(1883-1942)
1.Dünya Savaşı başlayınca 1914 yılında Aydın’a asker olarak gitmiş, acemilik eğitimini tamamladıktan sonra Ödemiş Askerlik Şubesi’ne verilmiş, biraz şubede çalıştıktan sonra sivil jandarma görevine atanmıştır. Ödemiş’te tütün ticareti ile uğraşan yerli Rumlardan Çolak Andon ile Angelaki’nin, Türk kadınlarının namusuna musallat olduklarını öğrenmiş ve onlarla bu konuyu konuşmuş ve uyarmıştı. -Bakın arkadaşlar, kadınlarımıza kötü gözle baktığınız, hatta bazılarını sözlü tacizde bulunduğunuzu öğrendim! Bir daha böyle bir şey duyar ve görürsem ikinizi de gebertirim! Rumlar bunu ciddiye almış gibiydiler. -Size yanlış bilgi vermişler İsmail Bey, bizim o işlerle alakamız yoktur! -Vallahi benden uyarması, gerisini siz düşün gayri! Hadi elimden bir kaza çıkmadan çekin gidin, sizi bir daha gözüm görmesin, tamam mı? -Tamam ama… -Kesin sesinizi de def olup gidin! Hadi… Ancak, bir süre sonra aynı namussuzlukları işlemeye devam ettiklerini öğrenince Mursallı İsmail doğru Rumların genellikle gelip-gittikleri sokağın başında beklememeye başlamıştı. Bir süre sonra iki kafadar içkili bir vaziyette sallana sallana geldiler. -Ulan namussuzlar, hani söz vermiştiniz bir daha kadınlarımızı ve kızlarımız rahatsız etmeyecektiniz? -Ne yapacaksın şimdi? Sizin kızlarınız ve kadınlarınız da çok işveli bakmasınlar o zaman! Mursallı İsmail’in tepesi atmış, çekmiş tabancasını ve ikisini oracıkta öldürmüş, sonra da Mursallı dağlarına kaçmıştır. Zaptiye Subayı Edip Bey, İsmail’i bulmuş ve teslim olmayı ikna etmiş, İzmir’de yargılanarak mahkûm olmuş ama 1918 yılında ilan edilen aftan yararlanarak hapishaneden çıkarak Mursallı köyüne dönmüştür. İstanbul’un İngilizler tarafından işgale edilmesi ve İzmir’in de Yunanlılar tarafından işgal edilmesi haberi üzerine, halkı direniş hareketine hazırlamak için örgütlenmesi sağlamak amacıyla Ödemiş’e gelen Galip Hoca (Mahmut Celal Bayar) ve Edip Bey, Mursallı ismail’in evine gelirler ve Ödemiş Kuvayı Milliyesi’nim kurulması için çalışmaya başlarlar. Bir süre sonra Ödemiş’te olduklarının Yunan işgal komutalığı tarafından belirlenmesi ve takibat başlatılması üzerine, Mursallı İsmail Efe onları Karhat’daki Gökçen Hüseyin Efe’nin yanına götürür ve orada direniş çalışmalarını örgütleme devam ederler. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine, Mursallı İsmail Efe de kendi müfrezesini oluşturmaya başladı. Jandarma mülazımı İbrahim Bey’in yardımıyla Ödemiş’ten 200 civarında tüfek temin etti. Ödemişli Kuvayı Milliyeciler Hacı İlyas (İlkkurşun) Cephesindeki mücadeleden sonra geri çekilmeye başlayınca; Mursallı İsmail Efe, kardeşi Ali Efe, oğulları Alim ve Hüseyin Efeleri de yanına alarak, diğer kızanlarıyla birlikte Bozdağ Halkapınar Yaylası’na çıkar, oradaki ulu çınara Türk Bayrağı asarak halkı düşman işgaline karşı direnişe çağırmaya başlar. Zaman zaman birliğinin sayısı 1000 kişilere ulaşır ve Yunan’a karşı vur-kaç taktikleriyle Bozdağlarda iyi bir direniş sergileyen Mursallı İsmail Efe, Yunanlıların büyük bir saldırıya geçmeleri üzerine Salihli Üçtepeler civarına geçer. Anzavur İsyanı’nın bastırılmasına katılır ve birliğinin adı “Balkan Akıncı Kolları” adını alır. Mursalı İsmail Efe ve kızanları bir ara Bursa’ya kadar giderler ve İsmail Efe, Mustafa Kemal Paşa ile de görüşür. Bursa’dan Bilecik’e, oradan da Bolu İsyanının bastırılması için görev verildi, Düzce’de bir süre kaldıktan sonra da Adapazarı’na geçti ve Hendek’te Sakarya ırmağı kıyılarında cephe oluşturarak mücadeleye devam etti. Bilecik tarafında, 13 Yunan Erzak Kamyonunu ele geçirme başarısı gösterince, terfi ettirildi ve 3.Kolordu Komutanlığı’na Fahri Süvari Alay Komutanı unvanıyla dahil oldu, Sakarya Savaşı’na katıldı. Daha sonra Büyük Taarruz’daki birliklerimiz arasında yer alarak Afyon’a geldi. Oradan yine Bursa civarına geçti ve savaş bitince de 150 kişilik akıncı birliği ile köyüne döndü ve silahlarını teslim ederek çiftçilikle uğraşmaya başladı. Soyadı Kanunu kabul edildikten sonra “Efe” soyadını alan Mursallı İsmail 1942 yılında 59 yaşında vefat etti. [1] Mursallı İsmail Efe Kaymakçılı Molla Mehmet Efendi ile Mursallı’dan Koca Mustafa’nın kızı Şerife Hanım evlenmişler ve 1880 yılında İsmail Efe dünyaya gelmiştir. Ödemiş’te yetişmiş, sıbyan mektebini (ilkokul) giderek okuma yazma öğrenmiştir. Evlenme yaşına gelince Nalbant Ömeroğullarından Hamide Hanım ile evlenmiştir (1901). Bu evlilikten Alim Mehmet(1902) ve Hüseyin (1906) adında iki oğlu dünyaya gelmiştir. Annesinin Ödemiş’in Mursallı Köyünden olması sebebiyle, halk ona lâkap olarak Mursallı demeye başlamıştır. [2]
Mursallılı İsmail Efe’nin nüfus kayıt örnekleri
İsmail Efe her ne kadar Mursallılı olarak lakabıyla anılsa da babası aslında Kaymakçılıdır. Annesi Mursallı köyündendir. Bu da annesinin Osmanlı kadını olduğunu göstermektedir. Ama İsmail Efenin kaydı eski adı “Yazı” bu günkü adı ise “İnönü” Mahallesindedir. [3] Hane reisi olarak 1. Sırada babası “Hacı Alim beslemesi Mehmet [4] ” tir. BSN:2 oğlu İsmail [5] , BSN 3: kardeşi Ali, [6] BSN 4: oğlu Ali Mehmet [7] ,BSN5:annesi Şerife [8] , BSN 6 : eşi Hamide [9] , BSN7: oğlu Hüseyin [10] , BSN 13: eşi Fahriye [11] , BSN 14 kızı Saide [12] . Muhtemelen İsmail Efe’nin kızı saide Kuvayı Milliyeci efelerin görevlendirildiği Bolu –Düzce –Hendek isyanlarının bastırılması sırasında Düzce’de doğmuştur. Çünkü nüfus kaydına göre böyle bilgiye ulaşılmaktadır.. Aile fertleri bu gün ödemiş ilçesindedir.
Ödemişli İsmail Efe destanı
Gezici destancılar: “Başlangıçta yalnız İstanbul’a özgü bir iş iken zamanla diğer şehirlere de yayılmış, günümüzde ise ancak bazı Anadolu şehirlerinde görülmektedir
19 yy’da İstanbul’da her alanda görülen yenileşme atılımları, toplumdaki haberleşme isteğini de kamçılamıştı. Gazetelerin bir haberleşme ve bilgilenme aracı olarak 19. yy’ın ikinci yarısında yaygınlık kazanması, öteden beri söyledikleri destanlarla buna benzer bir görev yapmakta olan aşıkları destan türüne daha fazla ağırlık vermeye yöneltti.
İstanbul’da gezici gazete satıcılarının öncülüğünü yapmış olan destancılar, yanık sesli, başıboş ve biraz da gösterişli gençler arasından çıkardı. İstanbul’da ilk gazeteler sucu, tütüncü dükkânlarıyla bazı kıraathanelerde satılırken destancılar kollarına aldıkları, tek yaprak üzerine basılmış bir deste destanı kalabalık yerlerde yüksek sesle tanıtıp, yanık yanık okuyarak başlarına biriken meraklılara satarlardı.
Bu dönemi yaşayanlardan yazar Sermet Muhtar Alus, bir destan satıcısı delikanlıyı tanıtırken giyim kuşamını şöyle tasvir eder: Başta kalıpsız bir fes vardır, kaküller perişan ve perçemler afilidir. Omuzdan düğmeli yelek, ucu belden aşağı sarkık, bacakta yarım Fransız pantolon, genellikle çıplak
ayaklarda yumurta ökçeli terlik yemeni karışımı bir ayakkabı bulunur. Destancı, bakışları baygın, gözleri mahmur, sakalı tıraşsız olmalı; yayık ağız ve çatlak sesle, bazen makamlı okuyanları da görülmekle birlikte, bağırmalıydı.
Kolunda beyaz, sarı, pembe, yeşil gazete ya da helvacı kâğıdına basılmış destan yaprakları ile Galata Köprüsü’nün üstünde ya da iki başındaki meydancıklarda, Yeni Caminin arkasında, Mahmutpaşa Yokuşu’nda, Kapalıçarşı’nın içinde ya da kapı önlerinde, Bitpazarında ve Balık pazarı, Galata, Tophane, Beyoğlu gibi külhanbeylerinin, ayak takımının uğrak yeri olan meyhanesi bol semtlerde destancılara rastlamak mümkündü. Özellikle toplumun her kesiminden insanların ilgi duyacağı yeni bir olay olmuşsa destancı âşıkların herkesten önce haber alıp bunları destan haline getirmeleri uzun sürmezdi. Halk arasında acısı unutulmayan olaylar için de güncelliği uzun süre devam eden destanlar yazıldığı olmuştur.
19 yy’da Destancılık destan yazan ve bastıran destancı Aşıkların yönetimindeydi. Bir tür gazete yayımcısı gibi çalışan tanınmış destancılar vardı. Destanlarına numara verenler, destan yaprağının altında dağıtım adresi belirtip mührünü basarak mühürsüz nüshaların sahte olduğunu duyuranlar da vardı. Destancı Aşık destanlarını kendisi de bastırıp satabileceği gibi gezici destancılara toptan satarak bir tür üreticilik de yaparlardı. Destanlar genellikle yaprak halinde basıldığı gibi 4, 8, 16 sayfalık risaleler halinde basıldıkları da olurdu.
Destanlar özen gösterilip toplanmadığı ve ceplerde, kuşak aralarında saklanıp yıpratıldığı, güncelliği geçtikten sonra bir köşede unutulduğu için günümüze çok azı ulaşabilmiştir. Elde bulunan destanların incelenmesiyle bu işi meslek haline getirmiş destancı âşıklardan bazılarının adlarını tespit etmek mümkün olmaktadır. Bunlar arasında güncel olayları çok iyi izleyerek 19. yy’ın sonlarından 20. yy’ ın ilk çeyreğine kadar uzun bir süre destancılık yapmış olan Eyüplü Mustafa Şükrü eserleriyle ön plana çıkmaktadır. Bunun dışında önemli destancı âşıklardan Mehmed Kemâli, Mehmed Safvet, Vasıf Hiç, Âşık Razî, Destancı Behçet, Fıtnat gibi isimler belirlenmektedir.
Destancılık artık günümüz İstanbul’unda unutulmuştur. Ancak 1980’li yılların sonuna kadar zaman zaman Trabzon, Samsun, Bolu, Adapazarı gibi şehirlerde bastırdıkları destanları, boyunlarına astıkları teyplerden etraflarına biriken meraklılara dinleterek satan son destancılara Yeni Cami arkası, Beyazıt Meydanı gibi yerlerde arada sırada rastlanırdı. Son yıllarda bunlar da görülmez olmuştur.
İstanbul’da destancılık Ermeni aşıklar tarafından da sürdürülmüştür. Özellikle Nâmi, Bidari(, Lisânî gibi aşıkların Arap ya da Ermeni harfleriyle yaprak ya da risale halinde basılmış destanları, bu şairlerin de İstanbul hayatının güncellik taşıyan her yönüyle ilgilendiklerini göstermektedir.
Destancılık 19. yy’ın son çeyreğinde şarkı, türkü ve kanto sözü satıcılığı gibi yeni bir mesleğin doğmasına da yol açmıştır. Yeni çıkan ya da çok beğenilen şarkıları tek yaprak üzerine ya da risale halinde bastıran şarkı sözü satıcıları son yıllara kadar varlıklarını korumuşlardır. [13]
Ödemişli İsmail efe destanı ile ilgili bilgiler. Destan Ali Rıza Dedebaş’ın Ödemiş’te bulunan evinde kendisi tarafından bulunmuştur [14] . Sarı gazete kağıdına basılıdır. 32X48 Cm. boyutundadır. Muhtemelen ali Rıza beyin babası veya dedesinden kalmış olmalıdır. Destanın en alt kısmında “ Bilgi
Matbaacılık Anonim Şirketi İzmir” ibaresi vardır. Bu destanın İzmir’de basıldığını göstermektedir. Destanın içersinde yazarının “Urlalı Mustafa Fevzi” Olduğu anlaşılmaktadır. Desten toplam 27 beyitten oluşmaktadır. Destanın sağ tarafında “ Koşma düşersin düşün ki beşersin” ortasında İsmail Efenin efe kıyafeti ve mavzeri ile bir fotoğrafı sol tarafta ise “ Cani cezasız kalmaz Arslan jandarma hiç yılmaz” ibaresi bulunmaktadır. Destanın ilk beyiti ortada tek, hemen altında ise 2. Ve 3. Beyiti ondan sonraki beyiler yani 4. Beyitten itibaren 3 sütun halinde verilmiştir. Her sütunda 8 beyit bulunmaktadır. Olay 1928 yılında bayramın üçüncü günü olmuştur. Emmi bahçesi mevkiinde Topal celil adlı bir kişi tarafından suikasta uğramış, yaralanmış ve destan bu olayı anlatmaktadır.
1 – Dinleyen acı bir vaka-yı —– eyleyeyim. Sizlere ayan netice-i hali bir tafsil-i ayniyle? edeyim beyan Mezkur hadise Ödemişte bayramın üçüncü günü eyliyor cereyan Saklasın cümleyi de düşman şerrinden sahip yezdan
2 – 1928 senesi Ramazan Bayramının üçüncü pazar günü müthiş bir kasta sahne oldu Emmi Bahçesi önü söz birlik ederek iki yobaz nankör deni olmuşlar. İnsan suretinde efeyi zehirlemek için birer yılan
3 – İsmail Efe, Sadullah Bey ile birlikte çiftliğinden Ödemiş’e gelirken akşam ezanı idi, değil idi o kadar pek erken , Emmi bahçesi önünden araba içinde konuşarak geçerken patlamış derakıb? birçok silahlar sür’atle hemen.
4 – Efe bir suikasta maruz kaldığını derhal anlamış Sadullah Beyi dahi unutmayıp bir hendeğe saklamış kendiside tabancasını boşaltarak arabadan atlamış, lakin firar ederek derhal kaybolmuş Topal Celil Mervan
5 – Cesur efe koşup yetişmek istemiş ise de hayati yaralanmıştı. Ayaklarından aksi gibi ne yapsın fakat olsa idi alçaklarda bir az olsun insaniyet hilkat-ı reva? görmezler idi. Muhterem efeye bu vahşeti hiç bir zaman
6- Vaka üzerine efe arabacıya şehre çek emrine vermiş kurşunlar arabayı birçok yerlerinden dahi delmiş. Aksi tesadüf bir kaç kurşun ayaklarına gelmiş. Kapladı o dakika Ödemiş havalisini bir kara duman.
7 – Efe yazıhanesine getirilerek derhal yatırıldı. —- doktorlar gelerek yaraları sarıldı. Cesur efe müteessir olmayın diye evlatlarına darıldı. Olmuştu o dakika yazıhanesinin önü bir mahşer’ül-meydan.
8 – Bu acıklı vaka derhal yayıldı. Ödemiş havalisine mecruh efe istirahat için götürüldü hanesine ertesi gün sür’at katarıyla? İzmir memleket hastanesine yatırılarak aranıldı. Efenin derdine hakiki bir derman.
9 – Efe yazıhanesine giderken bir sal üzerinde, o muhterem vücut taşınıyordu yüzlerce el üzerinde, hiç eser-i telaş gözükmüyordu efenin gözlerinde Efenin kardeşi arslan Kara Ali meyus olmuştu pek yaman
10 – Hadise üzerine efenin oğulları Alim Hüseyin silaha sarıldı. Kara Ali ile birlikte yüzlerce jandarma ahali takibe yayıldı. Birçok nineler ihtiyarlar ağlamaktan bitti bayıldı. Bakınız ne acıklı vaka gösteriyor o hain fiilin devran?
11 – Cesur efe ağır yaralarına nazaran hiç bozmadı kendisini. Bakınız ne hilkattir katletmek istiyor hem efendisini. muavenet ederek birçok felaketten kurtarmış efe kendisini. yokmuş gaddar Topal Celil de zerrece merhamet iman
12 – Kendi halas-ı menfaati için efenin katline yürümüş, İhtimal hainlerin gözlerini ecel dumanı bürümüş, Saf kalpli efe zaten halet-i rüyasında görürmüş, Fakat bilinmez kazanın anı yarın mı bugün mü belki de hemen.
13 – Efenin ayağı kesildi diye yazınca gazete alem dedi eyvah cani cezasız kalmaz emin olunuz bu aciz söze billah. Çünkü bu vahşete razı olmaz hemde hazret-i Allah buldular hainlerin cezalarını geçmeden hatta pek çok zaman.
14 – Derdestleri için şiddetli emir vermiş vali paşa jandarma kumandanımız (*) buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim azm-i zişanımız hainlerin derhal kahr edileceğine esasen var idi imanımız. Zira adil cumhuriyetimizin arslan jandarma teşkilatı pek yaman.
15 – Cesur Jandarmamız hainlerin bırakmamış hiç arkası. Mel’unlar —- istisal edildi geçmeden ikinci haftasını. Boğazlarına geçirdiler bin lanetle nefret yaftasını. Teşhir edilerek aleme silindi üzerlerinden mübarek din-i iman.
16 Caniler Dereköyü semtinde bir kavleye meğerse eylemişler ihtifa-ı müsademe başlamışlar. Bulamayınca dertlerine bir şifa arslan jandarmalarımız vazifelerini eylemişler hakkıyla ifa fakat şehid olmuştur kahraman Durmuş Çavuş gibi bir nev-civan
17 – Ayrıca iki neferimiz dahi bu uğurda öldüler mecruh kalktı dünya yüzünden iki mel’un vücut mekruh olmaz olsun böyle insan böyle hilkat böyle ruh gösterme artık acıklı vaka bizlere ey devran-ı zaman.
18 – Kahraman Durmuş çavuş yapmıştı hem vazifesini altınla yazacaklar elbet taşına şanlı künyesini aziz ruhuna meydan kaldı Ödemiş hemde muhterem efesini yoldaşı olsun kahraman Durmuş Çavuşun sure-i Kur’an.
19 – Mukadder Nihat Necati Beyler hücum için vermişler kıta bir emir sanki o dakika açılmış idi aynı bir harb-i kebir kahraman jandarmalarımız o anda kesilmişler ateşten bir demir canilerin maktul düşmesiyle hitam bulmuş bu acıklı imtihan
20 – Şakilerin üzerinde mevcut imiş bir hayali bu meballeri hatta cephane dolu imiş hainlerin yedek torbaları temizlendi. Alçaklardan Ödemişin gülistan şirin ovaları yad edilsin bu acıklı hadise hatra geldiği zaman.
21 – Ateşin jandarmalarımız Ödemişe pek şerefli döndüler. Kaffe-i hulki? sevinçle pek istikbalde gördüler. Binlerce din-i İslam şehidin tabutuna yüz sürdüler. Olsun Durmuş Çavuş’un gayr-ı ruhuna fatihalarımız nümayan
22 – Çok geçmeden efemiz eyler inşallah iade-i afiyet kalmadı yanlarına. Gördüler cezalarını alçaklar nihayet efenin kalbinde türlü olduğu için her zaman safiyyet düştü. Bu zalim pusmaya hiç ümit etmediği bir zaman.
23 – Ödemiş’in sevgili cesur hem de maruf bir siması hakkın ve Türkün aziz makbul merhametli bir binası? afiyet-i ihsan eder efeye bedbahtların senası kıldı Ödemiş halkını bu vaka pek perişan pek püryan?
24 – Efenin vuku-u hali müteessir etti. Bütün kalbleri olan işle geçen ömür mümkün değil gelmez aslah geri. Hainlerin mahşere kadar teşhir edilseler vardır hem yeri. Zira bu mel’unlar pek nankörmüş çok gaddarmış çok yaman.
25 – Alçak Topal Celil yaptığına eylemiştir elbet yüz kere nedamet kahpeliktir yapılan bu suikast değildir zinhar bir şecaat ağır yaralarına nazaran efe göstermemiştir inkar edilmez metanet çünkü şahit eder kendisinin Sadullah Beyle bütün cihan
26 – Canilerin şiddetli takibine olunmuş idi o dakika ibtidar muhterem Ödemiş o havalisine kalmak üzere ebedi bir yadigar hadise-i delhun? bir tafsil yarılarak yapıldı aynı bir destan
27 – Arzu-yu eshab ve ruy-u muvaffakat üzere tahrir ettim hemen daha ilave edecek idim müsait değil idi şuun-u zaman olduğu için vu vaka Ödemiş havalisinin pek müthiş pek yaman onun için yazdı bu destanı Urlalı Mustafa Fevzi -i divan
Yorumlar