M. VI.-VIII. yüzyıllardan göçebe Türk mezarlarındaki kazılar, her yerde, Mongoloid ve Eurepeoid karışıklığının muhtelif nisbetlerinde bir ırk gösterir. Kök-Türk devri Çin kaynakları Kırgızları çoğunlukla yeşil gözlü ve kırmızı saçlı olarak tanıtır. Demekki Kırgızlar Kök-Türk devrinde henüz Eurepeoid veçheli idiler. Milâdi VI. yüzyılda Kök-Türk kağanı Mu-kan mavi gözlü ve uzun, kırmızı yüzlü bir Eurepeoid olarak tasvir edilmekte idi. Fakat Çinlilerle karışma neticesinde olsa gerek, M. VIII. yüzyılda Bilge Kagan’ın veya Kök-Türk sülâlesine mensûb başka birinin tasviri (lev. X L V III/a) ve bilhassa Köl-Tigin104, Mongoloid veçhede gözükmektedirler. Kök-Türk devri Türk hükümdârları Çinli hükümdâr sülâlelerinin kızları ile evlenmek isterlerdi, çünki Kağan seçilirken, ananın âilesine de ehemmiyet verilirdi. Analar vâsıtası ile de bir tahta vâris çıkmak ihtimâli de mevcûd idi. «Mu-kan» Kağanın (553-72), verdiği söze rağmen, kızını Çin fagfûrunla evlendirmek istemediği ve ancak bir fırtına çıkıp otağım yıkınca, bunu gök tanrısının bir tehdidi sayarak, sözünü tuttuğu, Çinlilerce rivâyet edilirdi. Kök ve Batı-Türk hükümdârlarınm hatunları olan Çin fagfürlarının kızları, Sâsânî târihindede, akisler bırakmışdı. Bal’amî, IJusrav Anûşirvan’ın (531-77) hatununun Türk «Hakan»nın Çin Fagfûrunun kızından. doğma bir kızı olduğunu nakleder. Bu yarı-Türk, yarı-Çinli hatun Hurmiz IV’ün (579-90) annesi olmuşdu. Türk-Çin hükümdar kızı menkıbesi böylece doğdu ve Fars edebiyâtına ve sanâtıma ilhâm verdi.
Türklerin bir hususiyeti de erkeklerin uzun saçları idi. Kök-Türk beylerinin saçları umumiyetle uzun ve serbest dalgalanırdı (lev. LVEH/a), ve ancak matem sebebile kesilirdi. Uygur metinleri alplerin uzun saçını arslan yelesine benzetir. Kâşğarî «idunçu saç» tabiri ile mukaddes olan ve kesilmeyen saçdan bahseder. Milâdî 630’da Batı Türk kağanı «T ’ong» Yabgu’nun uzun saçları böyle serbest dalgalanıyordu ve başına bir yeşil kurdele veya sarık sarmışdı. «T ’ong» Yabgu’nun maiyetindekilerin, aynı devirde yaşayan Kagnılı «T ’ie-le» beyleri gibi, örülü saçları bulunuyordu. «T ’ie-le» beyleri, ancak Çin hizmetine girince, örülü saçlarını kesiyorlardı.’ Türk mezar heykellerinde örülü saç çok gözükür (lev. X L V m /b ). Huei-ch’ao’ya nazaren,. Tobâristan Türkleri saç ve sakallarını traş ederdi. Kâşğarî’den öğrendiğimize göre, başın ancak tepesini traş oluyor ve bu bir Türk âdeti sayılıyordu. Türkler gibi başının tepesi saçsız olan kimseye «tok», «toker» deniyordu. «Toklı» ise kuru kafa demek idi. Başın tepesinin traş edildiği zaman, alın ile saçaklar hizâsında zülfler bırakıldığım ve bu âdetin yeni evlenen «Hsien-pi» gençleri ile Suyâb-Balasagun halkı ve: Uygur çocuklarında (ley. X L V H I/c) görüldüğünü kaydetmişdik. Uygur metinlerinde Burkan’m mVo’sma (başının tepesi üstündeki efsânevî çıkıntıya) topuz anlamına, «saç teginsük» denmesi ve topuza «didim» (tâc) adı da verilmesi Türklerde ve bütün İç Asyada topuza atfedilen mertebe işâreti mânâsını belirtmektedir.
Nitekim, Tibet kaynaklarında adı geçen ve Uygur ili olduğu Laufer tarafından tahmin edilen, bir memlekette, hükümdâr saçlarını topuz şeklinde toplamakda ve topuzun üstüne, beş sınıf halkı temsil eden, beş dilimli bir tâc giymekde idi. Türk hükümdâr tasvirlerinde de, meselâ Köl Tigin’in, veya Bilge Kağan sanılan şahsın tasvirinde (lev. X L V III/a) muhtemelen topuz şeklinde toplanmış olan uzum saçlar, serppşun altında saklanmış gözükmektedir. Sanatkâr tasvirlerinde, başlığın altında sezilen topuz (lev. L X X V III/b) ustalık tâcı olsa gerek.
Köl Tigin heykelinin, tâc gibi, üç dişli kenarı olan börkü, Hun devrinden beri, Çin sanatında kuzeyli beylerin başında görülen bir serpûştur. Kök-Türk devri sanatında bu şekil börk ve üç dişli tâc çok sık tasvir edilmişdi(lev. X L I/a ).
Kök Türkler, kadîm atlı göçebeler geleneğinde, keçeden, yünden, deri ile kürkden ve Çin ipeğinden kıyâfetler, börkler, Kâşğarî’nin «börüt», «çanğşü» veya «çekrek» (arabca metinlerde kurtak) dediği kısa hırka ve mintanlar, kaftanlar, çakşır ile «etük» (çizme) veya çarık giyerlerdi. Çinlilerin aksine olarak, Kök-Türkler, kaftanlarını sola doğru ilikler idi. Kırgız erkeklerinin (Oğuzlar gibi) küpe takdıkları rivâyet olur. Küpe takmak âdeti İç Asya göçebelerinde yaygın idi ve erkek mezarlarında da, meselâ Esik’deki genç alpin mezarında, küpeler bulunmuştur. Orta Asya Buddhist sanatında da, hükümdâr olarak dünyâya gelen azizler, küpeli olarak tasvir edilirdi.
Taştık kültüründen beri gelişdiği bilinen, deriden kemer veya eski adı ile «kur», artık Kök-Türk devrinde Türklerin husûsiyetlerinden olmuştu. Türk «kur» u küçük şahsî eşyayı asmak için sarkan kayışları, madenî süs levhaları ve iğneli tokası ile, tebârüz ediyordu. «Kur» kelimesinin hem kemer, hem mertebe manâsında kullanılmasından ve mezar taşlarındaki ibârelerden belirdiği gibi, kemeri süsleyen madenî levhaların cinsi ve sayısı, sâhibinin mertebesi ile ilgili idi (lev. X U I I /b ve XLV1II/
Yukarıda kaydedildiği üzere, (‘Wei-sm’nun «T’ie-le» Türklerinden saydığı) Ak Hunlarda, «kıir»’lu-alpler arasında, azamî yirmi kişiden ibâret, birbirine sadâkat andı içmiş kimselerden müteşekkil birlikler kurulmakda idi.