21 Mart 1923 – Hilâliahmer Kadınlar şubesinin tertip ettiği çay ziyafetinde söylenmiştir.
Gazi Paşa Hazretleri Konya’daki üçüncü nutuklarını Konya Hilali Ahmer Kadınlar Şubesi’nin çay ziyafetinde irat buyurdular. Kadın ve erkek yüzlerce zevatın hazır bulunmasıyla verilen bu çay ziyafetinde Hilali Ahmer Kadınlar Şubesi Katibesi Hanımefendi tarafindan bir nutuk okundu. Bu nutukta hanımlarımızın Gazi Başkumandanlarına karşı duydukları hürmet ve sevgi, Türk kadınlarının da büyük kurtarıcılarının gösterdiri uyanış ve inkılap yolunda metin adımlarla yürüyeceği, milli mücadelede Türk kadınlığınlığının da nasıl fedakarane çalıştığı, son yarım asır zarfında memleketimizin nasıl felaketler geçirdiği ve en nihayet bu ard arda gelen kara günlerden büyük dahilerinin gayretiyle nasıl kurtuldukları, kadınıyla erkeğiyle bütün Türkiya’nın nasıl yeni bir devre girdiği anlatıldıktan ve Hilali Ahmer’deki kadınların eğer devletler milli ve hayati haklarımızı kabul etmezler de yeniden harp başlarsa nasıl candan çalışacakları izah edildikten sonra Gazi Paşa Hazretleri’yle muhterem eşlerine uzun ve mesut ömürler temenni edildi. Onu müteakip Belediye Reisi Muhlis Bey tarafından da toplumsal hayatımızın yükselmesi yolunda beyanatta bulunarak inkılap tarihimizde bir merhale olan bu toplantıdan dolayı Gazi Paşa ile muhterem eşlerine teşekkür ve böyle bir toplantıyı hazırladıklarından dolayı da Hilali Ahmer Reisesi Şerif’e Hanım’la idare heyetini memleket namilla tebrik eyledikterı sonra Gazi Paşa Hazretleri her iki nutka Türk kadınlığı hakkında gayet kıymettar bir şaheser olan aşağıdaki hitabe ile karşılık verdiler:
Muhterem Hanım ve Beyefendiler;
Bu dakikada Konya’nın çok güzide kıymetli hanımlariyle, çok muhterem münevver hemşirelerimizle ve kendilerine refakat eden arkadaşlariyle hep bir arada bulunmaktan çok memnun ve mütehassisim. Bize böyle samimî, memnuniyetbahş, kıymettar dakikalar ihzar eden Konya Hilâliahmer Kadınlar Şubesini teşkil eden Hanımefendilere sureti mahsusada teşekküratımı arzederim. Bilhassa Hemşiremiz Hanımefendinin, cemiyetlerinin tercümanı hissiyatı olarak hakkımda beyan buyurdukları fevkalâde temdihata karşı minnettarım. Hanımefendi hemşiremiz iradettikleri nutukla memleketimizin kırk senedir yaşadığı hayatı, geçirdiği edvarı pek kıymetli ve pek veciz surette hulâsa buyurdular. Bunu tavzih için bir kelime bile tahattur ve ilâve etmek istemiyorum. Sözlerini bu suretle tasvible tezkâr ettikten sonra şunu ilâve edeyim ki, Hilâliahmer Cemiyetinin ve bilhassa bu ulvî cemiyette pek büyük bir faaliyet ve dirayetle ibrazı fedakârî eyliyen muhterem hanımlarımızın harekâtı askeriyede, Millî Mücadelenin muvaffakiyete isalinde gösterdikleri himmet ve muavenet orduya yapılan hizmetlerin kıymetlilerinden birini teşkil etmektedir. Ordunun Başkumandanı sıfatiyle heyeti aliyyelerine takdimi teşekkürat eylerim.
Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da azimkârane çalışarak memleketimize daha çok hizmetler ifa edeceğinize eminim.
Hanımlar, Efendiler;
Bu son senelerin inkılâp hayatında, hummalı fedakârlıklarla mahmul mücadele hayatında, milleti ölümden kurtararak halâsa ve istiklâle götüren azmü faaliyet hayatında her ferdi milletin mesaisi, gayreti, himmeti, fedakârlığı sebkeylemiştir. Bu meyanda en ziyade tebcil ile yad ve daima şükran ile tekrar edilmek lâzım gelen bir himmet vardır ki, o da Anadolu kadınının ibraz etmiş olduğu çok ulvî, çok yüksek, çok kıymetli fedakârlıktır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü kadınının fevkinde kadın mesaisi zikretmek imkânı yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını ―Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi halâsa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi halâsa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim diyemez.
Hanımlar ve Efendiler;
Kadınlarımız haddi zatında hayatı içtimaiyede erkeklerimizle her vakit yanyana yaşadılar. Bugün değil, eskiden beri, uzun zamanlardan beri, kadınlarımız erkeklerle baş başa, hayatı cidalde, hayatı ziraatte, hayatı maişette, erkeklerimizden yarım hatve geri kalmayarak yürüdüler. Belki erkeklerimiz memleketi istilâ eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında ispatı vücut ettiler. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat menbalarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin esbabı mevcudiyetini hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin kabiliyeti hayatiyesini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsulâtı pazara götürerek paraya kalbeden, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtiyle, kağnısiyle, kucağındaki yavrusiyle, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvî, o fedakâr, o ilâhî Anadolu kadınları olmuştur. Binaenaleyh hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis edelim.
Fakat muhterem hanımlar ve muhterem beyler, cümlenizce malûmdur ki, kadınlarımızın bu kadar fedakârlığına, kadınlarımızın bu kadar hizmetine, erkeklerden hiçbir yerde geri kalmıyan bu kadar ehliyetlerine rağmen düşmanlarımız ve Türk kadınının ruhunu bilmiyen sathî nazarlar kadınlarımıza bazı isnadatta bulunmaktadırlar. Kadınlarımızın hayatta âtilane yaşadıklarını, ilim ile, irfan ile münasebetleri bulunmadığını, hayatı medeniye ve hayatı içtimaiye ile alâkadar olmadıklarını, kadınlarımızın her şeyden mahrum kaldıklarım, onların Türk erkekleri tarafından, hayattan, dünyadan, insanlıktan, kârükisbden uzak tutulduğunu söyliyenler vardır. Fakat hakikati hal böyle midir? ġüphesiz ki Türk kadınını bu suretle görmek, Türk kadınını görmemektir. Ecnebilerin ve bizi düşman nazariyle görenlerin tarif ve tasvir ettikleri kadınlar, bu vatanın asıl kadını, Anadolu’nun asıl Türk kadını değildir. Öyle kadınlar bizim asıl hayatımızda ve asıl memleketimizde yoktur. Türk kadınını yanlış görüp yanlış anlatanlar, bilhassa büyük şehirlerimizde, müterakki, medenî zannedilen yerlerde bazı Türk hanımlarının manzarai hariciyelerine bakarak aldanıyorlar. O kadınların haricî manzaralarını aleyhimizdeki suitefsirlere müsait bir zemin olarak alıyorlar. Milletin umumi hayatına nisbetle pek mahdut ve naçiz olan o kadınları, onların manzara-i hariciyelerinden çıkardıkları mânayı bütün Türk kadınlığına teşmil ediyorlar, işte ilk tashih edilecek hata ve ilk ilân edilecek hakikat buradadır. Manzarai hariciyeleriyle düşmanlarımıza ve bilhassa içimizdeki bedbahtlara bilerek ve daha ziyade bilmiyerek haklı bir sermayei tezvir veren manzaralara, hepiniz biliyorsunuz ve herkes biliyor ki, en ziyade memleketimizin en büyük şehri olan, asırlarca devletin payitahtı ve makarrı hilâfeti bulunan İstanbul’da tesadüf ediliyor. Düşmanlarımız bu manzaradaki kadınlardan aldıkları intibaat ile acı hükümler veriyor ve diyorlar ki: Türkiye mütemeddin bir millet olamaz, çünkü Türkiye halkı iki parçadan mürekkeptir. Kadın ve erkek diye iki kısma ayrılmıştır, halbuki bir heyeti içtimaiye aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse terakki ve temeddün etmesine imkânı fennî ve ihtimali ilmî yoktur.
Muhterem Hanımlar, düşmanlarımızı aldatan bu manzara-i hariciye bilhassa kadınlarımızın şeklinden, tarzı telebbüsünden ve sureti tesettüründen neşet ediyor. Onların aldanmalarına saik olan diğer bir nokta da ecnebilerle temas edebilecek mevkide bulunan kadınlarımızın etvar ve harekâtının millî etvar ve harekâtımızın timsali olmayıp, belki Avrupa etvar ve harekâtının mukallidi olarak görülmesidir. Filhakika memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde, tarzı telebbüsümüz, kıyafetimiz bizim, olmaktan çıkmıştır. ġehirlerdeki kadınlarımızın tarzı telebbüs ve tesettüründe iki şekil tecelli ediyor; ya ifrat, ya tefrit görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemiyen, çok kapalı, çok karanlık bir şekli haricî gösteren bir kıyafet, veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile kıyafeti hariciye olarak arzedilemiyecek kadar açık bir telebbüs. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o tefritten de, bu ifrattan da tenzih eder.
O şekiller dinimizin muktezası değil, muhalifidir. Dinimizin tavsiye ettiği tesettür hem hayata, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeriatın tavsiyesi, dinin emri mucibince tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne o kadar açılacaklardı. Tesettürü şer’î, kadınlar için mucibi müşkilât olmıyacak, kadınların hayatı içtimaiyede, hayatı iktisadiyede, hayatı maişette ve hayatı ilimde erkeklerle teşriki faaliyet etmesine mâni bulunmıyacak bir şekli basittedir. Bu şekli basit heyeti içtimaiyemizin ahlâk ve adabına mugayir değildir.
Tarzı telebbüsümüzü ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus âdatı, kendine göre millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır.
Bizim tesettür meselesinde nazarı itibare alacağımız şey, bir yandan milletin ruhunu, diğer yandan hayatın icabatını düşünmektir. Tesettürdeki ifrat ve tefritten kurtulmakla bu iki ihtiyacı da temin etmiş olacağız. Tarzı telebbüsümüzde milletin ruhî ihtiyacını tatmin için, islâm ve Türk hayatını iptidadan bugüne kadar lâyıkiyle tetkik ve etrafiyle tavzih etmekliğimiz lâzımdır. Bunu yaparsak görürüz ki, şimdiki tarzı telebbüsümüz ve kıyafetimiz onlardan başkadır, lâkin onlardan daha iyidir diyemeyiz. Bizim kadın hayatımızda, kadının tarzı telebbüsünde teceddüt yapmak meselesi mevzuubahs değildir. Milletimize bu hususta yeni şeyleri bellettirmek mecburiyeti karşısında değiliz. Belki ancak dinimizde, milliyetimizde, tarihimizde zaten mevcut olan âdatı mergubeye intizamı cereyan vermek mevzuubahs olabilir. Biz başlı başımıza ferden her türlü şekilleri tatbik edebilir, kendi zevkimize, kendi arzumuza, kendi terbiye ve seviyemize göre istediğimiz kıyafeti ihtiyar eyliyebiliriz. Ancak bütün milletin şayanı kabul göreceği şekilleri, bütün milletin hayatında kabiliyeti tatbikiyesi olan kıyafetleri herhalde temayülâtı umumiyede aramak ve o şekillerin muvaffakiyetini temayülâtı umumiyeye tevafukta görmek lâzımdır. Bazı milletlerin zevk âlemlerini memleketimizde tatbike kalkmak bittabi hatadır. Bu yol hayati içtimaiyemizi feyz ve fazilete isal etmez.
Daha selâmetle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını mesaimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlâkî, içtimaî, iktisadî hayatta erkek şeriki, refiki, muavin ve müzahiri yapmak yoludur. Eğer kadınlarımız şer’in tavsiye, dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin icabettirdiği tavrı hareketle içimizde bulunur; milletin ilim, sanat, içtimaiyat hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olunuz; milletin en mutaassıbı dahi takdirden men’i nefs edemez. Bilâkis o halin aleyhinde söylenecek sözlere karşı, belki onun müteşebbislerinden daha fazla, müdafii olur.
Benimle temas eden bazı ecnebi muhabirleri bilhassa bir İngiliz muhabiresi, ismini hatırıma getiremedim, bir sıra makaleler yazmış. Bu makalelerin birinde tesadüf etmiştim, diyor ki: Mustafa Kemal Paşa ve rüfekası memlekette çok teceddüdatta bulunabilirler, birçok yenilikler yapabilirler, pek çok şeyleri değiştirebilirler; lâkin yalnız bir şey yapamazlar, o da kadınların tarzı telebbüsünü değiştirmektir.
Bu İngiliz muhabiresi bundan bahsettiği zaman hep İstanbul’da gördüğü bazı hanımların fazla müsamahalı kıyafetlerini düşünüyordu. Nitekim makalesinin müteakip kısımlarında bu hususu izah ediyor ve diyor ki: çünkü o hanımlar o kadar şık, o kadar zarif, o kadar incedirler ki bütün Avrupa kadınları onları kendilerine model ittihaz etseler lâyıktır!
İşte bir ecnebi muhabiresinin bu şahadetinden de anlaşılıyor ki bizim kadınlarımız, bazı yerlerde, Avrupa kadınlarını bile gıptaya sevkedecek kadar ilerlemişlerdir ve eğer kadınlarımız yalnız bu ciheti düşünür ve yalnız şıklıkta, zarafette Avrupa kadınlarını bile geçmeği hedef ittihaz ederse kadınlık hayatında, dolayısiyle bütün milletin hayatında varmak işediğimiz mes’ut inkılâba vasıl olmakta suhulete mazhar olamayız. Şekli tesettür meselesinde suhuletle, emniyetle yürüyebilmek dinin, eski ananei milliyenin, akıl ve mantığın, ahlâk ve faziletin emrettiği şekli tabiî ve şekli basiti kabul etmektir. Şer’i mübinimizin tarif ettiği şekilden istifade ve onu hayatımıza tatbik etmek maksada vusul için kâfidir.
Kadınlarımızın her millette olduğu gibi, bizim milletimiz için de ne kadar yüksek ehemmiyeti olduğunu söylemeğe lüzum yoktur. Bizim milletimizde kadın eskiden bu ehemmiyeti hakikaten en ulvî derecede ihraz eylemiştir. Büyük atalarımız ve onların anaları, tarihin, vukuatın şahadetiyle sabittir ki, cidden yüksek faziletler göstermişlerdir. Burada birçok noktalardan sayabileceğimiz o faziletlerin en büyüğü ve en ehemmiyetlisi kıymetli evlâtlar yetiştirmeleriydi. Hakikaten Türk milletinin bütün cihanda yalnız Asya’da değil Avrupa’da dahi azîm satvetler göstermiş olması, mutantan harekât icra eylemiş bulunması, hep öyle kıymetli ataların faziletli evlâtlar yetiştirmesi ve daha beşikten çocuklarının ruhuna mertlik ve fazilet telkin eylemesi sayesinde idi. Şunu söylemek istiyorum ki, kadınlarımızın vezaifi umumiyede uhdelerine düşen hisselerden başka kendileri için en ehemmiyetli, en hayırlı, en faziletkâr bir vazifeleri de iyi valde olmaktır. Zaman ilerledikçe, ilim terakki ettikçe, medeniyet dev adımlariyle yürüdükçe, hayatın, asrın bugünkü icabatına göre evlât yetiştirmenin müşkülâtını biliyoruz. Anaların bugünkü evlâtlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bu günün anaları için evsafı lâzimeyi haiz evlât yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak, pek çok yüksek evsafın hamili olmağa mütevakkıftır. Binaenaleyh kadınlarımız hattâ erkeklerden daha çok münevver, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.
Çok büyük şükranla görüyoruz ve görmekteyiz ki, her yerde hanımlarımız erkeklerle fikir ve nur yolunda müsabaka edercesine yürüyorlar. Yine şükranla ifade etmek lâzımdır ki, hiçbir yerde kadınlarımız erkeklerin dûnunda değildir. Hemen her yerde kadın ve erkek seviyesi arasında bir teadül görmekteyim. Bu hal şayanı iftihardır. Kadınlarımızın, daha namüsait şerait altında erkeklerden geri kalmayışı ve belki aynı şerait tahtında erkeklerden ileri gidişi mucibi mefharettir. Lâkin kadınlarımız bununla mağrur olmalı değil, bilhassa münevver hanımlarımız ecanibin, düşmanların ve içimizdeki bedhahanın kendilerine atf ve isnadetmek istedikleri gayri vaki ve gayri muhik noksanların hakikaten gayri varit ve gayri muhik olduğunu göstermek mecburiyetindedirler. Bunu fiilen, maddeten, telebbüsleriyle, tavru hareketleriyle, her şeyleriyle izhar ve ispat eylemişlerdir.
Şunu ilâve edeyim ki, kadınlık meselesinde şekil ve kıyafeti zahiriye ikinci derecededir. Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için şekilde ve kıyafette muvaffakiyetten ziyade, asıl muzaffer olunması lâzım gelen saha nur ile, irfan ile, fazileti hakikîye ile tezeyyün ve tecehhüz etmektir. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının dûnunda kalmıyacak, bilâkis pek çok cihetlerde onların fevkine çıkacak nur ve irfanla tecehhüz edeceklerine kat’iyen şüphe etmiyen ve buna sureti kât’iyede emin olanlardanım. Sözlerime hitam vermeden evvel sözlerini dikkatle dinlediğim hemşiremiz Hanımefendinin benim ve refikam Lâtife’nin hakkında kardeşçe ibraz buyurdukları tebriklerden dolayı kendilerine ayrıca teşekkür eder, Konya hanımlarına pişvalık eden sizlerin huzurunda bize mes’ut dakikalar geçirttiğiniz için cümlenize teşekkürler ederim. (Şiddetli alkışlar)
Kaynak:
Hâkimiyeti Milliye, 29 Mart 1923, No: 776. s. 1 -2
Yorumlar