Şeyh Sait askeri birlikler tarafından esir edildikten sonra en yakın şehir merkezlerinden biri olan Varto’ya götürülür. Burada Şeyh Sait’in ve beraberindekilerin ilk sorgulamaları yapılır. Bu sorgulamalarda ayaklanma ile ilgili birçok önemli bilgi elde edilir. Şey Sait buradaki ifadelerinin birinde, ayaklanmayı başlattıklarında, bölgenin merkeze çok uzak ve karlar ile kaplı olduğunu, buraya hükümet kuvvetlerinin çabuk yetişemeyeceğini düşündüklerini, ancak askeri birliklerin hayrete şayan bir çabuklukta buraya yetiştiğini, bunu görünce de Muş istikametinden kaçmak istediklerini, ama yolların bozuk olması sebebiyle geri dönmek mecburiyetinde kaldığını, tam bu sırada askerler tarafından etrafının sarılarak yakalandığını, yakalanmasa niyetinin İran’a veya Irak’a kaçmak olduğunu bildirir.
Varto’da 3. Ordu Müfettişliği bünyesinde tutulan esirler Diyarbakır’da konuşlanmış olan Şark İstiklâl Mahkemesi’ne sevk edilmesine karar verilince şu yazı ile sevk ve teslim edilmişleridir.
“Şark İstiklâl Mahkemesi Müddei Umumiliğine
Üçüncü Ordu Müfettişi
Mahakim Şubesi
Adet:374
Diyarbekir, 10/5/41
1- Harekât-ı isyaniyenin tertip ve idaresinden âmil olmakla maznunu aleyhim Şeyh Sait ve diğer meşayih ve rüesa ile bunlar meyanında derdest veya fiilleri itibariyle müşareketleri görülerek sevkedilen ve el’an Diyarbekir’de tevkifhane-i örfide mevkuf bulunan otuz dokuz şahsa evrakı takkikiye ve vesaik, merbut cetvelde gösterildiği üzere dokuz kıta mazruf halinde ve her birinde mevcudiyetini irae eden melfulat pusulalarıyla birlikte takdim kılınmıştır.
2- Bu otuz dokuz şahıstan yirmi biri hakkında Varto istindak dairesinde ısdar olunan gayri muvakkat tevkif müzekkereleri muvcup olup evrakı tahkikiye meyanındadır.
Mütebaki on dokuzu hakkında tevkif müzekkereleri mevcut değildir efendim.
Üçüncü Ordu Müfettişi
Ferik” 216
Bu yazı ile birlikte Varto’dan yola çıkarılan Şeyh Sait ve beraberindekiler 6 Mayıs 1925 günü Diyarbakır’a Dağ Kapı’dan geçirilerek getirilir. Bir zamanlar Diyarbakır’a mağrur ve muzaffer bir komutan edası ile girmeyi hayal eden Şeyh, bu hayalini bir türlü gerçekleştiremeyerek elleri kelepçeli bir mahkûm olarak girmek zorunda kalır.
Şehre getirilen Şeyh Sait ve arkadaşlarının hepsi at üzerine bindirilmiş ve her tarafları askerlerle çevrilmiş bir şekilde muhafaza altına alınmışlardı. Bu şekilde Hükümet Konağına doğru ilerleyen esirler buraya vardıklarında kendilerini Kumandan Kazım ve Mürsel Paşalarla Diyarbakır Valisi Mithat Bey, İstiklal Mahkemesi Reisi Mazhar Müfit Bey, üyelerden Ali Saib Bey, Lütfü Müfit Bey ile sivil ve askeri erkân karşılamıştır.
Arkadaşları ile birlikte Diyarbakır Hükümet Konağı önüne getirilen Şeyh Sait ile Kolordu komutanı General Mürsel Paşa arasında şu konuşma geçmiştir:
“Hoş geldiniz, yolda çok rahatsız oldunuz mu? Seyahatiniz iyi geçti mi?”
Şeyh Sait bu suale şu cevabı verir: “Sefer zahmettir”.
“Hasta idiniz nasıl oldunuz?”
“Şimdi iyiyim.”
“Yemek yemeye başladınız mı?”
“Daha korkuyorum.”
“O halde sizi tedavi etsinler. Doktorlar bakıyorlar mı?”
“Allah razı olsun bakıyorlar.”
Esirler mahkeme olacakları şehre bu şekilde getirildikten sonra mahkeme edilecekleri günü beklemeye başlarlar. Yaklaşık yirmi gün sonra ilk duruşmaları gerçekleştirilir. Bu süre zarfında mahkeme savcısı Süreyya Bey, Şeyh Sait ile bir dostluk kurmaya çalışmış ve resmi olmayan bir takım sorgulamalar yapmıştır. Bu sorgulamaların hepsinde Şeyh ayaklanmanın basit bir olay sonucu çıktığını, daha önce planlanmış bir ayaklanma olmadığını, herkes gibi kendisinin de bu eylemin başında değil de içinde bulunduğunu söyler.
Beklenen mahkeme 26 Mayıs 1925 Perşembe günü Diyarbakır sinema binasında kalabalık bir izleyici kitlesi önünde başlar. 219 Mahkemede yargılananlar arasında Şeyh Sait, Şeyh Şerif, Şeyh Abdullah, Şeyh İsmail, Şeyh Abdullatif, Kamil, Çerkez Reşit, Binbaşı İsmail, Molla Emin, Şeyh Ali, Baba Bey, Reşit, Timur, Abdullatif, Süleyman, Mehmet, Emekli Yüzbaşı Bahri, Emin, Şevket, Maksut, Halit, Malazgirt Savcısı Abdülmecit, Çobakçorlu Süleyman, Ali, Yusuf, Hüseyin, Molla Cemil, Ahmet, Jandarma Teğmeni Mehmet, Mihri, Genç Sağlık Memuru Niyazi, Hacı Sadık vardır.
Mahkeme Heyeti yerini aldıktan sonra sanıkların ad yoklaması yapılır ve Savcı Süreyya Bey’in iddianamesi okunur. Savcı Süreyya Bey iddianamesinde:
“Türk ülkesinin şark vilayetlerinin bir kısmında bütün dünyanın muhtelif şekillerde öğrendiği bir isyan hadisesi vardı. İsyan hiç şüphe yok ki, senelerce içerden ve isyan sahası dışından vaki olmuş telkinler ve tasavvurlarla eşkıya hareketlerinin fiilen gözükmesiyle meydana çıkmıştır. İsyan hadisesi iddianamede anlatıldığı üzere güya Peygamber dininin yükseltilmesi perdesi altında meydana getirilmiştir. Hâlbuki asıl gaye Türk vatanının muayyen bir kısmını ana yurttan ayırmak vatanın birlik ve beraberliğini bozup dağıtmaktan ibaretti.
Huzurunuzda bulunan Şeyh Sait, yüzlerce, binlerce askerin, halkın, müslümanın malını, canını yok eden hareketleri fiilen idare etmiş ve hepsine amil olmuş bir vatan hainidir. Öbür sanıklardan Şeyh Abdullatif ve kardeşi Şeyh İsmail, isyanın şefi olan Şeyh Sait’in bu eşkıyalık hareketine fiilen katılmışlar ve Diyarbakır’a yapılan hücumun muvaffak olması için telkinlerde bulunmuşlardır.
Şeyh Mehmet Şerif, Elazığ cephesi kumandanı adıyla oradaki hareketi idare etmiş, Şeyh Abdullah Genç ve Varto hareketlerinde bulunmuş ve kendisine Şeyh Mehmet Şerif gibi cephe kumandanı unvanı verilmiştir. Şeyh Sait’in de damadıdır. Kasım, Şeyh Abdullah’ın Varto’yu işgal etmesi üzerine kendisine katılmış ve onunla uzun müddet birlikte çalışmıştır. Şeyh Ali ve Şeyh Musa bir sürü eşkıyaya kumanda etmekten sanıktır. Mehmet Mihri’nin isyandan önceki günlerde hazırlıklara iştirak ettiğine dair elimizde esaslı deliller olmamakla beraber Şeyh Sait tarafından hizmete alınmış ve vazifesini terk etmiştir. Baba Bey ve Kâmil Bey de asilerin birer şefidir. Diğer sanıklarda harekete fiilen iştirak etmişler hep aynı gaye için çalışmışlardır. İddialarımız soruşturma evrakı, mektuplar ve mahkeme esnasındaki sorgulardan anlaşılacağından, mahkemenin bu esaslara göre yapılmasını talep ve dava ederim.” demektedir.
Savcı Süreyya Bey’in iddianameyi okumasından sonra genel olarak ayaklanmada fiilen kumandanlık yapmakla maznun olan tutukluların savunmalarına geçilir. İlk olarak Şeyh Sait savunmasını yapar. Savunmasında, medresede eğitim aldığını, ayaklanmanın Piran’daki basit bir olay sonrası çıktığını, Bitlis eski Mebusu Yusuf Ziya’nın bir sene evvel kendisini isyana teşvik ettiğini ayrıca Sebilirreşad’da yazılan yazıların da kendisini tahrik ettiğini ancak kendisinde bir ayaklanma fikrinin olmadığını, oğlu Ali Rıza’nın Erzurum’da Cibranlı Halit Bey ile İstanbul da ise Seyit Abdulkadir ile görüştüğünü, Diyarbakır taarruzunu da kendisinin istememesine rağmen Hanili Salih ve Mustafa’nın bu hususta ısrar ettiklerini belirtmiştir.
Şeyh Sait savunmasını bitirince Mahkeme Heyeti Şeyh Sait’in göndermiş olduğu veya Şeyh Sait’e gönderilmiş olan bir takım mektupları okutarak sürekli ayaklanmanın kendiliğinden geliştiğini savunan Şeyh’in bu ayaklanmayı oldukça tertipli bir şekilde yönettiğini kanıtlamaya çalışır. Şeyh Sait’in sorgusu yapılırken bir yandan da diğer sanıkların sorgusu yapılmaktadır. Bunlardan Cemil Paşazadeler ile Çan Şeyhlerinin, Çobakçor Kaymakamı Hilmi’nin ve Müfettişi İbrahim’in davaları tatbik edildikten sonra Şeyh İsmail ile Abdulmuttalip’in sorgusuna geçilmiştir. Bunlar sorgularında Şeyh Sait’in Diyarbakır’a girdikten sonra Cizre’yi almaya gideceğini İngilizlerle görüşerek hükümet kuracağını söylediğini Cemil Paşazade Ekrem’den Şeyh Sait’e mektup geldiğini iddia ederler. Şeyh Sait’in bu ifadeleri inkâr etmesi üzerine Ali Saib Bey, Şeyh Sait’e “Şeyh yalan söyler mi?” diye sorar. Şeyh Sait ise “Söyler, daim söyler.” cevabını verir. Şeyh Sait, Mahkeme Başkanı’na bu çarpıcı cevabı verdikten sonra Şeyh Sait’in damadı olan Şeyh Abdullah’ın vermiş olduğu ifade okunur. Okunan ifadeden sonra Şeyh Abdullah söz alarak, isyan hakkında daha önce bilgisi olmadığını ve kayınpederi Şeyh Sait’in kendisine bir mektup gönderdiğini ve bu mektupta “Tebdil ihkam edildi, hücum ederek hükümete vuralım ve şehirleri alalım.” dediğini söyler.
Ancak kendisinin ayaklanmaya taraftar olmadığını bunun için iki defa Muş’a giden Zazaları çevirdiğini ve önlerine kendi sarığını atarak gitmemelerini söylediğini anlatır. Açıklamalara devam eden Şeyh Abdullah sekiz saat sonra Varto’ya gittiklerini burada Kasım Bey’in askerleri şehre sokmadığını kendilerini kapıda karşıladığını ve halkı ayaklanmanın lehine kışkırtacak bir konuşma yaptığını belirtir. Bu açıklamalar üzerine söz hakkı Binbaşı Kasım Bey’e verilir. Binbaşı Kasım Bey yaptığı savunmada Şeyh Abdullah’ın isyan etmek için kendisine müracaat ettiğini, ilk defa olarak Varto’yu müdafaa ettiklerini sonra yedi yüz kişi ile Ali Rıza ve Abdullah’ın geldiğini kendisinin de mecburen çekildiğini söyler. Bundan sonra Kasım Bey ayaklanma hakkında esaslı itiraflarda bulunmaya başlar. Bu itirafları salonda bulunan herkes heyecanla dinlemeye başlar. Bu ifade şöyledir:
“Kürdistan rüesasından Bedirhanlılar ile Abdulkadir arasında 1896 senesinden beri Kürdistan’ın teşkili ve riyasete geçmek arzusu vardı. Bedirhanlılardan Abdulrezzak Rusya’ya geçti ve Kürtlük fikrini telkine başladı. Kürtler bir Rus ile evlenen bu adama Abdufezak diyorlardı. Bu efkâr ilerledi, İstanbul’da Kürt cemaati açıldı. Seyit Abdulkadir reis oldu ve cemiyete telkinatta bulundu. Mütarekeye kadar durgunluk oldu, mütarekede devr-i fetret başlayınca Kürdistan cemiyeti teşkil edildi. Erzurum Konferansı sırasında orada idim.Propaganda ile efkâr % 35 zehirlenmiş idi. Şerif Paşa’nın metalibatını red için telgraf çektik. Bu husus Kuvva-i Milliye’den işaret edilmiş idi. Millet Meclisi toplanırken Rusya bizim bu hükümetimize kızıyordu. Sabık Mebus Yusuf Ziya Muşlu Müftüzade Reşit Bey Millet Meclisinin feshini müteakip propaganda için Varto’ya geçmişlerdi. Reşit Bey evvelce Malatya mutasarrıfı idi şimdi nerededir bilmiyorum. Yusuf Ziya ‘Hacı İlyas Sami gâvur oldu.’ dedi. ‘Birden bire bir İslam gâvur olur mu?’ dedim. ‘Bir risale neşretti gâvur oldu, artık ona rey vermeyin bize verin.’ dedi. Bunu bir intihap meselesi sandım. Yusuf Ziya Gazi’nin aleyhinde bulundu. Kürtlere ‘Hükümetin istediğini intihap etmeyiniz.’ dedi. Ben herkes kardeşin olsa sana inanmaz, böyle avam meclisinde gazinin ismini ağzına alma dedim. Ertesi gün bana; ‘Kasım bana yemin ver bir şey söyleyeceğim.’ dedi bende verdim. ‘Sır söyleyeceğim.’ dedi ve anlattı. ‘Kürdistan istihlası ve İstiklâl Cemiyeti teşkil etti, siz de münevversiniz, iştirak edin.’ Ben istihlas fikrini istihkak ile karşıladığımı söyledim. Israr etti yalvardı, dışarı çıktık. Kürtlüğün kabiliyeti yok terakkiden mahrumdur. Ancak sevk-i tabiiyeye tabidir. Olmaz dedim. ‘Yardım edenler var.’ dedi. ‘Kimdir?’ dedim. ‘Bir devlet veriyor.’ dedi. Israr ettim. ‘Cemiyetin esrarıdır, söyleyemem.’ dedi. ‘İngiliz parası ile İslam öldürülür mü?’ dedim. ‘Biz gelirken Abdülkerim Efendilerle birleştik. Onların gözü sendedir. Filan filan ruesa ile görüşeceğim.’ dedi. ‘Görüşmesin, mebusluk davasındasın onunla uğraş böyle şeyler yapma.’ dedim. Bitlis’e gittim, …. Mamafih imzalayan on üç kişinin imzalarını gösterdiler. Yalnız benim imzam kul-ı mücerrette kaldı. Hacı Musa jandarma kumandanı reisini vazifesinden çıkararak hükümetten kovdu. Kendisine umum aşair ahali namına Mevsuf Kürdi diye nam veriyordu. Bu meseleyi şark meselesi kumandanlığına yazdık. Sonra Cibranlı Halit, Hoca Rauf ve Müfit Beyler Erzurum’da bir muhalefet grubu yapmışlardı. Halkın % 80’nini kendilerine bağlıyorlardı. Geçen sene Gazi’nin Erzurum’a iştirakinde Ali Sait Paşa’nın huzuruyla bu hususta mülakat talep ettim. Gaziden şiddetli tedbir almasını rica ettim. Tedbir alınıncaya kadar Şeyh Said perşembeyi çarşambadan evvel getirdi. Bizi de buraya sürükledi. Bu isyanın İngiliz parası ile döndüğünü sanıyorum. Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza İstanbul’a gitti. Seyit Abdulkadir ile görüştü. Avdetinde babasıyla Şuşar’da buluştu. Tertibata din meselesini alet ettiler ama maksatları istiklaldi. Şeyh Said Yusuf Ziya ile görüşmüş olduğundan divanı harbe çağrıldı. Sait bundan korktu, kuşkulandı. ‘Beni asarlar.’ diyordu. Bilahare diklendi ve köyünden hareket etti. Çan şeyhleri ile görüştü, daha başkaları ile de temas ederek isyan için tahrikât yaptı. Bundan istifade Piran’a geldi”
Binbaşı Kasım Bey’in yaptığı bu itiraflardan sonra Şeyh Abdullah tekrar söz alarak kayınpederi Şeyh Sait’i Bitlis’ten istedikleri için korktuğunu, yakalanacağını düşünerek taraftar toplamaya başladığını, hatta kendisine de isyanda yer almasını teklif ettiğini fakat şeriatta isyanının caiz olmadığını söyleyerek reddettiğini belirtir.
Bu sefer iddiaların odağında bulunan Şeyh Sait söz alarak Yusuf Ziya’nın Kürdistan teşkili için çalıştığını kendisinin de Divanı Harp’ten istendiğini bunun üzerine yakalanmaktan korktuğunu ve yakalanmamak için tertibatta bulunduğunu söyler.
Binbaşı Kasım vermiş olduğu ifadeden sonra kendisinin de Varto’da ellerine esir düştüğünü, isyana katılmak mecburiyetinde kaldığını, Şeyh Sait’in
“Bir Türk öldürmek yetmiş gâvur kesmekten daha efdaldır.”
dediğini duyduğunu belirtir. Kasım Bey’in bu açıklamaları üzerine mahkeme başkanı Müfit Bey, Kasım Bey’e Kürt Komitesi hakkında neler bildiğini sorar. Bu soru karşısında Kasım Bey Yusuf Ziya’nın “Cemiyetimizde muhterem zevat vardır. İki milyon liramız var kırk beş bin alıyoruz.” dediğini belirtir. Mahkeme başkanının “Başka neler biliyorsun?” demesi üzerine Binbaşı Kasım Bey Kürt komitesi ile ilgili şu açıklamayı yapar: “Reşit misafirim iken cebinden altı kart çıkardı. Tevfik zade Sıdkı yazdı. Bunlar nedir dedim. Bu kartlar senin nazarında aleladedir. Fakat üzerinde yazı olanlar efradın olmayanlar rüesaya ait Kürt Cemiyeti’nin markalarıdır. Bunlar beşer beşer azaya veriliyormuş. Beş azadan başkası birbirini tanımıyormuş. ‘Bekir Sıdkı kimdir?’ dedim. Söylemediler.”
İstiklâl Mahkemesi’nde Şeyh Sait ile diğer sanıkların yargılanmasına devam edilir. Yapılan sorgulamalarda ayaklanma ile ilgili oldukça çarpıcı detaylar ortaya çıkmaktadır. Bu çarpıcı açıklamalardan birini de ayaklanma sırasında Elazığ kumandanlığını üstlenen Şeyh Şerif’ten gelmiştir. Şeyh Şerif mahkemede yaptığı açıklamada “Elazığ’a Çarşamba günü girdim. Beni Çötelizade Halit Bey karşıladı. Otomobil ile hükümete geldim. Eşraf ve Beyzade Nuri orada idi. Eşraf ‘Bu mutemedimizdir, eminimizdir. Hükümeti ona teslim edeceksiniz.’ dediler. Ben ‘Emininiz ise teslim ederim.’ dedim. Tayin ettim. Ne Halit’i ne de Beyzadeyi evvelden tanımam. Mektuplaşmadım. Hükümet konağında iki saat oturdum. Geceyi bir Çapakçurlunun evinde geçirdim. Sabahleyin Harput ahalisinin adamlarımıza ateş ettiğini görerek Palu’ya kaçtım. Ben kumandan değildim. Kimin sakalı varsa o kumandan idi. Bende kumandan sureti var mı?” şeklinde konuşarak ayaklanmada kumandan olmadığını belirtti.
Şeyh Sait’in inzibat kumandanlığını yapmış olan Hasan Fehmi de ifadesinde isyanın daha önceden planlandığını, isyan vakasından kırk gün evvel Şeyh Sait’in Çobakçor’a geldiğinde şeriat niyetinde olduğunu belirtir. Bunun üzerine Sabık Mebus Hamdi, Muallim Mehmet Zeki ve Dündar Alp’in Şeyh Sait’in kışkırtmalarda bulunduğunu hükümete haber verdiklerini daha sonra bunların valiyi görevden alarak hapis ettirdiklerini sonra da hükümete haber verenleri öldürdüklerini anlatır. Bunun üzerine mahkeme heyetinden Ali Saip Bey, Hasan Fehmi’ye ayaklanmanın önceden hazırlandığına dair neler bildiğini sorar. Bu soru karşısında Hasan Fehmi Şeyh Sait’in mebusların bir birine muhalefetlerinden şeriatın icra edilmediğini andığını söylediğini belirtir.
Hasan Fehmi’nin bu açıklaması üzerine Ali Saip Bey Şeyh Sait’e dönerek
“Sen mebusların şer-i şerife için muhalif olduğunu nereden biliyordun.” diye sorar. Şeyh Sait bu soruyu şöyle cevaplar: “Kitaptan, matbuattan, gelen haberlerden okudum. Bilhassa Sebilürreşad duyardım. Mebusların ihtilafı neden idi bilmiyorum. Sebilürreşad, Tevhit’i Efkâr-ı okurdum. Son Telgrafı da.. Erzurum Mebusları gelirdi, onlardan haber alırdık. Raif Hoca’yı bir kere gördüm. Ziya Hoca’yı tanımam. Raif Hoca’nın beyanatını gördüm. Risalede Peygamberimizin miracını inkâr ediliyordu. Bilmem Abdullah Cevdet mi, Ahmet Cevdet mi yazmış okuduk. Sebilürreşad yazıyordu. İzmit’te Kılıçzade Hakkı Peygamberimize izale-i lisanda bulunmuş, müftü mahkemeye müracaat etmiş, 100 lira hüküm giymiş, Ankara adliyesi beraat ettirmiş, buna da kızdık. Yine Sebilürreşad’ta okudum. Kız mektepleri açılmış ve orada birisi piyano, birisi keman çalıyormuş. Bir gece o mektepte müsamere vermişler. Yazık dedik. Bir risalede gördüm, Afyon mebusu sabıkı Şükrü Hoca “Hilafet lazımdır.” diyordu. Sebilürreşad bize çok tesir ediyordu. Erzurum tüccarlarından Bitlisli Seyfettin’den haber alırdım. Sebilürreşad’a biraderim müftü Bahattin abone idi.”
Yine diğer bir celsede Ali Saib Bey’in Şeyh Sait’e Meclis’teki muhalefetten bahsettiğini Mühim adamların Terakkiperver Halk Fırkasına girdiğini ve dini kurtaracağını söylediğini hatırlatması üzerine Şeyh Sait, Darahani’ye geldiğinde belediye reisinin kendisine Terakkiperver Fırkası’nın da Halk Fırkası’nın da nizamnamelerini verdiğini, Terakkiperverler’in “Askeranı men edeceğiz.” demelerinin hoşlarına gittiğini söyler.
Saib Bey’in Terakkiperver Fırkası’nın en hoşlarına giden maddesini sorması üzerine de Şeyh Sait Terakkiperver Fırkası’nın “Fırkamız İtikat-ı diniye ye hürmetkârdır.” diyordu bu madde hoşuma gitti der. Saib Bey’in madem Terakkiperverler dini kurtaracaktı niçin onlara müracaat etmedin demesi üzerine Şeyh Sait vakit bulamadıklarını eğer birkaç adam ittifak etse müracaat edeceğini söyler.
Şeyh Sait davasının mühim bir safhaya girmesinden dolayı Şark İstiklâl Mahkemesi Savcısı Süreyya Bey iki buçuk aylık sürecini Anadolu Ajansı’na vermiş olduğu beyanata değerlendirmiştir. Beyanatında Süreyya Bey şunları söylemiştir:
“İstiklâl Mahkemesi heyeti, ihtilal mahiyetinde işe başladığı günden itibaren fiilen madden isyanla alakadar eşhasın mahkumiyetiyle meşgul olmuştur. Bu ana kadar mahkeme edilen eşhas (…) ceraim esbabıdır. İsyanın senelerden beri özenli bir plan dâhilinde sarf edilen gayretlerin neticesi olduğu tamamen anlaşılmıştır. Heyetimiz tahkik etmiş, isyanda pek vazıh olarak hüviyetleri tayin ve mecramiyetleri tezahür eden, kısım azami divanı harplerden müdür eşhasın cezalarını tertip etmektedir. Asıl bundan sonradır ki isyanın esbap olan unsurları kökünden kat’i ve izale etmek vazifesiyle karşı karşıya bulunuyoruz. Çok kuvvetli bir kanaat halinde söyleyebilirim ki bu havalide birçok gizli küçük hükümdarlar yaşatan derebeylik teşkilatı tamamen başları ezilmeden memleketin öz, sadık, müstahsil, saf evlatları olan halk kitlesi … eşhasın memleketinden kurtarılıp, halk hükümetine müstenid, Türk Cumhuriyeti gayesine uygun bir vaziyet tabiye tesis olmadan şarktaki tehlike vatan şümul bir mahiyette kalacaktır. Fakat Cumhuriyetin sadık ve milletin fedakâr evlatları bütün memleketi tehdit eden bu tehlikeyi kökünden koparıp atacaktır. İsyan ve ihtilal haberlerinin Ankara’ya geldiğinde izhar ettiğimiz fikir ve kanaatin ispat mütalaasını isyan sahasında ki iki aylık tahkikat ve takibat ile bugün tamamen tevsik etmiş bir halde buluyorum. Heyetimizin davalarını bitirir bitirmez isyanla maznun olan eşhasların cezalarını hemen tatbik edeceğinden emin olmak gerekir.”
İstiklâl Mahkemesi’nde Şeyh Sait ve isyanla alakadar olanların sorgulamasına devam edilir. Bunlardan Genç jandarma yüzbaşısı olup ayaklanamadan sonra isaetin Darahani inzibat zabıtlığını yapan Ali Avni, yargılanması sırasında ayaklanmacılardan maaş karşılığında para aldığını itiraf etmiştir. Bunu yapmasının sebebi olarak da Maden inzibat memurluğu görevini yapan Kadri Bey’in hayatını kurtarmak için yaptığını itiraf eder.
Daha sonra Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’in sorgusuna geçilir. İsmail Hakkı Bey sorgusunda isyan hadisesinin olacağından haberdar olmadığını iddia ederek isyan olacağından haberdar olsa merkeze bilgi vereceğini ifade eder. Mahkeme Reisi, Muallim Mehmet Zeki ve Hamdi Bey’in isyanın çıkacağına yönelik ihbarda bulunduklarını hatırlatınca İsmail Hakkı Bey de, Muallim Mehmet Zeki Bey’in verdiği bilgilerin isyanı ihbar niteliğinde olmadığını sadece Ankara’ya karşı bir suikast yapılacağına yönelik bilgilerden bahsettiğini, söyler. Bu hususta dâhiliye vekâletinden bir telgraf aldığını ve kendisinden bilgi istendiğini, kendisinin de tahkikat yaptırdığını, Çobakçor kaymakamına sorduğunu ve kaymakamın kendisine bu meselenin şahsi şüpheden başka bir şey olmadığını bildirmesi üzerine de bununla yetinmeyerek jandarma kumandanıyla ortaklaşa tahkikat yaptırdığını iddia eder. İhbar olmadığı için evrakı mahkemeye gönderdiğini daha sonrada Muallim Mehmet Zeki’nin tutuklandığını ve asilerin gelmesi ile de öldürüldüğünü ifade eder. Mahkeme Reisi’nin Hamdi Bey’in de ihbarda bulunduğunu hatırlatması üzerine İsmail Hakkı Bey, geçen sene dâhiliye vekâletinde ihbarın suretini aldığını, vekâletin kendisine bu hususta soruşturma yapmasını emrettiğini, jandarma kumandanını bu işi soruşturması için görevlendirdiğini söyler. Daha sonra ifadesinde Hamdi Bey tarafından gönderilen ihbarnamede nahiye müdürünün Şeyh Sait ile görüşmekte olduğu ve İngilizlere hizmet ettiğinin yazıldığı ve yapılan soruşturma neticesinde Hamdi Bey’in milletvekili olamadığı için böyle bir ihbarda bulunduğunun anlaşıldığını, Mehmet Zeki Bey gelince de kendisine ifade vermekten çekindiğini söyler.
Diyarbakır’da yargılamalar devam ederken bir yandan da bazı kişiler hakkında kararlar verilmeye başlanmıştır. Ayaklanmada önemli bir görev üstlenen Çan şeyhlerinden Abdullah, Ali ve Süleyman ile Lice’de ayaklanmanın inzibat memurluğunu yapan Hüseyin idama mahkûm edilirler. Diğer Çan Şeyhleri olan Merci Bin Halit, Fakiye Mahmut, Resul, Şerif, Hüseyin, Ahmet ayaklanmada tesirleri oldukları gerekçesiyle onar seneye mahkûm edilmişlerdir.
İDAM KARARLARI VE CEZALARIN İNFAZI
27 Haziran 1925 Cumartesi günü duruşmaya başlandıktan hemen sonra Savcı Süreyya Bey söz alarak yargılan sanıklar hakkında son iddianameyi okur. Bu iddianamede tüm sanıkların suçlarını, ayaklanma sırasında her birinin ayaklanmaya nerede ve ne şekilde iştirak etiğini ve bu sanıklar hakkında var olan delilleri tek tek açıklar. Tekke ve zaviyelerin kuruluşlarının sebep ve amaçları dışında bırakılarak, şeyhler tarafından müritlerini ve masum halkı kandırıcı siyasi birer yuva oldukları ileri sürülerek kapatılması için mahkemede karar alınması da istenmektedir Savcı iddianamesini elli üç sanığın suçlarını tek tek ne olduğunu açıklayarak devam ettirir. O iddianame şöyledir:
“Şeyh Abdullah, Varto kasabasının işgaline memur edilmiş, hareket-i isyaniyenin başına geçmiş, Varto’da bir müddet hükümdarlık etmiştir. Süren muhakeme esnasında kendi ifadesi ile teyittir. Şeyh Şerif, Elazığ cephesi kumandanlığını deruhde etmiştir. Kendisi kumandan olduğunu inkâr etmişse de kendisine bu unvanla yazılan mektuplar ve cevabında bu imzayı kullanan birçok mektupları vardır. Fakih Hasan, Darahani inzibat memurluğunu yapmıştır. Kendisi inzibat kumandanlığını bazı memuriyete iyilik için yaptığını söylemiş ise de bu iddia unvanını istirham edemez. Hacı Sadık Bey, uzun sakalına ve ilerlemiş yaşına rağmen bu isyanda Şeyh Sait kadar çalışmış bir şahıstır. Hanili Şeyh İbrahim, Çobakçorda idare-i umumiyeyi derahde etmiş bir şahsiyettir. Davadan anlaşılacağı gibi asat sergerdeleri en ziyade Çan mıntıkasına ithaf ehemmiyet etmişlerdir. Şeyh Ali, Şeyh Celal ve Hasan hareket-i isyaniyeye aynen ve müştereken çalışmışlardır. Şeyh Ali Kığı, Şeyh Celal ve Şeyh Hasan Harput cephesinde çalışmıştır.Hanili Mustafa ve Salih Beyler asat ve sergerdelerden olup birçok müsademelerde bulunmuşlardır. Hanili Salih kırılan bacağına rağmen teslim olmayarak tutsak edilmiş bir asidir. Bunlardan başka Yusuf, ettiği isyanın ehemmiyetini saklamadan tahkikata çalışmış, Madenli Kadri, asatın inzibat memurluğunu yaptığını itiraf etmekle beraber Fakih Hasan gibi hizmet için yaptığını söylemiştir.
Cizreli Şeyh İsmail ile biraderi Abdullatif, Diyarbakır üzerine derbeder bir kuvvetle hareket yapan rüesa-i asttandır. Diyarbakır’a hücumdan evvel Şeyh Sait’e giderek ‘Ma-dun eşhası iğfal et.’ diyerek Diyarbakır’a daha büyük bir kuvvetle hücum etmek üzere halkı kandırmak için şahsen çalışmışlardır. Molla Emin Şeyh Abdullah’ın mürididir. Şeyh Abdullah ne yapmışsa ne düşünmüşse o da aynı şeyi yaptığını ve harekete iştirak ettiğini itiraf etmiştir. Tahrikte ve isyan devresinde çok çalışmıştır. Bütün asilerce malum olduğu cihetle isyanın tertip edenlerden biri bu adamdır.
Hacı Halit Bey, Şeyh Abdullah ile beraber Varto asilerindendir. Bir askerle firar ederken yakalanmıştır. Ali Badak isyan rüesasından Şeyh Şerifle Elaziz’e gitmiş bir at getirmiştir. Mülazım Ferit meda-i umumiyesi Abdülhamit Efendi, memur olduğu halkın emniyet mal ve hayatını temine mecbur bir memur olduğu halde asatı hanelerine misafir etmek ve muhtaç oldukları istirahatı temin etmekle harekette bulunmuştur. Jandarma Mehmet Fahri ve Ali Avni Efendiler zabit oldukları halde, vatan ve millet aleyhine kıyam edenlerin hizmetlerini ve paralarını kabul eden iki şahıstır. Kaymakam Hüseyin Hilmi, Şeyh Sait’in oğlu Ali Rıza’yı kasabaya davet eden, oranın vaziyet-i sevki elçiyesini ifşa eden bir şahıstır.
Hâkim Ali Rıza Efendi aslen Bağdatlı’dır. Şeyh Sait’in hareket vakasını hareketin mahiyetinde göstererek takdir etmiş, ‘Kendisinden muvaffakiyet memuldur.’ gibi sözler sevk ederek tahrik suretiyle hareket-i isyaniye de zimdihaldir. Genç Valisi İsmail Hakkı hakkında malum iddia isyanı tasvip edecek bir harekette bulunduğunu sart edememekle beraber birçok ihbarata rağmen vazife-i memuriyetini suiistimal etmiş bir memurdur.”
İddia makamının dile getirdiği bu uzun ve detaylı iddia gerek sanıklar gerekse de salonda bulunan dinleyiciler tarafından büyük bir sessizlikle dinlenilir. Savcının sanıklara yönelttiği bu iddianın bitmesi üzerine sanıkların son müdafaaları dinlenmeye başlanır. İlk müdafaayı Şeyh Sait yapar. Şeyh ayaklanmanın önceden planlanmadığını ve Piran’da gerçekleşen hadisenin ayaklanmaya sebep olduğunu dile getirmiştir. Şeyh Sait’ten sonra söz alan diğer sanıkların geneli kendilerine yapılan suçlamaları kabul etmeyerek beraatlarını istemişlerdir. Bir kısmı ise yapılan suçlamaları kabul etmiş ancak yinede cumhuriyet hukukunun kendilerini affedeceğine inandıklarını dile getirmişlerdir.
Sanıkların savunmaları bittikten sonra ertesi gün yani 28 Haziran günü İstiklâl Mahkemesi tekrar toplanır. Diyarbakır’daki mahkeme salonunda tarihi anlar yaşanmaktadır. Mahkeme başkanı söz alarak kararı açıklar. Bu karara göre; Şeyh Sait, Şeyh Abdullah, Şeyh Şerif, Fakih Hasan, Hacı Sadık, Şeyh İbrahim, Şeyh Ali, Şeyh Celal, Şeyh Hasan, Hanili Salih Bey, Mehmet Bey, Madenli Kadri, Şeyh Şemsettin, Şeyh Âdem, Şeyh İsmail, Şeyh Abdullatif, Molla Emin, Kargapazarlı Halil ve oğlu Mehmet, Molla Cemil, tahrirat kâtibi Tahir, Nahiye Müdürü Tayip Ali, Jandarma Hamit ve yirmi dokuz kişi idama mahkûm olunur.
İdama mahkûm edilenler arasında bulunan Salih Bey’in oğlu Hasan’ın on beş yaşından küçük olması sebebiyle cezası Adana’da on beş sene küreğe çevrilmiştir. Aynı şekilde Çobakçor kaymakamı Hüseyin Hilmi’nin Kuvva-i Milliye’de hizmeti dikkate alınarak cezası Konya’da on beş sene küreğe çevrilir. Genç Valisi İsmail Hakkı’nın Konya’da bir sene hapsine ve devlet hizmetinde görev verilmemesine, Jandarma Yüzbaşısı Avni, Cemil paşazade Ekrem, Jandarma Teğmeni Mehmet, Hanili Mustafa Bey üç sene ile onar sene küreğe konulmalarına karar verilmiştir.
Çobakçorlu Hüseyin, Sıhhiye Kâtibi Niyazi, Jandarma Ali, Bitlisli Mehmet Salih, Vartolu Ali, Kargapazarlı Reşit ve Süleyman Bey, Darahani Müftüsü İsmail, İsmail oğlu Ahmet, emekli Binbaşı Kasım, Vartolu Cendi, Darahani Müftüsü Hacı İlyas Efendi, Molla Abdülhamit, Maksut, Ahmet, Nimet ve İbrahim Beylerin beratlarına, Kadri, Memduh, Beylerinde âdem-i mesuliyetlerine karar verilir.
Mahkemenin bu karaları üzerine beratlarına ve âdem-i mesuliyetlerine karar verilenler dışarı çıkarılmış ve mahkeme başkanı metin ve gür bir sesle mahkûmlara hitaben bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmasında Mahkeme Başkanı mahkûmlara şöyle seslenmiştir:
“Kiminiz şahsen bir zümreyi alet, kiminiz tahrikât-ı ecnebiye ve ihtiras-ı siyasiyeyi ittihaz ederek cümleniz bir noktaya yani müstakil Kürdistan teşkiline doğru yürüdünüz. Senelerden beri düşündüğünüz umumi isyan ve kıyamı yaparak bu havaliyi ateş içinde bıraktınız. Cumhuriyet Hükümetinin azimkâr ve kat’i hareketi, cumhuriyet idaresinin öldürücü darbeleriyle isyan, irtica ve kıyamınız derhal perişan edilerek cümleniz huzur-u adalette hesap vermek üzere yakalanarak getirildiniz.
Herkes bilmelidir ki Cumhuriyet Hükümeti, fesat ve irtica ile her türlü faaliyetlere göz yumamayacağı gibi tedbirler sayesinde bu gibi harekete zemin ve saha da bırakmayacaktır. Senelerden beri ağaların, şeyhlerin, beylerin baskısı altında feryat eden bu zavallı halk sizin şer-i fesadınızdan kurtularak Cumhuriyetimizin feyizli ve saadet bahseden yollarında ilerleyerek mesut yaşayacaktır. Sizde döktüğünüz kanların, verdiğiniz hainliklerin cezasını adalette hayatınızla ödeyecek, hesabını vereceksiniz. İşte Cumhuriyetin sert fakat adil kanunları budur.”
dedikten sonra mahkûmların götürülmesini emreder. Mahkeme Başkanı’nın alkışlarla karşılanan sözlerinden sonra mahkûmların kollarına kelepçeler vurulur ve götürülür.
Şeyh Sait ve arkadaşlarının idam kararı hemen infaz edilecektir. Bu infaz işlemini Diyarbakır Adliye Savcılığı üstlenecektir. Ayrıca verilen karar hükümleri arasında Şark İstiklâl Mahkemesi bölgesi içerisinde bulunan teke ve zaviyelerin kapatılmaları hükmü de bulunduğundan bu hüküm ve karar da, on dört il ve iki kazada bulunan yetkili makamlarca derhal yerine getirilmiştir.
Şeyh Sait hücresinde Hapishane Müdürü Osman Bey ile görüşerek bırakacağı altınların evlatlarına taksimini vasiyet ederek çocuklarının isimlerini sayar, fakat nerde olduklarını bildirmez. Daha sonra tüm hükümlüler gibi Şeyhi de nöbetçi hekim Yüzbaşı Cemil tarafından muayene edilmiştir. Muayene işlemi bittikten sonra mahkeme heyetinden Ali Saip ile Şeyh Sait arasında bir diyalog yaşanır. Şeyh Ali Saip Bey’e “Hani doğruyu söylersem kurtaracaktın?” der. Bunun üzerine Ali Saip Bey “Ne yapalım Sait Efendi, seninle Hınıs’ta kuzu yiyemedik.” der. Diyarbakır’da Siverek kapısı dışında hazırlanan idam sehpaların bulunduğu yerde kolordu komutanı Mürsel Paşa, Vali Mithat Bey, İstiklâl Mahkemesi üyelerinden Müfit Bey, Diyarbakır mebusları Cavit ve Şeref Beyler ile birçok subay ve halk vardır. Yüz on gün evvel aynı mevkide Diyarbakır’ı ele geçirmeye çalışan kişiler bu sefer elleri kelepçeli olarak cezalarını çekmeye doğru yürüyorlardı. Şeyh Sait burada Ali Saip Bey’i kastederek “Mahşer günü seninle mahkeme olacağız.” diye seslenir. Şeyh’in bu seslenişi üzerine Vali Mithat Bey “Mahşer günü adil hâkimlerimizle değil, öldürdüğün masum çocuklar, ocaklarını söndürdüğün ailelerle muhakeme edileceksin.” diye cevap verir. Şeyh bu sefer “ Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.” şeklinde mırıldanır.
Bu konuşmalardan sonra sanıklar hakkındaki idam kararları uygulanmaya geçilir. Öncelikle Şeyh Sait idam edilir. Şeyh’in idam edilmesinin ardından Şark İstiklâl Mahkemesi’nin verdiği diğer idam kararları da sırayla infaz edilir. Şeyh Sait’in idam edilmesi basında da geniş yankı bulmuş ve birçok yazar kaleme aldığı makaleler ile bu konu hakkında görüşlerini dile getirmişlerdir. Bunlardan biriside Siirt Mebusu Mahmut’un Hâkimiyeti Milliye gazetesinde yayımladığı makaledir. O makale şöyledir:
“Şeyh Said’in İdamıŞeyh Said idama mahkûm oldu. Esasen Şark İstiklâl Mahkemesi hükmünü okumadan evvel halkın geneli bu asi Şeyh hakkındaki hükmünü vermiştir. Maalesef bu şakinin imhasıyla onun yaptığı tesiri yok etmek mümkün olmuyor. Şeyh Said ahirette azaba düçar olmak üzere göçtü; hâlbuki onun yüzünden takibata, ızdırabata maruz kalan birçok fertler bunların yaptıkları ihanetlerin karşısında matem tutmağa mahkûmdurlar. Beşeriyet için, hayat için ve nihayet vatanı için hiçbir kıymet ifade etmeyen bir Şeyh Said’in idamı Dicle boylarında dökülen kanlara tekabül eder mi? Herhalde devlet idaresinde, adaletin icrasında esas olan şey sadece erbap ceraimi tecziyeden ibaret değil, belki esbap ceraimi … Bu irtibatla Şeyh Said -ziyade hak ettiği- akıbete düçar olmakla tam ve kâmil bir adaletin icra edildiği vahimine kapılmak haktır. Hakiki adalet; başka kisvelere başka şivelere … başka şekillere yeni yeni şeyhlerin zuhuruna mani olmaktır. Tarihimizin tahkikatından anlıyoruz ki irtica yalnız dâhili siyasetimizde vatandaşlarında bir siyaset vasıtası olmuş değildir. En mühim ve en feci şekillerde harici düşmanlarımızın da bu silahtan istifade ettiği vakadır. Eski Rus Çarlığının bu keskin silahtan nasıl istifade ettiğini biliyoruz. Bazı garb devletlerinin bugün bile aynı silahla tefeci tahrikât yaptıklarını görüyoruz. Türkler, Türk vatanperverleri, Türk milletperverleri daima düşünmelilerdir ki irtica ile yapılacak işler düşmanlara hizmet etmektir. Şeyh Said ve adamlarının idamı emellerinin en hak cezasıdır. Fakat memleket için, istikbal için halis ve refah yolu yalnız bu değildir. Memleketten Şeyh Said zihniyetini imha ettiğimiz gündür ki istikbale ehemmiyetle bakabilelim. Genç cumhuriyet, ıslahat sahasında ittihaz edeceği idari ve içtimai tedbirden sonra memleketin arz edeceği manzara dahil ve harici bu kanaate sevk etmelidir. Artık Türkiye’de irticaya hayat ve imkân yoktur.”
Yorumlar