Bu izâhâttan sonra manzara-i umumiyeyi daha dar bir çerçeve dahiline alarak, serî ve sehîl bir surette hep beraber müşahede edelim:
Muhâsım devletler, Osmanlı devlet ve memleketine maddeten ve manen tecâvüz hâlinde, imhâ ve taksime karar vermişler. Pâdişâh ve hâlife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı halde. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan millet, zulmet ve mübhemiyet içinde tecelliyâta muntazır. Felâketin dehşet ve sıkletini idrâke başlayanlar, bulundukları muhît ve hissedebildikleri tesirâta göre çare-i halâs telâkki eyledikleri tedbirlere mütevessil… Ordu, ismi var cismi yok bir halde. Kumandanlar ve zâbitler, Harb-i Umumî’nin bunca mihnet ve meşakkatleriyle yorgun, vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle dil-hûn, gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında dimâğları çare, çare-i halâs aramakla meşgûl…
Burada, pek mühim olan bir noktayı da kayıt ve izah etmeliyim. Millet ve ordu, pâdişâh ve hâlifenin hıyanetinden haberdâr olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği dinî ve an’anevî rabıtalarla mu’tî ve sadık. Millet ve ordu çare-i halâs düşünürken bu mevrûs itiyâdın sevkiyle kendinden evvel makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatın halâs ve masûniyetini düşünüyor. Hâlife ve pâdişâhsız halâsın manasını anlamak istidâdında değil.. Bu akideye muhâlif rey ve ictihâd izhâr edeceklerin vay hâline! Derhal dinsiz, vatansız, hain, merdûd olur..
Diğer mühim bir noktayı da ifade etmek lâzımdır. Çare-i halâs ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi düvel-i muazzamayı gücendirmemek esas gibi telâkki olunmakta idi. Bu devletlerden yalnız biriyle dahi başa çıkılamayacağı vehmi hemen bütün dimâğlarda yer etmişti. Osmanlı Devleti’nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden mağlûp eden, yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında tekrar ânlarla husûmete müncer olabilecek vaziyetler almaktan daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.
Bu zihniyette olan yalnız avam değildi. Bilhassa havâs denilen insanlar böyle düşünüyordu.
O halde çare-i halâs ararken iki şey mevzu-i bahis olmayacaktı. Bir defa İtilâf Devletleri’ne karşı vaz’-ı husûmet alınmayacaktı ve pâdişâh ve hâlifeye canla başla merbût ve sadık kalmak şart-ı esasî olacaktı.
Yorumlar