Türklerin başbuğu xandır. Kâşgarlı bu unvanın Afrâsiyâb oğullarına verildiğini, onun ise xakan olduğunu belirtiyor (III, 157.11). Hakan (Xakan) sözcüğü ise ayrı bir madde olarak alınmamış. Xan sözcüğünün Arapçaya çevirilişindc kullanılmış. Banguoğlu bunu, Xakan sözcüğünün eski anlamıyle, imparator yerine Arapça bir sözcükmüş gibi kullanılmış olmasına bağlıyor. İşin bu yanı konumuz dışı olmakla birlikte, Kâşgarlı’ nın terken sözcüğünü de kullandığını (I, 376. 11: 441.20), bu sözcüğe de “egemen, hükümdar” anlamını verdiğini belirtelim.
Xan ülkenin yöneticisi olduğu gibi, ordunun da başbuğudur. Onun, ordunun başında savaşa girdiğini, bunun da birlikler için bir güç kaynağı olduğunu biliyoruz. Savaş düzenini sağlayan da odur. Ama yalnız değildir. Savaşa gidildiğinde yardımcıları vardır yanında (yortuğ). Bir çeşit kurmay heyeti de denilebilir buna. Ayrıca birliklerin içinde savaş deneyi olan yaşlı ve akıllı kimselerin bulunmasına dikkat edilmektedir (öge). Bu savaşçılar belki de bir grup askerin komutanı durumundadırlar. Bunlara öge sanının takılmasını bir öyküye bağlıyor Kâşgarlı: “Zülkarneyn Çin’e dek ilerleyince Türk hakanı savaş için Zülkarneyn üzerine, gençlerden toplanmış bir bölük asker gönderir. Hakanın veziri, ‘Sen Zülkarneyn üzerine gençleri gönderdin. onların içerisinde denenmiş, yaşlı savaş eri adamların dahi bulunması gerekti’ deyince Hakan yaşlı ve tecrübeli anlamına “Öge mi?’ demiş. Vezir ‘Evet’ cevabını vermiş. Bunun üzerine Hakan yaşlı, sınanmış bir kimse göndermiş.” (I, 90-91. II) Anlaşılan bu olaydan sonra bölüklerde tecrübeli savaşçıların bulunması bir gelenek olmuş.
Efsanevî niteliği bir yana bu olay, Türklerin savaşlarda yalnız yiğitlik ve gözü karalığa değil, akla ve deneye de önem verdiklerini gösterir. Yine bu olaydan çıkarılacak bir başka sonuç, Türk hakanlarmm kendi başına buyruk davranmayıp başkalarına danışarak, onların düşüncelerine baş vurarak iş görmeleridir. Sırası gelmişken yönetimin tek bir kişinin eline bırakılmadığını, yapılacak işleri konuşmak için ulusun zaman zaman toplandığını da bir ayrıntı olarak analım (ternek).
Ayrıca savaş sırasında safların düzgün olmasını, savaşın düzenli bir biçimde yürütülmesini sağlayan çavuşlar vardır (çawuş). Bu çavuşlar askeri kıyıcı davranışlarını önlemekte, onları zulmetmeğe bırakmamaktırlar. Tatgak denilen görevliler ise hakanın ve ülkenin koruyucusudurlar. Bir çeşit güvenlik görevlisi bunlar da. Ordunun dışında bir güvenlik örgütünün adı geçmediğine göre bunları da asker saymamız gerekiyor.
En önemlisi Türklerin düzenli bir ordu kurmuş olmaları. Her askerin adı ve azığı ay bitigi denen bir deftere yazılıyor. Böylece Türkler askerlik işini bir düzene bağlamış oluyorlar. Bir bakıma bu, atalarımızın neden yenilmez bir ulus sıfatını kazandıklarının da akla dayanan bir nedenidir. Bitilgen maddesinde verilen örnek bir başka olguyu dile getiriyor: “Bu er süge bitilgen ol. = Bu, adı daima orduda yazılı adamdır.” (I, 521.6) Buradan kimilerinin askerliği bir meslek gibi benimsediklerini vc yiğitlikleri nedeniyle ordunun vazgeçilmez bir parçası olduğunu öğreniyoruz.
Sonra herhangi bir nedenle, ölüm ya da yaşlılık olabilir bu, bir ad defterden siliniyor (yodhuldu). Demek ki, Türk hakanı savaşabilecek askerinin ne kadar olduğunu her zaman biliyor. Bu, Türklerin düzenli bir ordunun gereksinimini duyduklarını ve işi hiçbir zaman rastlantıya, şanşa bırakmadıklarını gösterir.
Nitekim hakan “önemli bir işi çıktığında.” beylere ve obalara haber göndererek adamlarını çağırmaktadır. Bu önemli iş herhalde savaş olsa gerektir (çalıg, tartığ). Belki de bu, Osmanlılar’daki tımar sisteminin karmaşık olmayan ilk örneğidir. Ya da o sistemin ilk ipuçlarını taşımaktadır. Çünkü Kâşgarlı’nın gerek Uygur maddesinde verdiği bilgiler, gerek saydığı şehir adları Türklerin o yüzyıllarda yerleşik bir toplumsal düzene geçmiş olduklarını kanıtlamaktadır. Özellikle Oğuzların göçebeliği konusundaki yaygın kanıyı çürüten bilgiler sıralıyor Kâşgarlı. Tahsin Banguoğlu bunu şöyle belirtiyor: “Biz sanıyoruz ki burada hemen tamamile göçebe ve devlet teşkilatından mahrum bir kavmin tarihi değil, yarıyarıya çiftçileşmiş ve birçok şehirler kurmuş teşkilatlı bir milletin tarihi bahis konusudur. Oğuzlar da tıpkı Uygurlar gibi ve aynı sebeplerle, fakat belki onlardan bir yüzyıl sonra bu sahada köylüleşmeye ve şehirlileşmeye başlamışlardır.” Kâşgarlı’nın, ordunun kuruluşuna ilişkin olarak verdiği bilgiler de bu yargıyı doğruluyor. Savaş zamanı hakanın beylerine haber göndermesi ve bu yolla askerin toplanması tımar sistemini çağrıştırıyor. Bir kez merkezî yetkeye bağlı ve askerî bir nitelik taşıyan bir devlet düzeninin/varlığı kesin.
Gerçekten askerin toplanmasıyle ilgili epey sözcük var Divan’da. Bükdi, çoglandı, kurdı, terkin, yıglaştı, yumurlandı gibi. Ayrıca Kâşgarlı askerîn çokluğunun her zamân suya benzetildiğini de belirtiyor (bükdi). Anlaşıldığına göre, Türk hakanı kendisine bağlı olan beyleri bir buyrultuyla topluyor. Bu haber verme işi de oldukça düzenli. Haberi götüren Postacının çabuk gidebilmesi için belirli yerlerde at değiştirmesi sağlanmış (çufga, ulağ). Bunun tersi de olabiliyor. Beyler hakandan yardım istiyorlar. Bu konuda karşılıklı bir antlaşma söz konusu anlaşılan (bıçgas).
Haberi alan beyler askerleriyle birlikte gelerek hanın buyruğuna giriyorlar (kurturdı). Hakanın ordu kurduğu, askerin toplandığı yere toy adı veriliyor. Hakanın çadırı kuruluyor, tuğ dikiliyor ve nöbet davulu vuruluyor (tuğ). Oruldı maddesinde verilen şu örnek bu durumu çok güzel anla. tıyor:
Kurvı çuvaç kuruldı
Tugum tikip uruldı
Süsi otun oruldı
Kançuk kaçar ol tutar
Savaşı anlatarak diyor ki: “Hanın çadırı kurulduğunda bu çadır ipekten yapılır, Hanlara özgedir, şiddetli sıcaktan, yağmurdan, kardan korunmak için kullanılır savaş alâmetleri dikilir, davul vurulur, düşman askeri ekin gibi biçilir; şimdi onların büyüğü benden nasıl kaçar.” (I, 1940)
Tuğun sayısı ise hakanın büyüklüğüne göre değişiyor. Kâşgarlı, bu sayının dokuzdan çok olamayacağını belirtiyor (III, 127. 14,). Dokuz sayısı uğur sayılmaktadır çünkü.
Orduda işlerin düzenli bir biçimde yürütüldüğünün bir başka kanıtı da, Ordunun konaklaması sırasında ya da geceleyin savaşa ara verildiğinde nöbetçi çıkarılması ve bu nöbetçilerin sırayla değiştirilmesidir. Yalnız savaş zamanı değil, barışta da nöbet işi sürdürülmektedir (kezik). Ordunun önemli bir bölümü, belki de hepsi atlı olduğu için, özellikle atların beklenmesi gerekmektedir. Kâşgarlı, nöbetçinin uyanık ve dikkatli olmasım buyuran bir sözü de anmaktadır (sak sak).
Ayrıca düşmanın sızmasını önlemek için parolaya baş vurulmaktadır. İm sözcüğünün Kâşgarlı tarafından uzun uzun açıklanması Türklerin bu konuda ne denli dikkatli davrandıklarının belirtisidir. İmi ordunun başbuğu kararlaştırmakta, bir kuşun ya da bir silâhın adını parola olarak koymaktadır. İki bölük birbiriyle karşılaştığı zaman birbirlerini parola yoluyle tanımaktadırlar. Böylece aynı ordudan olan iki birliğin birbiriyle çarpışması önlenmiş olmaktadır.
Bu durum orduda birbirini tanımayan bölüklerin bulunduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Yukarıda sıraladığımız yargıları doğrulamakta, merkezî yetkeye bağlı çeşitli boylardan kurulmuş bir devlet düzeninin varlığını göstermektedir. Bu devlet düzeni gücünü askerî niteliğinden almaktadır. Bu çeşitli boylar bir dış tehlike karşısında merkezî yetkenin buyruğu altında birleşmektedirler.
Sonra, yabancıların geçmemesi ve düşmanın gözetlenmesi için önezeye adam yerleştirilir. Bu, barış zamanında da uygulanır (kerdi). Usta kılavuzlar (yorçı) ve öncü bölüklür kullanılır (yizek). Bu öncü bölüklerin görevi çevreyi dolaşmak, düşmanın çevrede bulunup bulunmadığını araştırmaktır (yezedi). Çünkü o çağlarda baskın ve pusu, savaşı kazanmanın ön koşuludur. Beyin biri, düşmanı beklemek için pusu kurduğu gibi, karşı taraf da pusuya yatmaktadır (pusuşdı). Bu nedenle düşmanın durumunu öğrenmek ‘için öncü bölükler çıkarmak da yetmemektedir. Böylesi durumlarda casus kullanmak ya da karşı taraftan tutsak almak gerekmekte (tıl), düşman gözcülerini yakalamak için atlı bölük çıkarılmaktadır (tutgak). Yengi baskına bağlı olunca da, belki ordunun en önemli unsuru bu baskını yapan birlikler olmaktadır (akın, akınçu).
Kâşgarlı’nın askerî birliklerle ilgili olarak verdiği bilgi bu kadar, Bir de ordunun atlı birliklerden oluştuğunu sanıyorum. Çünkü Kâşgarlı piyadeden söz etmediği gibi, bir iki sözcük için yaptığı açıklamalarla ya da verdiği örneklerle bu yargıyı doğruluyor. Sözgelimi él maddesindc, “Atı anlatır bir isimdir. Çünkü at Türkün kanadıdır. Atlara bakan seyise él başı derler, Vilayetin başı demektir ; bununla. atlara bakan kimse murad edilir.” (I, 48.29) derken atın, Türkün hayatındaki önemini belirtmesi, Türk maddesinde ise, “Türk. Bu kelime hem müfret hem cemi olarak kullanılır. ‘Sen kimsin’ anlamma olan ‘kim sen’ denir; buna ‘Tiirkmen’ diyc ccvap verilir, ‘ben Türküm’ demektir. Türk süsi atlandı: Türk ordusu atlandı. ” (I, 352. I7) örneğini verirken atlanmak mastarını ordunun bütünü için kullanması bu sonucu çıkarmamızı sağlıyor”.
Yorumlar