Yazar: Prof. Dr. Şerafettin Turan
Reşit Galib’in Milli Eğitim Bakanlığına getirilmesi kamuoyunda olumlu karşılanmıştı. Burhan Belge yeni bakandan geniş kapsamlı ve kısa sürede sonuç verecek bir terbiye (eğitim) planının beklendiğini söylerken Falih Rıfkı Atay, kökü köyde ve halkın bağrında olmayan hiç bir rejimin sağlam olamayacağını belirterek eğitim öğretimin köye ve halka götürülmesi gerektiğini belirtmişti. Burhan Belge ise, yeni bakandan kültür ve bilim adına beklenen hizmetleri Yeni Üniversiteyi Kurmak – Laik ve inkılapçı terbiyeyi hayat haline koymak – Mektepte müsbet kafayı herşeyden üstün tutmak diye sıralamıştı. Köycülüğü esas alan Reşit Galipte verdiği ilk demeçlerde öğretimin her aşamasında köklü değişiklikler yapmak için çalışmalara başlandığını, her köyde okul açmaya olanak bulunmadığından Yatılı Köy Pansiyonları sayısının artırmaya çalışılacağını, Diyarbakır, Gaziantep ve Antalya’da da yeni liseler açılacağını söylemişti. Kısa bir süre sonrada başkent Ankara’da Milli Müze, Milli Kütüphane ve ilimler ve Sanatlar Akademisi gibi ‘3’ önemli kurum açmayı kararlaştırdıklarını belirtmişti. Milli Müze’nin bir Anadolu Müzesi olması ve kazılarda çıkartılan Hitit dönemi bulgularının orada sergilenmesi öngörülmüştü. Böylece günümüzde dünyanın sayılı müzeleri arasına giren Anadolu Medeniyetleri Müzesi onun bakanlığı döneminde tasarlanmıştı. Milli Kütüphane’nin bir milyon kitaplık bir derlemeyi içerlemesi kararlaştırılmıştı. Bilimin ve güzel sanatların desteklenmesi, geliştirilmesi ve bu alanda çalışanların ödüllendirilmesi için açılması gerekli görülen ilimler ve Sanat Akademisi’nde ise yine ‘9’ rakamının uğurundan esinlenerek ‘9’ şube bulunması yeğlenmişti. Ancak bunlardan Milli Kütüphane yıllar sonra 1948’de kurulabilmişti. Akademi’ye gelince, bu konuda değişik adlarla yapılan girimlerden sonra Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) kurulmuştur (1991). Ancak bunun, Reşit Galib’in öngördüğü Bilim ve Sanat Akademisi’nin kapsam ve niteliğinde olmadığını belirtmeliyiz. Bir ülkü ve ideal adamı olan Reşit Galip, Milli Mefkure (Ulusal Ülkü) Parolası başlıklı yazısında Atatürk’ün öncülüğünde saptanan ‘6’ ilke’nin Türk ulusunun “Medeniyet safında en ileri olmak” yolundaki istencinin ve özleminin yansıması olduğunu vurgulayarak bunların gerekçelerini ve amacını açıklamaya çalışmıştı. Ona göre, yeni devlette devlet başkanlığı hanedana ya da anayasa ile verilen verasete dayanmadığı için Türk ülkücülüğü doğal olarak Cumhuriyetçi olacaktı. Türk ulusunun refah ve saadeti için çalışma bütün insanlığa da hizmet etmek olduğundan bu ülkü Milliyetçi demekti. Halkçılık, ulusu sınıflara bölmeden bütün cihazları ve hücreleri sağlıklı normal bir vücut olarak ileri götürme ve yükseltme amacına yönelikti. Türk ulusunun binlerce yıl onurla tuttuğu en ileri sırdan bir kaç yüz yıldır geri atan siyasal nedenlerin en suçlusu,din ile dünya işlerinin muhafazakarlık ve taassup lehine birbirine karıştırılması olduğu için Laiklik devrim ilkeleri içinde büyük önemle yer almıştı. Devletin ve bireyin çalışma alanları belirli sınırlar içinde ayrılmakla birlikte, kaybedilmiş olan mesafenin çabuk kazanılması için bütün devlet güçlerinin gerekli alanlarda ulusal yükseliş amacı emrine verilmesi gerektiğinden Devletçilik ilkesi benimsenmişti. Nihayet, devrimciliğin dinç ve atılgan ruhu hasta, gerici ve kararsız olan evrimci (tekamükü) ruhla sürekli çarpışma halinde olmadıkça dünya yürüyüşünde ön sıraya geçme olanağı bulunmadığından Gazi Mustafa Kemal kuşağı Devrimci olmuştu.
Bu değerlendirmelerden sonra Reşit Galip yazısını Türk devrimi ülkücülüğünün cennetine ancak topluma samimi ve özverili ruhla hizmet etmek yolundan girilebileceğini belirtmekteydi.
Bütün bunlar için yeni kuşakların bu ideallere ve ilkelere inanmış aydınlar olarak yetiştirilmesi gerekirdi. Bu görevde Milli Eğitim Bakanlığına düştüğünden Reşit Galip ilkokuldan başlayarak öğrencilere bu ruhu aşılamaya yönelmişti. Cumhuriyet 10. yılını doldururken 23 Nisan 1933 sabahı çocuklarına kendi yazdığı bir andı okutmuş ve o gün Çocuk Haftası açış konuşmasında da bu metni tekrarlayarak şunları söylemişti:
“Güzel yüzlü, güzel özlü Türk yavruları!… Size bugün şu işi veriyorum.
Bayram biter bitmez, mekteplerinize döndüğünüzde ilk günden başlayarak
birinci derse girdiğiniz zaman sınıflarınızda hep birden ve her gün şu sözleri tekrarlayacaksınız:
Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam: Küçükleri korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun!”
Bu konuşmanın ardından Bakanlıkça yayımlanan bir genelge ile
Cumhuriyet’in 10. yılından başlayarak okullarda her gün hep bir ağızdan
okunan bu and, ne yazık ki son yıllarda yanlış yorumlamalar yüzünden
gereken ciddiyetle uygulanmaz olmuştur.
Kaynak:
Prof. Dr. Şerafettin Turan, Dr. Reşit Galip’in Atatürk’e Yakınmaları, Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 25, sayı. 39, ss. 1-25, May. 2006, s. 9-10
Yorumlar