2015, öyle sanıyorum ki, Türkiye’ye çok fazla şey kaybettirdi. Yitirdiğimiz en son değer ise, dünyaca ünlü Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu. Bir haftadır, solunum cihazına bağlı olarak yaşamını sürdüren değerli hocamızı dün kaybetmiş olmanın derin üzüntüsünü yaşamaktayım.
Televizyonları ise masa tenisi oynar edasında, bir o taraftan bir bu taraftan siyasi çekişmeler ve parti programlarının açıklanması, anket sonuçları ve saire türden haberler işgal ediyor. Bilinç kaybı yaşattıran yarışma programlarını, beyin yakan evlilik programlarını ve her şeyden bihaber, haber bültenlerini ise saymıyorum.
Son üç yüzyılın en genç yaşta profesör olma başarısını göstermiş bir bilim insanını kaybettik. Amerikan Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirerek gittiği Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nü de sekiz ayda bitirme başarısını göstermiş, Türk ve dünya bilim dünyasının büyük alimini. 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını çözerek 28 yaşında profesör olma başarısını göstermiş büyük bir dehayı kaybettik. Sinanoğlu, sadece matematik ve kimya alanında değil, dünyanın moleküler biyoloji -ya da kendisinin dediği şekilde özdeciksel dirilbilimin- alanında yetişen ilk profesörlerindendir.
Böyle başarılı bir insan, yıllarca yurt dışında çalışmış, bilimsel araştırmalar yürütmüş bir deha, yurt dışında verdiği konuşmaları da Türkçe olarak yapmıştır. Çünkü kendisine göre, -Türkçe, felsefe yapmaya elverişsiz bir dildir diyenlere tokat gibi bir cevap niteliğinde olacak- matematiksel yapısından dolayı Türkçe en iyi bilim dilidir. Çünkü Oktay Sinanoğlu, Türkçe’nin gücünü görmüştür. Çalışmalarını da bu alanda yapmaya ve düşüncelerini yaymaya çalışmıştır. Bu bakımdan bakıldığından da, hocamızın değeri bir kez daha görülmektedir.
Oktay Sinanoğlu’nun kitaplarını okuyanlar bilirler. Geçmişten ders alarak, ileriye dönük pek çok düşünce ortaya koyar ve Türkiye’nin gelişebilmesi için yapması gerekenleri sıralar. Üstüne basa basa vurguladığı en önemli gördüğü olgu ise şu şekilde dile gelmektedir: Türkçe giderse Türkiye gider!
Sayın Sinanoğlu, sömürge yapılmak istenen ülkelere önce “küreşelleşme”, “dünya dili İngilizce” vb. gibi söylemlerle İngilizce eğitimin dayatıldığını söylerdi. Tabi buna bir “bilim dili, İngilizce” söylemi de eklenirdi. Sömürgeciler, ilk iş eğitim sistemine el atarlar ve ülkelerdeki eğitim, bir milli şuur vermesi gerekirken, küresel çetelerin kolayca yönetebileceği insanlar yetiştirilmek için kullanılır. Bunun somut varlığını görmek isteyenler Haydar Tunçkanat’ın, İkili anlaşmaların İçyüzü isimli kitaba baksınlar. Okuyucular, yaşadığımız ülkenin neden bu hale geldiğinin, resmini bulacaklardır bu kitapta.
2015, Türkiye için hiçte iyi geçmiyor. Umalım ki bu yıl böyle bitmesin. Bazı şeyler iyi yönde değişsin. Oktay hocanın açık bıraktığı kapıdan milyonlarca çocuk, bilimsel ahlak ve ulusal bilinç kazanarak geçsin, bu düşüncelerin taşıyıcıları ve geliştiricisi olsunlar.
Yazımı kendisinin sözleriyle tamamlamak istiyorum:
“(…) Hiçbir zaman Amerikan vatandaşı olmayı düşünmedim. Aklımdan dahi geçmedi. Ben atalarımdan beri Türk kimliğimle varım. Ne yaptıysam o sayede yaptım. Ona buna yaranayım diye değil. Otuz yılda bak milleti ne hale soktular. Şimdi de ‘açlıkla’ terbiye ediyorlar. Ayarlı basının köşe yazarlarından biri geçenlerde Avrupa Birliğine girmenin yararlarından diye ‘O zaman bu ay yıldızlı pasaport ile Avrupa kapılarına gitmenin utancından kurtulacağım’ diyor. Tanrı bu millete acısın…“
Türkçe giderse Türkiye gider, Oktay hoca gitti, Türkçe yine öksüz kaldı.
Onu, düşünceleri ile yaşatacak olan genç kuşağa…