0

Heeeyt, var mı bana yan bakan?…

Fesimiz baş üstünde, püskülü saçak,

Ceketim omuzda, belimde kuşak,

Bir yanda tabanca, bir yanda bıçak,

Yan bakma babalık yakarım seni.

Yemenim küt burun, yumurta topuk

Ecdattan külhanbeyim, değilim kopuk,

Şaşırıp sataşma sakın babalık,

Kulaklarından duvara çakarım seni!…

Kahküllü saçlar üzerinde sol kaşa düşürülmüş, tepesinden yana gelen kalın ibrişim püsküllü sıfır numara kalıplı siyah fes. Kartal kanat, kısa ceket altına giyilen, patatuka denen önü iri düğmeli fermane. İçte sırt tarafına kılaptanlı aslan, kaplan, tavus kuşu yahut denizkızı işlemeli camedan denilen bir yelek. Damı bal peteği şeklinde oyuklu mintan Belde ipekli Sakız veya Trablus kuşağı Boyundan atma püsküllü, gümüş kordonu ile boğazında da önden düğmeli bir mendil.

Alt kısmında, yarım Fransız denilen yukarısı dar, dizden aşağı genişleyen ve arka paçası, koyu mor veya siyah kadife kaplı kıvrık pantolon. Ayaklarda da beyaz çorap üstüne, yan lastikleri yürek biçiminde yumurta ökçeli, basık arkalı yarım şıpıtıklar Kuşak büklümlerinin arasındaki saldırmanın yanında, dökme pirinçten aslan başlı bir de çekecek (silahlar, bazen de camedan’ın sol taraf içinde saklanır).

Kendilerine has yürüyüşleriyle, ara sıra silah yerlerini yoklamak suretiyle omuz atıp, seyrek adımlarla bol paçalarını bir içe, bir de dışa yalpalarlar.

“Heeeyt Var mı bana yan bakan? Bu kadar tilki divanı sana yeter, lafına yekûn tut da bas git”

Bilhassa kabadayılar, aralarındaki anlaşmazlığı böyle yüksekten atıp halledemezlerse, seçecekleri bir mahalde, güvendikleri kimselerin önünde meramlarını anlatırlardı. Verilen karara da boyun eğmek mecburiyetindeydiler.

Buna, aslı İtalyanca olan “Racon kesme” denirdi. Taraflardan biri, kesilen racona itiraz ederse, o muhitten (bir daha gelmemek üzere) uzaklaştırılırdı. Şayet her ikisi de kabul etmezse, dava silahla neticelenir ve heyet de bu suretle “Madra” olmuş olurdu.

Kendi muhitlerinin müstebiti sayılan kabadayılar, ekseriya semai kahvehanelerin önününde, balozlarda, meyhanelerde ve tulumba koğuşlarında görülür, kumarhanelerden mano alır, umumhanelerdeki gacolardan geçinirlerdi.

Bilhassa sarayın ileri gelenleri namına çalışanları da vardı. Fehim Paşa, Bedirhani Şamil Paşa, Arnavut Tahir Paşa’ya bağlı kabadayılar, Beyoğlu semtine eşinerek birbirleriyle kapışırlar ve galip tarafın paşası da o gün saryda diğer paşalara caka satardı. Mesela o devrin en meşhur kabadayı çetesi, Fehim Paşa’nınki idi. Bir gün avanesi, oduncu İsmail adındaki zavallıyı, gece sıkıştırdıkları bir sokakta iyice dövmüşlerdi. Bilahara dövenlerden sebebi sorulmuş ve “Vallahi haberim yok, paşa dövün dedi, dövdük!…” cevabı alınmıştı.

KÜLHANBEYLİK

Böyle kişiler; efendi kabadayılar, tulumbacılar ve külhanbeyler olarak sınıflandırılmıştı. Külhanbeylerin ekserisi polise eyvallah deyip hizmet ederler, menfaatleri icabı, kendi gibileriyle dalaşırlardı. Bunların arasında bir de “sulu” denilen zümre vardı. Suluların mevkii daha aşağıydı. Tulumbacı kabadayılar yalnız yangınlarda görünürlerdi. Çatışmaları tamamen takımlar arası rekabetten ibaretti. Bunların arasında bir de Rum kabadayılar vardı ki, vurucu, kırıcı kasa hırsızlığı yaparlardı.

Esas kabadayılar, daha ziyade dürüstlüğü ile muhitinin hamisi vasfında olanlarıydı. Bu kişiler, efendiydiler. Kendilerine göre adet ve örfleriyle, koydukları kaideye uymaya mecburdurlar. Giyinişleri bile normale yakın olup, silahlarını gizleme bakımından pardesüsüz bile gezmezlerdi.

Zayıfı ve bilhassa ırz ehlini korur, bu yoldan azıcık inhiraflı (sapma) görülenleri de yok ederlerdi. Vasıfları çizilen bu tiplerin silahları da, saldırma, kama, makine (tabanca) söğüt yaprağı bıçak ve o zamanları pek makbul sayılan Sheffield marka sustalı idi.

Topkapı, Mevlanekapı, Çeşmemeydanı, Yeşiltulumba, meşhur kabadayıların mekanı idi. Eski İstanbul’un Birinci Daire (Fatih,) Dördüncü Daire (Cerrahpaşa,) Altıncı Daire (Beyoğlu) diye ayırdığı bu mühim yerlerde, o zamanlar tüfekle mücehhez dört askerle bir polis kol gezerek, şehrin asayişini temine çalışırlardı.

O dönemin meşhur kabadayıları:

Tıflıbozzade Kahraman Bey, Arap Abdullah, Sarraf Niyazi, Arif Bey, Matlı Mustafa, Ziya, Topal Tevfik, Kadırgalı Kör Emin, Arap Dilaver, Kavanoz Mehmed, Karamürselli Tahir, Laf Turan, Mevlanekapılı Hilmi, Arnavut Halil, İzmirli Nazif, Elbasanlı Ramazan, Boğazkesenli Abdi, Dökmeci Hayrullah, Köşklü Ahmed, Kadayıfçı Ali, Kazaskerin Ahmed, Yenibahçeli Lütfü, Aynacı Bekir, Balıkçı Deli Ahmed, Martdokuzu Ali, Kayyum Ali Bey, Karacaahmetli Asaf, Vidinli Ali, Ara Ahmed ve Tatlıcı Raif.

Görsel temsilidir.

Kaynak:

İhsan Birinci, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 2, Mart 1968, s. 29-32

Türkçe Tarih

Bir memlekette adalet olmazsa…

Önceki yazı

Yeni Türkiye Mecelle’nin hükümlerine bağlı kalamaz

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Kültür ve Sanat Tarihi