir nice dil. Böyle bir şey duymuşlardı kaç mevsim önce, belki gençlik zamanıydı fikirlerince… Bir dilber-i ahuydu ki bu, kendisi erkek milletinin has düşmanı olurdu! Atası canavar, anası periydi, melek suretinde, şeytanın biriydi! Görenin aklını alan, âşıkının ruhunu çalan, kavuşmaya çalışanı tamuya yollayan, zalim bir avcıydı! Şartlarını yerine getirmeye bugüne kadar kimse güç yetirememişti, akıllı kimseler bu sevdadan tez vakitte geçmişti. Yoldaşları Kamberalp’a sevgili hatununu, gözünden esirgediği kızını, hayat kaynağı anasını hatırlatıp, bu sevdadan vazgeçmesini istediler. Bütün bu sözler, hayırhah nasihatler Kasım-ı Kamberalp’ın bir kulağından girdi de hassas yüreciğine kadar inemedi. Efsunlanmış gibi yalın bakan adam, sustu kaldı öylece taş gibi. Sözün fayda etmediğini gören yoldaşları, müsaade isteyip yurtlarına döndüler.

Kasım-ı Kamberalp,

-Obama, aileme selam söyleyin ey yoldaşlarım. Benim hâlimden sakın bahsetmeyin avdaşlarım! Allah’ın izniyle o kızı alıp gelmeyi umarım, diye seslendi artlarından.

Ertesi gün pınarın başına geldiğinde, bir canavarla karşılaştı Kamberalp! Bir kanadı yerde, bir kanadı gökte ki hem ne sarp! Yeşil gövdeli canavarın sırtından kuyruğuna uzanan mahmuzları sivri, pençeleri keskindi. Bedeninde uçuşan yumuşacık tüyleriyle, başında titreşen çiçek gibi ibiği mor bir ejderhaydı bu! Pars avcısı Kamberalp, yüreğinde en küçük bir titreme olmaksızın, bir tereddüt göstermeksizin atıldı korkunç canavarın üstüne! Yaman bir güreşe tutuştu oracıkta iki amansız rakip. Bir öküzü bir yumrukta yere yıkan, koca ağacı kökünden söken Kasım-ı Kamberalp, canavarın sırtını yere getirmekte fazla zorlanmadı. Rakibini şiddetle yere çarpan adam, canavarın şaşkınlığından istifade edip sağ ayağının küçük parmağını kesiverdi oracıkta.

-Sana bunu zarar vermek için yapmadım canavar! Belki kız inanmaz diye yanıma aldım parmağını o kadar!

Acıyla gözlerinden yaş akıtan canavar dile geldi.

-Yiğitliğin gerçekmiş! Bugüne kadar sırtımı yere getiren kişioğlu çıkmamıştı karşıma. Sen zarar vermeme sözünü tutmadın ama madem kızı çok seversin, o yüzden parmağımı kesmeni affettim.

Gururlanan Kamberalp,

-İmtihanı kazandım mı ey ejderha canavarı? diye sordu.

-Kamberalp dur hele, ne bu acele? Kız sana söylemedi mi? Benim bir dileğim olacak elbet senden. Sen eğer gerçekten kızı seviyorsan, beni beslemelisin o zaman!

Kamberalp canavara bir çocuk gibi usluca boyun eğdi.

-Benim sürülerim var yaylaklarda, yılkılarım var meralarda, dile benden istediğin kadarını, sürüp getireyim hemen onları!

-Senden ne at isterim, ne koyun! Benim yiyeceğim en sevdiğin şeylerden olmalı Kasım-ı Kamberalp! Gördün ya, öyle zayıfladım ki, senin gibi bir kişioğluna bile yenildim…

Sabırsızlanan Kamberalp,

-Peki, ne istersin benden? diye sordu.

-Duydum ki, ihtiyar bir anan, seni çok seven bir hatunun, gözünden sakındığın nazenin bir kızın, sultanlara layık bir atın varmış. Ben şimdilik atını istemem. Sen içlerinden birini seç! Üç gün içinde bana getir! Eğer kıza kavuşmak istersen, benim rızamı alman gerektir. Unutma, çok açım, kalmadı hiç sabrım!

Atına atlayan Kasım-ı Kamberalp, öyle hızlı sürüp gitti ki, iki günlük yolu bir günde aldı. Yol boyu, kimi canavara vermesi gerektiğini hesap etse de kararsız kaldı. Önce kızını vermek diledi. Ne de olsa, yüce Mevla yeniden bir kız verirdi. Ancak Kamberalp’ın tek meyvesi, kızıydı bu dünyada şüphesiz. Hassas yüreciği kabul etmedi kızına kıymaya, o kadar küçük, o kadar güzel, o kadar nazenindi ki! Yüce Mevla affetmezdi böyle masum bir balaya kıyanı! Sonra hatununu vermeye karar verdi. Zaten yeni hatun alacak değil miydi? Lakin hatunu, kendisini öyle sevmekteydi ki, ömrünü adamıştı erinin yoluna. Yüce Mevla affetmezdi böyle fedakâr hatuna kıyanı! Ardından anasını vermeyi düşündü. Yaşını yaşamış, dişini dişemiş bir ihtiyardı anası. Hem ömründen geriye daha kaç senesi kalmıştı ki? Düşündü de, hayat ağacının kökünü kesmeyi göze alamadı. Kudretli Allah affetmezdi akpürçek anasına kıyan evladı! Kararsız kalan Kamberalp birine kıymalıydı ki, ay parçası kıza kavuşsun hâliyle…

Obasına vardığında kararını vermiş olarak yurduna girdi, varıp anasının eline kapandı. Yaşlı kadın hasretle yanaklarını hem dahi gözlerini öptü yiğit balasının. Öptü doyamadı balasına, kokladı kıyamadı balasına, sardı sarmaladı Kamberalp’ı, bebek gibi göğsünde sakladı Kamberalp’ı.

-Anam, anam, hayat pınarım, can damarım! Oğlunun sana ihtiyacı vardır, sormadan peşinden gelir misin?

Kasım-ı Kamberalp’ın yüzünü avucunun içine alan anası şefkatle yüzüne bakıp,

-Dokuz ay sorgusuz taşıdım ben seni, dedi.

-Dünyaya geldin, başında bekledim ben senin. Ürkerek emekledin, peşinden geldim ben senin. Korkarak yürüdün, ardında gölgen oldum, hangi vakit senden ayrı yol tuttum?

Ellerini öpen sevgili balası, kimseye bir şey demeden atının terkisine alıp götürdü yaşlı anasını.

Pınarın başında, bir o yana bir bu yana sabırsız dolanmaktaydı ejderha canavarı… Ayakları yerde, başı gökteki canavarı gören yaşlı kadın titredi ejderhanın haşmetinden.

-Oğul, oğul can oğul! Neden beni canavarın karşısına getirdin? Yoksa ona can borcun mu vardı? Can borcun varsa idiyse, gizlemene gerek yoktu ki! Seni dünyaya getirirken canımı ortaya sürmüştüm zaten, nice zahmetle büyütüp adam ettikten sonra kaçınacağımı mı sandın ay balam?

-Anam can borcum yoktur ama ondan alacak bir muradım var elbet! Muradıma ermem için, canavara vermem gerek seni! Ne olur anla beni!

Canavar, yaşlı kadını pençesiyle kaptığı gibi ağzına atarken, gözünden bir damla yaş süzülen anası,

-Hangi murat ananı kurban etmeye değer? Sen yalnız beni değil, vicdanını da canavara yem ettin ay balam! Ah, ben seni çok sevmiştim hâlbuki! dedi.

Ejderha kadını bir lokmada yuttuğu sırada Kasım-ı Kamberalp’ın yedi arşın genişliğindeki aygır göğsü daraldı, acıdan nefesi kesildi. Hiç dert etmedi Kamberalp bunu çünkü öyle çok seviyordu ki kızı!

Daha sonra kadının gözünden yaş düşen o toprakta bir bitki yeşerdi.

Kadını yuttuktan sonra keyifle damak şaklatan Canavar,

-Gövdeme zindelik, göğsüme genişlik geldi, dedi.

Ejderha, Kasım-ı Kamberalp’ın isyan etmesini beklerken, o yansız sordu:

-Hayatta en sevdiğim kişi olan anamı yedin canavar! Şimdi artık kıza kavuşabilir miyim?

-Dur, acele etme hemen. Bir kez daha güreşelim, kim olacak bakalım yenen?

Yiğit Kamberalp, canavarın sırtını yine yere getirdi ama bu kez ejderhanın direnci karşısında zorlandı. Ejderha canavarı yerden kalktığında,

-İşte kendin de gördün Kamberalp, daha gücüm yerine gelmemiş. Hele sen hatununu ya da kızını getir ki, benim gücüm yerine gelsin, rızam bir karar kılsın, dedi.

Kıza kavuşmak için her şeye razı olan Kasım-ı Kamberalp, çaresizlikle ejderha canavarının emrine boyun eğdi.

İki günlük yolu bir günde aldı ama kızına kıyamadığından hatununun yanına vardı. Hatun erini görünce çok sevindi. Ayaklarına sular döktü, altına samur serdi. Hizmetini gördü teklifsiz.

-Erim, erkeğim! Parsım, arslanım! Gözüm yolda kaldı, yüreğim aşkından yandı, yüce Allah’a hep dua ettim, hasretle dönmeni bekledim.

-Ey benim melek huylu hatunum! Ey benim soylu hatunum! Erinin senden bir dileği vardır. Seni alıp götürmek ister, sormadan gelir misin?

-Senin sözün bana emir değil midir? Hatunun yeri, erinin yanı değil midir? Sormana gerek yok ki, sen nereye istersen ben oraya gelirim.

Kasım-ı Kamberalp, hatununu kimseye bir şey demeden alıp götürdü obadan…

Pınarın başında sabırsızlıkla bekleyen bir pençesi yerde, bir pençesi gökteki ejderhayı gören Kamberalp’ın hatunu korkuyla titredi.

-Ey evimin direği, ey balımın peteği Kamberalp! Neden beni bu canavarın karşısına getirdin? Yoksa bu canavara can borcun mu var? Öyleyse gizlemene gerek yoktu ki, hatunun olduğum günden beri canımı zaten sana adamıştım! Ne zaman istesen vermeye razıydım.

-Ey benim soylu, yüreği iyi huylu melek hatunum! Canavara can borcum yok ama ondan alacak bir muradım var elbet! Canavarı razı etmem için seni ona vermem gerek, ne olur beni affet!

Kaptığı gibi ağzına atarken azgın canavar onu, gözünden küçük bitkinin üstüne bir damla yaş düşen Kamberalp’ın hatunu,

-Hangi murat hatununa kıymaya değer? Sen yalnız beni değil, şerefini de canavara yem ettin ey sevgili erim! Ah, ben seni çok sevmiştim hâlbuki! dedi.

Canavar, hatunu bir lokmada yuttuğu sırada, Kamberalp’ın aydınlık yüzüne bir karalık gelip kondu. Eskiden hatununa surat asmaya bile kıyamazken şimdi onun canavara yem olması Kamberalp’a hiç üzüntü vermedi aslında. Çünkü vicdanını daha önceden kurban etmişti adam. Hem o nazlı dilbere öyle sevdalıydı ki!

Daha sonra Hatun’un gözünden düşen yaşla ıslanan bitki büyüyüp boy attı.

Hatunu bir lokmada yiyen Canavar, tatlı tatlı yalanırken alaycı sordu yine.

-Gözlerime fer, yüzüme nur geldi, daha bir güzelleştim değil mi Kamberalp?

Kasım-ı Kamberalp, Canavara isyan etmek yerine, soruya soruyla karşılık verdi.

-Ey ejderha canavarı! En çok sevdiğim iki kadını aldın da, peki rızalığın yok mudur hâlâ bana?

-Bir güreş daha tutalım hele Kamberalp.

Kasım-ı Kamberalp, ejderhayı yine yense de, sırtını yere getirmek için epeyce bir ter dökmek zorunda kaldı her nedense?

-Sen de denedin ya yiğit Kamberalp, henüz gerçek gücüme kavuşamadım. Hele sen kızını da getir, bakalım bir kararda kalabilecek miyim? Unutma ki, benim rızamı almazsan, kız sana varmaz!

Kıza kavuşmak için her şeye razı olan adam, çaresiz boyun eğdi ejderha canavarına.

Obaya geldiğinde küçük kız atasının kollarına atıldı. Boynuna öyle sarıldı ki, kimse onu ayıramazdı. Atasının elini yüzünü öpen küçük kız, sitem etti adama.

-Atam, atam, nerede kaldın can atam? Bir kusurum mu oldu, yoksa bir hatam? Özledim seni çölün suya hasreti gibi, özledim seni yağmur tanelerinin kesreti gibi…

Bir an önce sevdiğine kavuşmak kararında olan Kamberalp, kızını kucaklayıp atına bindirirken bu kez yalan söyledi. Hayatında hiç yalan söylememiş olan Kamberalp, daha önceden şerefini kurban ettiği için hiç zorlanmadı bu konuda.

-Atan seni ne çok sever, anan özlemiştir yolun gözler. Yeni yurdunda bekler anan, durma götüreyim seni ay balam!

Küçük kız anasına kavuşacak olmanın sevinciyle, hemen yola düşmeye razı oldu. Atası, kimseye bir şey demeden kızını obadan alıp götürdü.

Bir dudağı yerde, bir dudağı gökteki ejderha canavarını gören kız, korkuyla atasına sarıldı.

-Atam, atam can atam! Hani beni anama götürecektin? Yoksa bu canavara bir can borcun mu var senin? Öyleyse yalan söylemene gerek yoktu ki, beni dünyaya getiren zaten sendin, isteseydin kendi rızamla canımı verirdim!

-Ey benim nazenin kızım! Bu canavara bir borcum yok ama ondan alacağım bir muradım var. Canavarı razı etmem için seni ona vermem gerek! O yüzden yalan söyledim, beni ne olur affet!

Dehşetli canavar, kaptığı gibi kızı ağzına atarken, serpilip boy atmış bitkinin üstüne gözünden bir damla yaş akıtan balacık,

-Hangi murat balacığına kıymaya değer? Sen yalnız beni değil, kalbini de canavara yem ettin ey hürmetli atam! Ah, ben seni çok sevmiştim hâlbuki! dedi.

Canavar kızı bir lokmada yuttuğu sırada, Kamberalp’ın içinden bir şey kopuverdi, acısının şiddetinden tüm bedeni titreyip, ağzından bir avuç kan boşaldı. Ancak acısı pek çabuk geçiveren Kamberalp’ın, vicdanı olmadığı için sızlamadı, şerefi olmadığı için utan-madı. Hem o ahu gözlü kıza öyle büyük aşk duyuyordu ki!

Daha sonra balacığın gözünden süzülen yaşla ıslanan bitki, tomurcuk verdi.

Küçük kızı bir lokmada yutan Canavar, iştahla yalanırken,

-Kalbim inceldi, bedenim genceldi, diye sevindi.

Kasım-ı Kamberalp’ın daha fazla dayanamayıp isyan edeceğini beklerken o,

-Ey ejderha canavarı, bu dünyada en çok sevdiğim üç kişiyi aldın, artık rızalığın var mıdır bana? diye sordu.

Kendiyle gururlanıp göğsünü şişiren canavar,

-Ey Kasım-ı Kamberalp! dedi.

-Kızın pek küçük bir lokmaydı, karnımı doyurmaya yetmedi. Aktogan Küheylanı ver de bugünkü rızkımı toplayayım. Hem bundan sonra senin ata ihtiyacın kalmadı zaten.

Sükût eden Kamberalp, başını başka yöne çevirdi. Ejderha canavarı ata hücum ederken, korkuyla kişneyen Aktogan dile geldi:

-Ey benim hakikatli sahibim! Bunca yıl sana kusursuz hizmet ettim. Sırtımda nice hünerler, nice yiğitlikler gösterdin. Tut, dedin kuş gibi uçup yakaladım, kaç dedin, şimşek gibi çakıp savuştum. Seni nice gaileden salime çıkarmadım mı? Şimdi bu hain canavara mı teslim edeceksin beni, yiğit sahibim?

Kasım-ı Kamberalp çaresizce cevap verdi.

-Sen de bilirsin ki ey Aktogan Küheylan, ben o kızı görene kadar kimseye hainlik etmedim. Ne olur anla beni çünkü onu çok sevdim. Eğer canavar beni isteseydi, gözümü kırpmaz verirdim tatlı canımı! Lakin o seni istemekte ki, elimden bir şey gelmez gayrı…

Zalim canavar, Küheylan’ı ağzına atarken, atın gözünden bitkiyi sulayan bir damla yaş düştü. O sırada Aktogan,

-Sen yalnız beni değil, yiğitliğini de canavara yem ettin ey sahibim! Ah, ben seni çok sevmiştim hâlbuki! dedi.

Canavar, atı bir lokmada yuttuğu sırada, Kamberalp’ın yalçın dağlar gibi dik omuzları çöküverdi. Cenk yoldaşı atını kaybetmek Kamberalp’ı hiç üzmedi. Küheylan’a sızlayacak ne vicdanı, ihanetine utanacak ne şerefi, atı için ağlayacak ne kalbi kalmıştı geride çünkü. Hem o yosun gözlü kıza öyle bağlanmıştı ki!

Daha sonra Aktogan atın gözyaşıyla sulanan tomurcuklu bitkiden, mızrak gibi irili ufaklı mahmuzlar büyüdü.

Küheylan’ı da iştahla gövdesine indiren Ejderha, iyice keyiflendi.

-Omzum dikleşti, pençem çelikleşti, şimdi bana kimsenin gücü yetmez artık! diye övündü.

Kamberalp isyan etmek yerine merakla sordu.

-Sana en değerli varlıklarımı yem eyledim, daha başka istediğin varsa hemen vereyim, yeter ki benden razı ol, dedi.

-Artık senden alacak bir şeyim kalmadı, ey Kamberalp! Gönlün rahat eylesin, işte sonunda rızama erdin!

-Benimle güreş tutmayacak mısın ey canavar?

Canavar hain hem dahi kendinden emin güldü.

-Seni bundan sonra istediğim vakit yenerim Kasım-ı Kamberalp! Bilesin ki, senin önce vicdanını aldım, yetmedi şerefini aldım, sonra kalbini aldım, nihayetinde yiğitliğini aldım, artık bana neyle karşı koyacaksın? Benim için bir lokmalık yemsin sen. Eğer kızın hatırı olmasa, şuracıkta yerdim hemen.

Daha önce üç kere canavarın sırtını yere getiren Kasım-ı Kamberalp, ejderhayı hor görüp,

-Ben yiğitler yiğidi, dağları titreten, yağıları dağıtan, ağaçları kökünden söken, koca öküzü bir yumrukla yere seren, ejderha canavarını üç kere yenen, pars avcısı Kasım-ı Kamberalp’ım! dedi.

-Seni ne vakit istesem yenerim ey canavar! Eğer kızın hatırı olmasaydı çoktan boynunu vurmuştum bile! diye övündü.

Canavar gülüp geçti.

-Sen kendini öyle belle. Kıza kavuşmakta hâlâ kararlı isen, yarın pınarın başına gel hele. Benim rızamı aldığını söylersin ama onun şartları daha ağırdır unutma!

-Bundan daha ağır ne şartı olacak ki? diye alay eden Kamberalp oradan uzaklaşırken, ejderha ardından bakıp kederle söylendi.

-Mevla kimseye senin gibi kötü yazgı yazmasın ey Kamberalp!

Kasım-ı Kamberalp, kayın ağacının altına geldiğinde, yüz kez daha güzelleşmiş buldu o ceylan kızı. Teklifsiz gülüşüyle, aydınlık yüzüyle göz kamaştıran kız, Kamberalp’ı yüz kat daha fazla âşık etti kendine! Seferden dönen bir kahramanı karşılar gibi sevinç gösteren kız,

-Ey yiğit Kasım-ı Kamberalp! dedi.

-Ben senin buraya salim döneceğine inanmazdım ama görürüm ki sapa sağlam karşımdasın. Yoksa canavarla karşılaşmaktan korktuğun hâlde, beni aldatmaya mı geldin?

Göğsünü gururla şişiren adam,

-Güzeller güzeli ay kız! Ben senin yoluna varımı yoğumu koydum, bu dünyada en çok sevdiklerimden oldum. Bana böyle sözler söyleme, nazik kalbimi perişan eyleme. Eğer bana inanmıyorsan, elimdeki ejderha parmağına inan! diyerek avucunu gösterdi.

Kız parmağı inceledikten sonra,

-İnandım sana ey yiğit! Şimdiye kadar kimsenin başaramadığını başardın, dedi.

-Artık beni reddetme ay kız! Bana adını bağışlayıver ki aklım bir kararda dursun, testinden kana kana su içir ki, yüreğim soğusun, Allah’ın izniyle eşim ol ki, gönlüm şen olsun!

-Bu iş o kadar kolay değil ey Kamberalp! Sana daha önce de dedim, benim şartlarım pek sarp. Her yiğit, bunun altından kalkamaz!

-Her ne şartın varsa, başım üstüne, yeter ki erin, erkeğin olarak beni kabul eyle!

-Ben kaynağından yeni doğmuş su kadar temiz, sabah çiği kadar taze, ayın ondördü gibi erişilmez, parsın kokusunu almış ceylan gibi ürkeğim… Şimdi sen kendine bir bak ey kişi! Yaşı kemâle ermiş, belki üstünden birkaç mevsim geçmiş, her an ihtiyarlık iklimine adım atacak gibisin. Ben kendime yakıştırsam bile, sen daha kaç mevsim bu hâlde kalabilirsin?

-Hele ay kız şöyle bana bir bak! Yağlı, kara saçlarım ne parlak! Var mı içinde bir tel ak?

Kız hayran güldü.

-Gür, asi bıyıklarım var, çiğ düşmemiş. Uzun, kara sakallarım var, tarak görmemiş. Yüzümde yılların eseri ne bir kırışık, bedenimde ihtiyarlığın nişanesi ne bir buruşuk? Seven adama sevgilinin cilvesi az gelir, yiğitlikte Kamberalp’a on beşlik delikanlı vız gelir!

Kız gülüverdi nazlı.

-Madem beni bu kadar çok seversin, o zaman hep böyle kalacağının sözünü vermelisin. Hep bugünkü gibi kaldığın sürece, saçına sakalına bir gümüş tel düşmedikçe, bedenine ihtiyarlık nişanesi gelmedikçe, ben seni her daim seveceğim! O ki, yaşlılık vaki olur bedeninde, bana yalan söylersin kendince. Seni yine severim, ancak ejderhaya yem ederim! Eğer bu şartlarımı kabul edersen, sana kimsenin tatmadığı saadeti yaşatırım. Beni sevmeye doymazsın, sevdiğine hiç pişman olmazsın!

Hakk’ın emri olan ihtiyarlığın bedenine uğramayacağı sözünü veren Kamberalp, bu ağır şartları bir an bile tereddüt etmeden kabul etti oracıkta! Çünkü kızdan vazgeçmeye niyeti yoktu asla!

-Beli, diyerek baş eğip diz kırdı hürmetle.

-O hâlde uğruna nice çileler çektiğin hatunun adını öğrenmeye hak kazandın: Ayçelen’dir benim adım! Ayın şavkı gibi gözalıcı, dolunay gibi akıl çeliciyim! Senin için doldurduğum testiden al şimdi kana kana iç! Susuzluğun içmekle dinmesin, yüreğinin yangını dünya felekte sönmesin!

Koca testiyi içti de, hiç içmemiş gibi içi yandı, Ayçelen’i gece-gündüz sevdi de, sevmeye doyamadı Kamberalp!

Ayçelen Hatun’a doyamayan Kasım-ı Kamberalp hiçbir kişioğlunun yaşamadığı mutluluklar yaşadı. Kız ne istediyse o yaptı, o ne istediyse kız yaptı. Âlemde birbirini böyle seven, aşktan böylesine sarhoş olmuş bir çift belki de yoktu o zamanda!

Onlar birbirini öylece amansız severken, yıllar, yılları kovaladı, bebekler büyüdü düğün dernek toyladı, ihtiyarlar öldü Tamu’yu boyladı.

Günlerden bir gün düşünde saçlarının, bıyıklarının, kaşlarının bembeyaz olduğunu gördü Kamberalp. Sabah korkuyla uyanan adamın gönlüne, gümüş tel korkusu düştü hâliyle…

O günden sonra her sabah erkenden kalkarak saçını, sakalını tel tel incelemeye başlayan Kasım-ı Kamberalp, haftalar sonra ilk gümüş teli sakalında buldu dehşet içinde! Korkuyla eli ayağına dolandı neyse ki, Ayçelen rahat uykusundaydı.

Hemen gümüş teli kesip suya attı ancak gündüz gözüne korkulu düşler görmeye başladı.

Erinin tedirgin hâli, Ayçelen’in dikkatini çekmekte gecikmedi.

-Erim, erkeğim, canımın çekirdeği sevgilim! Bir hâl oldu sana günlerdir, söyle bana derdin nedir?

Kasım-ı Kamberalp anlamazdan geldi.

-Bana bir şey olduğu yok nazlı kekliğim, sarhoşluğumun sebebi şarap değil aşkındır sevdiğim!

-Sakın ihtiyarlık gelip çatmış olmasın? diye alay eden kız gülüp geçti.

Kızın şakası, içindeki korkuyu büyütmekten başka bir işe yaramadı.

İkinci gümüş telini toprağa gömen Kasım-ı Kamberalp, ortaya çıkmakta gecikmeyen üçüncüsünü gördüğünde, artık sakalıyla başa çıkamayacağını anlamıştı. O sabah sakalını tıraş etti hemen.

Eşini sakalsız gören Ayçelen hayret etti.

-Neden kestin gür sakalını Kamberalp?

Şerefini daha önce ejderhaya kurban eden adam, yalan söylemekte bir sakınca görmedi o an.

-Sakalımı sevdiğini bildiğim için, daha gür çıksın diye kestim.

Kız, sevdiğine inanmıştı hemen.

Her gün sakalını tıraş eden Kasım-ı Kamberalp, bıyığında bir gümüş tel buldu çok geçmeden. Hemen kesip suya attı zehirli yılandan kurtulmak ister gibi. Ertesi gün ikincisi eline geldiğinde onu da toprağa gömdü. Üçüncü hain tel, bıyığının yola gelmeyeceğini gösterdiğinden hemen tıraş etti sakalını!

Ayçelen, erkeğinin bıyığını kesmesine pek şaştı.

-Bıyıksız er, kılıksız hatuna benzer, neden kestin Kamberalp?

-Bıyık sakalın yoldaşıdır sevdiceğim. İkisini birbirinden ayırmak olmaz benim bildiğim,” diye yalın karşılık verdi eri.

Kız aldırmadı erine, gülüp geçiverdi yine.

Çok geçmeden Kamberalp bulunca kaşında ilk kırı, tereddüt etmeden koparıp attı. İkinci teli bulduğunda kaşlarını tıraş etmekten başka çaresi kalmadığını anladı. Kaşsız Kamberalp’ı gören hatunu, şaşıp kaldı bu işe.

-Ben seni böyle de severim ama kaşını neden kestin Kamberalp?

-Ahdettim Ayçelen Hatun, erkek evladımız olana kadar kaşımı tıraş edeceğim hep!

Kız nazla güldü ama uyarmadan da edemedi.

-Tamam, sakalın, bıyığın, kaşın senin olsun ama benim hatırıma sakın saçına kıyma!

Kasım-ı Kamberalp’ın korkusu bir kat daha artmıştı. Saçına ak düşecek olursa nasıl gizleyecekti ki? Korkusunun yersiz olmadığını ilk gümüş telin eline geliverdiği sabah anlamakta gecikmedi. Hemen kesip suya attı o teli. Ertesi gün bulduğu gümüş teli toprağa gömse de, kara kara düşünmekten elbet kendini alamadı. Ayçelen’e söz vermişti istese de saçını kesemezdi artık! Saçına düşen gümüş telleri gün olur saklayamazsa, hatunu kendisini canavara verirdi mutlak! Ölmek Kasım-ı Kamberalp’a zor gelmezdi de ayrılığı ne yapmalıydı öyleyse?

Kendi başına çare bulamayınca, yardım istemek için Ocak Hatunu’na gitti adam. Kamberalp’ın dinleyip derdini, ihtiyar Ocak Hatunu, şöyle bir çare önerdi.

-İç yağıyla isi karıştır, saçını her gün onunla boya. Saçının kırı belli olmaz. Boyanın akıp aklarının ortaya çıkmasını istemiyorsan, Hatununun yanında yıkanmayasın, sakın yağmur altında kalmayasın!

Kamberalp sevinçle dönerken yurduna, yolda geldi aklı başına. Ayrı yıkanmak kolaydı da, aniden bastıran yağmurdan nasıl korunacaktı peki?

-Bak onun çaresi bende bulunmaz. yüce Mevla’dan yağmur yağdırmamasını dileyeceksin, kalbin temiz, işin hayırsa, neden ümit kesesin?

Kasım-ı Kamberalp, vicdanını yitirdiğinden, kendinde bir suç bulamadı elbet, kalbini temiz, yolunu hayır gördü.

-Benim bilerek işlediğim bir günah yoktur. Bu dünyada tek suçum sevmektir. Kişioğlu kişinin sevdiği uğruna her şeyini vermesi suç mudur Ocak Karısı? Sevdiğin uğruna sevdiklerini vermezsen, buna gerçek sevgi denir mi hiç?

-Sen değil miydin, anamı, eşimi, kızımı canavar yem ettim diyen ey zalim kişi?

Canı sıkılan adamın suratı kararmıştı.

-Gerçi ben vicdanımda temizim ama insanların gözünde, Yaratan’ın katında büyük günahkârım Ocak Hatunu! Kimse bu dünyada benim kadar sevmiş değildir ki, hâlimi anlayabilsin! Şimdi hangi yüzle dua edeyim yüce Mevla’ya?

-Madem o kadar günahkârsın, karşı tepede yaşayan ermiş kişiden himmet iste, duası makbul olarak bilinir herkesçe, diye karşılık verdi hatun.

Kasım-ı Kamberalp’ı dinleyen yaşlı adam,

-Yağmur yağmaması için dua edemem ama senin etmene de bir şey demem, dedi.

-Biliyorum ben sizlerin gözünde çok günahkârım, yakınlarıma zulmettim. Hepsini tek tek canavara yem ettim. Yüce Allah benim duamı kabul eder mi, ey hürmetli aksakal? diye sordu dertli Kamberalp.

-Hikmetinden sual olunmaz yüce Mevla’nın ey zalim kişi! Nice zalime hatta şeytana bile kıyamete dek mühlet vermiştir. O ki senin de dileğini kabul eder belki. Yusuf’u kuyudan çıkarıp vezir eden, Firavun’u denizde boğup rezil eden O’dur çünkü.

Börkünü yere çalan Kamberalp, mahviyetle yere çöküp başına toprak saçtıktan sonra Mevla’sına yöneldi gözyaşları içinde. Kendi hâlince, vicdanını yitirmiş saf gönlünce, dili döndüğünce yakarıp, yağmur yağdırmamasını diledi. Sonunda Firavun olmak olsa bile, Yusuf gibi düştüğü kuyudan çıkmak istiyordu çünkü hatununu çok seviyordu.

Ermiş kişi,

-Artık ne senin, ne benim yapacağım bir şey var. Yüce Yaratan’ın duanı kabul edip etmediğini bekleyip göreceğiz. Haydi, şimdi var git yoluna, dedi.

Sonraki günlerini tedirgin geçirdi Kamberalp. Hatununa fark ettirmeden her gün gizliden saçını boyadı, havayı incelemeden dışarıya adım atmadı.

Haftalar gelip geçti de, ne gökte bir avuç bulut toplandı, ne yere bir damla su indi…

Her şey yolunda gidiyorken, aylar süren kuraklığın ardından ejderha pınarı dışındaki bütün pınarlar kurudu, tüm kuyuların suyu çekildi. Su diye inleyen kurt kuş feryat etmeye başlayınca, aklı başından giden Kasım-ı Kamberalp, hemen Ocak Hatunu’na koştu.

-Ay hatun, vay hatun! Dediğini tuttum, duaya oturdum. Ulu Allah duamı kabul etti, gökten bir damla yağmur inmedi. Ama şimdi kurt kuş susuz kalıp inlemeye başladı. Eğer böyle giderse korkarım yağmur yağar her gün…

-Yüce Allah kullarına pek merhametlidir elbet, onları susuz bırakacak değildir ebet. Sen ermiş kişiden iste medet! Ondan söz al, yağmur duasına çıkmasın sakın! Gerisini nasıl isterse öyle yapasın!

Ermiş kişinin dizinin dibine düşen Kamberalp, hâlini arz edip, medet diledi.

-Aman ermiş kişi! Hâlim yaman ermiş kişi! Yârimden ayrı düşmeyeyim medet, yağmur yağıp, boyam akmasın himmet!

Ermiş kişi söz verdi.

-Kendi ihtiyacım için yağmur duasına çıkmayacağım, sana söz veriyorum ey zalim kişi.

Sonra sordu.

-Ama onca kurt kuş ne olacak peki? Susuzluktan ölsünler mi ki?

Kasım-ı Kamberalp, ermiş kişiye cevap veremediğinden kara düşüncelere daldı. Çare yine ermiş kişiden geldi.

-Eğer her üç günde, bu havalideki yedi kuyu, kırk yalağı suyla doldurmaya söz verirsen sen, susuzluktan ölsem dahi, yağmur duasına çıkmam ben. Ama bir yalağı dahi susuz bırakırsan, hayvanlar ölmesin diye dua edip yağmur dileyeceğim yüce Allah’tan. Söz verir misin bana bu işi aksatmayacağına?

Ermiş kişiye söz veren Kamberalp, üç günde bir yedi kuyu, kırk yalağa su doldurdu hiç aksatmadan. Kurt kuş, ins cin susuzluğunu giderdi buralardan. Gökten bir damla yağmur inmese de susuzluktan şikâyet eden bir kul yoktu yine.

Aylar yılları kovaladı gün oldu Kamberalp’ın dizleri sızladı, gün oldu beli ağrıdı. Ayçelen Hatun hep genç kalırken, Allah’ın buyruğu yaşlılığı durdurmaya Kamberalp bir çare bulamadı.

Bedenindeki yaşlanmayı durduramayınca, sızlayıp bükülen beline zırh giydi, titreyip ağrıyan dizine dizlik geçirdi. Ayçelen pek şaştı erinin zırh giymesine.

-Erim, erkeğim ay Kamberalp! Zırh giymekte nedir ki maslahat?

Şerefini kaybettiğinden artık rahatça yalan söyleyebilen Kasım-ı Kamberalp,

-Eşim, evdeşim, hayat yoldaşım Ayçelen! İkimizin büyük sevdası, dostlarımı düşman etti, düşmanlarımın kinini artırdı. Bana benden başka kimse vermez aman! Artık bundan sonra hepsinin canını Tamu’ya gönderene kadar bu zırhı gündüz çıkarmak bana haram! diye açıkladı.

Hatunu, erinin sözüne inandı da gülüp geçiverdi. Kasım-ı Kamberalp’ın gönlü huzur, hayatı saadet doldu. Sakalı tıraşlıydı, bıyığı kesikti, kaşları kazınmıştı, saçları boyalıydı, bedeni zırhlıydı ama Ayçelen Hatun hâlâ sevmekteydi onu! İçi aşkla dolu Kasım-ı Kamberalp daha ne isterdi ki?

Aylar, yıllar, mevsimler geçti, mutluluklarında bir dirhem azalma olmadı âşıkların…

Ancak, öyle bir zaman geldi ki, Kasım-ı Kamberalp’ta unutkanlık başladı sinsice. Bazı şeyleri unuttu, bir daha hiç hatırlamadı günlerce…

Her zaman doldurduğu yalaklardan birine su doldurmayı unuttu bir gün. Sonraki seferinde de hatırlaması olmadı mümkün. Zaten kalbini daha önceden yitirdiğinden, hayvanlara sevgi de duymuyordu. Sevgisi olmadığı için o yalaktan su içen kör yılan hiç aklına gelmiyordu. Kör yılan kaç kez geldiyse su bulamadı o yalakta…

Ermiş kişi ne zaman ki, yalağı kuru, kör yılanı ölü buldu, vakti geldiğini anlayıp oracıkta duaya durdu. Kendim için değil, hayvanlar için diye yüz sürüp yüce Mevla’ya yöneldi. Kendi hâlince, yanık gönlünce, kıvrak dilince, Yaratan’dan yağmur diledi.

Ayçelen Hatunla, kır gezintisi yapan Kasım-ı Kamberalp, sonsuz mutluluklarının tadını çıkarmaktaydı o sıra. Sevmeye doyamamış, sevilmeye kanmamıştı bunca yıl. Bu saadeti ne yapıp da kazandığını düşünüyor da bir türlü bulamıyordu. Uzun yıllar önce vicdanını kaybettiğinden, feda ettiklerini de hiç hatırlamıyordu!

İki âşık rüyadaymış gibi çiçek koklayıp, kelebek kovalarken, hiç beklemedikleri bir anda kara bulutlar toplanıverdi başlarında… Gök gürleyip şimşek çaktı, birden şiddetli bir yağmur başladı. Ayçelen Hatun, yıllardır özlemini duyduğu yağmurun sevinciyle raksederken, eri, çaresizlikle olduğu yerde donup kaldı! Kamberalp’ın kara yüzü, daha da kararırken,

-Eyvah, ermiş kişi dua etmiş olmalı, demek ben bir yere su koymayı unuttum! diye inledi.

Şiddetli yağmur Kamberalp’ın saçındaki boyaları bir anda silip atarken, Ayçelen Hatun, erinin gittikçe değişen suretine hayretle bakmaktaydı: O kapkara saçı, kır atın yelesine dönmüştü! Akan boyalar yüzünü ocak cininin isli suratına çevirmişti. Öyle ihtiyar, öyle aciz, öyle gülünç görünüyordu ki Ayçelen’in eri!

-Saçın bir anda nasıl beyazladı, suratın nasıl böyle karardı? diye şaşkınlıkla sordu.

Çaresiz Kasım-ı Kamberalp, artık yalanın fayda etmeyeceğini anlamıştı.

-Saçıma ak düşeli çok olmuştu ama ben onları boyayarak seni aldattım ey sevdiceğim!

Kızın gözlerinde şimşek çaktı da, ağzından ateş püskürdü sanki.

-Bana söz vermiştin Kamberalp, hani yaşlanmayacaktın hiç! Hani bana yalan söylemeyecektin ey zalim sevgili?” diye öfkeyle haykırdı.

Kamberalp boynunu büktü.

-Doğrudur söz verdim ama Yaratan’ın buyruğuna karşı gelinmiyor ki ey benim sevgili Hatun’um! Seni çok sevdiğimden yaşlandığımı saklayıp yalan söyledim. Âşkımda hiç azalma yok inan ki sevgilim, beni affet, hayatımıza devam edelim.

Kız inatla başını havaya dikti.

-Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edelim öyle mi? Hem zalimsin, hem de yalancı! Seni ejderhaya vereyim de gör bakalım şimdi!

Hatununun kendisini, ejderhaya vereceğine inanmadı Kasım-ı Kamberalp. Ne de olsa birbirilerini öyle çok seviyorlardı ki!

-Beni ejderhaya veremezsin sen! Biliyorum ki beni çok seversin! Hem canavarı nereden bulacaksın bu vakitte? Çağırsan gelmez, gelse bile bana gücü hiç yetmez!

Ayçelen kendinden emin konuştu.

-Sen öyle san ey zalim erim! Aslında o ejderha benim, seni bir lokmada yerim!

Ayçelen’in cevabına pek şaşırmıştı eri.

-Beni korkutup alay mı etmek istiyorsun? diye sordu.

Cevap vermek yerine çorabını çıkarıp ayağını uzatan Ayçelen’in küçük parmağı yerinde yoktu! Kasım-ı Kamberalp dehşetle bir adım geri attı. Cesur yüreğine bir acı korku indi, bükülmez bileği kurumuş dala döndü.

-Tüm sevdiklerimi yiyen, o zalim canavar sen miydin ey Ayçelen Hatun? diye ürkerek sordu.

-Ben mi zalimim, yoksa sevdiklerini birer birer kurban eden sen mi ey hain Kamberalp? diye cevaplayan Ayçelen Hatun, bir dişi yerde, bir dişi gökte ejderha canavarına dönüşüverdi!

Bir hamlede kendisini yakalayan canavara direnmek isteyen Kamberalp, yiğitliğini çok önce kaybettiği için şahinin pençesindeki serçe kuşu gibi çaresiz kalmıştı. Ne kadar dirense de ejderhaya güç yetiremedi.

-Boşuna direnmektesin ey Kamberalp! diye alay etti ejderha canavarı!

-Karşında seninle ilk kez güreş tutan zayıf ejderha yok artık! Bu savaşı, sana güç veren sevdiklerini bana yem ettiğinde kaybetmiştin zaten. Vicdanını, şerefini, kalbini, yiğitliğini almıştım senin, şu anda neyle karşı duracaksın bana? Şimdi sevenlerine çektirdiğin acıyı sen tat bakalım, zalim kişi!” diyen canavar, Kamberalp’ı ağzına attı.

Bu sırada Kasım-ı Kamberalp’ın gözünden, zehir gibi acı bir damla gözyaşı düştü dikenli bitkiye.

-Zalim dediğin kişinin tek suçu, sevdiği uğruna en değerli varlıklarını kurban etmek ey Ayçelen Ejderha! diyen Kamberalp’ın son sözü,

-Gül sanmıştım, dikenmişin meğer, seni sevmek her şeye değer! Ah, seni çok sevmiştim hâlbuki! oldu.

Kasım-ı Kamberalp’ın gözyaşıyla ıslanan gonca açıldı da dikenin tepesinde tüylü gibi bir çiçek açıverdi!

Kamberalp’ı bir lokmada yutan ejderha canavarı keyifleneceğine, gözünden bir damla yaş akıttı. Yaş çiçeğin üstüne düştüğü sırada,

-Ben de seni çok sevmiştim sevgili erim! Ama ben bir canavarım, en çok sevdiğimi yerim! dedi.

Canavardan akan yaşla ıslanan çiçeğin rengi ejderhanın rengini aldı hemen. Ejderha oradan kederle uzaklaşırken, ardında sipsivri, iri yeşil mızraklara sahip, tepesinde Ayçelen Ejderha’nın tüylerini hatırlatan mor çiçekli bir deve dikeni bıraktı! Göz alıcı çiçeğinin çekiciliği kadar, dikenleri öyle zehirli, öyle can yakıcıydı ki, güzelliğine aldananı, pek çabuk pişman etmekteydi…

Aşılmaz dağları aştı, geçilmez geçitlerden geçti, içilmez pınarlardan içip geldi Sungurtigin Cananbay! Kayın ağacının dibindeki serin pınardan içip bir vakit konmak diledi. Bu sırada gördü ki, nazenin bir hatun, pınardan su doldurmakta idi…

Mustafa Yörü
1965 yılında Konya’da doğan Mustafa Yörü, ilk, orta ve lise öğrenimini memleketi olan Kırşehir’de yaptı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nun Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi. Askerlik görevini tamamlamasının ardından 1993 yılına kadar reklamcılık yaptı. Daha sonra memuriyete başladı. 1998 senesinde kazandığı sınavın ardından TRT’de kameraman olarak çalıştı. Muhabirlik ve editörlük görevlerini de ifa eden Yörü, 2018 yılında emekli oldu. Evli ve iki çocuk babası Mustafa Yörü’nün İshak Kuşu-Yitik Çulun Peşinde ve Cimriname-Kerameti Kendinden Menkul adlı yayınlanmış iki romanı bulunmaktadır. Mustafa Yörü iki romanında da Ön Asya ve Anadolu’da Moğol döneminde yaşanan tarihte iz bırakmış olayları hikayeleştirmiştir.

Kırım Hanı II. Sahib Giray’ın zırhı

Önceki yazı

Atatürk’e ait iki hatıra

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Hikaye ve şiir