0

Türkçe Tarih sayfamızdaki bir takipçimiz, “Geldikleri gibi giderler!” konu başlığımızın altına, bu sözün Atatürk’e ait olmadığını ama çok güzel ve Atatürk’e uygun bir söz olduğunu yazarak, diğer takipçilerimizin bir kafa karışıklığı yaşamasına sebep olmuştur. Bu konudaki iddialarını da Soner Yalçın’ın “Efendiler” kitabına ve Utkan Kocatürk’e dayandırmıştır.

Arkadaşımızın bahsettiği Soner Yalçın’ın “Efendiler” kitabı sanırım “Efendi – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı” isimli kitabı olsa gerektir. Çünkü “Efendiler” ismiyle bir kitap yok. Kaldı ki, 2 seri olan kitaplar içinde “Geldikleri gibi giderler!” sözü ile ilgili bir bahiste yoktur. Olmuş olsa bile Yalçın Küçük gibi bir üfürükçü tarihçinin eteğinin dizinde büyüdüğünü her fırsatta dile getiren birisinin kitaplarını, yazılarını dikkatlice okumak gerekir kanısındayım.

İkinci kaynağı ise Utkan Kocatürk. Arkadaşımız, bu “Geldikleri gibi giderler!” sözünün Atatürk’e ait olmadığını Atatürk Araştırmaları Merkezi Kurucu Başkanlığı yapmış değerli tarihçi Utkan Kocatürk’e dayandırıyor.

Ama işin iç yüzü tam tersi!

Utkan hoca “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” isimli eserinin 118. ve 119. sayfalarında “Geldikleri gibi giderler!” sözünün kaynağını, hikayesini ve alıntılamıştır. Olayı Cevat Abbas Gürer’in anılarından nakletmiştir. Dinleyelim:

13 Kasım 1918

“Cevat Abbas Gürer, bu sahneyi hatıralarında şöyle anlatmaktadır:

“İstanbul’a geldiğimiz günü hiç unutmam. Şehrin çok hazin bir hali vardı. İstanbul, düflman donanmalarının limana girmeleri felâketinin matemini tutuyor, bu büyük matemine Atatürk’ü de ortak ediyordu. Atatürk’le ben, askerî ulaşıma ait bir köhne motor ile deniz ortasında yaslanan bir çelik ormanının içinden geçiyorduk. Atatürk’ün zarif dudaklarından “Geldikleri gibi giderler!” cümlesini işittiğim zaman, mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum. Cevabımda acele ettim: “Size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız Paşam!” dedim. Gülümsedi, aziz başının içinde şekillenmeye başlayan vatanı kurtarma plânlarını bir an için yeniden geçiriyor gibi daldı, sonra: “Bakalım!” dedi.” [1]

Utkan hoca bu bilginin kaynağını ve buradan yapılan alıntıları da aktarmıştır:

Ebedî Şef, Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak, Cevat Abbas Gürer, 1939 s. 164-165;
1918 Bırakışması Sırasındaki Tinsel Durum ve Mustafa Kemal’in iki Demeci, Hikmet Bayur, 1968 s.479;
Atatürk Hayatı ve Eseri, Yusuf Hikmet Bayur, 1963 s. 188;
Atatürk, Sadi Borak, 1973 s.179-180;
Millî Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), cilt: I, Sabahattin Selek, 1970, s.76;
İslâm Ansiklopedisi, Atatürk maddesi, 10. Cüz, 1960 s.730;
Rauf Orbay’ın Hatıraları, Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz Dergisi, cilt: 1-4, Sayı: 1-52, 1962-1963, c.ll, sayı: 26, s.400;
Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, Enver Behnan Şapolyo, 1958, s.272-273;
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ergün Aybars, 1984, s.120

O zaman “Geldikleri gibi giderler!” sözünün Atatürk’e ait olmadığı yalanını kim ortaya atmıştır? Cevap çok basit: üfürükçü (tarihçi olmayan) yazar Mustafa Armağan!

Ne diyor Armağan:

“Geldikleri Gibi Giderler!” sözü Cevat Abbas’ın bir palavrasıdır!

Mustafa Armağan

Aman yarabbi! Ne kadar muhteşem bir tarihçilik örneği!? Bakıyorsunuz acaba nereden ulaşmış bu ulvi düşünceye? İşine gelen hatıra kırıntıları, eğilip bükülmüş gerçek dışı beyanatlar “muhteşem vesikalar” olarak kabul ediliyor, işine gelmedikleri palavra!

Acaba gerçek palavracı kim?

“96 yıl önce bugün İtilaf devletleri İstanbul’u işgal ettiler. İlginç olan Mustafa Kemal’in de işgalcilerle aynı gün İstanbul’a gelmiş olması

Mustafa Kemal neden 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelmiştir? Kronoloji biliminden bihabersen, olayları tarihi akış içerisinde değerlendiremezsen böyle absürt konuşmalarla halkın gözünde işgalcilerle aynı seviyeye getirmeye çalışırsın tabi Milli Kahramanları!

30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Bırakışması imzalandı. Aynı gün Atatürk, Liman von Sanders’in yürüttüğü Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na atanır.

Aynı günün gecesinde Atatürk bu görevi devralmak için Adana’ya hareket eder. Atatürk, ertesi gün Adana’ya ulaşır ve görevi devralır.

3 Kasım 1918 günü Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya telgraf çekerek imzalanan Bırakışma’nın açıklanmasını ve içeriği hakkında bilgi ister:

“…Toros tünellerinin müttefikler tarafından işgali hakkındaki maddenin açıklanması lâzımdır. …işgalin mahiyeti, tünel işletmesini de kapsamakta mıdır? Yoksa muhafaza tertibatından mı ibaret kalacaktır? Toros tünellerini tutacak işgal kuvvetinin miktarı nedir ve nereden gelecektir?”

Ertesi gün Atatürk’e cevap gelir:

“Toros tünellerinin İtilâf Devletleri’nce işgali yalnız bir koruma niteliğindedir. ..İşgal kuvvetlerinin nereden geleceği ve miktarı İngiliz Komutanlığı tarafından bildirilir (!)”

5 Kasım tarihinde Atatürk, Ali Fuat Paşa ile Adana’da görüşür ve Kurtuluş Mücadelesi ile ilgili plan yaparlar:

“…Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve koruması, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lâzımdır”

Aynı gün Atatürk Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya tekrar telgraf çekerek şöyle diyecektir:

“…Pek ciddî ve samimî olarak arz ederim ki, mütareke şartları arasında yanlış yorum ve anlamayı ortadan kaldıracak önlemler alınmadıkça, orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak ihtiraslarının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır”

Ama işgal kuvvetleri türlü bahaneler ile emellerini gerçekleştirmeye devam edeceklerdir. Ahmet İzzet Paşa Atatürk’e şu telgrafı çeker:

“İngilizlerin İskenderun limanından -liman ve şehrin kendilerine terk edilmesi söz konusu olmadığından- faydalanmalarında bir mahzur görmediğini ve bu görüşünün Suriye’deki İngiliz Ordu Kumandanı’na tebliğini(…)”

Atatürk’ün bu telgrafa cevabı ise komutası altındaki kuvvetlere, İskenderun’a asker çıkarılması halinde, gerekirse silâh kullanılarak bu durumun men edilmesidir!

Atatürk, verdiği emri Sadrazam’a iletilince, 6 Kasım tarihinde kendisine şu uyarı gelir:

İskenderun’a çıkacaklara karşı tarafınızdan silâh kullanılmasının emir verilmiş olması, devletin siyasetine ve memleketin menfaatlerine kesinlikle aykırı olduğundan bu yanlış emrin derhal düzeltilmesi tavsiye olunur(!) …Ateşkes Antlaşması’nda bize bu uygunsuz hükümleri kabul ettiren, gaflet değil kesin mağlubiyetimizdir(!)”

Bunun üzerine, 7 Kasım 1918 tarihinde Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı ile 7. Ordu Karargâhı Padişah iradesiyle ve yapılan bırakışma anlaşması uyarınca kaldırılır. Atatürk de Harbiye Nezareti emrine verilir.

Atatürk bunun üzerine Ahmet İzzet Paşa’ya şu telgrafı çeker:

“(…) Acz ve zafımız derecesini pekâlâ bilirim. Bununla beraber devletin yapmaya mecbur olduğu fedakârlığın derecesini de belirleme ve sınırlama gerekeceği kanaatini muhafaza ederim. (…) İngilizlerin elde edebilecekleri neticeyi onlara kendi yardımımızla bahşetmek tarihte Osmanlılık için, bilhassa bugünkü hükümetimiz için kara bir sayfa oluşturur. (…) Bilhassa yüksek şahsiyetinizce yakinen malûm bulunmuştur ki, âcizleri her ne hal ve vaziyette bulunursam bulunayım doğru olduğuna kani bulunduğum ve gerekenlere söylemeyi ve ulaştırmayı memleketin selâmeti gereği kabul ettiğim görüşlerime tâbi olmaktan nefsimi men etmeğe gücüm yetmez”

Bunun üzerine Ahmet İzzet Paşa, Sadaret’ten Atatürk’e bir telgraf çekerek kendisine ihtiyacı olduğunu ve İstanbul’a gelmesi gerektiğini söyler.

Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı lağvedilince, Atatürk 10 Kasım akşamında Adana’dan tren ile İstanbul’a hareket eder ve 13 Kasım 1918 tarihinde de İstanbul’a varır. [2]

İşte Atatürk ulaştığı Osmanlı Başkenti’nde işgal gemilerine gördüğünde: “Geldikleri gibi giderler!” diyecek ve yurdu düşman işgalinden temizleyecektir!

Gerisi boş laf ve palavradır!

Makale Kaynakçası:

[1] – Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Ankara: AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 2007, 2. Basılış, s. 118, 119
[2] – Prof. Dr. Utkan Kocatürk, a.g.e., s. 115 vd.

Cihan Oktay
2014 yılında Türkeli Dergisinde yazarlık yapmaya başlayan yazar, derginin kapanmasıyla birlikte, Türkçe Tarih Dergisi‘ne kuruculuk etmiş ve günümüzde de yazılarını burada yayınlamaktadır. Yazar Türkçe Tarih sistemi üzerinde genellikle Milli Mücadele, Atatürk ve Türk Devrimleri üzerine yazılar yazmaktadır. Uzun bir süredir, Rıza Nur ve Hatıratı üzerine araştırmalar yapmakta ve bu çalışmaları ile tanınmaktadır. Diğer önemli tarihçilerle birlikte kolektif olarak yayınlanan "Şahsiyetler" isimli kitapta, Doktor Rıza Nur biyografisi kaleme almıştır.

Efendiler, yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz!

Önceki yazı

Türkçü başöğretmen Atatürk

Sonraki yazı

Bu yazılar da ilginizi çekebilir

Yorumlar

Bir yorum yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha fazla yazı Milli Mücadele