0

Jeopolitik açıdan dünyanın en önemli yerlerinden biri olan ve Osmanlı’nın elinde bulunan Boğazlar, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlamaktadır. 1453’te İstanbul’un fethiyle birlikte tamamen Türklerin kontrolüne girmiştir. Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan bu Boğazlar stratejik açıdan son derece önemlidir. Siyasî, askerî ve iktisadî önemi nedeniyle yüzyıllardır birçok devletin ilgisini çekmiş ve hâkimiyet mücadelelerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Osmanlı Devleti Fatih’ten itibaren hâkim olduğu Karadeniz ve Boğazları, yalnızca kendi egemenlik sahası olarak değerlendirmiş ve 16. Yüzyıldan itibaren de diğer milletlere kapatmıştı. 17. Yüzyılın sonlarına kadar Karadeniz ve Boğazlar Osmanlı Devleti’nin mutlak hâkimiyeti altında kalmıştır. [1]

Boğazlardan geçiş ve Karadeniz’de ticaret yapabilme, ancak Osmanlı Devleti’nin ilgili devletlere verdiği kapitülasyonlar sayesinde olurdu. Boğazların kesin olarak Türk hâkimiyeti altında bulunduğu bu uzun devir, Rusya’nın zamanla kuvvetlenip Karadeniz sahillerine erişme teşebbüsünde bulunmasına kadar ciddi bir tehlike ve tehditten uzak bir şekilde devam etti. İstanbul Antlaşması (1700) ile Azak Kalesi ve civarı Ruslara bırakıldı ve Rus gemilerine Azak denizinde sefer yapma hakkı tanındı. 1711’de Prut’ta büyük bir yenilgiye uğrayan Rusya, Edirne Antlaşması ile Azak’ı tekrar Osmanlı Devleti’ne iade etti. Böylece Karadeniz bir Türk gölü olma özelliğini korumayı sürdürdü. Ruslar 1736’da savaş ilân etmeden Azak Kalesi’ni kuşattılar. Avusturya ve Rusya’ya karşı sürdürülen savaşta Azak Kalesi’ni tekrar ele geçiren Rusya, Belgrat Antlaşması (1739) ile bu kalenin yıkılması ve kalenin yer aldığı bölgenin her iki devlet tarafından boşaltılması esasına dayanan bir antlaşma yapmaya razı oldu. 1768’de başlayan Osmanlı-Rus savaşının ağır bir mağlûbiyet ile bitmesi üzerine imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) gereğince ilk defa Karadeniz’e çıkmaya ve serbestçe ticaret yapmaya muvaffak olan Rusya’ya diğer devletlere tanındığı gibi Boğazlardan ticarî geçiş hakkı verilmek zorunda kalındı. [2]

Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya’nın en büyük hedeflerinden biri olan Kırım’ın ilhakı için büyük bir adım atılmış ve Karadeniz “Türk Gölü” olmaktan çıkmıştır. Boğazların savaş gemilerine kapalılığı ilkesi Küçük Kaynarca Antlaşması sonrasında da devamlılığını sürdürmüştür. [3]

Küçük Kaynarca Antlaşması ile bağımsızlığı tanınan Kırım, 1783’te tamamen Rusya’nın hâkimiyeti altına girdi. Böylece Rusya kesin olarak Karadeniz kıyılarına yerleşmiş oldu.

Rusya’nın hızlı şekilde Osmanlı Devleti’ne karşı başarılar ve pek çok imtiyazlar elde etmesi, İngiltere’nin dikkatini çekmeye başladı. Bunun sebebi, Rusya’nın Akdeniz’e çıkarak İngiltere’nin Hindistan yolunu tehdit eder duruma gelmesidir. Akdeniz’de yaşanan bu gelişmeler İngiliz siyasetinin de değişmesine neden oldu. Öncesinde Rusya’ya yardım eden devlet konumunda olan İngiltere artık kendi çıkarlarını korumak için Osmanlı toprak bütünlüğünü savunan bir devlet haline büründü. [4]

Daha önce bahsettiğimiz gibi Osmanlı Boğazlar konusunda tavizler vermek zorunda kalmış olsa da savaş gemilerinin geçişi konusunda tavrı netti. Ancak bu durum Fransa’nın Mısır’ı işgaline kadar sürdü. Fransa karşısında zor durumda kalan Osmanlı Rusya’dan yarım istemiş ve tarihte ilk kez Rus donanması Boğazlara gelmişti. Rusya’nın bu şekilde Boğazlara inmesi İngiltere’yi tedirgin etti ve Osmanlı ile İngiltere arasında Kale-i Sultaniye Antlaşması imzalandı.

Bu antlaşma, Boğazlar Sorununun önemli bir aşamasını oluşturmaktaydı. İngiltere, Osmanlı Devleti ile Rusya’nın daha önce yapmış olduğu, 1798 İttifak Antlaşması’nın çıkarlarını tehlikeye düşüreceğini görmüş ve Osmanlı-Rus ilişkilerinin bozulmasını fırsat bilerek yapılan bu antlaşmaya Boğazlarla ilgili bir hüküm konulmuştur. Antlaşmanın 11. maddesi göre barış döneminde Boğazlar yabancı savaş gemilerine kapalılığını sürdürecek, Osmanlı Devleti’nin uyguladığı bu durum İngiltere tarafından kabul edilecektir. [5] Kale-i Sultaniye antlaşması bir iç mesele olan boğazlar meselesini bir Avrupa meselesi olması yolundaki ilk adımdır aynı zamanda. [6]

Boğazlar konusundaki emellerini gerçekleştirmek isteyen Rusya her fırsatı değerlendirmekteydi. Kale-i Sultaniye antlaşmasında sonraki süreçte 1812 Bükreş Antlaşması ile Osmanlı’dan bir takım imtiyazlar elde etmişti. Ama asıl fırsat 1821’de Mora’da başlayan Rum İsyanıdır. Rum İsyanı başladığında Osmanlı isyanı bastırmakta zorlandı ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemiştir. Mehmet Ali Paşa’nın Rum İsyanına müdahale etmesi Rusya’nın tepkisini çekmiş ve Osmanlı-Rus Savaşı çıkmıştır. Savaş Rusya’nın üstünlüğü ile sonuçlandı. Savaş sonunda imzalanan Edirne Antlaşması ile Rumlar bağımsızlık kazanmış oldu. Osmanlı Rum isyanı sırasında Kavalalı’ya yardım karşılığında bir takım sözler vermişti fakat Rumların bağımsızlık kazanması sonucunda bu sözlerin bazıları yerine getirilemedi. Bu durum ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyan etmesine neden oldu.

Sultan II. Mahmut, isyanı bastırmak için İngiltere ve Fransa’dan aradığı desteği bulamayınca Rusya’dan yardım istemek zorunda kalmıştır. Sultan II. Mahmut’un isteğine olumlu cevap veren Rusya’nın gönderdiği donanma ve askerler 1833’de ilk defa olarak İstanbul’a ayak basmıştır. Rus birliklerinin İstanbul’a gelmesi üzerine Mısır Valisi üzerindeki baskılarını artıran İngiltere ve Fransa, 14 Mayıs 1833 Kütahya Antlaşması ile isyanın son bulmasını sağlamışlardır. Rusya yardımlarının mükâfatını almak için Osmanlı Devleti ile 8 Temmuz 1833 tarihli Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzaladı. Süresi 8 yıl olan antlaşmaya göre boğazlar bir harp durumunda diğer devletlere kapalı ancak Rusya’ya açık hale getirildi. Rusya tekrar boğazlar üzerinde hak sahibi olmuştu. Mayıs 1838’de ikinci Mısır meselesinin patlak vermesi üzerine boğazlar meselesi tekrar gündeme geldi. [7] Londra’da bir araya gelen İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya temsilcileri, Çanakkale ve İstanbul Boğazları konusunda Osmanlı Devleti ile 13 Temmuz 1841’de “Boğazlar Sözleşmesi” adı altında genel bir anlaşma. 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar Sorunu uluslararası bir statü kazanmıştır. Bu antlaşma ile Boğazlardan geçiş hakkını tek taraflı olarak düzenleme imkânı kalmamıştır. [8] 1841 Boğazlar Sözleşmesi ile “Boğazların Kapalılığı” ilkesi kabul edildiği gibi, milletlerarası bir statüye bağlanmıştır. Boğazların bu statüsü 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesine kadar devam etmiştir. [9]

Rusların Akdeniz’e İnme” Politikası” 19. Yüzyılda da değişmedi. Rusya, bu amacına ulaşabilmek için de, Türk Boğazlarını ve İstanbul’u ele geçirmek için her fırsattan yararlandı. Özellikle İngiltere’nin de Osmanlı toprak bütünlüğünü korumayı bırakması ve 1907 İngiliz-Rus antlaşması iki devlet arasındaki Boğazlar sorununa son vermiştir. [10]

I.Dünya Savaşı başladığı sırada Rusya Boğazlar üzerindeki emellerini gerçekleştirmek adına yeni fırsatlar bulmuş oldu. Özellikle İtilaf Devletlerinin savaş öncesinde yaptığı antlaşmalarda Boğazlar kâğıt üzerinde Rusya’ya verilmişti. Fakat Rusya’da ihtilal çıkması durumun değişmesine yol açtı. Savaşı kaybeden Osmanlı Mondros Mütarekesini imzaladı. Savaş sırasında boğazlardan geçemeyen İtilaf Devletleri antlaşma hükümleri ile boğazlardan geçerek İstanbul’a gelmişti. Mondros Mütarekesine göre boğazlardaki istihkâmlar İtilaf Devletlerini kontrolünde olacaktı.

Sevr Antlaşmasında ise Boğazların yönetimi uluslararası bir komisyona bırakıldı ve tüm devletlerin gemilerine açık hale getirildi. Ancak Sevr Antlaşması yürürlüğe girmeyen bir antlaşma olmuştur. Nitekim Mustafa Kemal Paşa tarafından başlatılan Kurtuluş Mücadelesi sonucunda Sevr tamamen rafa kalmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasıyla birlikte diplomasi safhası başlamıştır. Önce Mudanya Mütarekesi sonrasında İse Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. Boğazlar Meselesi Lozan da en çok tartışılan konulardan biri olmuştur. Lozan’da yer alan 23. Maddeye göre Çanakkale Boğazında, Marmara Denizinde ve Karadeniz Boğazında denizden ve havadan gerek barış gerek savaş zamanlarında özgürce geçiş ve gidiş-geliş ilkesini kabul konusunda anlaşmışlardır. Her ne kadar Boğazlar üzerinde bir sınırlama olsa da Sevr Antlaşması ile karşılaştırdığımızda daha iyi bir sonuç elde edilmiştir. Komisyon olmasına rağmen bu komisyonun başkanı Türkiye’dir. Ayrıca Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde yer alan 17. Maddeye göre de Türkiye kendi sularında istediği gibi donanma bulundurma hakkını da elde etmiştir. Boğazlar meselesi Lozan’da olduğu gibi bırakılmamıştır. [11]

I. Dünya Savaşı’nda istediklerinin elde edemeyen İtalya ve Almanya’nın saldırgan tavırları Boğazların güvenliği meselesini tekrardan gündeme getirdi. Türkiye kendi güvenliğini sağlamak adına Boğazlar Rejiminin yeniden düzenlenmesini talep etti. Nitekim 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı. Bu sözleşme Lozan Barış Antlaşmasında imzalanan Boğazlar sözleşmesinin de yerini aldı. Türk boğazlarından geçiş rejimi ve Boğazlar bölgesinin güvenliği için düzenlenen Montrö eski sözleşmeye göre Türk egemenlik haklarına uygundur. Boğazların kontrolü uluslararası bir komisyondan alınarak tamamen Türkiye’nin kontrolüne bırakılmıştır. [12] Nitekim Boğazların ve Türkiye’nin güvenliği konusunda Montrö çok önemli bir sözleşmedir yakın zamanda Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş ve Türkiye’nin Montrö konusundaki tutumu Montrö’nün önemini bir kez daha ortaya koymuştur.

Makale Kaynakçası:

[1] – İlhan Ekinci, Potemkin Zırhlısı İsyanı ve Boğazlar Meselesi, Toplumsal Tarih Dergisi, Nisan,2000, s.40

[2] – Kemal Beydilli, Boğazlar Meselesi, İslam Ansiklopedisi, C.6, s.266

[3] – Hasan Acar, Boğazlar Sorunu Üzerine Jeopolitik Bir Değerlendirme: İstanbul’un Fethinden Montrö Boğazlar Sözleşmesine, Türkiye Siyaset Bilimi Dergisi, C.2, 2019,S.1, s.110

[4] – Erdoğan Keleş, Kırım Savaşı’nda (1853-1856) Karadeniz ve Boğazlar Meselesi, s.154 (Doktora Tezi)

[5] – Acar, Boğazlar Sorunu Üzerine Jeopolitik Bir Değerlendirme: İstanbul’un Fethinden Montrö Boğazlar Sözleşmesine, Türkiye Siyaset Bilimi Dergisi, C.2, 2019,S.1, s.114

[6] – Cemal Tukin, Boğazlar Meselesi, İstanbul,1999, s.155

[7] – Keleş, Kırım Savaşı’nda (1853-1856) Karadeniz ve Boğazlar Meselesi, s.159 (Doktora Tezi)

[8] – Acar, Boğazlar Sorunu Üzerine Jeopolitik Bir Değerlendirme: İstanbul’un Fethinden Montrö Boğazlar Sözleşmesine, Türkiye Siyaset Bilimi Dergisi, C.2, 2019,S.1, s.118

[9] – Mehmet Kayıran, Mustafa Yahya Metintaş, Osmanlı Devletinin Dağılma döneminde Türk Boğazları ve Lozan Boğazlar Sözleşmesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi, 2017, C1, S.2, s.25

[10] – Kayıran, Metintaş, Osmanlı Devletinin Dağılma döneminde Türk Boğazları ve Lozan Boğazlar Sözleşmesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi, 2017, C1, S.2, s.26

[11] – Sercan Yılmaz, Lozan’ın Sevr Zaferi, İstanbul,2021

[12] – İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, C1. Ankara,1989,s.493

Sercan Yılmaz
9 Ekim 1988 İstanbul doğumlu tarihçinin memleketi Giresun’dur. İlk ve ortaöğretimini İstanbul’da tamamlamıştır. Sakarya Üniversitesi Tarih bölümünü bitirmiştir. Eğitim kurumlarındaki 8 yıllık öğretmenlik kariyerine yine bir eğitim kurumu olan Uğur Okulları bünyesinde öğretmen ve yönetici olarak devam etmektedir. 2017 yılında “Mustafa Kemal’in Muhafız Komutanı Giresunlu Osman Ağa” isimli ilk çalışmasını yayınlamıştır. Ardından Nisan 2020’de İstanbul’un işgal yıllarını ve İstanbul’un kurtuluş sürecini anlatan “İşgalden Kurtuluşa İstanbul” adlı çalışmasını yayınlamıştır.

Stefan Temirok’un Hikayesi

Önceki yazı

Bir Cumhuriyet Şehidi: Osman

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Gerileme Dönemi