Türkler arasında çok yaygın olan yas alametlerinden biri de, ölünün hayatta iken bindiği atın kuyruğunun kesilmesidir. At kuyruğu, Türkler arasında evde, otağda, atın boynunda, mezarda, başta, savaşta ise yiğidin mızrağında semboldü. Yiğidin atı, onun en yakın bir eşi gibi görülüyordu. Eri ölen at, erin karısı gibi dul kalmış oluyor ve bu, kuyruk kesme yoluyla sembolleştirilmiş oluyordu. Altaylarda yapılan kazılarda Pazırık mezarından çıkarılan donmuş atların kuyruklarının kesik olması, bu geleneğin ne kadar eskiye dayandığını gözler önüne sermektedir (İnan 1986: 199).
Tiyan-şan Kırgızları, ölünün hayatta iken bindiği atın kuyruğunu kesip, mezarın üzerine diktikleri bir sırığa bağlarlar. Eski Oğuzlar; İslam dininin kabulünden çok sonra bile bu adete riayet etmişlerdir. Dede Korkut hikayelerinin kahramanları, son vasiyetlerinde şöyle der: “Akboz atımın kuyruğunu kesiniz … ak çıkarıp kara giyiniz”. Beyrek’in ölümünden sonra “Akboz atın kuyruğunu kestiler. Kırk elli yiğit kara giyip gök sarındılar”. “Tul at” kelimesi Çağatayca’da “savaşta binmek için hazırlanan at” anlamını ifade eder. Çetin savaşlara girmek üzere hazırlanan savaşçı erler, atlarının kuyruklarını kesip tuğ yapmak suretiyle kendilerinin fedai olduklarını, kendilerini ölüme adadıklarını ilan ederler (İnan 1986: 198). 1063’de vefat eden Sultan Tuğrul’a yapılan yas töreninde, törene katılanların atlarının kuyruğu kesiktir (Kaya 1999: 251). Malazgirt savaşından önce Alparslan’ın atının kuyruğunu kesmesi, kendisini şehitliğe adadığını gösteriyordu (Ögel 2000: 197). Osmanlı geleneklerinde de buna rastlanmaktadır. Nitekim Fatih Sultan Mehmet’in padişahlığı sırasında babası II. Murad’ın ölümü üzerine törene katılanlar, atlarının kuyruklarını kesmişler, eyerlerini ters çevirdikleri gibi, yaylarını kırıp tabutun üzerine koymuşlardır (Kaya 1999: 252). Yine Yavuz Selim’in yeğeni Süleyman Bey 1513’de Mısır’da vefat etmiş ve cenaze töreninde, tabutunun önünde kuyrukları kesilmiş, eyerleri ters çevrilmiş olan atları götürülmüş, kırılmış olan yayları ile sarığı da tabutunun üzerine konmuştur (Sümer 1992:299).
Bu gelenek Kazak Türklerinde yakın döneme kadar devam edegelmiştir. Kazaklarda ölen kişinin yedisinde verilen ziyafetten sonra ölünün hayatta iken bindiği en sevdiği atlardan bir-iki tanesinin kuyruğu ve yelesi kesilir. Kuyruğu kesilen atın üzerine eyer takımı ters çevrilerek yerleştirilir. Onun üzerine de ölünün elbiseleri ve malakay şapkası yerleştirildikten sonra yular sapı ile ölü çadırına getirilerek bağlanır. Joktav eşliğinde atın kuyruğu kesilir (Radloff 1994: 227). Kazaklarda bu adete atı dul bırakmak manasında tuldav denir. At kuyruğunu kesmek, ölümü çağırmak, ölüme davet çıkarmak manasına geldiği için Kazaklar arasında sebepsiz yere birinin atının kuyruğunu kesmesi şiddetle yasaklanmış ve bu gibi durumlarda ağır cezalar getirilmiştir. Tullanan bu ata artık hiç kimse binemez (Kurbanali 1910: 493). Göç vakti geldiğinde ölen kişinin kızları tumaklarını dışından giyerler ve karayı ellerine alarak tullanan atı sürerler. Boyun diğer kızları da bunlara eşlik ederek göç kervanının en önünde yollarına devam ederler. Onların arkasından hatunlar, ölünün devesini sürerek yakınlarından oluşan bir grupla onları takip ederler (Kurbanali 1910: 494). Yaslı göç kafilesi, yol güzergahında rastladığı her obanın yanından geçerken tullanan atı süren hanımlar ve kızlar, hıçkırıklarla ağlar. Aş verme işlemi tamamlandıktan sonra en son olarak tullanan bu at, kesilir. Bu esnada ölen kişinin karısı ve çocukları, atla son defa vedalaşır. Bu atın kesilmesi, aşın sona erdiği anlamına gelir. Bundan sonra başka bir hayvan kesilmesi yasaktır. En son kesilen bu atın eti, toplumun önde gelen kişilerine ikram edilir (Kurbanali 1910: 497). Aş sona erdikten sonra tullanan atın başı, dört tırnağı ve derisi, ölünün mezarına götürülerek bırakılır (Kazak SSR 1983: 378).
Yorumlar