“O çocuklarla beraber, gece gündüz didinin.
Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin.” [1]
Mehmet Akif Ersoy’un üstün vasıflarının arasında en az bilinenlerden biri onun “eğitimci” yönüdür. Akif, çeşitli okullarda ve Dar-ül Fünun’da edebiyat öğretmeni olarak görev yapmıştır. Bu görevleri süresince eğitimimizin tarihini sorgulamış; geleceği üzerine fikir yürütmüş olan Akif, günümüze ışık tutacak tespit ve önerilerde bulunmuştur. Mehmet Akif Ersoy eğitimini aldığı branşın da etkisiyle tabiata, sanata ve eğitime gerçekçi bir bakış açısı ile yaklaşmıştır. Akif eğitimin başlangıç noktası olan ailenin önemini babasından örnek vererek anlatır:
“Benim hem hocam, hem de babamdır; ne biliyorsam kendisinden öğrendim.” [2]
Akif’e göre eğitim-öğretimde temel alınması gereken kavramlar “marifet” ve “fazilet”dir. Marifet, bilim ve teknik beceriler kazanılarak; fazilet ise insanın manevi yönünün güçlendirilmesi ile elde edilebilir. Akif, “Asım”da marifetin ahaliye saadet vereceğini, bunu fazilet ile tamamlayabilirsek memleketimiz için en hayırlı sonucun gerçekleşebileceğini anlatmaktadır. Sadece fazilet ile bir gelişmenin sağlanamayacağı, manevi yönün tek taraflı gelişmesinin insanları miskinliğe sevkedeceği hususlarında bizleri uyarır. Mehmet Akif Ersoy, marifet ve fazilet kazanılmaya çalışılırken taklitçilikten uzak durulması gerektiğini ısrarla vurgular. Ona göre hayatının her kademesi taklide dayalı bir topluluk asla bir millet oluşturamaz.
Akif hem mektep hem de medrese eğitimi hakkında bilgili bir eğitimci olarak, her iki kurumu da yapıcı bir şekilde eleştirmektedir. M. Akif, Süleymaniye Kürsüsü’nde eserinde medreselerin ilk dönemlerinde halkı cehaletten kurtardığını anlatır. Medreselerin son dönemlerinde ise uyguladıkları program ile ne bu dünyada ne de öbür dünyada bir yere varılamayacağını Safahat’da defalarca vurgulamıştır. Bu konuda bizleri, “O nesl-i kerimin vefasız evladı” nesilleri sorumlu tutar. Safahat’ın altıncı kitabında “Köse İmam” ve “Hocazade” sembolleri ile medrese ve mekteplere eleştirilerini, önerilerini ifade eder, “eğitim ideali”ni açıklar. Akif’e göre medreseler yeni İbn-i Sina’lar, Gazali’ler yetiştirmekten çok uzak; mektepler ise teoriden pratiğe geçiş noktasında yetersizdir. Akif, bu sorunların ortadan kaldırılabilmesi için eğitim-öğretimde ikiliğin ortadan kaldırılması gerektiğini açıkça belirtir.
“Vahdetin tertemiz alnında ne çirkin bu yara
Hadi iş gör bakalım, var mı imkanı? Nerede!
İkilik, azmine hail kesilir her yerde.” [3]
Mehmet Akif, eğitim-öğretimin “milli” olması gerektiğini, dolayısıyla “Gayr-i müslim” okullarının çocuklarımıza zarar verdiğini düşünmektedir. Bizlere, “Bana dersanelerini açık tutan dini müslüman mektebi gösterebilir misiniz ki, içinde Hristiyan öğrenci bulunsun?”[4] sorusunu sorar. Milleti ve diyaneti hakkında bilgisi olmayan masum evlatlarımızı bir takım “yabancılara” teslim edebilen babaları düşüncesizlikle suçlar. “Zengin, orta halli, züğürt, elhasıl hepimiz mektepsizlikten maarifsizlikten şikayet ediyoruz; fakat hiçbirimiz bu derdin çaresini bulmak istemiyoruz.” [5] Akif bu sözleri ile döneminden günümüze ışık tutmakta; toplumdaki tüm bireylerin eğitim-öğretim faaliyetleri için elele vermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu noktada insanımıza azmi ve çok çalışmayı öğütler; “kendiniz yanacaksanız bile evlatlarınızı yakmayın” uyarısında bulunur. Mehmet Akif, “atom kudretini tahsil etmesi için” Asım’ı batıya göndererek bilimsel çalışmaların önemi üzerine derin mesajlar vermektedir. Fen diyarını bir pınara benzetir; gençlerimizden batı ve doğu arasında bir “bilim kanalı” oluşturmalarını ister. Akif, ülkemizin bir yığın kuvveti olduğunu, ne yazık ki o kuvvetlere eller kadar hakim olamadığımızı söyler. O dönemde bilimsel eğitimin hala memleketimize tam manasıyla girmediğini, okuyup yazdığını sananların ise hiçbir işe yaramayan teorik bilgiler ile vakit öldürdüğünü ifade eder. Arkadaşı Ferit Kam’ın bir eseri ile ilgili yorumunda hem Şark’ı hem de Garb’ı özümseyen bir sanatçının eserlerinin ölümsüz olabileceğini belirtir.
Mehmet Akif, eğitim anlayışında en önemli noktalardan biri olarak “Beden Eğitimi”ni gösterir. Ona göre fiziksel olarak gelişen bir insanın şahsiyeti de gelişecektir. Sıhhatli bir bedenin getireceği ruh sağlığının tamamlayıcısı “Milli Ahlak” olmalıdır. Bu düşüncesini “Lafı bol, karnı geniş soyları taklit etme; Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek.” [6] sözleri ile vurgular. Akif eğitimde dayak yerine sevgi ve şefkatin daha etkili olduğunu “Gül değil, kıl bile bitmez sopa altında!” [7]
sözü ile ifade eder. “Küfe” manzumesinin kahramanı Hasan vasıtasıyla çocukların küçük yaşlarında çalışmak yerine okuması gerektiğini ikaz eder. Akif, köylülerimizin cehaleti konusunda da suçun onlara ulaşamayan, ülkemiz okumuş kesiminde olduğunu anlatır. Eğitim-öğretim görmüş insanlarımız ile halk arasındaki uçurumu kapatmamız gerektiğini düşünür ve halkın anlayacağı bir dilde yazmak, konuşmak gerektiğini vurgular. Akif, eğitimde ezberciliğin çocuklarımıza çok zarar verdiğini şu sözü ile açıklar:
“Düşünüyorum da, sekiz yaşında ezberlediğim bir çok ibareleri, ancak otuz sene sonra anlayabildiğimi görüyorum! Tabii on beş yaşlarında iken okuduklarımı anlayabilmeye ömrüm müsait olmayacak…”[8]
Akif’e göre ideal öğretmen imanlı, edepli, liyakatli ve vicdanlı olmalıdır. Alanında yeterli bilgi sahibi olmayan bir öğretmenin öğrenciler karşısında aciz kalacağını, başarılı olmak isteyen çocuklarımızın öğretmenlerini soruları ile harekete geçirmesi gerektiğini ifade eder. Mehmet Akif, niteliksiz öğretmenlere “çekirge ordusu” adı vererek, milletimizin geleceğini kasıp kavuracak yetersiz kişilerin çocuklarımızdan uzak tutulması noktasında bizleri uyarır. Milli Mücadele’yi kazanacak olan ordunun “Muallim Ordusu” olacağını bize Prusya ordusundan misal vererek açıklamaya çalışır.
Mehmet Akif Ersoy, şanlı tarihimizde “Milli Eğitim” hususunda gayret göstermiş kıymetli büyüklerimiz arasında müstesna bir yere sahiptir. Bizlere düşen ecdadımızı, eserlerini daha iyi anlamaya çalışmak ve eğitim-öğretim alanında tarihimizden istifade etmektir. Bu hususta son sözü Akif’e bırakıyor, aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum…
“Maarif… Maarif!… Bizim için başka kurtuluş çaresi yok; eğer yaşamak istersek her şeyden evvel maarife sarılmalıyız. Dünyada maarifle, din de maarifle, ahiret te maarifle… Hepsi, herşey maarifle kaim.” [9]
Kaynakça:
[1] – M. Akif Ersoy, Safahat, İnkılap Kitabevi, 1963, s 442
[2] – Eşref Edip, Mehmet Akif, İst.: Asar-ı Milli Kütüphanesi Neşriyatı, 1938, s. 518
[3] – Ersoy, a.g.e., (Altıncı Kitap), s. 394
[4] – Mehmet Akif Ersoy, “Hasbihal”, Sırat-ı Mustekim, sayı: 108, s. 59.
[5] – Ersoy, a.g.m., s. 59
[6] – Ersoy, a.g.e., (Yedinci Kitap), s. 510
[7] – Mehmet Akif Ersoy, Safahat VI. Asım, s. 365.
[8] – Mehmet Akif Ersoy, S. Müstakim, c. IV. Sayı 93, s. 264
[9] – Ersoy, Mevi’iza, Sebilu’r-Reşad, sayı 231, s. 393.
Yararlanılan kaynak eserler:
Yrd. Doç. Dr. Sabahattin Arıbaş, Mehmet Akif’in Eğitim Üzerine Düşünceleri, Medeniyet Yayınları, 1992
Ali Özer, Mehmet Akif ve Eğitim, İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1991
Milli Eğitim, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı, Sayı 70, 1986
Eğitim, Mehmet Akif Ersoy Özel Sayı, Milli Eğitim Bakanlığı, Yıl 7 Sayı73, 2006