Ülkemizde sürekli olarak, bireylerin ve dolayısıyla toplumun, her alanda olduğu gibi, kimliği ile ilgili de bir bilincinin olmadığını gördüm. Örneğin: Siz de bilirsiniz ki birbirini tanımayan iki kişinin karşılaştıklarında, birbirlerine nerelisin diye sormaları âdettendir. Bu hemşerilik söyleşisi, ülkenin bölünmüşlüğü izlenimi uyandırdı bende hep. Çünkü hiçbir zaman, Türküm veya Türkiyeliyim diyenimiz olmaz bu soru karşısında. Ayrıca din ve mezhep farkları da birlikte olmak veya uzaklaşmak için bir gerekçedir aramızda. Sonra tutulan takıma gelebilir konuşma. Bundan sonrasını takım tutmadığım için bilemiyorum doğal olarak. İşte ülkemizin en önemli, olumsuz yanlarından biri bu. Toplum olarak, Ülkemizin değerini bilmiyor, doğasının, kültürünün, tarihinin değerini sahiplenemiyor; dolayısıyla bir türlü kendi içinde tutarlı, ülkesini sayan, seven, çocuklarının geleceğini düşünen bilinçli bir toplum olamıyoruz. Çünkü gerçeği bilmiyor, öğrenmek istemiyor, hurafelerle yaşıyor; iyiyle, kötüyü; doğru ile yanlışı sağlıklı ayırt edemiyoruz. Sonuç: Bilinçsiziz ve gelişmesi özellikle engellenmiş.
Sarpdere’ye yerleştikten sonra yolda arabama aldığım veya pazarda karşılaştığım bazı kişilerin ilk sordukları soru oluyordu: “Nerelisin?’’ Benim yanıtım ilk başta’’ Dünyalıyım’’ biçimindeydi. Bazı gençler uyanıp, ’’Biz de Dünyalıyız, tabi ki’’ gibi, durumu normal karşılayan, bir cevap vermeye başlayınca. Olay uzaya taşındı. Çevremdeki birçok davranış ve olguya uyum gösteremeyişimi düşündüğümde de “Uzaydan geldim’’ yanıtım benim için çok anlamlı oldu. Şimdilik, “Ben de uzaydan geldim’’ diye yanıtlayan kimse de olmadı. Sadece sessizlik…
Bu arada, bu uzaydan gelme kavramını da takılırım oldum olası. Dünyamızın uzaydaki gezegenlerden biri olduğunu düşünmeden, (Dünya merkezli düşüncenin devam etmesi) filmlerde, konuşmalarda, dış dünyalardan gelenler, uzaydan gelenler diye tanımlanır. Basit bir şey ancak, bu basit şeyleri bile aklımızda düzeltemezsek, daha büyük, önemli konuları nasıl düzelteceğiz?
Evet, yine ülkemize dönersek, Türk’üz diyemiyoruz bu ülkede. Dersen milliyetçilik yapmak oluyor ancak, kendisini başka türlü tanıtana hak veriliyor. Kafalar karışık yani. Daha önceleri bu konulara çok takmaz, Türk sözünü öne çıkarmayı önemsemezdim. Hatta dedemin Kırım Tatarı olduğunu, babamın Türkmen olduğunu çok sonraları öğrendim. Ancak şimdi, batı taklitçiliğinden sonra en acı olanı; dindarlık adı altında Araplaşma başlayınca, ben de Türküm demeye başladım. “Türk’üm ve Türkçe konuşurum.’’
İşte bu durumda Türk’üm demek, kimliğimi öne koymak; sömürüye, aldatılmaya, yozlaşmaya karşı bir tepkidir. Çünkü emperyalistin ilk amacı sana dilini, kimliğini unutturmak ve seni yozlaştırarak tüm değerlerinden uzaklaştırmaktır. Sonra sen ne atalarına ne kültürüne ne toprağına ne tohumuna ne de sınırlarına sahip çıkmazsın nasıl olsa. Tüm dünya tarihi içinde Avrupalı emperyalist ülkelerin Afrika’yı, Asya’yı, Yeni Kıtayı işgal edip; insanını, yer altı zenginliklerini, tohumunu, ağacını nasıl kullandığını ve yok ettiğini bu gözle okumalıyız. Yoksa “rahat yaşayabildiğim her yer memleket, her insan, hatta topraktaki solucan da kardeşimizdir’’ diye düşünmeyi ve her zaman akıllı barıştan yana olarak, her toplumun iyi olmasını istemeyi yeğlerim. Engin Geçtan “Rasgele Ben’’ kitabında [1] yirmi beş yıl kadar önce, National Geographic dergisinin verdiği harita ekinden bahsediyor. Burada hangi ülkelerde hangi halkların yaşadığı gösterilirken, Türkiye’den çıkan okun ucundaki yazı diğerlerinden farklıymış. “It is not clear what it is to be a Turk (Türk olmanın ne olduğu açık değildir.) Benzer biçimde Abdullah Gürgün çevirisini yaptığı ve hazırladığı kitapta [2] İsveç’te Türk Birliği Derneğinin nasıl kapısına kilit vurularak etnik, dini ve hatta mezhepçi derneklere bölündüğünü; aralarındaki çelişkileri ortaya koyan bir çekişme ortamına girdiklerini yazıyor. İşte burada, bilinçli olmayan zihinlerce bir türlü anlaşılamamış “Ne mutlu Türküm diyene’’ sözünün anlamı daha açık ortaya çıkıyor: Gören göz için (göz görmez, beyin görür) bu ülke nasıl oldu da parçalanma noktasına geldi? Bir ülke dernek değildir, mezhep değildir, din değildir. Halk ümmet ve hatta köle hiç değildir. Ülke parçalandığında kapısına kilit vurup gidemezsiniz. Sonucu çok çok acı olur, herkes için. Ancak, akıl çeşit çeşit diyorlar ya, işte herkes de biraz ondan var. Ancak, bize gereken akıl değil, bilinç. Bilinçli İnsan olmak, düşünen insan olmak ve bundan korkmamak… İnsan olmanın ezberimizdeki tüm kavramlardan daha üstün olduğunu ve kolay olunamayacağını kavramak ve anlamak… Yani insan olmak; miskinlerin, korkakların, kötülüğe eğilimi olanların yolu değildir
Makale Kaynakçası :
[1] – Engin Geçtan, Rasgele Ben, syf.149
[2] – İsveççenin Türkçe ile benzerlikleri Prof. Sven Lagerbring syf. 15-16
Kalemine sağlık Ağabey
Keske hepimiz zaman zaman uzaylı olabilsek… Elinize sağlık
Kalemine sağlık Mustafa.. Zevkle okudum.
Kaleminize sağlık.
Çok güzel kalemine sağlık olsun. Bu yazınızda en çok hoşuma giden “ akıllı barıştan yana olmak “ cümle oldu… bana insanın dini – ırkı- cinsiyeti ike akıllıca barış sağlarda bilinçli algıya kavuşacağına inanıyorum. Saygıyla sevgiler …Güler Varoçlu