Atın dünya medeniyet tarihinde aldığı ehemmiyeti tebarüz ettirmenin fazla bir izah olacağı kanaatindeyiz. Zira herkesçe malumdur ki, insanlar ilk defa at sayesinde mesafe mefhumunu yenmeğe muvaffak olmuşlar ve ancak bundan sonra gerek eski Şark, gerek Batı tarihlerinde doğrudan doğruya ata dayanan bir feodalizm devri açılmıştır. Bundan dolayıdır ki “Tarih yapan” veya devir açan sıfatlarını haklı olarak iktisabeden bu hayvanını tekamül tarihi bir çok kimseleri meşgul etmiştir. Gerçekten de beşeriyetin tekamül tarihinde bu derece önemli bir yer işgal eden at, eski Şarkta ilk defa acaba nerede ve hangi kavim tarafından ehlileştirilmiştir.
Bugünkü umumi kanaate göre, at, önasya’ya belki de “Kanlıkçağ”ın amili olan Hind-Air göçleriyle M.Ö. I. binin ilk yarısında gelmiştir. Bu noktayı nazarı ilk defa ortaya atan müteveffa Hrozny’nin delilleri şunlar idi:
- Hattusas arşivinden bulunan ve bir at idmanından bahseden ve müellifinin adına izafeten “Kikkuli metni” denilen tabletlerdeki sayı adları yaşamakta olan Hind-Ari dillerdeki rakam isimlerinin aynıdır.
- Metnin müellifi Kikkuli de Hind-Ari kavimlere mensup oldukları malum olan Mittanilerdendir.
- Sami dillerde at manasına gelen kelimeler, mesela babilce “sisu” ibranice “sus”, eski mısırca “Sesemt” sözleri latince “equus” dan değil sanskritçe “açvah” dan müştaktırlar.
Evvela at kelimesinin menşei hakkındaki bu filolojik izah her kes tarafından kabul edilmemiştir. Mesela Rene Dussaund’ya gör eski mısırca at kelimesi Kenan menşelidir. Bundan başka bütün Hind-Cermen dillerindeki at kelimesinin ekvos kökünden dayandığını iddia eden bilginler de vardır. burada Hititlerin de atın Sumerce ismi olan ve dağ eşeği anlamına gelen ANSU, KUR, RA kelimesini kullandıklarını söylememiz lazımdır. At kelimesinin menşei hakkındaki bu filolojik nazariyeleri bir tarafa bırakarak, Hroznynin bu iddiasının ne dereceye kadar doğru olduğunu anlamak için, M.Ö. XV. Yüzyılda vuku bulan Hind-Ari göçlerinden evvel Ön Asya’nın muhtelif kültürlerine ait vesikalarda atla ilgili kayıtlar ve sanat eserleri üzerinde at resimleri olup olmadığını araştıralım.
MISIR
Eskiçağ Tarih kitapları eskilik payesini umumiyetle Mısır’a verdikleri için,biz de bu geleneğe uyarak, evvela Mısır’a bakacak olursak, M.Ö. XVIII. Yüzyılda Mısırlılarla Hititler arasında vuku bulan Oades muharebesinde her iki tarafın da en müessir silahının at koşulu harp arabası olduğunu görürüz. II. Ramses Luksor, Karnak Ve Abu-Simbel mabetleri duvarlarına bu büyük muharebeden bazı sahneler resmettirdiği çini, bu devirde kullanılan harp araması hakkında tam bir fikir elde edilebilmektedir. Boylu ve yüksek atların koşulduğu, altı ispitli hafif harp arabalariyle yapılan hücumların muharebelerde nihai neticeyi almakla müessir olduğuna şüphe yoktur. Esasen Mısır harp arabalarının şöhretini İlliada’dan da öğreniyoruz.
Bu devre tekaddüm eden Amarna çağında (M.Ö. 1400-1350) da Firavunlarla Ön Asya’nın büyük kıralları arasında teati edilen mektupların selam kısmında, “Sen, memleketin, evin, karıların, çocukların, büyüklerin atların, arabalar afiyette olsun!” formülü, bu devirde ata verilen kıymeti gösterme bakımından dikkate değer, Bu devirde Mittanni kıralı Tasrutta III. Ameniphis’e hediye olarak at gönderir (EA 1984;1736). Kas kıralı Burnaburias, Assur kıralı Assurabillit de aynı hediyeyi göndermekte kusur etmezler (EA 937;15912). Esasen Amarna çağı firavunlarının mensup olduğu XVIII. Sülalenin bütün kırallarına ait vesikalarda at zikredilir. Mesela III. Tutmosis kuzey Suriye seferlerinden birinde Mısır ordularında panik çıkartmak için, Mısır aygırları arasına bir kısrak salıverildiği malumdur. Aynı suretle bu Firavun’a Asyalı tebaalarından gelen, hediyeler arasında har arabası ve at oda vardır. II. Amenipohis’in ve I. Tutmosis’in kartuşlarında at resmine, ne de atla ilgili herhangi bir kayda rastlanmaz, bundan dolayı Egyptologlar atı Mısır’a Hiksos istilasının getirmiş olduğuna hükmetmektedirler. Gerçekten de Hiksos istilasından evvelki devirlere ait vesikalarda ne attan bahsedilir. Ne de çok mebzul olan abideler üzerinde at resmine tesadüf edilir. Gerçi Sicilyalı Diodor “sesostris’in 2700 harp arabasından ve 2400 süvarisinden, bahsederse de, bu firavun bizim bildiğimiz Orta imparatorluk devrinin fatih Sesostris’i olmamalıdır. Diodor’un burada kastettiği Firavun aslında herhalde Yen İmparatorluk kırallarından biridir. Demek ki Mısır’da at, ancak M.Ö. I. binyıl ortalarında, Yen imparatorluk devrini açan XVIII. Sülale zamanından itibaren ortaya çıkar, Fakat daha evvelki devirlerde asla yoktur. Bu memlekette münakalatın daha ziyade Nil üzerinde cereyan ettiği düşünülürse, yük taşımada hayvandan ziyade yelkenli gemilerini veya kayıkların kullanılması tabidir. Mamafi kara münakalatı için çok eski devirlerden beri eşeğin kullanıldığını gösteren kabartmalar mevcuttur. Nitekim eşek sürülerini gösteren tasvirler yanında ata asla rastlanmaz. Böylece eski Mısır’a atın Hixoslar vasıtasiyle geldiğine şüphe yoktur. Hixoslar Mısır’a Asya üzerinden geldiklerine göre, Mısır’a görülen bu Tarpan tipi atın menşeini Önasya memleketlerinde aramak lazımdır.
MEZOPOTAMYA
O Halde şimdi Önasya’nın en eski kültür merkezlerinden biri olan Mezopotamya’ya teveccüh edelim:
Mısır’da II. binyal ortalarına kadar atın yokluğu Mezopotamya’da da bu zamana kadar yokluğu için adeta bir delil gibi gösterilmektedir. Bugünkü umumi kanaate göre, Babil’e at ve atlı harp arabası ancak Kas istilasiyle (Ca XV. Yüzyıl) gelmiştir. daha eski devirlere ait sanat eserleri üzerine görülen ata benzeyen mahluklar katırdır. Mesela Meissner, Mezopotamya’ya vuku bulan Kas istilasını yakıp yıkıcı bir akın mahiyetinde olmaktan ziyade, bir hulul şeklinde olduğunun, yani Kasların evvela ırgat olarak geldiklerin, sonra asker olduklarını ve nihayet hakimiyeti ele geçirdiklerini söylemektedir. Fakatiyen aynı sayfada bu kavmin atlarını da birlikte getirmiş olduklarını ilave etmektedir. Her şeyden evvel böyle bir at Irgatlar’ın varlığı kabul edilemez. Ancak muhakkak olan şudur ki, Kaslar çağında at Babil ve çevresinde son derecede bollaşmıştır. Öyle ki atların cinslerini, renklerini, adlarını ve soylarını gösteren bu devre ait listelerin tetkiki hala bitmemiştir. Hatta Hitit Kıralı III. Hattusil bile Babilli çağdaşı Kas kıralı Kadasman-Enlil’e yazdığı bir mektupta “Kardeşiminin memleketinde leylek kadar ol at var” demektedir. Eski devirlere nazaran Kaslar çağında atın birden bire bu kadar bollaşması ve ileri bir at kültürünün varlığı, Bali kültürüne atı kasların getirmiş olduğu şeklinde yanlış bir kanaatin husuline sebep olmuştur. Halbuki Kaslar çağına tekaddüm eden. I. Babil sülalesi zamanında atın varlığını gösteren vesiklar mevcuttur.
Bu devirde akla ile gelen vesika, meşhur Hammurabi kanunlarıdır. Bu kananların hayvan kiralama ücretlerine ait maddelerin sığır, eşek ve öküzün fiyatları tespit edildiği halde, at zikredilmez. Fakat yazı ve tablet şekli ve rengi bakımından Hammurabi devrine ait olduğu anlaşılan bir mektupta ise, İnbusa’ya İabkubat şöyle der:
“Samas ve Marduk seni ve hayatını korusun İki beyaz ata gelince, benim tabletimi alınca onları yolla”
denilmektedir. Buna göre Hammurabi kanunlarındaki sükutu bir argumentum e silentio olarak kabul etmek icabetmektedir. Zira Babailli Hammurabi’nin muasırı olan Mari şehri kralı Zimrilin kargamis’taki elçisine gönderdiği bir mektupta
“Beyaz atlara malik olmayı istediğinin, fakat Kargamis kıralı Aplahanda’nın, bu cins atların şimdi mevcut olmadığını, pek yakında Harsamanna’nın kısa boylu atlarından göndereceğini söylediği”
bildirilmektedir. Küttepe ve Boğazköy tabletlerinde de adı geçen bu şehrin yeri henüz tayin edilememiştir. Yalnız asurbanipal kütüphanesinde bulunan meşhur coğrafya kitabında (KAV 92)bu şehrin adının karşısına atların dağı (sad sisemes) yazılı olması şayanı dikkattir.
Bütün bu kayıtlar Hammurabi çağında Babil’de atın varlığı için kafi derecede kuvvetli delillerdir. Şayet bu mukıni deliller olmasıydı, ileride göreceğimiz üzere, Hitit kıralı, I. Musril’in Babil seferinde atlı harp arabası kullanmış olması kuvvetle muhtemel olduğuna göre, Kas hakimiyetinden evvel Babil’de at yine tanınmış olacaktı. Böylece biz Hammurabi Codex’inde atın zikredilmemesini onun yokluğu ile değil, henüz halka mal olmadığı, nedreti, sadece saraylara, kırallara ait bir matağ olduğu şeklinde tefsir etmek istiyoruz. Bu netice ise bizi Mezopotamya’da daha eski devirlerde de atın mevcudiyetini aramağa sevketmektedir.
Gerçekten de Hummarabi sülalesine teküddam eden Gutiler (yeni kronoloji’ye göre ca. 2100) ait bir mühür üzerinde bir süvari resmi vardır. Fakat bu devir hakkında bizi aydınlatan Lagas (Tello patesisi) Gudea’nın uzun ve etraflı mabed inşasını metinlerinde eşek zikredildiği halde attan bahsedilmez. Bununla beraber Lagas kazılarında yeni Sümer devrine ait katlarda tanrılara mahsus bir harp arabasının tilden modile bulunmuştur. Yine Gudeva devrine ait, ne yazık ki çok kırılmış bir kabartma üzerinde kısa kulakları ve uzun yeleleriyle at olduğuna hiç şüphe olmayan bir at resmi vardır.
Şimdi biraz daha eski devirlere doğru inelim:
Mezopotamya tarihinin klasik devri denilen Akkad imparatorluğu vesikaları arasında atla münasebettar hiçbir kayıt veya resim yoktur, fakat bu devrin büyük kıralları Anadoludan elama kadar uzanan geniş topraklar üzerinde kurdukları siyasi birliği at ve araba almaksızın nasıl yaşatabilmişlerdir.
Arkaik Sümer çağına gelince, M.Ö. IV. binyılın birini yarısına tekabül eden bu devrin kültürü hakkında bize bilhassa ur (el Mugayyir) sitesinde keşfedilen kıral mezarları malumat vermektedir. Bu mezarlardan birinde bulunan bir standart üzerinde şehrin mabedinin ahırları tasvir edilmiştir. Bu sahnede diğer hayvanlar arasında uzun kulakları, uzun kuyrukları ve mütebariz yeleleriyle ata benzeyen hayvanlar da vardır. Bu hayvanlar ne bir yük taşımaktadırlar, ne de bir arabaya koşulmuşturlar. Aynı standardın arka yüzünde ise muhtemelen kıralın zafer alayı tasvir edilmiştir.
Burada kitlevi dört tekerlekli, ağır (tariben 45 kg.) harp arabalarına at benzeyen hayvanlar koşulmuştur. Bu hayvanların cinsi uzun münakaşalara sebep olan bir mesele haline gelmiştir. Başta Hilzheimer olmak üzere birçok müellifler bu hayvanların katır olduğu kanaatindedirler. Potratz ise bunların at olduğunu, ziar bu ağır harp arabalarına eşeğin temin edebileceği süratin gülünç olacağını katır oldukları kabul edildiği taktirde ise, atın mevcudiyetinin önceden kabul edilmiş olacağını haklı olarak iddia etmektedir. Gerçekten di ine ur’da bulunan bir relief üzerinde ve Hafaca’da III. Bin yıla ait tabakalarda meydana çıkarılan mermer bir plaka üzerinde at resmi vardır. Diğer taraftan daha Cemdet Nasr tabletlerinde sümerce at manasına gelen ansu. Kurra kelimesi mevcuttur. Fakat bu kelimenin etimolojisi “dağ eşeği” manasına geldiği için, bunu yaban eşeği olarak tercüme etmek temayülü vardır. Halbuki bunlar yaban eşeği olsaydılar. Sanatkârın hayvanının vücudundeki renkli çizgileri tebarüz ettirmesi beklenirdi.
Buraya kadar söylediklerimizi hülasa etmek istersek, Mezopotamya kültüründe Kassit istilasından evvel Gutiler devrine kadar atın varlığına hiç şüphe yoktur. Fakat klasik devrin mahdut vesikalarında ata rastlanmaktadır. Arkaik devride ise şüpheli münakaşayı mücip bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu hususta daha emin bir neticeye varabilmek için Mezopotam’nın bütün tarihi boyunca siyasal ve kültürel münasebetlerde bulunduğu ve hatta onları kendi kültür tesiri altına komşu ülkelere de bakmak lazımdır:
ANADOLU
Anadolu’nun eski tarihi mevzu bahs olunca, akla ilk gelen kavim, bu topraklar üzerinde 5 yüzyıldan fazla bir zaman sürekli bir devlet ve medeniyet kuran Hititlerdir. Hitit devletinin bu uzun hakimiyetinin vesikaları zamanımıza kadar korunmuş olduğundan, medeniyetleri ve bu meyanda konumuz Çin de oldukça etraflı bilgi elde edilebilmektedir.
Anadolu’da Karanlıkçağı takibeden devirde, yani Büyük Hitit devleti zamanında (M.Ö. 1400-1200) at koşulu harp arabası o kadar tekamül etmiştir ki, metinlerde atlardan ve harp arabalarından daima yüzler rakamı ile bahsedilir. Mesela Mısır devleti ile yapılan Qades savaşında Muvatalli ordusunun mevcudu 20.000 piyade ve 3.500 harp arabası idi ve 1000 harp arabasını da ihtiyatta tutuyordu. III. Hattusil apologyasında
“Kardeşim Mutavatalli bana 120 koşum at yolladı”
demektedir. Sunassura muahedesinde Hitit kıralı tazminat şartları arasında 100 koşum at ile 1000 piyade talep etmektedir. Suppiluliuma ise kendisine iltica eden Mitanni prensi Mattivaza’ya diğer hediyeler arasında bir de “al kaplamalarda süslü bir araba ve atlar hediye etmiştir. Yine Mattivaza muahedesinden öğrendiğimize göre, Suppiluliuma Suta’dan sığır ve koyunlarla birlikte atlar da iğtinam etmiştir. Mitanni memleketinin uğradığı hizemti yüzünden içine düştüğü büyük sefaleti işittiği zaman ise, saray adamları vasitasiyle Hatti ülkesinden sığır, koyun ve atlar getirtmiştir. Yine Suppiluliuma zamanındaNuhasse memleketleri kıralı Sarrupsi yardım irca edince, Haşmetmeab muharipler ve atlar göndermiştir. Hatta bu devirde Anadolu’da süvariliğin de başlamış olduğunu gösteren deliller ardır: Suppiluliuma’nın oğlu II. Mursil arzava seferinin güçlüklerini anlatırken
“arinnanda adağı o kadar sarp idi ki, atla çıkmak imkansız olduğu için, ben Haşmetmeab da orduların başında ayya olarak Arinnanda dağına çıktım”
demektedir. Buradaki atla çıkmak araba lehine tefsir edilse bile, çok kırık olan ve zamanı tayin edilemeyen bir talimat metninde “atla yukarı gider” diyen bir cümle iyice o kurabilmektedir. Sunassura muahedesindeki
“Hurrili adam tebealarımı bana teslim etmedi, aksine askerlerini ve atlarını gönderdi, onlar İsuva memleketini yağma ettiler”
kaydı da süvarilik lehine bir delil olarak gösterilebilir. Aynı suretle başka bir ritüel metinde (KUB VII, I, 16)
“Kıral ata biner, sonra Hilammi evine girince attan iner ve Halentuva’ya girer” denilmektedir.
Görülüyor ki Büyük Hitit devleti zamanında at kültürü bu hayvandan süvarilikte faydalanılacak kadar tekamül etmiştir. Başka bir deyimle süvarilik ancak kırallar için mevzu bahistir, yani başlangıç halindedir. Esasen elimizde Kikkuli’nin eseri mevcut iken bu hususta daha fazla bir şey söylemek lüzumsuzdur. İlimler tarihinde Xenophon’un “atcılık sanatı” adlı eserinden bin yıl daha eski olan bu kıymetli eserin muhtevası hakkında kısaca bir fikir vermeden geçemeyeceğiz:
Mitannili At mürebbisi Kikkuli’nin tavsiye ettiği metodlara göre, harp arabalarına koşulu atlar ilkbahlarda maneje başlar. İlk günü üç tur yaptırılmalıdır. Bu üç turluk mesafenin 5 milini (Takriben 30 kilometre) tırıs ve 31 İKU (1860 metre) sunu dört nala koşmalıdır. Maneji takip eden 3 günde mesafe uzunluğu kısaltıldığı gibi, su ve yem miktarı da azaltılmaktadır. İngilizlerin “trial” dedikleri bu üç günlük tecrübe kursları, yarış atlarını seçmekte tatbik edilirmiş dördüncü günde 2 mil: 2 kilometresi tırıs, 2 mili dört nala koşturulduktan sonra sıcak bir ahırda, üzeri örtülerek dinlendiriliyor ve hayvana bir koğa tuzlu su ile bir koğa maltlı (Çimlenmiş rapa) su içiriliyor. Hronzy’ye göre Kikkuli metodo İngilizlerin fizik dedikleri ve hayvana “laksatif” verme usullerinin tam benzeridir. Bizde buna “terletme dört nalı” tesmiye ediliyormuş. Böylece zayıflatılan hayvanlar 16 günlük bir istarahete bırakıyor. Kikkuli bu dinlemenin 5 gününde atların çayırda yeşil otlamalarını, 10 gününde ise ahırda ayakta geçirmelerini tavsiye etmektedir. 21 inci gününde tekrardan tedriç usulüyle kurslara başlanıyor. Hayvanlar 4 gün gündüzleri dışarıda ve ayakta bırakıldıktan sonar akşamları 600 metre kadar arabaya koşulmadan yürütülüyor. Bu esnada hayvanlara yalnız geceleri kuru ot ve kıyılmış saman yedirilmektedir.
Bundan sonra günde 2 mil olmak üzere 10 gün arabasız olarak tırıs yürütülür, sonra 10 gün, günde 18000 metre arabaya koşulu olarak tırıs yaptırılır. Umumiyetle uzun mesafeler tırıs, kısa mesafeler dört nala koşturma prensibi esastır.
Kikkuli tabletlerine göre takriben 7 ay süren bu at idmanlarının her safhası bugünün atıcılık bilgiler ile hayret edilecek bir uygunluk göstermekte imiş.
Mitannili Kikkuli kitabında birinci, ikinci, beşinci gün şeklinde tavsiyelerini yaparken kullandığı “Eka, tiera, panca” sayı adlarını verir ki, bu kelimeler bugün dahi birçok Hind-Avrupa dillerinde hala kullanılmaktadır. Hronzy’nin bu keşfinin doğruluğuna şüphe yoktur. Fakat bu rakkamların Hind-Avrupa dillerinden olması ve kitabın müellifinin Hind-Avrupalı kavimlerden olduğunun bildiğimiz Mitannilerden bulunması atı Önasya’ya Hind-Avrupalıların getirmiş oldukları iddiası için yeter derecede kuvvetli bir isbat delili olabilir mi? Mitannilerin Kuzey Mezopatamya’ya gelmelerinden evvel acaba Anadolu’da at yok mu idi. bu sorulara cevap verebilmek için Eski Hitit devleti vesikalarına bakmak lazımdır.
Gerçi Eski hitit devleti kırallarından I. Mursil’in (ca. 1600) Babil seferinde atlı harp arabaları kullanıp kullanmadığını bilmiyoruz, fakat I. Musril’den bir nesil evvel tarihlenen “Ursu şehrinin muhasarası” alı bir Hitit tradisyonunda harp arabalarından bahsedildiğine göre, Babil seferi esnasında da harp arabalarının kullanılmış olduğunun istidlal etmek mümkündür, çünkü daha M.Ö. II. binyıl başlarında orta Anadolu’daki Kussar şehir kıralı Anitta, bize kadar gelen tabletlerinde Purushanda kıralının 40 harp arabasından” bahsetmektedir. Henüz yerini bilmediğimiz bu şehrin Orta Anadolu’daki Asur koloni çağında zengin şehirlerden biri olduğu Kappadokya tabletleriyle malumdur. Diğer taraftan eski Asur kırallarından İrisum’un (ca. 1852-1813) yeni kültepe kazılarında bulunan meşhur tabletinde, tanrı Asur için yaptırılan içki kurbanı kaplarının üzerine “ her biri birer tablet olan süvarileri diktim” kaydı da dikkate değer. Gerçi buradaki süvari kelimesinin karşılığı aslında “narkabe” (araba) ise de, tercümenin doğruluğundan şüphe edilemez, zira bir içki kabı üzerine mücessem bir süs olarak her halde araba konulamaz, fakat mesela at şeklinde bir kulp düşünülebilir.
Kuşşar kıralı anitta Purushanda kıralını yenmiş olduğuna göre, kendisinin de aynı silaha daha üstün sayıda malik olması lazımdır. Böylece M.Ö.II. binyıl başlarında Anadolu’da harp arabasının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu harp arabalarına koşulan hayvanların cinsine geline, Anitta ile çağdaş olan Kültepe tabletlerinden iki tanesi üzerindeki mühür baskılarında dört tekerlekli ve dörder hayvan koşulu araba tasvirleri vardır, bu hayvanların at oldukları kabul edilmiştir. Nitekim Kültepe kazılarında da kilden at figürleri bulunmuştur. Bunlardan Hrozny kazılarında bulunan at figürünü, buluntu katı malum olmadığı için, bir tarafa bırakılsa bile, Kültepe ‘de son yapılan Türk Tarih kurumu kazılarında da Ib tabakasında at başlariyle süslü bir kap bulunmuştur. Bu durum karşısında eski Hitit devleti zamanına ait metinlerde geçen harp arabalarına atların koşulmuş olduğuna şüphe kalmamaktadır. Prof. Bossert’in II. binyıl başlarındaki boyalı çanak çömleğe ithal ettiği bir kap üzerinde görülen at koşulu bir harp arabası da bu hususta bir delil olarak ileri sürebilir. Bundan başka Eski Hitit devleti zamanından beri mevcut olup da sonradan kopye edildikleri malum olan Hitit kanunlarından eğer bir adam kanununun 66 ve 71 maddelerinde de at zikredilmektedir.
Diğer taraftan yine aynı devirlerde yaşamış olan Alalakh (Açana) kıralı İdrimi de statüsü üzerindeki kitabede “atımı, harp arabamı ve okçumu aldım” demektedir.
Aynı suretle Kuzey Suriye’deki Tel-Halaf kazılarında da III. bin yıla ati renkli seramikler üzerinde at ve at benzeri bir hayvan koşulu araba resimleri görüldüğü gibi, bu devirde kurulmuş olan mabed sarayının muahhar Arami kralı kapara tarafından kendi inşaata için tekrardan kullandığı ortüstatlar üzerinde de at koşulu araba ile dört av sahnesi, bir süvari ve ayrıca bir heykel kaidesi üzerinde atlar görülmektedir. Bütün Arkaik görünüşlerine rağmen, Herzfeld tarafından Tel Halaf abideleri için verilen rakamları, fantazik olduğunun fikrine biz de iştirak ediyoruz. Zira M.Ö. III. Binyılda Kuzey Suriye’de at bulunsaydı. Mısırın XII. sülale firavunları buralara kadar hakim oldukları zaman, atı da tanımış ve beraberlerinde mısıra götürmüş olmaları lazım gelirdi.
Şu halde Kuzey Suriye ve Anadolu için III. bin yılda şüpheli olduğu halde II. Binyıl başlarında atın varlığı muhakkaktır. Bu netice ise, Hrozny’nin iddia ettiği gibi, atın M.Ö. 15000’lerde vuku bulan Hind-Avrupalı kavimler göçü ile gelmediğinin, akseni bu göçzten çok evvel Anadolu’da mevcut olduğunun göstermektedir. Bununla beraber hemen ilave etmeliyiz ki, biz hiçbir zaman Arilerin atsız ve arabasız olarak gelmiş olduklarını söylemek istemiyoruz. Bu kavimlerin at yetiştirmede üstün metodlara sahip oldukları ve bundan dolayı da bu devirde Eski Şarkın bir feodalizm çağı yaşadığı bir hakikattir. Şimdi bir de Mezopotamya’nın doğusundaki komşu ülkeler bakalım:
İRAN
Sus kazılarında III. bin yıla ait olan I. tabakada üzeride bir süvari resmi çizili olan fildişinden bir sayfa bulunmuştur. Yine bu devre ait bir mühür ülkesinde de arka arkaya dizilmiş at resimleri vardır. Proto elamit yazılı tabletler arasında ise iki tane Pedigre bulunmuştur ki bunlar IV. binde tarihlenmektedir. İran’daki bu en eski atların menşeini Anav’da II. Neloitik denilen tabakalarda bulunan ehli at kemikleri bakiyesinde aramak istenmiştir.
Görülüyor ki, Mezopotamya’nın doğusundaki komşu memleketlerden Anadolu’da II. İran’da ise IV.. binde at vardır. Bu netice karşısında Ur kıralı mezarlarında bulanan muhtelif eserler üzerindeki harp arabalarına koşulan hayvanların cinsi hakkında artık at lehinde karar verilebileceği kanaatindeyiz. Zira taş, maden ve tahta gibi mühim kültür unsurlarından mahrum bulunan Mezopotamya’daki Sümer siteleri, bizzat ur kıral mezarlarının ihtiva ettiği eşyaların da gösterdiği gibi, daha Erhaneden devrinden beri komşu ülkelerde yerine göre bazan siyasi, bazan ticari ve dolayısıyla de kültürel münasebetlerde bulunmak zorunda idiler. Sümer çivi yazısının yayılış sahasında bu kültür münasebetlerinin en kuvvetli delilidir. B u arz münasebetlerde bulunulan komşu memleketlerde at mevcut iken, Sümerlerin atı tanımamış olmaları fikrimizce kabili izah değildir. Camdet-nasr tabletlerindeki sümerce at kelimesi, Sümerlerin bu devirde atı tanımış olmalarının en iyi izahıdır. Ur kabartmaları üzerindeki hayvanların ata az benzemelerinde bu devrin geri teknik imkanlarını ve bu sebeple belki de biraz sitilize olmaları ihtimalini de hesaba katmak lazımdır. III. binde Mezopotamya’daki nedretini de, Mısır’da olduğu gibi, burada da münakalatın nehir yoluyla yapıldığından, atın yük taşımakta değil, münhasıranı harp arabalarında kullanılmış olması ile izah etmek yanlış olmayacaktır zannediyoruz. Çünkü yanı vaziyet daha iyi bildiğimiz daha yakın zamanlardaki Anadolu’da da görmekteyiz. Büyük Hitit devleti zamanında bir hippoholige mevcut olmasına rağmen, bir devre ait Hitit sanat eserleri üzerinde at tasvir hemen hiç yok denecek kadar azdır. Halbuki Hititlerin Priva ismindeki tanrılarının bir at üzerinde durduğunun tasvir eden müteaddit vesikalar vardır.
İşte bütün bu sebeplerle biz bu eski Sümer Çağı abideleri üzerindeki hayvanların bugün Hemion denilen kısa boyla yabani bir at olarak kabul edilebileceği kanaatindeyiz. Nitekim İran’daki en eski at tipi de Prezevalski tipi denilen kısa bacaklı ve kısa boylu at cinsidir. Veterinerlere göre eski Anadolu’daki Tarpan tipi ise uzun boylu ve yüksek boyla bir hayvandır. Burada III. Hattusil’in Babil kıralına “bana yüksek atlardan gönder, kısa boyla atlardan bende çok var” demesi gariptir ve belki Anadolu atındaki bir dejenerationla ilgilidir. Hilzheimer’e göre Tarpan tipi Anadolu’ya Balkanlar üzerinden Ariler vasıtasiyle gelmiştir.
Görülüyor ki, Eski Ön asya at ile ilk defa ari kavimler göçü ile gelmiş değildir. 1500 lerden vuku bulan bu göçlerden evvel Ön-asya memleketlerinde – mısır müstesna – iki ayrı menşeli olarak at mevcuttur. Ancak bu yeni göçmenler de atlı ve arabalı olarak geldiklerinden, M.Ö. XV. Yüzyıldan sonra Önasya’da at ve harp arabası gelişerek bir feodalizmin kurulmasına yol açmıştır.
Yorumlar