Klaus Barbie’nin İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra, 30 seneden fazla bir süre boyunca Amerikan Devleti ve Vatikan tarafından nasıl himaye edilerek korunduğunu göreceksiniz.
Latin Amerika ülkelerindeki diktatör rejiminin polis ve askerlerine kendisinin savaş ve işkence tecrübelerinden yararlanılarak, bu ülkelerde komünist avlamak için nasıl kullanıldığının hikayesini anlatacağım.
Henüz 19 yaşını doldurmadan 1 Nisan 1933 tarihinde Hitler Gençliğine katılır Klaus Barbie.
Kısa sürede konumunu yükselterek, 1935 senesinin Eylül ayında SS kuvvetlerine girer ve buranın gizli servis birimi olan SD’ye geçer. Haber almadan sorumlu bu serviste sorgulama teknikleri konusunda uzmanlaşan Barbie 1937 senesinde Nazi Partisinin bir üyesi olur ve önce Hollanda’ya, sonra ise Kasım 1942 tarihinde Fransız Direnişi’nin kalbi kabul edilen Lyon şehrine, Gestapo olarak bilinen Alman Gizli Polisine ait 4. teşkilatın başına getirilir.
Elindeki tutuklulara yaptığı işkenceler sonucunda elde ettiği bilgiler sayesinde Barbie liderliğindeki Alman Gestapolar, Fransız General Charles de Gaulle’ün önderliği altında Fransız direnişini örgütleyen Jean Moulin ve diğer altı direniş liderini yakalarlar.
Klaus Barbie’nin emriyle işkence gören ve Paris’e getirilen Jean Moulin, kendisini Almanya’ya nakleden bir trende, aralıksız olarak gördüğü işkencenin etkilerinden dolayı hayatını kaybeder.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisinin liderlerinden olan ve 1929-1945 arasında SS başkomutanı olan Himmler, Barbie’ye “direniş hareketine karşı mücadelede özel kriminalist başarılar ve yorulmak bilmeyen çabalar için” 18 Eylül 1943 tarihinde minnettarlığını ifade edildi. Birkaç ay sonra 1. Sınıf Demir Haç madalyası ile ödüllendirildi.
Klaus Barbie için anlattıklarımızın ilk kısmı burada sonlanıyor.
3 Eylül 1944 tarihinde Alman ordusu Lyon’dan çekildiği zaman, esirlerine bizzat işkence yapan ve aralarında onlarca çocuk ve kadının da bulunduğu yaklaşık 4000 kişinin infaz emrini veren ve belki de çok daha fazla kişinin hayatını kaybetmesinden de dolaylı olarak sorumlu olan Klaus Barbie’nin de, Müttefik Devletlerin askerleri eline düşmemek için buradan kaçma vakti gelmişti.
O zamanlarda şehre giren Amerikan askerlerine de Barbie’nin bulunması talimatı verilmişti ve bir gün Barbie bir takım Amerikan askerler tarafından yakalandı. Sorgulama yapılması nakledilmek istenen Barbie bir cipe bindirildi ama bu sırada cipten atlayarak kaçmayı başardı.
Kaçarak Hamburg’a ulaşmayı başaran Barbie’yi bu sefer de İngiliz askerleri yakaladı. İngilizler kendisine “Biz Amerikan askerlerine benzemeyiz, bizden kaçamazsın” diyorlardı ve kendisini yakaladıkları diğer iki kişi ile birlikte bir hapishaneye koydular… Hapsedilmesinin üzerinden 3 gün geçtikten sonra, Barbie ve arkadaşları, hapishaneden kaçmayı başardı.
Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa ve diğer devletler savaşı sonlandırmanın mutluluğu içindeydiler ama biten savaş yeni bir savaş meydana getirdi: Soğuk Savaş. Alman faşizmi yenilmişti ama savaşı kazanan bu grup içerisinde de birbirleriyle çekişme içerisinde olan devletler vardı. Bir tarafta Stalin’in önderliğini yaptığı komünizm, diğer taraftan, Amerika’nın başını çektiği anti-komünist liberaller ya da kapitalist devletler.
Bu durum kaçarak Almanya’ya ulaşmayı başaran ve Becker, Spier, Klein, Mayer ve Merthens isimli sahte kimliklerle saklanan Barbie ve diğer Nazi ve SS subayları için yeni bir fırsat demekti.
“Düşmanımın düşmanı, benim dostumdur”
Bazı Amerikan yetkililerine göre Sovyet Komünizmi Alman Nazismden daha tehlikeliydi ve Amerikanlar Rusların yükselen komünizmine karşı mücadele için Nazi subaylarının savaştaki tecrübelerinden yararlanmak istiyordu ve bunun için Amerikanın Avrupa’da kurmuş olduğu CIA olan CIC, Barbie’yi bir uzman olarak işe alındı.
Fransa tarafından savaş suçlusu olarak aranmasına rağmen 4 yıl boyunca Amerikan istihbaratı için çalışan Barbie’ye dolgun bir maaş ve ailesi ile yaşaması için genişçe de bir villa verildi. Kendisinin casus ağı aslında tüm Avrupa bölgesini kapsıyordu ama en önemli bilgi kaynağı Fransız Komünist Partisi içerisinden aktardıklarıydı.
Biraz önce Fransız Direnişçi Jean Moulin’ın Gestapo askerleri tarafından yakalanmasından ve Barbie tarafından işkence edilerek ölümüne sebep olduğuna bahsetmiştim.
1947 senesinde, Paris’te Moulin’ın öldürülüşünü araştıran mahkeme görülmeye başladı. Bir köstebek olduğu düşünülen bir numaralı sanık René Hardy, Barbie’nin tanık olarak dinlenmesi talebinde bulundu. Bu durumda mahkeme Amerika tarafından kullanıldığı bilinen Barbie’nin Paris’e gönderilmesini talep etti. Amerika bu isteği reddetti ama Stuttgart’a gelip kendisiyle konuşabilmeleri için bir görüşme düzenlediler.
Akla mantığa sığmayan bir şey oldu ve Fransızlar zaten bir savaş suçlusu olarak aradıkları Barbie’ye de işlediği suçların hesaplarını sormak için bir mahkeme açmadılar.
Taa ki, Nisan 1949’a gelindiğinde, Fransa ilk defa Amerika’dan Barbie’nin teslimini resmi olarak isteyene kadar.
Görünüşe bakılırsa Amerikanın Avrupa’daki İstihbarat Teşkilatı CIC Barbie’yi teslim etme niyetinde değildi… Amerikanlar Barbie’yi Fransızlardan kaçırmak için hazırlık yapmaya başladılar ve bir çözüm buldular. Avrupa’daki anti-komünistleri savaş sonrası bir şekilde Avrupa dışına kaçıran Katolik dünyasının manevi liderliğini yapan Vatikan tarafından onaylı bir biçimde, bir kaçış hazırlandı.
Bu kaçış planını Amerikanlarla mükemmel ilişkileri olan faşist Hırvat papaz Draganović yürütecekti. 1951 senesinin başlarında Klaus Barbie, Bolivya’da yeni bir hayata başlamak için Klaus Altmann olarak isim değiştirdi.
Burada önceleri sakin bir hayat sürmeye başladı, Klaus Altmann. 3 Ekim 1957 tarihinde 44 yaşında resmen Bolivya vatandaşı oldu.
Nisan 1965 tarihinde bir anda ortadan kaybolan Che Guevara gizli bir kimlik ile Bolivya’ya gelir ve burada komünist direnişi örgütlemeye çalışır.
O dönemlerde Che Guevara’nın Amerika tarafından en çok arananlar listesinin başında olduğunu unutmayın.
3 yıl sürecek olan bu dönemde ülkedeki komünistleri ve solcuları avlamak için eski Nazi Barbie/Altmann’a mükemmel bir fırsat doğuyor ve Amerikan gizli istihbarat servisi CIA’in tekrar temasa geçtiği düşünülüyor.
Bir süre sonra birkaç girişimci ile birlikte silah ticareti yaptığı da ileri sürülen, Transmaritima Boliviana isimli bir ticaret şirketi kuran Klaus Altmann, şirket başkanı olarak Fransa’ya bile ticari amaçlı ziyaretler yapar.
Bu sırada Klaus Altmann ismiyle tanınan bu iş adamının fotoğrafları gazetelere düşer. Bu fotoğrafları gören bazı kişiler bu kişinin “Lyon kasabı” olarak bilinen Klaus Barbie olabileceğinden kuşkulanırlar. Bu kişiler arasında “Nazi Avcıları” olarak tanınan Serge ve eşi Beate Klarsfeld de bulunuyordu.
Nazi Avcılarının söylediğine göre, Barbie’nin dosyası zaman aşımına uğrayarak kapanmıştı ve tekrar açılması için onu tanıyabilecek görgü tanıklığına ihtiyaç vardı. Klarsfeld bu amaçla İkinci Dünya Savaşı zamanında kendisini yakından görenlerle temasa geçerek, saatler sürecek bir yolculuktan sonra Bolivya’ya giderek, Barbie’yi teşhis etmelerini istedi ama hiçbirisi bunu yapmak istemedi.
Bir kişi hariç: Ita-Rosa Halaunbrenner!
3 hafta boyunca Bolivya’da Klaus Altmann ismindeki bu kişi ile görüşmek için eylem yapan Ita-Rosa ve Beate, istediklerine ulaşamadılar ve en sonunda ofisinin önündeki banka kendilerini zincirlediler. Bolivya hükümeti ise bu iki bayanın isteğini yerine getirmemekle birlikte kendilerini ülke dışına çıkarttı.
Olayları bir gazeteci olarak orada takip eden Ladislas de Hoyos, burada kalarak Klaus Altmann ile İçişleri Bakanlığı’nın binasında bir röportaj yaptı. Röportajda sorulacak olan sorular önceden ispanyolca’ya çevrilerek Altmann’a iletilmişti ve kesinlikle bir sürpriz istenmiyordu. Nihayet görüşme vakti geldi ve gazeteci de Hoyos yerini aldı ve Altmann odaya girdi. Kameramana direktif verilerek görüşmenin kaydı başladı.
De Hoyos onaylanmış olan ilk soruyu Almanca olarak sordu ve Altmann’ın cevabı şu şekilde oldu:
“Ben Klaus Barbie değilim. Size zaten söylemiştim. Ben Klaus Altmann. Bolivya yetkilileri kesinlikle size bunu kanıtlayan belgeleri sağlayacaktır.”
Bundan sonra gazeteci Klaus Barbie’nin İkinci Dünya Savaşı sıralarında çekilmiş fotoğraflarını gösterir ama bu sefer açıklamayı Fransızca olarak yapar ve soruyu yine Almanca olarak sorar:
“Bu fotoğrafları hiç görmüş müydünüz?”
“Evet bu fotoğrafları gazetelerde görmüştüm. Daha başkalarını da görmüştüm ama hiçbir benzerlik göremiyorum. Genç bir adam görüyorum ama hiçbir benzerlik göremiyorum.”
Gazeteci: “Ben küçük benzerlikler görüyorum.”
Altmann: “Olabilir.”
Gazeteci: “Şimdi Klaus Altmann’e Jean Moulin’ın bir fotoğrafını gösteriyorum. Bakalım kendisi onu tanıyabilecek mi?”
Altmann: “Hayır… Bunu Paris Match’te görmüştüm. Bu fotoğrafı bir defasında o dergide gördüm.”
Tam bu anda, daha önce aralarında Fransızca konuşmamalarına rağmen gazeteci de Hoyos, Fransızca olarak bir soru sorar:
“Yani hiç Lyon’a gitmediniz mi?”
Tek kelime Fransızca bilmeyen bir kişinin, anlayıp da cevap vermesini bekleyemeyeceğiniz bu soruya Altmann, Almanca olarak şöyle cevap verir:
“Hiç bir zaman Lyon’da bulunmadım. Başka yerlere gitmiştim, Marseille… Toulon…”
Gazeteci bununla da yetinmeyerek, gördüğünüz gibi fotoğrafları tutması için Klaus Altmann’a verir ve böylece araştırma için gereken parmak izi de bu fotoğrafların üzerinden alınmıştır.
Röportaj bitimine yakın Bolivya Bakanlığında çalışan kişiler Altmann’ın tuzağa düştüğünü anlarlar. Kameramana doğru yönelirler. Bu anda röportajı çeken kameraman Christian Van Ryswick, kayıt aldığı film rulolarını ufak bir çantaya koyarak, oda içerisinde hazır bulunan Fransız elçisine verir ve doğruca elçiliğe gitmesini ister. Bolivya’lı görevlilere ise kameraman içi boş iki film rulosu vermiştir.
Altmann ve gazeteci de Hoyos el sıkışırlar ve odadan ayrılırlar. Elçilik birkaç yüz metre uzaklıktadır. Gazeteci ve kameraman elde ettikleri bu delilleri incelemek üzere Fransa’ya gönderirler ve yapılan inceleme sonucunda Klaus Altmann ve Klaus Barbie’nin aynı kişi olduğu kuşku götürmez delillerle ispatlanmış olur.
Deliller o kadar su götürmezdir ki Bolivya polisi kuşkuyla yaklaşılan Klaus Altmann’ı gözaltına alır ama Bolivya Devlet Başkanı doğrudan yüksek mahkemeyi manipüle ederek, kendisinin bu suçlamalardan dolayı yargılanamayacağına hükmederek serbest bırakır. Sonuçta kağıt üzerinde kendisi Klaus Barbie değil Klaus Altmann’dır.
1970 lere gelindiğinde Klaus Barbie gittikçe daha da politik aktivitelere girişecektir. Yeni Nazilerin yetiştirildiği Dünya Nasyonal Sosyalistler Birliği Başkanlığını yapar. Bu birlik ileride Bolivya’da bir başka askeri darbe girişimi hazırlıkları yapar. Bu darbenin finansmanı ise kokain ticareti yapan Bolivya’nın en zengin kişisi Roberto Suarez’dir. Bu darbe ile amaçlanan ise Bolivya’da gerçek bir Nasyonal Sosyalist yönetim kurmak, ve Hitler Üçüncü Reich’ından sonra kurulacak olan Dördüncü Reich’tır. Elbette Barbie de bu imparatorluğun lideri olacaktı.
Bu Nasyonal Sosyalist Birlik Barbie’ye gizlice albay rütbesi verdi ve kendisinin Avrupa’daki tanıdıklarının vasıtasıyla uzmanlar ile ilişkiye geçildi. Bu oluşum giriştikleri darbeyi hayata geçirebilmek için Avusturya’dan tank ve panzerler satın aldılar ve yıllar boyunca örgütlendiler.
Biraz meraklı olanlar bilirler, bu yıllarda Latin Amerikan ülkelerinden Amerika’ya artan uyuşturucu ticareti çok büyük sorunlar yaratmıştı.
17 Temmuz 1980 tarihinde tankların sokaklara çıkma vakti gelmişti ve yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği olaylarda General Luis García Meza yönetime el koydu.
Amerikanlar yaşanan bu rejim değişikliğinden önce memnun olmuşlardı. Çünkü onlara göre uyuşturucu trafiği kontrol altına alınacaktı ama darbenin sonucunda uyuşturucu trafiği kontrol altına alınmadı. Sadece bu trafik el değiştirerek devletin eline geçti. Bu yüzden Bolivya’da gerçekleşen bu darbe aynı zamanda “Kokain Darbesi” olarak da isimlendiriliyor.
Barbie’nin Dördüncü Reich İmparatorluğu fazla yaşamadı. Artan kokain trafiği yüzünden Amerikanlar desteklerini çektiler ve 18 ay sonra bu rejim de yıkıldı. Demokratik yönetim tekrar geldi. Ülkeye gelen Nazi uzmanlar ve gönüllü yarı askerler ülkeden birer birer kaçtılar.
Ama zaten bu ülkeye de kaçak bir şekilde gelen Barbie, nereye gidecekti? Yönetime gelen sol eğilimli hükümet Klaus Barbie’yi ikinci defa hapse attılar.
Almanya elçisi Barbie için gelmeyi reddetmişti. 1983 senesinde Bolivya İçişleri Bakanı olan Gustavo Sanchez, o zamanlar Fransa Cumhurbaşkanı olan François Mitterand’ı telefonla arayarak kendisini ülke dışına göndereceklerini söyledi. İçişleri Bakanı Barbie’yi Fransa’ya teslim etmek istiyordu.
4 Şubat 1983’te Klaus Barbie, 32 yıldır yaşadığı Bolivya’dan, Lyon’daki Gestapo şefi olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında işlediği suçlardan yargılanacağı Fransa’ya sınır dışı edildi.
Yolcu oturma koltukları olmayan bir kargo uçağı ile önce Fransa devletinin sınırları içerisinde olan Guyane topraklarına getirilen Barbie’nin, o ana kadar nereye getirildiğinden haberi yoktu ve yargıç kendisine suçlarını okuduğu zaman, içerisinde bulduğunu durumu kavradı.
Uçakta onunla röportaj yapan Bolivya’lı gazeteci Carlos Soria, kendisinin savaşta işlediği suçları unutup unutmadığını sordu. Özellikle Fransa’da işlediği suçları.
Lyon kasabı Klaus Barbie verdiği cevapta şunları söyledi:
“Ben unuttum. Eğer onlar unutmadıysa, bu başka bir konu.”
Barbie’yi getiren uçak ertesi gün cumartesi saat 19:15 sularında Fransa’nın Lyon şehrine indi.
Getirildiği gibi de bir askeri hapishaneye konuldu. Bu hapishanenin özel bir anlamı vardı. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’nda Barbie’nin esirlerine yaptığı işkenceler ve öldürmeler Lyon’da bulunan bu hapishanede gerçekleşmişti. Bir zamanlar insanları bu hapishanenin hücrelerine kapatan Barbie, şimdi bu hücrelerin misafiri olmuştu…
Tarihin bir cilvesi midir artık bilinmez. Görülecek olan mahkemede kendisini savunacak olan avukat bir Vietnamlı göçmeni olan Maoist ve komünist Jacques Vergès’ti.
11 Mayıs 1987 tarihinde başlayan mahkemeyi izlemek için dünyanın 27 farklı ülkesinden 800’ü aşkın gazeteci geldi. Tanıklar birbir dinlendi…
Mahkeme dava hakkındaki kesin kararını açıklamadan önce Klaus Barbie’ye savunmasına eklemek istediği bir şeyler olup olmadığı soruldu. Barbie son olarak şunları söyledi:
“Evet sayın yargıç. Fransızca birkaç kelime.
Izieu’daki olaylardan ben sorumlu değildim.
Hiç kimseyi toplama kamplarına gönderme kararını verebilecek güce ulaşmadım. Direnişçilerle, ki kendilerine saygı duyuyorum, sert bir şekilde savaştım ama bu bir savaştı ve savaş bitti.
Teşekkürler.”
1977 yılından beridir idam cezası uygulamayan Fransa, 9 Ekim 1981 tarihinde kabul edilen ve 10 Ekim 1981’de yayımlanarak yürürlüğe konan 81-908 sayılı Kanun ile resmi olarak idam cezasını kaldırmıştır. Bunun bir sonucu olarak 9 hafta süren mahkeme ve jürinin 6 buçuk saat süren karar alma zamanından sonra, 4 Temmuz 1987 tarihinde, 17 farklı insanlık suçundan suçlu bulunan Klaus Barbie idam cezasına değil, hayat boyu hapis cezasına çarptırılmıştır.
Klaus Barbie, 25 Eylül 1991 senesinde tutuklu bulunduğu Lyon hapishanesinde 77 yaşında kanserden öldü.
Kaynak:
Harzer Philippe, Klaus Barbie et la gestapo en France, Le Carrousel, 1 janvier 1983, 249 sayfa.
Jacques Vergès, Je défends Barbie, Jean Picollec, 1988, 195 sayfa.
Peter Hammerschmidt, Klaus Barbie, nom de code Adler, Les Arènes, Şubat 2017.
Robert Wilson, The Confessions of Klaus Barbie: The Butcher of Lyon, Arsenal Pulp Press, Arsenal Pulp Press, Ağustos 1984.
Tom Bower, Klaus Barbie: The Butcher of Lyons, Open Road Media, Mart 2017.
Les archives apportent la preuve que le procès de Klaus Barbie a été exemplaire, Ministère de la Culture (France), Son erişim tarihi: 15 Haziran 2022
Yorumlar