Yazar: Osman Nuri Ekiz
Bir çok kaynaklar asıl adının Korkut Ata olduğu halde, dede lakabının kendisine sonradan, tecrübeli, bilgin yaşlı hüviyetinin bir gereği olarak verildiğinde ittifak halindedir. Asıl hayatı hakkında, belgeye dayanan kesin bilgilerden mahrum bulunmamızın bir neticesi olarak bu büyük Oğuz Bilicisi’nin asıl adının ne olduğu konusundaki farklı yorumlar gibi hayatı hakkında da değişik rivayetler ortaya konulmaktadır.
Biz eserimizde Dede Korkut’un kimliğinin ilmi verilere göre tesbitine çalışmak yerine onun kültür hayatımızda oynadığı rol üzerinde durmaya çalışacağız; böylece sosyal bir karakter olarak Dede Korkut’un ortaya çıkmasına gayret edeceğiz.
Dede Korkut Oğuz Türklerinin efsanevi karaktere sahip bir ozanıdır. Yaşadığı yere ve zamana ait kesin bilgilerden mahrum bulunmaktayız. Değişik yerler ve değişik zamanlar üzerinde duran rivayetlerin hiçbirisi henüz onun bütün gerçekliğiyle ortaya çıkmasını sağlayacak özellikle değildir. Ancak bu değişik rivayetlerde ortak olarak, dikkati çeken hususlardan hareket ederek bir takım sağlam tesbitlere varabilmemiz mümkün görünmektedir. Bu ortak tesbitlere göre Dede Korkut başlı başına sosyal bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerçek bir düşünür, her zaman akıl danışılan, müşküllerin çözülmesinde yardımına baş vurulan keramet sahibi gelecekten ve bilinmeyenden haber veren ulu bir kişidir: bu özelliklerinin yanında Dede Korkut’un güçlü bir ozanlığı da vardır: nitekim Dede Korkut “Ozanlar piri”, “Ozanlar başı” gibi sıfatlarla anılmaktadır.
Oğuz Türklerinin yaşadığı sosyal hayatın açık ifadesi olan dede Korkut hikayeleri, eserin adından da anlaşılacağı gibi, ilk defa onun tarafından düzenlenmiş ve anlatılmıştır. Kitaba onun adının verilmesinin başka bir sebebi olamaz.
Hemen hemen bütün kaynaklar Korkut adında hem fikirdir. Ancak bu kaynakların bazıları, onun isminin başına “Dede” bazıları sonuna “Ata” kelimesini getirmektedir. Bu da sebebsiz değildir. Zira bu “dede” ve “Ata” unvanları, onun toplumda oynadığı rolü belgeleyici açıklayıcı bir sembol olarak verilmek istenmiştir. Korkut, “Dede”dir. Çünkü oh herkesten çok yaşamıştır dolayisiyle herkesten çok bilmektedir. Korkut, “Ata”dır, çünkü, o Oğuzların tek ve gerçek bilicisi, doğru yol göstericisidir: bütün bu tesbitlerimize ilave olarak belirtelim o en çok Dede Korkut olarak bilinmekte ve tanınmaktadır.
Hakkında çok değişik ve farklı bilgiler bulunan dede Korkut’un kişiliğini en aydınlatıcı, açıklayıcı ve belirleyici bilgileri yine Dede Korkut kitabının önsözünde bulmaktayız. Eserin önsözünde Dede Korkut bizlere şu cümlelerle tanıtılmaktadır:
“Resul Aleyhisselam zamanına yakın, Bayat boyundan Korkut Ata derler bir er ortaya çıktı. Oğuz’un o kişi tam bilicisiydi, ne derse olurdu. Gaipten türlü haber söylerdi. Hak Taala onun gönlüne ilham ederdi.
Korkut Ata, Oğuz kavminin her müşkülünü hallederdi. Her ne iş olsa Korkut ata’ya danışmayınca yapmazlardı. Her ne buyursa kabul ederlerdi. Sözü tutup tamam ederlerdi.”
Yine kitapta yer alan hikayelerden Dede Korkut’un Oğuz Türklerinin zor durumda kaldıkları her zaman başvurdukları bir müracaat makamı olduğunu anlamaktayız. Toplum içinde birçok sosyal görevler üstlenmiş bulunan Dede Korkut’un birçok özelliklerinin yanında üç büyük özelliği vardır: bunlardan biri ad koyuculuk, diğeri bilicilik, üçüncüsü ise olağan üstü güç sahibi olmaktır.
a) Ad koyuculuk: Dede Korkut, oğuz töresinde önemli bir yer tutan erkek çocuklara hak ettikleri anda ad koyma işini yerine getiren tek kişidir. Oğuz töresinde doğan erkek çocuğa ailesi ve toplumu adına faydalı bir iş yapmadan, bir kahramanlık göstermeden, eserde geçen tabirle “baş kesip kan döküp can almadıkça” ad verilmezdi. Bir erkek çocuk ne zaman ki böylesine bir yiğitlik örneği verir topluma kendisini kabul ettirir, o zaman dede Korkut gelir ad verirdi. Mesela dirse Han Oğlu Boğaç han Hikayesinde Dede Korkut’un Boğaç Han’a ad verişi şöyle anlatılmaktadır:
Çağırdılar Dedem Korkut gelir oldu. Oğlanı alıp babasına vardı. Dede Korkut oğlanın babasına söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
“Hey Dirse Han beylik ver bu oğlana
Taht ver erdemlidir
Boynu uzun büyük cins at ver bu oğlana
Biner olsun hünerlidir.
Ağıllarından on bin koyun ver bu oğlana
Etlik olsun hünerlidir
Develerden kızıl deve ver bu oğlana
Yük taşıyıcı olsun hünerlidir
Altın başlı otağ ver bu oğlana
Gölge olsun erdemlidir
Omuzu kuşlu cübbe elbise ver bu oğlana
Giyer olsun hünerlidir.
Bayındır Han’ın ak meydanında bu oğlan cenk etmiştir, bir boğa öldürmüş senin oğlun, adı Boğaç olsun, adını ben verdim yaşını Allah versin dedi.”
b) Biliciik: Dede korkut toplum içinde tartışmasız üstünlüğe sahip bir bilicidir. Onun bilgisinden ve biliciliğinden hiçbir kimsenin şüphesi yoktur. Çıkmazlara saplanıldığında, müşküllerle karşılaşıldığında hep o çıkış yolunu gösterir ve problemleri çözer. Mesela Bamsı beyrek ile Banu Çiçek’in evlenmelerinde müşkülat çıkaran deli Karcar ile engin tecrübesi sayesinde anlaşır ve iki seven gönlü birleştirir. Oğuzun başına bela kesilen Tepegözü yine engin bilgisi ile durdurur, hatta karşısına Basat’ı çıkararak onun yok olmasını sağlar.
c) Olağan üstü güçlülük: Dede Korkut eserde çok açık bir şekilde belirtildiği gibi, olağan üstü güçlere sahiptir. Onunla hiçbir güç başa çıkamamaktadır. Allah ona bir takım üstün özellikler bahşetmiştir. En beklenmedik, en zor anlarda o bu üstün gücü sayesinde zorlukları yenmekte ve rakiplerini perişan etmektedir: Allah’ın sevgisini kazanmış bir veli, ermiş ulu bir kişidir: Dede Korkut her yerde karşımıza bu özellikleri ile çıkmaktadır. Mesela görüşmek üzere gittiği Deli Karçar, onu öldürmek üzere kılıcı ile hamleye kalkıştığında “çalarsan elin kurusun” der ve bu söz üzerine deli Karcar’ın eli taş kesilir. Kolunu kıpırdatamaz olur.
Böylece Deli Karcar’ın maddi güç üstünlüğü, Dede Korkut’un manevi güç üstünlüğü karşısında yenik düşer ve Deli Karcar ona yalvarmak, netice itibariyle tekliflerini kabul etmek zorunda kalır.
Dede Korkut güçlü bir felsefeye sahiptir. Filozofça düşünceleri dünya, insan ve ahiret hakkında orijinal görüşleri vardır. Hemen hemen her hikayenin sonunda elinde kopuzu ile ortaya çıkar. Dünya ve insanlık hakkında düşüncelerini söyler: Dünyaya fazla bağlılığın boşluğundan söz ederek insanlar için bir ibret ortaya koymaya çalışır. Sözleri neşeli fakat ibret vericidir. Düşünenler için derin gerçekleri ihtiva eder.
Büyük Türk şairi ve düşünürü Ali Şir Nevai ondan ve olağan üstü özelliğinden “Hem geçmiş hem de gelecek olan şeyleri bilen bir insan” diye söz eder: hülasa olarak ifade edelim ki, Dede Korkut, tarihin akışı içinde Doğu dünyasında pek çok örnekleri görüldüğü gibi yöneticilerin en yakınında yer alan ve onlara akıl hocalığı yapan bilge bir şahsiyetti. Hakanın veya herhangi bir sıfata sahip yöneticinin yanı başında saygı gösterilen bir vezir, bir danışman görevi üstlenmiştir. Ancak eserde bu özelliğinden çok, ozan ve ozanlar başı olma yönü ile karşımıza çıkar.
Yukarıda belirtmeye çalıştığımız üç ana görevin dışında onu, toplum içinde şu görevleri üstlenmiş olarak görürüz. Güzel ve hikmetli sözler söylemek, Oğuz Türklerinin sosyal hayatının çeşitli kesimlerini ortaya koyan, değişik hikayeler anlatmak, hanlara ve beylere göstermiş bulundukları kahramanlıklara göre methiyeler söylemek, verilen şölenlerde kopuz, çalmak, anlamlı şarkılar söylemek, iyi insanlar için Tanrı’dan yardım istemek, kötüler içinse beddua etmek, vb.
DEDE KORKUT HİKAYELERİ
Türk kültür tarihinin abide eserlerinden biri olan dede Korkut Hikayeleri, gerek dil ve gerekse kültür ve sanat değeri bakımından edebiyatımızda müstesna bir yere sahiptir. Asıl adı Dede Korkut Ala Lisan-ı Taife-i oğuzan (Oğuzların Diliyle dede Korkut kitabı) olan söz konusu eser, on iki ile on dördüncü yüzyıllar arasında kalan zaman dilimi içinde, Azerbaycan ile Doğu ve Kuzey-Doğu Anadolu’ya gelerek yerleşmiş ve buralarını vatan edinmiş bulunan Müslüman Oğuzların renk ve hareket dolu yaşayışları üzerine kurulmuştur. Hikayelerde görülen her türlü hurafeden uzak, gerçek ve saf İslami yaşayışın yanında, İslamiyet öncesi yaşayışa ait derin çizgilere de rastlamak mümkündür. Dede Korkut Hikayeleri bu özelliği dolayisiyle kültür tarihimizin gelişimini sağlıklı bir şekilde kavrayabilmemiz için de büyük bir değere sahiptir.
Kitap bir önsöz ile on iki hikayeden meydana gelmektedir. Önsöz’de eserin anlatıcısı, düzenleyicisi, her hususta oğuzların akıl hocası olarak takdim edilen Dede Korkut hakkında bilgi verilmekte, özellikleri meziyetleri ve çeşitli konulardaki görüşleri üzerinde durulmaktadır. Hikayeler ise sırasıyla şunlardır: Dirse Han Oğlu Boğaç han Destanı, Salır Kazan’ın Evinin yağmalandığı Destan, Kam Püre’nin oğlu Bamsı Beyrek Destanı, Kazan Bey Oğlu Uruz Bey’in Esir olduğu Destan. Duha Koca Oğlu deli Dumrul Destanı, Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı, Kazılık Koca Oğlu Yigenek Destanı, Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Destan; Begil Oğlu Emren’in Destanı, Uşun Koca Oğlu Segrek Destanı, Salur Kazan’ın Esir Olup Oğlu Uruz’un Çıkardığı Destan, İç Oğuz’a Dış Oğuz’un Asi Olup Beyrek’in Öldüğü Destan.
Dede Korkut Kitabı, değişik başlıklar altında toplanmış on iki hikayeden meydana gelmiş olmasına rağmen, söz konusu hikayelerde yer alan kahramanların bir çoğunun ortak olması, olayların bu kahramanlar etrafında yoğunlaşması, düşünce ve davranışlarındaki benzerlikler, yer ve zaman birliği bitmez tükenmez bir mücadelecilik ve kahramanlık şuuru, söz konusu hikayelerin başlangıçta belli bir bütünlüğe sahip, büyük bir destan halinde ortaya çıktığı, ancak bir milli destan için son derece önemli olan tesbit veya yazıya geçirme dediğimiz üçüncü ve son aşamanın ihmale uğraması, buna ilave olarak coğrafya değişikliği ve araya giren uzun zaman faktörü dolayisiyle ana gövdede parçalanmaların meydana geldiği, böylece destan olmak özelliğini büyük ölçüde yitirerek destani özellikler taşıyan bir birinden farklı hikayeler haline dönüştüğü kanaatini uyandırmaktadır.
Kültür hayatımız açısından, büyük değer taşıyan Dede Korkut Kitabı ne yazık ki XIX. Yüzyılın sonlarına doğru ilim dünyasının dikkatini çekmeye başlamıştır. Bugün üç nüshasının varlığından haberdar olduğumuz, söz konusu eserin asıl nüshası, Dresten Kütüphanesinde bulunmaktadır. Bu nüshadan kopye edilerek meydana getirilmiş ikinci nüshası ise Berlin Kütüphanesi’ndedir. Son yıllarda İtalya’da da bir nüshası bulunarak yayınlanmıştır.
Eserden ilk olarak Fleischer söz etmiş, 1815 yılında Diez, eser üzerinde çalışarak Tepe Göz Hikayesini yayınlamıştır. 1894-1903 yılları arasında Barthold, eser üzerinde çalıştı ve Duha Koca Oğlu Deli Dumrul, Dirse Han oğlu Boğaç Han, Kazan Bey’in Evinin Yağmalanması, Kam Püre’nin oğlu Bamsı Beyrek hikayelerinin metinleri ile Rusça çevirilerini yayınladı.
Bizde ise eser üzerinde ilk olarak çalışan Kilisli Rıfat’tır. 1916 yılında Arap harfleriyle yayınlanan bu çalışmadan sonra, 1938 yılında Orhan Şaik Gökyay, Dresten nüshasını esas alarak eserin Latin harfleri ile ilk baskısını yaptı. Açıklamalı ve sözlük ilaveli olarak yapılan bu baskı, Dede Korkut hikayeleri üzerinde yapılmış ilk ayrıntılı çalışmadır.
1950 yılında ise Ettere Rossi, Vatikan Kütüphanesinde eserin altı hikayesini içinde bulunduran yeni bir nüshasını buldu. Ve 1952 yılında bu nüshayı bazı eklerle birlikte yayınladı. Daha sonra değerli ilim adamı Prof. Dr. Muharrem Ergin eser üzerinde ilmi bir anlayışla çalışdı, birbirinden farklı iki ayrı nüshası olan Dresten ve Vatikan nüshalarını karşılaştırarak ilmi bir baskısını yaptı.
Dede Korkut Kitabının Dresten nüshası bir giriş ile on iki hikayeyi ihtiva etmektedir. Vatikan nüshası ise bir giriş ile altı hikayeden meydana gelmektedir. Prof. Dr. Muharrem ergin bu iki nüshayı ilmi bir anlayışla karşılaştırarak eseri gerçek hüviyetiyle kültür hayatımıza kazandırmıştır.
Dede Korkut kitabında yer alan hikayelerin her biri kendi başına tam ve bağımsız birer hikaye özeliği taşımakla beraber, genel olarak bakıldığında hikayelerin hepsi geniş bir bütünlük de meydana getirmektedir. Bu geniş hacimli bütünlüğü meydana getiren sosyal birlik inançları yaşayışları maceraları ve dünya görüşleriyle geniş Oğuz Türkleridir. Söz konusu hikayeler baştan sona, Oğuz beylerinin başlarından geçen çeşitli olaylar üzerine kurulmuştur. Her hikaye esas örgü olarak belli bir beyin ailesi veya mensubu bulunduğu toplum adına giriştiği büyük ve zorlu mücadele üzerine oturtulmuş olmakla birlikte, ayın hikaye içinde şöyle veya böyle diğer beylerin de yer aldıklarını görmekteyiz. Bizleri bütünlük fikrine götüren en önemli hususlardan biri budur. Her hikayenin kahramanı bey, çevresi ve çevreye bağlı yaşayışı ile ele alınırken, karşımıza örfleri, adetleri ve diğer sosyal yönleri ile bir bütün olarak Oğuz Türkleri çıkmaktadır: Bizleri eserdeki bütünlük fikrine götüren ikinci husus da budur. Eserin başlangıçta büyük ve destani bir bütünlük taşıdığına bizi ikna eden üçüncü husus ise, bütün hikayeleri birbirine bağlayan ve onların anlamlı bir bütünlük meydana getirmesini sağlayan, eserin tamamına yayılmış yerleştirilmiş bulunan canlı sosyal tablodur. Bu tablo belli bir dönemde, belli bir bölgede, belli bir han etrafında ve belli bir sosyal düzen çerçevesi içinde teşkilatlanmış bulunan Oğuz Türklerinin ve beylerinin hayat hikayesini yansıtmaktadır.
TİPLER
Dede Korkut Hikayelerinde karşımıza çıkan tipler genel olarak gerçek insan ölçülerinin üstünde destani özellikler taşımaktadırlar. Ruh ve fizik güç bakımından üstün özelliklere sahiptirler. Hemen hemen hepsi kahramanlık ruhu ile donatılmışlardır. Eserde tanıtılan tipleri sahip oldukları mevki ve karakter özellikleri bakımından iki gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan birinci grup tipler olarak değerlendireceğimiz kişiler asıl kahramanlardır. Ve her hikaye bu asıl kahramanlardan birinin etrafında, oluşur, gelişir ve neticelenir: bunlar genelde Oğuz ilinde herkesin saygı duyduğu seçkin beylerdir. İkinci grup içinde ele alabileceğimiz kişiler ise bu asıl kahramanların etrafında, varlıkları onların varlığına bağlı bulunan kişilerdir. Hikayelerde kendilerinin şahsi bir varlıkları söz konusu değildir, asıl kahramanı tamamlayıcı unsurlar olarak karşımıza çıkarlar. Tasnife çalıştığımız her iki grubun dışında onlardan tamamen ayrı ve üstün özellikler taşıyan bir kişi daha vardır ki, adına Bayındır Han denmektedir. Hemen hemen bütün hikayelerde bütün Oğuz beylerinin ve oğuz halkının ortak kanaati ve samimi duygularının bir ifadesi olarak “Hanlar Hanı” sıfatıyla anılmaktadır.
Bu isim, Türk milletinin devlet başkanına karşı beslediği sevgi ibrişimiyle örülmüş saygısının açık bir belgesidir. Onun hanı bütün hanlardan farklı ve üstündür. İşte Dede Korkut Hikayelerinde böylesine büyük bir sevgi ve saygı duyulan hanlar hanı, Bayındır Han’dır. Ve bütün Oğuz ülkesinin hükümdarıdır. Son söz daima onda biter, ama o her zaman istişareye açıktır, devletin ileri gelenleriyle her zaman meselelerini görüşür ve onların fikirlerine saygı duyar.
Bayındır Han, hiçbir hikayede doğrudan doğruya hikayenin kahramanı olarak ortaya çıkmaz. Daima arka plandadır. Ama bu arka planda kalışta her halde şahsına karşı duyulan derin saygının izleri söz konusudur. Hikayelerin kahramanları ile gerekli bağlantılar söz konusu olduğu zamanlarda ortaya çıkar. Beyler bağlılıklarını bildirir, o da beyleri ve hikaye kahramanlarını yönlendirir, karşılar, gösterdikleri kahramanlıkların karşılığı olarak onları ödüllendirir. Gerektiğinde onlara akın izni verir, ihtiyaç duyulan anlarda onları büyük divanına toplayarak fikirlerini alır. Yılda bir defa da büyük bir şölen vererek ülkede dayanışmayı, kaynaşmayı sağlar: Akından dönen eyler elde ettikleri ganimetlerin en değerlisini ona sunarlar, o da beylere ve onların kahramanlık gösteren çocuklarına çeşitli armağanlar verir.
Devlet yönetiminde sahip olduğu yetki ve Oğuz beleri üzerindeki manevi tesiri bakımından Bayındır Han’dan sonra ikinci sırayı Salur Kazan almaktadır. Bayındır Han’ın beyler beyi olan Salur Kazan aynı zamanda onun damadıdır da. Bütün İç Oğuz (Üç Ok) Dış Oğuz (Boz Ok) beyleri ona bağlıdır. Bu beylerden Bayındır Han’a karşı o sorumludur. Hikayelerde yetki ve kahramanlık bakımından üçüncü sırayı Alp Aruz alır. Alp Aruz’dan sonra ise sayıları yirmidördü bulan ve bazıları boy adlarıyla anılan, ancak boylara bağlılıkları herhangi bir şekilde ortaya konulmayan Oğuz beyleri gelir.
İkinci grup içinde değerlendirebileceğimiz yardımcı karakterler, eserde pek belirgin değildir. Bu bakımdan onların ruh ve fizik özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi edinmek mümkün değildir. Bunlar genelde beylerin yanında yer alan ve hemen hemen her hikayede sayıları kırk olarak belirtilen hikaye kahramanının en yakın dostlarıdır. Ayrıca Tepegöz’e aşçı olarak gönderilen Yünlü Koca ile Yapağılı Koca, hikaye kahramanlarının babaları, kardeşleri veya çocukları olarak belirtilen kişiler. Oğuzlarla kafirler arasında karşılıklı haber getirip götüren casuslar ve asıl kahramanların eşleri, anneleri, kız kardeşleri hemen hemen bütün hikayelerde yardımcı karakterler olarak ortaya çıkarak anlatılan olayı zenginleştirirler.
Bütün bu karakterlerin dışında kitaba asıl damgasını vuran büyük bir karakter vardır ki, o da Korkut Ata denilen ve eserin asıl anlatıcısı, hikayelerin asıl kurucusudur. Normal ölçülerin üstünde efsanevi bir kişiliğe sahiptir. Hanlar Hanı Bayındır Han’dan Oğuz’un en küçük ferdine kadar herkesin akıl hocası, yol göstericisi bir zattır: Müşkülleri o çözer, anlaşmazlıkları o tatlıya bağlar. Bir bakıma Oğuz ilindeki sosyal yapının mimarıdır ve Oğuz töresinin mükemmel temsilcisidir.
Eserde Hanlar Hanı Bayındır Han’ın özellikleri dolaylı bir şekilde ele alınmakta, dolayisiyle bütün açıklığıyla gözler önüne serilmemektedir. Dede Korkut ise tamamiyle efsanevi bir karakter olarak belirlenmektedir. Yardımcı karakterlere ait özelliklere ise pek rastlanmamaktadır: varlıkları başkalarının varlığına bağlı olarak ortaya çıkarlar, onlarla birlikte yok olurlar. Efendilerinin veya beylerinin özellikleri onlara yansımaktadır.
Eserde üzerinde durulan ve özellikleri ayrıntılı bir şekilde ortaya konan hikayelerin asıl kahramanları ve Oğuz’un ileri gelen beyleridir. Hikayelerde ayrıntılı bir şekilde belirtilen bu tipler, genelde çetin insanlardır. Sahip oldukları özellikler normal insana ait özelliklerden büyük farklılıklar gösterir. Hemen hepsi olağan üstü destani özellikler taşır. Bu husus da söz konusu hikayelerin başlangıçta büyük bir bütünden ibaret olan, büyük bir destanın sonradan özelliğini kaybederek hikayeleşmiş parçalar haline geldiği intibaını kuvvetlendirmektedir. Nitekim bu kahramanların yemeleri içmeleri, uyumaları ve savaşlarda gösterdikleri kahramanlıklar, attıkları naralar tamamen bir destan kahramanında olabilecek hallerdir.
SOSYAL HAYAT
Dede Korkut Hikayelerinde çeşitli değerlerle donatılmış, oldukça zengin bir sosyal yapı karşımıza çıkar. Son derece sağlam temeller üzerine oturtulmuş bulunan bu sosyal yapı, atalarımızın geçmişte meydana getirdikleri zengin medeniyetin en açık belgeleri olarak karşımızda durmaktadır. Söz konusu hikayeler çok geniş bir zaman dilimini içine alması dolayisiyle sahip olduğu kültür ve medeniyet hayatımızın çok eski zamanlara kucak açmış bulunduğunu bizlere açıkça göstermektedir. Bu sebeble eski kültür ve medeniyet hayatımızın zenginliğini ve tarihi derinliğini canlı bir şekilde tesbit edebilmek için Dede Korkut Hikayeleri elimizde büyük bir belgedir. Çok açıktır ki hemen hemen hikayelerin tamamında oğuz Türklerinin tarihi hayatlarından çok sosyal hayatları üzerinde durulmakta ve çok canlı çarpıcı bir anlatımla gözler önüne serilmektedir. Dede Korkut Hikayelerinin büyüklüğünü yapan en önemli husus da budur zaten.
Hikayelerde açık bir şekilde belirtildiğine göre bütün Oğuz boyu hanlar hanı sıfatıyla yüceltilen Bayındır Han’a bağlıdır. Ancak son söz sahibi ve son karar mercii O olmasına rağmen, bütünüyle eserin asıl faal kahramanı Salur Kazan’dır. Salur adının aynı zamanda çok eski bir Türk boyunun adı olduğu dikkate alınırsa, bu hikayelerin Salur Kazan’a bağlı olarak Salur Boyu’nun bir destanı olarak, daha Türkler Anadolu’ya gelmeden çok eski çağlarda ortaya çıkmış bir milli kültür abidesi olduğu gerçeğine varılabilir.
Hikayelerde otağ adı verilen çadırlarda yaşayan, fakat adına çadır medeniyeti diyebileceğimiz üstün ve ileri bir hayat düzeni kurmuş bulunan Oğuz Türkünün medeni hayatına ait zengin çizgiler vardır. Nitekim Anadolu’da toprağa bağlı yerleşik hayata geçen Türklerin kurduğu yerleşik Anadolu medeniyetinde çadır medeniyeti olarak adlandırılan bu dönem medeniyetinin derin tesirleri vardır. Çeşit çeşit ve renk renk seyyar evler şeklinde düşünülmesi gereken bu çadırlar, üstün ve gelişmiş bir medeniyetin derin çizgileriyle ağzına kadar doludur. Büyük bir mükemmelliğe ve zenginliğe sahip bulunan bu çadır medeniyetinin yerleşik dönem Anadolu Türk mimarisinde de büyük ölçüde varlığını sürdürdüğünü ve kubbeli mimari tarzının bu eski dönem çadır medeniyetine dayandığını söylemek sadece bir gerçeğin ifadesidir sanırız.)
Bildiğimiz evlerden farkı olmayan bu çadırlarda tamamiyle düzenli ve hareket dolu bir hayat yaşanılır. Hayat her gün, günün ilk saatlerinde başlar. Baştan sona renk ve hareket dolu olan bu hayat Dirse Han oğlu Boğaç Han Destanı isimli hikayede şöyle tasvir edilmektedir.
“Salkım Salkım tan yelleri esdiğinde
Sakallı bozaç turgay sayradukda
Bidevi atlar ıssın görüp okradukda
Sakalı uzun tat eri banladukda
Aklı karalı seçilen çağda
Kalın Oğuz’un gelini kızı bezenen çağda
Göğsü güzel kaba dağlara gün değende
Bey yiğitler cılasunlar birbirine koyulan çağda,
Hikayelerde dikkati çeken diğer önemli bir medeniyet ve kültür çizgisi, Oğuz Türklerinde musikiye verilen büyük önemdir. Öyle ki, hikayelerde tasvir edilen sosyal hayatın bütün önemli olaylarında musiki vardır: Bütün kahramanlar önemli anlarda duygularını ve düşüncelerini “kolca kopuz” çalarak ifade ederler. Savaşlarda, özellikle teke tek döğüşlerde kolca kopuz çalıp kahramanlık şiirleri söyleyerek kavgaya girerler. Her hikaye kahramanının yanında sayısı kırk olan dostları, yoldaşları vardır. Savaşlarda olduğu gibi aşk ve ayrılık hallerinde de duygu ve düşünceler kolca kopuz adı verilen aletle dile getirilir. Kolca kopuz denilen bu alet milli bir sazdır ve bütün Oğuz Türkleri arasında kutsal bir yeri vardır. Her Türk bu sazı mükemmel bir şekilde çalabilmektedir. Ayrıca hiçbir Oğuz yiğidi elinde kopuz bulunan birine kılıç çekmez.
Dürüstlük ve adalet, hikayelerde en çok üzerinde durulan hususlardandır. Bu iki özelliği kaybedenler öz evlatlar olsa dahi sevilmemekte en ağır bir şekilde en yakınları tarafından cezalandırılmaktadır. Bu hususun en belirgin ifadesini Dirse Han Oğlu Boğaz Han Destanı isimli hikayede görmekteyiz.
Dirse Han biricik oğluna gösterdiği başarılardan dolayı beylik ve taht verir. Ne var ki, Dirse Han’’n yakın dostu kırk yiğidi, Boğaç’’ kıskanırlar ve ona iftira ederler: Hepsi toplanarak, Dirse Han’’n huzuruna gelirler ve şöyle konuşurlar.
“Görüyor musun Dirse Han neler oldu, murada maksuda ermesin, senin oğlan kötü çıktı hayırsız çıktı, kırk yiğidini yanına aldı, kudretli Oğuz’un üstüne yürüyüş etti, nerde güzel ortaya çıktı ise çekip aldı, ak sakallı ihtiyarın ağzına sövdü, ak pürçekli kadının sütünü çekti.” Deyi Oğuz töresinde çok önemli husus olan doğruluk ve adaletten saptığını belirterek onu öldürmesini isterler. Onların arkasından diğer yirmi tanesi de gelerek aynı şekilde Boğaç Han’ı kötülerler.
“Kalkarak Dirse Han senin oğlun yerinden doğruldu, göğsü güzel koca dağa ava çıktı, sen var iken av avladı, kuş kuşladı, anasının yanına alıp geldi, al şarabın keskininden aldı içti, anası ile sohbet eyledi, babasına kast eyledi, senin oğlun kötü hayırsız çıktı.”
Böylece Dirse han’ın en yakını olan kırk kişi, yirmişer kişilik gruplara ayrılarak onun kafasını doldururlar. Oğuz töresinde dosta yoldaşa güven esastır: Dirse Han da bu sebeble onlara inanmakta ve uzun bir bekleyişten sonra sahip olduğu biricik oğlunun törenin vazgeçilmez şartı olan doğruluk ve adaletten uzaklaştığını kabullenmekte gecikmez. Yine her bakımdan inandığı ve güvendiği, dostu bildiği kişilerin tahrikiyle canından çok sevdiği, gözünden esirgediği oğlunu oklayarak öldürmeye karar verir ve kararını gerçekleştirir: Dirse Han’ı bu zor işe kalkışmaya sevkeden tek sebep oğlunun doğruluktan ve adaletten uzaklaştığına, kötü, hayırsız bir evlat olduğuna inanmasıdır. Çünkü toplumun varlığını devam ettirebilmesi ve geleceği açısından adalet ve doğruluk her şeyin üstünde yüce bir değerdir. Ne var ki, oğlunu okladıktan bir müddet sonra yanlış bilgilerle aldatıldığını anlayacaktır Dirse Han, ama iş işten geçmiş olacaktır. En yakını bildiği kırk arkadaşı onun ellerini kollarını bağlayarak alıp düşman ülkesine doğru yola çıkmışlardır bile. Onlar bunu Dirse Han’ın gerçeği öğrenmesinden korktukları için yapmaktadırlar. Gerçeği anlayan ve oğluna büyük haksızlık ettiğini kavrayan Dirse Han, kendi vicdanında kendisini mahkum etmiştir, uğradığı felaketi hak ettiğini düşünerek kaderine boyun eğmiştir. Ancak annesi tarafından bulunarak iyileştirilen Boğaç Han, babasını kurtarmak üzere yola çıkar ve onu götüren namertlere yetişir. Fakat Dirse Han oğlunu tanımaz, ona şöyle seslenerek uğradığı cezayı hak ettiğini belirtir ve yaptıklarından duyduğu derin pişmanlığı açığa vurur:
Boynu uzun büyük cins atlar gider ise benim gider
Senin de içinde bineğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ağıllardan on bin koyun gider ise benim gider
Senin de içinde etliğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Develerden kızıl deve gider ise benim gider
Senin de içinde yük taşıyıcın var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ak yüzlü ela gözlü gelinler gider ise benim gider
Senin de içinde nişanlın var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ak sakallı ihtiyarlar gider ise benim gider
Senin de içinde ak sakallı baban var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan kurtarayım dön geri
Benim için geldin ise oğlancığımı öldürmüşüm
Yiğit sana günahı yok dön geri
Bir insanın hatasını anlaması ve vicdanında kendisini yargılayarak mahkum etmesi yüksek bir kültür ve medeniyet seviyesinin göstergesidir, bir olgunluk işaretidir. Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi Dirse Han bu seviyenin tipik bir örneğidir.
Oğuz beylerinin en dikkati çeken özelliklerinden biri de cömertlileri ve misafirperverlikleridir. Yedirip içirmekten, misafir ağırlamaktan büyük zevk duyarlar, cimrileri sevmezler ve hor görürler.
Bayındır Han yılda bir kere şölen verir, bütün Oğuz beylerini toplayarak yedirir içirir. Hemen hemen bütün Oğuz beyleri her fırsatta büyük şölenler verirler, yedirirler içirirler. Aç doyururlar, çıplak giydirirler. Cömertlik ve misafirperverlik herkesçe ulaşılmak istenen üstün bir meziyettir. Bayındır Han’ın verdiği şölende hor görülen Dirse Han’ın kendisine yapılan muamelenin sebebini soruş şekli bu açıdan oldukça anlamlıdır:
Bayındır Han benim ne eksikliğimi gördü, kılıcımdan mı gördü, soframdan mı gördü?
Burada vurgulanmak istenilen iki, husus korkaklık ve cimrilikle suçlanmak endişesidir.
Daha sonra Dirse Han’ın Tanrı’nın sevgisini kazanarak yardımını görmek için verdiği büyük şölen şu parlak ifadelerle tasvir edilir:
“Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi İç Oğuz, Dış Oğuz beylerini başına topladı. Aç görse doyurdu. Çıplak görse donattı. Borçluyu borcundan kurtardı. Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı.”
Dikkat edilirse bu tür büyük şölenlerde çok anlamlı bir sosyal dayanışmanın esas olduğu görülür. Çünkü bu şölenler fakirler açısından büyük önem taşımakta ve sadece eğlence olmanın ötesinde bir takım sosyal gayelere yönelik bulunmaktadır. Borçluların borcundan kurtarılması, açların doyurulması, çıplakların giydirilmesi, çok ince düşünülmüş bir dayanışma şeklidir. Verilen şölenler bir bakıma bu tür dayanışma ve yardımlaşma için sadece bir vasıta olmaktadır. Düğünlerde de aynı sosyal gaye esas alınmaktadır. Zengin olan her fırsatta fakirin yanında olmak zorundadır. Töre onu böle olmaya itmektedir. Çünkü toplum içinde sahip olduğu değer, bu tür davranışı ile doğru orantılıdır.
Hikayelerde büyük bir zevk inceliği dikkati çekmektedir. Özellikle giyilen elbiseler ve kullanılan eşyalar çok ince ve zarif süslerle işlenmiş başlı başına bir estetiğin ifadesidirler. Kadınlar ve erkekler ipekli kumaşlardan yapılmış işlemeli elbiseler giymektedirler. Kahramanlık gösterenlere hükümdarlar tarafından çeşitli hediyelerin yanında, zengin işlemeli kaftanlar cübbeler verilmektedir. Kadın olsun erkek olsun üste giyilen her şeyde incelmiş bir zevkin izlerini görmek mümkündür. Kullandıkları çeşitli silahların hemen hemen hepsi, süslü ve işlemelidir: eşyalar üzerinde çeşitli hayvan motifleri dikkati çekmektedir. Tabiat gerek zevk bakımından ve gerekse ilaç bakımından başvurulan en büyük kaynaktır.
KADIN
Dede Korkut hikayelerinde üzerinde en çok durulan ve büyük değer taşıyan unsurlardan biri kadındır. Kitabın baş kısmında bulunan önsöz dahil hemen hemen içinde yer alan bütün hikayelerde kadın unsuru önemli bir yer tutar. Eserde Türk toplum hayatında kadına verilen büyük değer dikkati çekmektedir. Kadın bir güzellik sembolü olduğu kadar sosyal hayat içinde de erkeğin yanında onun bir eşiti ve ortağı olarak ortaya çıkmaktadır. Her halükarda erkeğin dert ortağıdır. Aile içinde fikirlerine değer verilir, bir karar alınırken düşüncesi sorulur. Kadın her haliyle sosyal hayatın içindedir ve toplum içinde aktif bir yeri vardı. Ata biner, kılıç kullanır, ok atar, erkeklerle yarışır. Önemi konularda oy hakkı vardır. Rızası alınmadan hakkında karar verilmez. Eş seçiminde tamamen serbesttir. Evine, eşine ve çocuklarına büyük bağlılığı vardır. Başlı başına bir sadakat örneğidir. Vefa duygusu son derece gelişmiştir. Özellikle anne olmuş, kız veya erkek çocuk doğurmuş kadının toplum içinde farklı bir yeri vardır. Herkes ona saygı duyar ve değer verir. İffet kadında başta aranan özeliktir. Ailenin namusu ondan sorulur. Bu yüzden de aile içinde üstün bir yeri vardır.
Eserin “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlayan Mukaddimesinde Türk toplum hayatında kadın anlayışı ile ilgili son derece canlı tarifle karşılaşmaktayız.
Üç büyük medeniyet devresine ve bu medeniyet dönemlerinin şekillendirdiği üç değişik sosyal yapıya ayrılan Türk kültür hayatı her dönemde birbirinden önemli farklılıklar gösterir. İslamiyet öncesi, İslami devir ve Avrupai devir olarak belirleyeceğimiz bu değişikliklere bağlı olarak sosyal anlayışımız ve sosyal müesseselerimiz de önemli değişiklikler sergilemiştir. İşte toplum hayatımızda kadın anlayışı da böylesine önemli değişikliklere uğrayan hususlardan birisi belki de en önemlisi Öncelikle belirtmek isteriz ki, Dede Korkut Hikayelerinde ortaya konulan kadın anlayışına tamamiyle uygun olan İslami kadın anlayışıdır: İslamiyet’in ilk kabul ediliş yıllarındaki sosyal yapımızı ve bu yapıya uygun kadın anlayışını gördüğümüz eserde, ortaya konan kadın kavramış her türlü hurafaden ve batıl inançtan uzak bir kadın anlayışıdır.
Toplum hayatındaki kadın ve erkek münasebetleri bütünüyle açıklık ve dürüstlük esası üzerine kurulmuştur. Ard niyetlere hiçbir surette yer verilmemektedir. Kadın sosyal hayatta erkeğin eşiti, olarak değerlendirilmekte ve şahsiyetine saygı duyulmaktadır. Hiçbir zaman bir zevk ve aşk vasıtası olarak görülmemekte erkeğe denk bir şahsiyet olarak ortaya çıkmaktadır. İslamiyet öncesi Türk kültür ve sosyal hayatında hiçbir şekilde kadın ve erkek ayırımı görmek mümkün değildir. Kadın ve erkek denen iki ayrı cins arasında tam anlamıyla bir eşitlik ana kuraldı. İslamiyet’in kadına verdiği büyük değer, mevcut sosyal değer ölçüleriyle büyük uyum teşkil ettiği içindir ki, Türklerin bu dini Kabullenmesi son derece kolay olmuştur. Çünkü kadının insan sayılmadığı bir sosyal anlayışın hüküm sürdüğü bölgede ortaya çıkan İslam dini, kadını içine itildiği karanlıktan aydınlığa çıkararak ona sosyal hayatta hakkı olan yeri ve değere vermiş, onu insandan saymayan sadece bir zevk ve eğlence vasıtası olarak gören erkeğin karşısına bir eşiti ve dengi şahsiyetin sahibi olarak çıkarmıştır. İşte dede Korkut Hikayelerinde karşımıza çıkan kadın anlayışı, İslamiyet’ten önce yaşanan toplum hayatının kadın anlayışı, İslamiyet’ten önce yaşanan toplum hayatının kadın anlayışı ile İslami devir toplum hayatını ortaya koyduğu kadın anlayışının bir sentezidir diyebiliriz: Hikayelerde İslami hayattan daha önce sosyal hayat içinde aktif olarak başlı başına bir şahsiyet halinde var olan Türk kadını, İslami dönemde de aynı şekilde ama bu sefer İslam inancının dönemde de aynı şekilde ama bu sefer İslam inancının getirdiği değerlerle daha da gelişmiş, ama sosyal hayat içindeki aktivitesinden ve şahsiyetinden hiçbir şey kaybetmemiş olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu dönem Türk toplum hayatında kadın konusunda en ayrıntılı bilgiyi eserin “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlayan mukaddimesinde görmekteyiz. Bu mukaddimede dört sınıfa ayrılan kadınların ayrı ayrı özellikleri belirlenmekte ve canlı tablolar halinde gözler önüne serilmektedir.
“Dede Korkut dilinden ozan der Karılar dört türlüdür. Birisi solduran soptur. Birisi dolduran toptur. Birisi yuvanın ana direğidir. Birisi ne kadar desen bayağıdır.
Ozan, evin ana direği desteği odur ki, kırdan yabandan eve bir misafir gelse, kocası evde olmasa, o onu yedirir içirir, ağırlar azizler gönderir. O Ayişe, Fatıma soyundandır hanım. Onun bebekleri yetişsin. Ocağına bunun gibi kadın gelsin.
Geldik o iki solduran soptur… Sabahleyin yerinden kalkar, elini yüzünü yıkamadan dokuz bazlama ile bir külek yoğurt bekler, doyuncaya kadar tıka basa yer, elini böğrüne koyar, der: Bu evi harap olası kocaya varalıdan beri daha karnım doymadı, yüzüm gülmedi, ayağım pabuç, yüzüm yaşmak görmedi der, ah n’olaydı bu öleydi, birine daha varaydım, umduğumdan daha uygun olaydı der. Onun gibisinin hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.
Geldik o ki, dolduran toptur… Sabah vakti dürtükleyince yerinden kalktı, elini yüzünü yumadan obanın o ucundun bu ucuna, bu ucundan o ucuna çırpıştırdı, dedi kodu yaptı, kapı dinledi, öğleye kadar gezdi, öğleden sonra evine geldi, gördü ki hırsız köpek, büyük dana ahırını birbirine katmış, tavuk kümesine, sığır damına dönmüş; komşularına seslenir ki: Kız Zeliha, Zübeyde, Übüveyde, Can kız, Can Paşa, Ayna Melek, Kutlu Melek ölmeğe yitmeğe gitmemiştim, yatacak yerim gene bu harap olası idi, n’olaydı benim evime birazcık bakaydınız, komşu hakkı, Tanrı hakkı diye söyler. Bunun gibisinin hanım bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.
Geldik o ki ne kadar dersen bayağıdır… Uzak kırdan yabandan bir edepli misafir gelse, kocası evde olsa, ona dese ki; Kalk ekmek getir yiyelim, bu da yesin dese, pişmiş ekmeğin bekası olmaz, yemek gerektir; kadın der: Neyleyeyim, bu yıkılacak evde un yok elek yok, deve değirmeninden gelmedi der; ne gelirse benim kalçama gelsin diye elini arkasına vuru, yönünü öteye kalçasını kocasına döndürür, bir söylersen birisini koymaz, kocasının sözü kulağına girmez. O Nuh peygamberin eşeği asıllıdır. Ondan da sizi hanım Allah saklasın. Ocağınıza bunun gibi kadın gelmesin.”
Yukarıdaki satırlarda çok açık bir şekilde görüldüğü gibi Dede Korkut ağzından kadınların mükemmel bir karakter tahlili yapılmakta, iyi ve kötü kadın karakteri başarılı bir şekilde tasvir edilerek gözler önüne serilmektedir.
Eserde karakter olarak özellikleri üzerinde durulan, hatta canlı bir tasnife tabi tutulan kadın aynı zamanda estetik bir varlık olarak da ele alınmakta ve bir güzellik sembolü halinde tasvir edilmektedir.
Dirse Han oğlu Boğaç Han Destanı isimli hikayede Dirse Han hanımını sahip olduğu bütün güzellikleriyle gözler önüne serer: Bu aynı zamanda Dirse Han’ın gözüyle eşidir.
Beri gel başımın bahtı evimin tahtı
Evden çıkıp yürüyünce servi boylum
Topuğunda büklüm büklüm kara saçlım
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım
Çift badem sağmayan dar ağızlım
Kavunum yemişim düvleğim.
Kanglı Koca oğlu Kan Turalı Destanı isimli hikayede Kan Turalı Selcen Hatun’un güzelliğini şu mısralarda tasvir eder:
Işıl ışıl ışıldayan ince elbiselim
Yere basmayıp yürüyen servi boylum
Kar üzerine kan damlamış gibi kızıl yanaklım
Çift badem sığmayan dar ağızlım.
Ressamların çizdiği kara kaşlım
Kurumsu kırk tutam kara saçlım
Aslan soyu sultan kızı
Kadın toplum hayatında aktif rol sahibidir. Sosyal hayat içinde erkeğin yanında onunla beraber vardır. Hayatta sosyal sorumluluk sahibidir.
Dirse Han kırk namerdin iftiralarına kanarak oğlu Boğaç Han’ı okla vurur. Av dönüşünde kocasının yanında oğlunu göremeyen anne, bu duruma çok üzülür ve kocası Dirse Han’a şöyle seslenir.
Han babamın katına ben varayım.
Ağır hazine bol asker alayım
Azgın dinli kafire ben varayım
Paralanıp cins atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yer üstüne düşmeyince
Yalnız oğul yollarından dönmeyeyim
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
Fakat dirse Han’dan bir cevap alamaz. Oğul hasreti içine çöreklenmiştir. Bir türlü yerinde duramaz ve oğlunu aramak için yola çıkar:
“Dirse Han’ın hatunu çekildi geri döndü. Dayanamadı, kırk ince kızı beraberine aldı, büyük cins ata binip oğlancığını aramaya gitti. Kışta yazda karı buzu erimeyen Kazılık Dağına geldi, çıktı, Alçaktan yüce yerlere koşturup çıktı. Baktı gördü bir derenin içine karga kuzgun iner çıkar, konar kalkar, Büyük cins atını ökçeledi, o tarafa yürüdü.”
Eserde kadın erkek eşitliği ve kadınlarla erkeklerin serbestçe görüşüp konuşma imkanına sahip bulunduklarına dair bölümler de vardır. Dede Korkut Hikayelerinde kadınlar erkeklerden kaçmazlar. Onlarla belli bir rahatlık içinde konuşurlar. Müslüman Oğuz toplumundaki bu özellik son derece anlamlıdır.
Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı isimli hikayede bir avı kovalamakta olan Bamsı Beyrek Banu Çiçek’le karşılaşır, iki genç karşılıklı konuşurlar, yarışırlar, hatta güreşirler. Bu yarışmaların sonunda birbirlerine uygun eş olduklarına karar vererek, evlenmek üzere sözleşirler. Eş seçiminde kesinlikle aile baskısı yoktur, gençler serbest olarak seçimlerini yaparlar ve yuvalarını kurarlar. Hikayede Bamsı beyrek ile Banu Çiçek’in karşılaşması şöyle anlatılmaktadır:
“ Çağırdılar Beyrek geldi. Banu Çiçek yaşmaklandı, haber sordu, der: Yiğit gelişin nerden? Beyrek der: İç Oğuz’dan. İç Oğuz’da kimin nesisin dedi. Pay Püre Oğlu Bamsı beyrek dedikleri benim dedi. Kız der: Peki ya ne yapmaya geldin yiğit dedi. Beyrek der: Pay Piçen Bey’in bir kızı varmış, onu görmeye geldim dedi. Kız der: O öyle insan değildir ki sana görünsün dedi, amma ben Banu Çiçek’in dayısıyım, gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse, onun atını da geçersin, hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenesin dedi. beyrek der: Pekala, şimdi atlanın.
İkisi atlandılar, meydana çıktılar. At teptiler, Beyrek’in atı kızın atını geçti. Ok attılar Beyrek kızın okunu geride bıraktı. Kız der: Bre yiğit benim atımı kimsenin geçtiği yok, okumu kimsenin geride bıraktığı yok, şimdi gel seninle güreş tutalım, dedi.
Hemen Beyrek attan indi. Kavuştular, iki pehlivan olup birbirine sarmaştılar. Beyrek kaldırır kızı yere vurmak ister, kız kaldırır Beyrek’i yere vurmak ister. Beyrek bunaldı, der: Bu kıza yenilecek olursam, kudretli Oğuz içinde başıma kakınç, yüzüme tokunç ederler dedi. Gayrete geldi, kavradı kızı sarmaya aldı, memesinden tuttu. Kız gocundu. Bu sefer Beyrek kızın ince beline girdi, sarma taktı arkası üzerine yere yıktı. Kız der: Yiğit Pay Piçen’in kızı Banu benim dedi. Beyrek üç öptü bir dişledi, düğün kutlu olsun han kızı diye parmağından altın yüzüğü çıkardı, kızın parmağına geçirdi. Aramızda nişan olsun han kızı dedi.”
Düğün gecesi kafirler tarafından esir alınarak kaçırılan Bamsı Beyrek , uzun esaret hayatından sonra kendisine aşık olan kafir beyinin kızının yardımıyla kurtularak baba yurduna gelir. Ok atma yarışını kazanır, onun ok atmadaki maharetini takdir eden Kazan bey, onu her istediğini yapmakta serbest bırakır. Beyrek düğün evini baştan sona gezer. Sonra kadınların bulunduğu yere gelir. Burada karşılaştığı kadınlarla serbestçe konuşur hatta onları oynatır. Burada kimse onu tanımamaktadır. Beyrek ise başkasına verilen ve düğünü yapılmakta olan Banu Çiçek’le konuşmak istemektedir. Garip bir ozan olarak düğüne gelen Beyrek ile kadınların serbestçe konuşmaları, hatta Beyrek’in gelinin oynamasını istemesi üzerine bazı kadınların Banu Çiçek, benim diye oynamaları ve Beyrek’in onların özelliklerini söyleyerek Banu Çiçek olmadıklarını açığa vurması sosyal yapıdaki kadın erkek eşitliğini ve karşıt cinsler arasındaki serbestliği göstermesi bakımından son derece anlamlıdır. Burada hemen ifade etmek isteriz ki, bu serbestlik içinde hiçbir gayri ahlaki motiflere rastlanmaz. Hiçbir zaman ve hiçbir yerde kadın erkek münasebetleri cinsellik açısından ele alınmaz. Her iki ayrı cinsin karşılıklı ilişkileri normal insani ilişkilerin ötesine geçmez.
“Beyrek kalktı kadınların yanına vardı. Zurnacıları kovdu, davulcuları kovdu, kimini dövdü, kiminin başını yardı. Kadınların oturduğu otağa geldi, eşiğini tuttu oturdu. Bunu gören Kazan Bey’in hatunu boyu uzun Burla kızdı, der: Bre kavat oğlu deli kavat, sana düşer mi teklifsizce benim üzerime gelesin dedi. Beyrek der: Hanım, Kazan Bey’den bana buyruk oldu, bana kimse karışamaz dedi. Burla Hatun der: Bre madem ki Kazan Bey’den buyruk olmuştur. Bırakın otursun dedi. Yine döndü Beyrek’e der: Bre deli ozan peki maksadın nedir? Der: Hanım maksadım odur ki, kocaya varan kız kalksın oynasın, ben kopuz çalayım dedi.”
Beyrek kopuz çalar, kendilerinin Banu Çiçek olduğunu söyleyen kızlar sıra ile kalkıp oynarlar, fakat hiçbiri de Beyrek’i kandıramazlar. Sonunda Banu Çiçek oyuna kalkmak zorunda kalır. Bamsı Beyrek ile karşılıklı söyleşirler. Beyrek ona kendisini şöyle tanıtır.
Sabah sabah han kızı yerimden kalkmadım mı
Boz aygırın beline binmedim mi
Senin evinin üzerine yabani geyik yıkmadım mı
Sen beni yanına çağırmadın mı
Seninle meydanda at koşturmadık mı
Senin atını benim atım geçmedi mi
Ok atınca ben senin okunu geride bırakmadım mı
Güreşte ben seni yenmedim mi
Üç öpüp bir ısırıp
Altın yüzüğü parmağına geçirmedim mi
Seviştiğin Bamsı Beyrek ben değil miyim
bu deyişten sonra Banu Çiçek nişanlısını tanır ve iki genç evlenirler.
Dede Korkut Hikayelerinde kadınlar da erkekler gibi savaşçıdırlar. Erkek gibi ata binerler, kılıç kullanırlar, ok atarlar ve düşman üzerine yürürler.
Kafirlerin eline esir düşen oğlu Uruz’u kurtarmaya giden Kazan Bey’in ardından eşi Burla Hatun’un içi karar almaz ve oğlunun kurtarılmasında kocasına yardımcı olmak üzere yola çıkar:
“Meğer hanım boyu uzun Burla Hatun oğlancığını andı, kararı kalmadı. Kırk ince belli kız çocuğu ile kara aygırını çektirdi, sıçrayıp bindi, kara kılıcını kuşandı. Başının tacı Kazan gelmedi diye izini izledi gitti.
Gele gele Kazan’a yakın geldi. Kazan helallisini tanımadı (Çünkü kafirle savaşırken göz kapağına kılıç dokunmuş ve ağır yaralanmıştır). Han kızının üzerine geldi, der:
“Kara aygırın gemini bana çek yiğit
Dikkat edip yüzüme bak yiğit
Altındaki kara aygırı bana ver yiğit
Elindeki sivri mızrağını
Yanındaki mavi çeliğini bana ver yiğit
Bu günümde ümit ol bana
Kale, ülke vereyim sana”
Dedi. Hatun der:
Karşıma geçip yiğit benim ne bağırıyorsun
Geçmiş benim günümü ne hatırlatıyorsun
Kalkarak yerinden doğrulan Kazan
Kara gözlü atın beline binen Kazan
Hücum edip kara dağımı yıkan Kazan
Gölgeli koca ağacımı kesen Kazan
Bıçak alıp kanatlarımı kıran Kazan
Yalnızca oğlum Uruz’a kıyan Kazan
At üstünde beklemeyip koşturan Kazan
Senin belin ölmüş
Üzengiyi toplamayan dizin ölmüş
Han kızı helalini tanımayan gözün
Bunalmışsın sana n’olmuş
Çal kılıcını yetiştim Kazan
Diyerek kocasının yardımına koşar ve onunla omuz omuza savaşır.
Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı, babasına evleneceği kızın özelliklerini şöyle sıralar:
“Oğlan der: Baba madem i beni evlendireyim diyorsun, bana layık kız nasıl olur? Kan Turalı der: baba ben yerimden kalkmadan o kalkmış olmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmiş olmalı, ben kanlı kafir eline varmadan o varmış bana baş getirmiş olmalı dedi.”
Kan Turalı önüne konan çetin engelleri aşarak, Trabzon Tekürü’nün kızı Selcen’i eş olarak alır ve ülkesine dönmek üzere yola çıkar. Yolda mola verirler Kan Turalı uyur Selcen Hatun erkek gibi nöbet tutar:
“… Kan Turalı’nın uykusu geldi, uydu. Uyurken kız der: Benim aşıklarım çoktur, ansızın dört nala gelmesin, tutup yiğidimi öldürmesinler, akça yüzlü ben gelini tutup babamın anamın evine iletmesinler dedi. Kan Turalı’nın atının gemini sessizce tuttu giydirdi. Kendisi de giyimini sessizce tuttu giyindi. Mızrağını eline aldı, bir yüksek yere çıktı, bekledi.
Tekür kızını verdiğine pişman olur ve adamlarını göndererek Selcen Hatun’u geri getirmelerini ister. Selcen Hatun nöbeti sırasında gelen kafir askerlerini görür ve Kan Turalı’yı haberdar eder. Kara elbiseli kafire karşı birlikte savaşırlar:
“Selcen Hatun at oynattı, Kan Turalı’nın önüne geçti. Kan Turalı der: Güzelim nereye gidiyorsun dedi. Der: bey yiğit, baş esen olsa börk bulunmaz mı olur, bu gelen kafir çok kafirdir, savaşalım, dövüşelim, ölenimiz ölsün, sağ kalanımız otağa gelsin dedi.
Burada Selcen Hatun at sürdü, hasmını bastırdı. Kaçanı kovalamadı, aman diyeni öldürmedi. Öyle sandı ki düşman bastırıldı. Kılıcının kabzası kan içinde otağa geldi.”
Ancak Kan Turalı otağa gelmemiştir. Selcen Hatun onu aramaya gider. Kafirler Kan Turalı’yı sıkıştırmışlar, atını oklamışlar ve onu da gözünden yaralamışlardır. Bu halinde bile düşmana aman vermemekte, onlarla döğüşe devam etmektedirler. Selcen Hatun manzarayı görünce hemen atını mahmuzlar ve sevgilisinin yardımına koşar:
“Selcen Hatun bunu böyle gördü, içine ateş düştü. Bir bölük kaza şahin girmiş gibi kafire at sürdü. Bir ucundan kırıp kafiri, öbür ucundan çıktı.”
Kan Turalı gözünden yaralı olduğu için düşmanı kovalayanın kim olduğunu anlayamaz, hatta işine karışılmasına kızar ve şöyle söyler.
“kalkıp yerinden doğrulan yiğit ne yiğitsin.
Yelesi kara cins atına binen yiğit ne yiğitsin
Birden bire başlar kesen
Destursuca benim düşmanıma giren yiğit ne yiğitsin
Destursuzca düşmana girmek bizim elde ayıp olur
Bre yürü
Doğan kuş olarak uçayım mı
Sakalınla boğazından tutayım mı
Ansızın senin başını ben keseyim mi
Alca kanını yer yüzüne dökeyim mi
Kara başını terkiye asayım mı
Bre belası gelmiş yiğit ne yiğitsin
Çekip dön”
Aslında bu yiğit Selcen Hatun’dur. Kendini Kan Turalı’ya şöyle tanıtır:
“Hey yiğidim bey yiğidim
Develer yavrusundan döner mi olur
Kara koçta cins atlar
Taycığını teper mi olur
Ağıllarda akça koyun
Kuzucağını süser mi olur
Alp yiğitler bey yiğitler
Sevgilisine kıyar mı olur
Yiğidim, bey yiğidim
Bu düşmanın bir ucu bana bir ucu sana”
İkisi birden düşmana karşı hücuma geçerler ve tamamen yok ederler.
Kadın toplum içinde tamamiyle demokratik bir yere sahiptir. Erkeğinin ölümünden belli bir süre gönlünün dilediği ile evlenebilir. Ona bu hak kendisini seven kocası tarafından daha sağlığında verilmiştir:
Kardeşini kurtarmak üzere kafir iline hareket eden Segrek sefere çıkmadan önce çok sevdiği eşine şu vasiyette bulunur.
“Kız sen beni bir yıl bekle, bir yılda gelmezsem iki yıl bekle, iki yılda gelmezsem üç yıl bekle, gelmezsem o vakit benim öldüğümü bilesin, aygır atımı boğazlayıp aşımı ver, gözün kimi tutarsa, gönlün kimi severse ona var dedi.”
AİLE
Dede Korkut Hikayelerinde ailenin büyük yeri olduğunu görüyoruz. Oğuz Türklerinde çok sağlam ve köklü bir aile hayatı vardır: Baba, anne ve çocuklardan meydana gelen oğuz ailesinde fertler arasında tam bir dayanışma ve sağlam esaslar üzerine oturtulmuş karşılıklı sevgi ve saygı vardı. Ailenin sorumluluğunu anne ve baba birlikte üstlenmişlerdir. Aile ile ilgili kararlarda anne de baba kadar söz sahibidir ve çocuklar üzerinde etkilidir. Oğuz aile yapısındaki bu eğilim Türklerdeki kadın erkek eşitliğinin sosyal hayatta olduğu gibi ailede de kadına erkeğe eş değer bir yer verilişinin tabii bir sonucudur.
Ailenin tamamlanabilmesi için mutlaka çocuk sahibi olmak gerekir. Çocuğu olmayan aileler toplum içinde hoş karşılanmaz, horlanırlar. Törenlerde ziyafetlerde çocuğu olan ailelerle çocuğu olmayan aileler birbirinden ayrılırlar. Çocuğu olmayanlara iltifat edilmez. Bu anlayış şüphesiz Türklerin yaşadığı sosyal şartların bir gereğidir. Çünkü devamlı savaşmak zorunda kalan Türkler hızlı bir şekilde çoğalmayı esas alan bir nüfus politikası takip etmişlerdir.
Dirse Han’ın çocuğu yoktur. Bir gün yanına yiğitlerini de alarak Hanlar Hanı Bayındır Han’ın verdiği ziyafete gelir. Ancak çocuğu olmadığı için iyi karşılanmaz ve kendisine iltifat edilmez: Çünkü Hanlar Han’ı Bayındır Han’dan talimat almışlardır:
“Gene ziyafet tertip edip attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirmişti. Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu. Kimin ki oğlu, kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin yemezse kalksın gitsin demişti. Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun, oğlu kızı olmayana Allah Taala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz belli bilsin demiş idi.”
Burada üzerinde durulan husus çocuk sahibi olup olmamaktır. Yoksa çocuğun kız veya erkek olması önemli değildir. Nitekim Bayındır Han bu sözü ile oğlu veya kızı olmayanı, yani çocuksuz aileleri hedef almıştır.
Çocuk sahibi olmamak bir erkek için gurur kırıcı bir durumdur. Bu sebeple ziyafette Dirse Han’ın gururu incinir. Öfke ile evine gelerek çocuklarının olmayışının sebebini hanımından sorar:
“Han kızı yerimden kalkayım mı
Yakan ile boğazından tutayım mı
Kaba ökçemin altına atayım mı
Kara çelik öz kılıcımı elime alayım mı
Öz gövdenden başını keseyim mi
Can tatlılığını sana bildireyim mi
Alca kanını yer yüzüne dökeyim mi
Han kızı sebebi nedir söyle bana
Müthiş gazap ederim şimdi sana”
Kocasının öfkesini anlayan hanımı, onun öfkesini yatıştırıcı sözler söyler ve akıl verir. Dirse Han hanımının verdiği akla göre hareket eder. Hayır işler, ziyafetler verir. Yaptığı hayırlardan dolayı aldığı duaların yüzü suyu hürmetine Tanrı onlara nur topu gibi bir evlat verir: burada en öfkeli anında bile eşini dinleyen ve onun dediğini yapan bir erkek tipi ile karşılaşmaktayız.
Begil oğlu Emren’in Destanı isimli hikayede de aynı tablo ortaya konulmaktadır. Bayındır Han’ın divanında Kazan Bey’in sözlerinde kırılan Begil çok üzülür. Kırgınlığının şuursuzluğuyla eşine Gürcistan’a gitmek istediğini söyler. Kocasının büyük bir hata işlemek üzere olduğunu anlayan hanımı onu uyararak yanlış hareketinden vazgeçirir: burada da hanımının haklı sözüne boyun eğen ve onun dediğini yapan bir erkek tipi ile karşılaşmaktayız:
“Hatun der: Yiğidim bey yiğidim, padişahlar Tanrı’nın gölgesidir, padişahına asi olanların işi rast gelmez, arı gönülde pas olsa şarap açar, sen gideli hanım çapraz yatan alaca dağların avlanmamıştır, ava bin gönlün açılsın dedi. Begil baktı hatun kişinin aklı, sözü iyidir. Cins atını çektirip sıçradı bindi ava gitti.”
Bu durum aile içi karı koca arasındaki dayanışmanın çok canlı bir örneğidir. Ancak ailenin reisi her halükarda erkektir. Kadın kocasına bağlıdır ve saygılıdır. Sevgi toprağında yeşerip boy atan bir saygıdır bu.
Av dönüşü kocasının yanında oğlu Boğaç’ı göremeyen anne acısını ve kırgınlığını sevgi ve saygı kokan sözlerle dile getirir. Bu durum, ne olursa olsun kadını kocasına bakışıdır:
“Beri gel başımın bahtı evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın anamın verdiği
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
A Dirse Han”
Aynı tablo Kanglı Koca oğlu Kan Turalı Destanı isimli hikayede de sergilenmektedir. Kan Turalı düşman karşısında güç durumda bulunduğu bir sırada yardımına koşan sözlüsü Selcen Hatun’un kendisini kurtarmasını gurur meselesi yapar. Çünkü Selcen Hatun’un gösteridği başarı ile öğüneceğini düşünmektedir. Halbuki erkeğine tamamiyle bağlı bulunan ve ona bütün benliğiyle saygı duyan Selcen Hatun bambaşka duygu ve düşünce içindedir. Kadın ne kadar büyük başarı elde ederse etsin hepsi erkeği içindir. Öğünmek erkeğin hakkıdır. Kadın başarısını sadece erkeği ile paylaşır. Bundan hiçbir surette kendi hesabına gurur duymaz. Bu da aile içinde ki eşitliğe rağmen kadının kocasına bağlılığın ve erkeğin evin reisi olduğunun açık belgesidir:
Bey yiğit
Övünürse erkek övünsün aslandır
Övünmeklik kadınlara bühtandır
Övünmekle kadın erkek olmaz
Alaca yorgan içinde seninle sarmaşmadım
Tatlı damak tutarak emişmedim
Al duvağımın altından söyleşmedim
Tez sevdin tez usandın kavat oğlu kavat
Kadir Allah bilir ben sana
Munisim yarim kıyma bana
Karı koca arasındaki sevgiye dayanan güçlü bağı Duha Koca Oğlu Delu Dumrul Destanı isimli hikayede de görmekteyiz. Azrail’e Deli Dumrul’un canını almayı emreden Tanrı Deli Dumrul’un yalvarışı üzerine yerine can bulması şartı ile canını bağışlar. Bunun üzerine Deli Dumrul babasından ve anasından kendi canının yerine can ister, ancak her ikisi de oğlunun yerine canlarını vermeye yanaşmazlar. Çaresiz kalan Deli Dumrul vedalaşmak için karısının yanına gelir, ona başına gelenleri anlatır ve vasiyetini söyleyerek veda etmek ister. Ancak hanımı oun ölümüne razı olamaz ve yerine kendi canını vermek istediğini belirtir:
“Ne diyorsun ne söylüyorsun
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Koç yiğidim şah yiğidim
Tatlı damak verip öpüştüğüm
Bir yastıkta baş koyun emiştiğim
Karşı yatan kara dağları
Senden sonra ben neylerim
Yaylar olsam benim mezarım olsun
Soğuk soğuk sularını
İçer olsam benim kanım olsun
Altın akçeni harcar olsam benim kefenim olsun
Tavla tavla koç atını
Biner olsam benim tabutum olsun
Seden sonra bir yiğidi
Sevip varsam beraber yatsam
Alaca yılan olup beni soksun
Senin o namerd anan baban
Bir canda ne vaki sana kıyamamışlar
Arş şahit olsun sekizinci kat gök şahit olsun
Yer şahit olsun gök şahit olsun
Kadir Tanrı şahit olsun
Benim canım senin canına kurban olsun”
Azrail hanımının canını almaya gelir, fakat Deli Dumrul eşine kıyamaz Tanrı’ya yalvararak ya ikisinin canını birlikte almasını yada ikisini birden bağışlamasını ister:
Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Görklü Tanrı
Çok cahiller seni, gökte arar yerde ister
Sen hod müminlerin gönlündesin
Daim duran cebbar Tanrı
Ulu yollar üzerine
İmretler yapayım senin için
Aç görsem doyurayım senin için
Çıplak görsem donatayım senin için
Alırsan ikimizin canını beraber al
Bırakırsan ikimizin canını beraber bırak
Keremi çok kadir Tanrı
Karı koca arasındaki bu derin sevgi ve fedakarlık bağı dolayısıyla Tanrı onların canlarını bağışlar ve oğlu için fedakarlıktan çekinen anne ile babanın canını alması için Azrail’e emir verir.
Karı koca arasında derin sevgi bağının açık ifadelerinden birini de Kam Püre’nin oğlu Bamsı Beyrek Destanı isimli hikayede görmekteyiz. Düğün gecesi kafirlerin eline esir düşen, eşi Beyrek için Banu Çiçek duygularını şöyle dile getirir:
“Vay göz açıp gördüğüm,
Gönül verip sevdiğim
Vay duvağımın sahibi
Vay alnımın başımın umudu
Han Beyrek”
Aile içinde ana ile oğul arasında da güçlü bağ vardır. Bu bağın temelinde annelik duygusu ile annenin ailenin namusunu temsil etmesi felsefesi yatmaktadır. Evlat anneye karşı son derece saygılı ve bağlıdır. Evlad baba sözünü kırmadığı gibi ana sözünü de kırmaz. Annenin evlada olan sevgisi babanın evlada olan sevgisinden daha açık bir şekilde ortaya çıkar.
Av dönüşü Dirse Han’ın yanında oğlu Boğaç’ı göremeyen annenin telaşı bu sevginin en güzel ifadelerinden biridir. Dirse Han namertlerin iftiraları ile hayırsız çıktığını düşündüğü oğlu Boğaç’ı oklamış ve o halde av yerinde bırakarak eve dönmüştür. Kocasını yalnız gören anne annelik duygusunu ve evlat sevgisini canlı bir şeklide dile getirir:
Beri gel başımın bahtı evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın anamın sevgisi
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
A Dirse Han
Kalkarak yerinden doğruldun
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin
Göğsü güzel Koca Dağa ava çıktın
İki vardın bir geliyorsun yavrum hani
Karanlık gecede bulduğum oğul hani
Çıksın benim görür gözüm a Dirse Han yaman seğriyor
Kesilsin oğlanın emdiği süt damarım yaman sızlıyor
Sarı yılan sokmadan akça tenim kalkıp şişiyor
Yalnızca oğul görünmüyor bağrım yanıyor
Kuru kuru çaylara su saldım
Kara elbiseli dervişlere adaklar verdim
Aç görsem doyurdum çıplak görsem donattım
Tepe gibi et yığdım göl gibi kımız sağdırdım
Dilek ile bir oğul zorla buldum
Yanız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Karşı yatan Ala Dağdan bir oğul uçurdunsa söyle bana
Taşkın akan sudan bir oğul akıttınsa söyle bana
Aslan ile kaplana bir oğul yedirdinse söyle bana
Kara giyimli azgın dinli kafire bir oğul aldırdınsa söyle bana
Anne bir cevap alamayınca atına atlar ve yanına kırk ince kız arkadaşını alarak oğlunu aramak üzere Kazılık Dağına gelir Boğaç’ı oklanmış olarak bulur. Perişan anne oğluna duygularını şu mısralarda dile getirir:
Kara süzme gözlerini uyku bürümüş aç artık
On iki kemikçiğin harap olmuş topla artık
Tanrının verdiği tatlı canın seyranda imiş yakala artık
Öz gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Ne bileyim oğul aslandan mı oldu
Yoksa kaplandan mı oldu ne bileyim oğul
Bu kazalar sana nereden geldi
O gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Ağızdan dilden birkaç kelime haber bana
Annenin evlada olan bağlılığı gibi evlad da anneye bağlıdır. Onun sözünü dinler, arzularını yerine getirmeyi görev bilir: Nitekim babasının kendisini oklayarak ölüme terketmiş olmasına rağmen, Boğaç Han annesinin arzusu üzerine namertler elinde esir olarak kafir illerine götürülen babasını kurtarmaya gider ve onu kurtarır.
Ailede kadın ve özelikle anne ailenin namusunun haysiyet ve şerefinin sembolüdür. Erkekler bu sebeble onların üzerine titrerler ve onları korumak için seve seve hayatlarını dahi vermekten çekinmezler. Her şeyden önce anne her türlü fedakarlığı layık bir varlıktır. Hayat söz konusu olsa dahi bu fedakarlıktan çekinilmez.
Salur Kazan’ın evini yağlamayan Kafir Şökli Melik onun eşi, Burla Hatun’u, oğlu Uruz’u ve annesini bütün mal varlığıyla beraber esir alarak gider. Ama kadınlar içinde burla Hatun’un kim olduğu bilinmemektedir. Halbuki Şökli Melik Burla Hatun’u tesbit edip kendine hizmet ettirmek böylece Salur kazan’ın namusuna leke sürmek istemektedir. Bir türlü Burla Hatun’u ortaya çıkaramayınca oğlu Uruz’a işkence yapmaya, böylece evlad acısına dayanamayacak olan annenin ortaya çıkmasını temine karar verirler: Oğluna işkence yapılması Burla Hatun’u perişan eder: Ama Uruz ne kadar işkence yaparlarsa yapsınlar, kendisini öldürseler dahi ortaya çıkmaması için annesini uyarır. Ne var ki kalbi evlat sevgisiyle dopdolu bulunan anne çaresizdir ve oğlu ile dertleşir:
“Oğul oğul ay oğul
Biliyor musun neler oldu
Söyleştiler fısıl fısıl
Kafirin fiilini duydum
Penceresi altın otağımın kabzası oğul
Kaza benzer kızımın gelinimin çiçeği oğul
Oğul oğul ay oğul
Dokuz ay dar karnımda taşıdığım oğul
On ay deyince dünyaya getirdiğim oğul
Dolaması altın beşikte belediğim oğul”
Kafirler ters konuşmuşlar: Kazan oğul Uruz’u hapisten çıkarın, boğazından urgan ile asın, iki küreğinden çengele takın, kıyma kıyma ak etinden çekin, kara kavurma edip kırk bey kızına, iletin, kim ki yedi o değil, kim ki yemedi o Kazan’ın hatunudur, çekin döşeğimize getirelim, kadeh sunduralım demişler. Senin etinden oğul yiyeyim mi, yoksa pis dinli kafirin döşeğine gireyim mi, baban Kazan’ın namusunu lekeleteyim mi nicedeyim oğul hey dedi.”
Uruz annesinin bu şekilde konuşmasına dahi tahammül edemez. Kafire teslim olmayı düşünmesini hoş karşılamaz ve isyanını ifade ederek şöyle der:
“….. Bu nasıl sözdür, sakın kadın ana benim üzerime gelmeyesin, benim için ağlamayasın, bırak beni kadın ana çengele vursunlar, bırak etimden çeksinler, kara kavurma etsinler, kırk bey kızının önüne iletsinler, onlar bir yediğinde sen iki ye seni kafirler bilmesinler, duymasınlar.”
Daha sonra da annesini teselli etme ve üzülmemesini sağlamak için şu sözleri söyler:
Hey ana arap atlar olan yerde
Bir tayı olmaz mı olur
Kızıl develer olan yerde
Bir deve yavrusu olmaz mı olur
Akça koyunlar olan yerde
Bir kuzucağız olmaz mı olur
Sen sağ ol kadın ana babam sağ olsun
Bir benim gibi oğul bulunmaz mı olur”
Aile yapısı tam anlamiyle demokratik esaslar üzerine oturtulmuştur. Aile içinde anne ve babalar kadar çocuklar da söz ve hak sahibidir. Evlad baba ile çok rahat bir şekilde her meseleyi konuşabilmekte, tartışabilmekte, karşılıklı fikir alış verişinde bulunabilmektedir. Kam Püre’nin oğlu Bamsı Beyrek’in evlenme konusunda babasına söylediği şu sözler bu bakımdan oldukça anlamlıdır.
“beyrek kızdan ayrılıp evlerine geldi. Ak sakallı babası karşı geldi. Der: oğul fevkalade olarak bugün Oğuz’da ne gördün? Der: Ne göreyim, oğlu olan evlendirmiş, kızı olan kocaya vermiş. Babası der: Oğul yoksa seni evlendirmek mi gerek? Evet ya, ak sakalı aziz baba evlendirmek gerek dedi.”
Ana oğul arasındaki karşılıklı sevgi, saygı ve birbiri için fedakarlıktan çekinmeme hali aynı şekilde baba ile oğul arasında da mevcuttur. Oğul ile baba da karşılıklı olarak birbirlerini korumak ve birbirlerini için fedakarlıkta bulunmak için adeta yarış halindedirler.
Düşman kuvvetleriyle karşılaşan Kazan Bey ile oğlu Uruz onlara karşı koymak için birbirlerini ikna etmeye çalışırlar. Burada her ikisi de birbirini düşmandan uzakta tutmak gayreti içindedir. Kazan Bey daha tecrübesiz gördüğü oğlu Uruz’u düşmandan uzak tutmak, böylece onu karşılaşabileceği tehlikeden korumak düşüncesiyle şunları söyler:
Oğul oğul ay oğul
Benim ünümü anla sözümü dinle
O kafirin atı birini aşırmaz okçusu olur
Hay demeden başlar kesen celladı olur
İnsan etini yahni kılan aşçısı olur
Sen varacak kafir değil
Kalkarak yerimden ben doğrulayım
Yağız al atın beline ben bineyim
Gelen kafir benimdir ben varayım
Kara çelik öz kılıcımı çalayım
Azgın dinli kafirdir başlarını keseyim
Döne döne savaşayım döne döne çekişeyim
Kılıç çalıp baş kestiğimi gör de öğren
Kara başına düşünce lazım olur.
Uruz ise babasını düşünerek kendisi savaşmak istemekte ve gerekirse ölmeye hazır olduğunu ifade etmektedir.
A bey baba işitiyorum.
Amma Arafat’ta erkek kuzu kurban için
Baba oğul kazanır ad için
Oğul da kılıç kuşanır baba gayreti için
Benim de başım kurban olsun senin için
Ancak sonunda baba Kazan ağır basar ve, Uruz babasının sözünü tutarak savaşın dışında kalır. Çünkü yine eserde belirtildiğine göre “O zamanda oğul baba sözünü iki eylemezdi, iki eylese o oğlanı kabul eylemezlerdi.”
Bir baba için milletine faydalı, yiğit evlat sahibi olmak en büyük arzudur. Korkaklık ve iş bilmezlik toplum tarafından hor görülmektedir. Evladın baba nazarında değeri kazandığı başarılar ve gösterdiği kahramanlıklara bağlıdır.
Bir ziyafet sırasında Kazan Bey yanında yer alan yiğitleri görür ve henüz bir kahramanlık göstererek başarı kazanmamış bulunan oğlu Uruz’a bakarak kederlenir ağlar. Oğlu Uruz sebebini sorduğunda duygularını şöyle dile getirir:
Beri gel tayım oğul
Sağıma doğru baktığımda kardeşim Kara Göne’yi gördüm
Baş kesmiştir, kan dökmüştür ganimet almıştır ad kazanmıştır.
Soluma doğru baktığımda dayım Aruz’u gördüm
Baş kesmiştir kan dökmüştür ganimet almıştır ad kazanmıştır.
Karşıma doğru baktığımda seni gördüm
On altı yaşına geldin
Bir gün ola düşeyim öleyim sen kalasın
Yay çekmedin, ok atmadın baş kesmedin kan dökmedin
Oğuz içinde ganimet almadın
Kazan Bey öldüğünde oğlunun yerini dolduramayacağından endişelidir. Çünkü Oğuz’da bir evladın babanın yerini doldurabilmesi için onun varisi olması yetmemekte e kendini isbat etmesi gerekmektedir. Babasının kederini öğrenin Uruz ona “Hüneri oğul babadan mı görür öğrenir, yoksa babalar oğuldan mı öğrenir, ne zaman sen beni alıp kafir boyuna çıkardın kılıç çalıp baş kestin, ben senden ne gördüm ne öğreneyim” karşılığını verir.
İfadelerden açıkça, anlaşılacağı gibi babanın en önemli vazifelerinden biri de oğlunu yetiştirmek ve hayata hazırlamaktır. Burada çok açık bir şekilde evlat yetiştirmede aileyi özellikle de babaya düşen vazifeyi görmekteyiz. Bu konuşma üzerine Kazan Bey oğlunu yetiştirmek için harekete geçer ve onu kahraman bir evlat olarak hayata hazırlar. Baba oğul için, gerçek bir rehber, bir öğretmendir. Oğul da bütün benliğiyle babaya bağlıdır onun sözünü dinler, kesinlikle ayrı bir yol tutmaz.
Bir baba için en utanılacak şey korkak ve hayırsız bir evlada sahip olmaktır. Nitekim Kazan bey oğlu Uruz’un savaş alanını terk ettiğini zannedince, büyük bir utanç içine düşer ve yanında bulunanlara şöyle söyler:
“beyler Tanrı bize bir hayırsız oğul vermiş, varayım onu anasının yanından alayım, kılıç ile paralayayım, altı bölük edeyim, altı yolun ayrımında bırakayım, bir daha kimse yaban yerde arkadaş bırakıp kaçmasın.”
Aynı anlayışı Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı isimli hikayede de görmekteyiz. Kırk namerdin oğlu Boğaç’a iftira ederek kötü adam olduğunu söylemeleri üzerine, Dirse Han da Kazan Bey gibi hayırsız çıktığını zannettiği oğlunun cezasını kendisi verir. Ve bir av sırasında onu oklayarak ölüme terk eder.
Eserde ana, baba ve evlat arasındaki sevgi ve saygı temeli üzerine kurulmuş bulunan köklü bağ, aynı şekilde kardeşler arasında da bulunmaktadır. Kardeşler birbirine karış derin sevgi beslemekte ve birbirleri için fedakarlıktan çekinmemektedirler.
Uşun Koca Oğlu Seğrek Destanı isimli hikayede kardeşinin kafir elinde esir olduğunu öğrenen Seğrek onu kurtarmak için kendi kendine and içer. Çevresinin ve ailesinin bütün engellemelerine rağmen, bir türlü kararından vazgeçmez. Hatta Seğrek’i acele ile evlendirirler: Böylece onu bu tehlikeli kararından vazgeçirmeyi denerler, fakat Seğrek gelin odasında eşi ile arasına kılıç koyarak kardeşini kurtarmadan karı koca olamayacaklarını ifade eder ve gizlice kardeşi Egrek’i kurtarmak üzere kafir iline doğru hareket eder. Segrek kafirlere büyük zayiatlar verir. Başa çıkamayacaklarını anlayan kafirler son çare olarak tutsak egrek’i zindandan çıkararak başlarına bela kesilen bu adamı öldürmesi şartıyla kendisini Salı vereceklerini belirtirler. Böylece iki kardeş karşı karşıya gelirler ve söyleşirler. Egrek karşısındaki kişinin küçük kardeşi Segrek olduğunu öğrenince büyük sevinç duyar ve ona şöyle seslenir.
Ağzın için öleyim kardeş
Dilin için öleyim kardeş
Er mi oldun yiğit mi oldun kardeş
Gurbete kardeşini aramaya sen mi geldin kardeş” Böylece tanışan iki kardeş kafire karış birlikte saldırırlar ve hepsini kılıçtan geçirirler.
Evlat baba için hiçbir fedakarlıktan çekinmez. Babası kendisine haksızlık yapmış olsa dahi zor anında seve seve yardımına koşar. Bu nokta Oğuzlarda aile bağının ve aile içi dayanışmanın ne kadar sağlam olduğunu göstermesi bakımından son derece anlamlıdır.
Boğaç Han kendisini oklayan ve ölüme terkeden babasının yardımına koşmakta ve onu namertlerin elinden kurtarmakta zerre kadar tereddüt göstermez. Yigenek, yılar sonra babasının kafir elinde esir olduğunu duyunca, ne pahasına olursa olsun onu kurtarmaya and içer e Bayındır Han’dan sefer izni ve asker alarak yola çıkar, kafirlerle amansız bir savaş yaparak babası Kazılık Koca’yı kurtarır.
KAHRAMANLIK
Dede Korkut Hikayelerinin hemen hemen tamamında kahramanlık, birinci motif olarak karşımıza çıkmaktadır. Eserin çok eski ve büyük bir destanın hikayeleşmiş şekli olduğunu kabul edersek, söz konusu motifin neden birinci sırayı aldığını daha kolay anlayabiliriz. Hikayelerin hepsi bir veya iki şahsın gösterdiği kahramanlıklar üzerine kuruludur. Bütün hikayelerde kahramanları bekleyen büyük engeller ve zorluklar vardır. Onlar bu engelleri aşmak ve zorlukları yenmek zorundadırlar. Korku ve çekingenlik, kadın erkek hiçbir şahısta söz konusu değildir. Korkak ve aciz karakterlere toplum içinde değer verilmez. Özellikle erkekler için kahramanlık vazgeçilmez bir tutkudur. Bir yerde toplum, onları bu şekilde duymaya ve düşünmeye zorlamaktadır. Herşeyden önce ad alabilmek için dahi belli bir kahramanlık göstermek, toplumu veya ailesi adına hayırlı bir iş başarmak zorundadır. Oğuz erkekleri. Törenin bu tavrı Oğuz erkeklerinde güçlü bir kahramanlık ülküsü meydana getirmiştir.
Bütün hikayelerde dürüst olmak, başkalarının hakkına saygı göstermek, haksızlığa uğrayanların yanında, zalimlerin ise karşısında yer almak aranılan ve istenilen ana vasıflardır. Haksızlık edenler mutlaka cezasını görmekte, iyiler ve doğrular kazanmakta, haksızlığa uğrayanların hakları iade olunmaktadır.
Dirse Han oğluna kahramanlığını gösterinceye kadar ad koymaz. Ta ki Bayındır Han’ın azgın boğasını öldürür, o zaman Boğaç adını alır. Boğaç Han, babasını, önce kendisine düşmen eden sonra da geleceklerinden korktukları için ellerini bağlayıp kafir illerine kaçıran kırk namerd ile kahramanca döğüşerek kurtarır. Böylece iyi bir insana kötü diyerek, kendi menfaatları için yalan söyleyen kırk namerd hak ettikleri cezayı bulmuş olurlar.
Salur Kazan hile ile evini yağmalayıp çoluğunu çocuğunu tutsak alan kafirlerden dehşetli bir intikam alır. Onun intikamı kafirinki gibi kalleşçe değil, savaş alanında yüz yüze çarpışarak, mertlik göstererek alınan bir intikamdır. Türkler hiçbir zaman başkalarına kalleşlik etmezler, karşılarındaki düşmanları dahi olsa, onlara habersizce saldırmazlar. Düşman mutlaka er meydanına davet edilir ve mertçe döğüşülür. Düşman ise hep korkaktır, iki yüzlüdür ve kalleştir.
Kazan bey, oğlu Uruz’un henüz kendisini ve toplumunu memnun edecek bir kahramanlık göstermemiş olmasından dolayı derin üzüntü içindedir. Üzüntüsünün sebebini soran oğluna duygularını şöyle anlatır:
Beri gel tayım oğul
Sağıma doğru baktığımda kardeşim Kara Göne’yi gördüm
Baş kesmiştir an dökmüştür ganimet almıştır ad kazanmıştır
Soluma doğru baktığımda dayım Aruz’u gördüm
Baş kesmiştir kan dökmüştür ganimet almıştır ad kazanmıştır
Karşıma doğru baktığımda seni gördüm
On altı yaşına geldin
Bir gün ola düşeyim öleyim sen kalasın
Yay çekmedin ok atmadın baş kesmedin kan dökmedin
Kanlı Oğuz içinde ganimet almadın”
Kazan Bey ile oğlu Uruz düşmanlarla karşılaşırlar, baba oğlunu savaştan uzak tutmak isteyince Uruz savaşmak ve kahramanlık göstermek istediğini bildirir. Türk erkeklerinin karakter yapısını belirlemesi, sahip oldukları duygu ve düşünce dünyasını ortaya koyması bakımından çok anlamlı bulduğumuz Uruz’un babasına cevabını buraya alıyoruz.
Beri gel ağam Kazan
Kalkıp da yerimden
Büyük cins atımı saklardım bugün için
Günü geldi
Ak meydanda koşturayım senin için
Alaca ejder sivri mızrağımı saklardım bugün için
Günü geldi
Kaba karın geniş göğüste oynatayım senin için
Kara çelik öz kılıcımı saklardım bugün için
Günü geldi
Pis dinli kafir başını testireyim senin için
Yapısı pek demir elbisemi saklardım bugün için
Günü geldi
Yen yakalar diktireyim senin için
Başımda sağlam miğferler saklardım bugün için
Günü geldi kaba topuz altında deldireyim senin
Kırk yiğidim sakladım bugün için
Günü geldi
Kafir başını kestireyim senin için
Aslan adımı saklardım bugün için
Günü geldi
Yaka tutup kafirle uğraşayım senin için
Ağız dilden birkaç kelime haber bana
Kara başım kurban olsun ağam sana
Gurur ve şeref en üstün değerdir. Oğuz’un kadını ve erkeği insan oğlunun dünyada şerefi için yaşadığı inancı içindedir. Gurursuz ve şerefsiz olarak yaşamaktansa ölüm tercih edilir. Kafir elinde Oğlu Uruz’un esir olması Kazan’ın gururunu incitmiş şerefine gölge düşürmüştür. Ne pahasına olursa olsun onu kurtarmak, yahut da bu uğurda canını vermek kararındadır. Oğlu Uruz ise çok sevdiği babasını bu son derece tehlikeli kararından vazgeçirmeye çalışmaktadır. Uruz’un savaşmaması için yalvarması üzerine Kazan şöyle konuşur:
Oğul oğul ay oğul
Karşı yatan kara dağımın yükseği oğul
Güçlü belimin kuvveti canım oğul
Karanlıklı gözlerimin aydını oğul
Şafak vakti yerimden kalktığım senin için
Yağız al atımı yormuşum senin için
Ak giyimime kir eklendi senin için
Benim başım kurban olsun canım oğul senin için
Sen gideli ağlamam gökte iken yere indi
Gümbür gümbür davullar dövülmedi
Ağır ulu divanım toplanmadı
Seni bilen bey oğulları ak çıkardı kara giydi
Kaza benzer kızım gelinim ak çıkardı kara giydi
İhtiyarcık anan kan yaş döktü
Ak sakallı baban dertli oldu
Dönerek buradan oğul eve varsam
Akça yüzlü anan karış gelip oğul dese
Ak elleri ardına bağlı diyeyim mi
Ak boynunda kıl urgan takılı diyeyim mi
Kafir yanınca yürüyor diyeyim di
Benim namusum nereye varır oğul
Kıl çoban keçesi boyuncuğunu sürtüyor diyeyim mi
Ağır ayak bağı tapukçuğunu vuruyor diyeyim mi
Arpa ekmeği acı soğan övüncüğü diyeyim mi
Oğlunun bütün ısrarına rağmen Kazan kafirle savaşmakta ve onu kurtarmakta kararlıdır:
Kafirin üzerine gürleyeyim
Ak yıldırım olup şakıyayım
Kafiri kamış gibi ateş olup yandırayım
Dokuzunu bir yerine saydırayım
Vuruşmayla döğüşmeyle alemi doldurayım
Yaradan Allah’dan medet”
Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı sevdiği kız alabilmek için tehlikelere, hatta ölümlere meydan okur ve babasının ikazlarına, vazgeçirme çalışmalarına aldırış etmez:
Ne söylüyorsun ne diyorsun canım baba
Bu kadar işten korkan yiğit mi olur
Alp ere korku vermek ayıp olur
Dolamaç dolamaç yollarını
Kadir kor ise geceleyin at sürüp geçeyim
Atlı batıp çıkamaz onun balçığına kumlar döşeyeyim
Alaca yılan sökemez ormanını
Çakmak çakıp ateşe vereyim
Gök ile boy ölçüşen kalelerini
Kadir kor ise yapayım yıkayım
Göz kakarak gönül alan güzelinin boynunu öpeyim
Sırtında kalkan oynar yayasının
Kadir kor ise başını keseyim
Basat bütün Oğuz’un başına bela kesilen Tepegöz adlı insan azmanı canavarı büyük bir kahramanlık örneği vererek öldürür, ülkesini büyük bir tehlikeden kurtarır.
Begil av sırasında yaralanmıştır. Bunu öğrenen kafiler onu bu zayıf anında vurmak istemektedirler. Durumdan haberdar olan Begil çaresizdir. Daha tecrübesiz bir genç olmasına rağmen emren babasının yerine kafirle savaşmak istemektedir. Yaşı küçüktür ama cesareti büyütür. Kendisini düşman üzerine göndermek istemeyen babasına karşı şöyle konuşur:
Altındaki al aygırı bana ver
Kan terletip koşturayım senin için
Yapısı sağlam demir giyimini bana ver
Yen yakalar diktireyim senin için
Kara çelik öz kılıcını bana ver
Göğsünden er mızraklayayım senin için
Ak tüylü delici okunu bana ver
Erden ere geçireyim senin için
Ela gözlü üç yüz yiğidini bana ver arkadaşlığa
Muhammed dini yoluna savaşayım senin için
Düşmanla savaşmak için babasını ikna eden Emren, arkadaşları ile birlikte kafir üzerine at sürerek onlara şöyle seslenir.
“Herze merze söyleme bire itim kafir
Altımda al aygırımı ne beğenmezsin
Seni görür oynar
Üstümdeki demir giyimim omuzumu kısar
Kara çelik öz kılıcım kınını doğrar
Kargı dalı mızrağımı ne beğenmezsin
Göğsünü delip göğe fırlar
Akça kirişli katı yayım zarı zarı inler
Oklukta okum yatağını deler
Yanımda yiğitlerim savaş diler
Alp ere korku vermek ayıp olur
Beri gel bre kafir savaşalım”
Yıllar önce kafirlere esir düşen kardeşi Eğrek’ten habersiz büyüyen Seğrek, bir tesadüf eseri kardeşinin esir olduğunu öğrenince, onu ne pahasına olursa olsun kurtarmaya karar verir. Annesinin Ve babasının bütün yalvarmalarına kulak asmaz. Hatta onu kararından alıkoymak için evlendirmeleri bile tesir etmez. Gerdek gecesi eşini bırakarak kardeşini kurtarmaya gider. Çünkü kardeşi esir iken yaşamayı büyük şerefsizlik addetmektedir. Oğuz töresinde bir erkek için şerefsiz yaşamaktansa ölmek her zaman daha iyidir. Segrek kafirlerden intikam almak ve kardeşi Egrek’i kurtarmak için kafirlerle çetin bir savaşa girişir. Sonunda kardeşini kurtarır ve şerefli bir kahraman olarak ülkesine döner.
Kazan Bey, bir av sırasında uyurken kafirlerin tuzağına düşer ve esir olur. Ardana yıllar geçer, oğlu Uruz büyük bir yiğit delikanlı olur. Ancak babasından ve akibetinden habersizdir. Kendisini Bayındar Han’ın oğlu olarak bilir. Annesi ondan gerçeği saklamıştır. Bir gün atına binip Bayındır Han’ın divanına gelirken biri ona babasının Kazan olduğunu ve kafirler elinde esir bulunduğunu söyler. Acı gerçek karşısında Uruz’un dünyası alt üst olur. Doğru annesine gelerek gerçeği ondan öğrenmek ister:
Bre ana ben Han oğlu değilmişim
Han Kazan oğlu imişim
Bre kavat kızı bunu bana niçin söylemiyordun
Ana hakkı Tanrı hakkı olmamış olsaydı
Kara çelik öz kılıcımı çekeydim
Birden bire güzel başını keseydim
Alca kanını yer yüzüne dökeydim.
Uruz’un annesine bu çıkışı benliğindeki kahramanlık ruhunun çok belirgin bir ifadesidir. Çünkü babası esir iken toplum içinde gezebilmiş olmasını büyük bir kusur olarak görmektedir. Derhal hazırlık yaparak babasını kurtarmak için yola çıkar ve kafirlerle zorlu bir savaşa girişir, babasını kurtararak şerefini muhafaza etmiş olmanın huzurunu duyar.
İfade etmeye çalıştığımız gibi, oğuz töresinde kadın olsun erkek olsun şeref ve gurur her şeyin üstünde bir değerdir. İnsanlara hayat gücü veren en büyük duygu budur. Bu sebeble özellikle Oğuz erkekleri, gerek toplumun ve gerekse ailenin şerefini kurtarmak ve muhafaza etmek için en zorlu mücadelelere girişmekten, ölümlere meydana okumaktan çekinmezler. Bu yolda yürümek ise şüphesiz ki, güçlü bir kahramanlık ruhuna sahip olan insanların başarabileceği çetin bir iştir. Boğaç’ın babasını kurtarmak için namertlerle giriştiği savaş, Uruz’un esir olduğu halde kafirlere karşı direnişi, babası Kazan’ın onu kurtarmak için mücadelesi, Bamsı Beyrek’in eş seçimindeki düşünceleri, kendisini esir alan kafirlerle savaşı, Kazan’ın oğlu Uruz’u kafirlerin elinden kurtarmak için giriştiği çetin savaş Deli Dumrul’un Azrail’e dahi meydan okumaya kalkışması, Kan Turalı’nın babası tarafından kendisine eş olarak beğenilen Selcen Hatun’u alabilmek için gösterdiği insan üstü kahramanlıklar, Yigenek’in babası Kazılık Koca’yı kendisinden kat kat güçlü düşmanın elinden kurtarışı, Basat’ın Oğuz’un başına bela kesilen insan azmanı Tepegöz’ü öldürüşündeki olağan üstü başarısı, baba oğul Begil ile Emren’in kahramanlıkları, Segrek’in kardeşi Egrek’i kurtarmak için verdiği çetin mücadele, Uruz’un kafir elinde esir bulunan babasını kurtarmak için gösterdiği dirayet, hep oğuz töresinde yüceltilen yiğitlik ve kahramanlık anlayışının ortaya koyduğu sosyal tablolardır.
DİN
Dede Korkut Hikayelerinde dinin önemli bir yeri vardır. İslamiyet’in Türkler arasında yayılış yıllarının mahsulü olan eserde İslami inanç sistemi ile İslamiyet öncesi Türk inanç sistemi iç içedir. Hemen hemen bütün hikayelerde İslam dini her türlü hürafeden ve batıl inançtan uzak, bütün saflığıyla yaşanırken, eski inanç sistemine ait kalıntılar da kendini gösterebilmektedir. Bu bakımdan Dede Korkut Hikayelerine aynı zamanda bir inanç sisteminden yeni bir inanç sistemine geçiş döneminin mahsulü dememiz mümkündür ki, esere büyük ehemmiyet kazandıran hususlardan birisi de budur.
Eserde yaşanan İslam dini her şeyden önce akılcı samimiyet ve kalbi sevgi üzerine oturtulmuştur ki, bu özellik İslam dininin temel yapısı ile tam bir uygunluk teşkil etmektedir. Çünkü İslam dini her şeyden önce sevgiyi temel almış ve onu yüceltmiş bir dindir: Ayrıca yapılan her işte niyetin esas alınması ve kişinin yargılanmasında niyetin ana ilke kabul edilmesi yine bu dinin samimiyete verdiği büyük yeri belirtmektedir.
Bütün hikayelerde kahramanlar sağlam bir İslami şuur içindedirler. Gerek günlük yaşayışlarında ve gerekse katıldıkları büyük savaşlarda Allah’ı daima hatırlarlar ona dua ederler ve yardımını isterler. Düşmanla girişilen her cenkten önce mutlaka arı sudan abdest alıp iki rekat namaz kılarlar. Ancak bu yeni inanç sisteminde taassubun en küçük izine dahi rastlanmaz. İslami yaşayışın dışına çıkanlar, mutlaka felakete uğrarlar. Her aman doğruluk ve adalet üzerine hareket ettikleri ve bir yerde İslam adına kafirlerle savaştıkları için Allah’ın sonsuz yardımı onlarla beraberdir. Kahramanların güç durumlara düşmesi halinde Allah tarafından korunurlar ve yardım görürler: Her fırsatta İslamiyet bir dürüstlük ve sevgi dini olarak yüceltilir. Allah her zaman dürüstlerle ve kalbi sevgiyle dolu olanlarla beraberdir.
Hikayelerin anlatıcısı ve Oğuz’un bilicisi Dede Korkut, Allah’ın kalbine verdiği ilhamlarla konuşmaktadır. Bu husus son derece anlamlıdır. Çünkü Dede Korkut bütün Oğuzun akıl danıştığı, bir kutlu kişidir: Müşkülleri o çözer, anlaşmazlıkları o çözüme kavuşturur. Oğuz içinde böylesine önemli bir yeri olan kutlu kişinin Allah’ın kalbine doğurduğu ilhamlarla hareket etmesi, daha açıkçası olayları İslam’a göre değerlendirmesi Toplum hayatında İslam inancının yerini belirtmesi bakımından son derece önemlidir.
Eserde yer alan mukaddime de Dede Korkut ağzından söylenen şu sözler İslami hayat tarzının bütün özelliklerini ortaya koymaktadır.
“Allah Allah demeyince işler düzelmez, kadir Tanrı vermeyince er zenginleşmez, Ezelden yazılmazsa kul başına kaza gelmez, ecel vakti ermeyince kimse ölmez. Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez. Bir yiğidin kara dağ yumrusunca malı olsa yığar, toplar, talep eyler, nasibinden fazlasını yiyemez, Gürüldeyip sular taşsa deniz dolmaz. Kibirlilik eyleyeni Tanrı sevmez gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz.”
Yine Dede Korkut ağzından Oğuz toplumunun din anlayışını öğrenmekteyiz:
“Ağız açıp över olsam üstümüzde Tanrı güzel. Tanrı dostu din ulusu Muhammed güzel. Muhammed’in sağ yanında namaz kılan Ebubekir Sıddık güzel. Ahir otuzuncu cüz başıdır amme güzel. Hecesinde cüz okunsa yasin güzel. Kılıç çaldı, din açtı erlerin sahı Ali güzel. Ali’nin oğulları, Peygamber torunları, Karbela ovasında yezidiler elinde şehid oldu, Hasan ile Hüseyin iki kardeş beraber güzel. Yazılıp düzülüp gökten indi, Tanrı ilmi Kur’an güzel. O Kur’an’ı yazdı düzdü, ulemalar öğreninceye kadar bekledi biçti, alimler sultanı Osman Affan oğlu güzel. Çukur yerde yapılmıştır Tanrı evi Mekke güzel. O Mekke’ye sağ varsa esen gelse imanı bütün hacı güze. Hesap gününde Cuma güzel, Cuma günü okuyunca hutbe güzel. Kulak verip dinleyince ümmet güzel. Minarede ezan okuyunca müezzin güzel. Dizini bastırıp oturunca helalli güzel. Şakağından ağarsa baba güzel. Ak sütünü doya doya emzirse ana güzel. Yanaşıp yola girince kara erkek deve güzel. Sevgili kardeş güzel. Yan tarafta, ev yanında dikilse gelin odası güzel, uzunca çadır ipi güzel. Oğuz güzel. Hiçbirine benzemedi cümle alemleri yaratan Allah Tanrı güzel. O öğdüğüm yüce Tanrı dost olarak medet eriştirsin hanım hey.”
Dikkat edilirse İslam bütünüyle bir güzellikler dünyası olarak ele alınmakta ve yorumlanmaktadır. Tanrı korkunun değil sevginin şefkatin ve güzelliğin kaynağı olarak idrak edilmektedir.
Oğuz Türkleri Tanrı’ya karşı derin bir saygı içindedirler. Ona bağlılıkları ve güvenleri sonsuzdur. Tanrı da kendisine samimiyetle bağlanan ve güvenen insanları hiçbir zaman yalnız bırakmaz. Kazanılan zaferlerde Tanrının yardımı ve koruyuculuğu her şeyin üstündedir. Tanrı öyle bir varlıktır ki, hiçbir zaman kendisine samimiyetle açılan elleri geri çevirmez. İnsanların dileklerini kabul ederek arzularını gerçekleştirir. Kendisine ihtiyaç duyulduğu ve yardımı istendiği zamanlarda mutlaka kulunun yanındadır. Ona sonsuz merhameti ile kucaklar ve müşküllerini halleder.
Çocuğu olmayan Dirse Han, Tanrı adına büyük hayırlar işler, ziyafetler verir, açları doyurur, çıplakları giydirir, borçluları borcundan kurtarır herkesi yedirir içirir. Onun iyiliği dokunan kişiler, onun adına Tanrı’dan dilek dilerler. Tanrı da bu dilekleri kabul ederek Dirse Han’a topaç gibi bir erkek evlat verir. Yine aynı hikayede Dirse Han hayırsız çıktığına inandığı biricik oğlunu oklayarak ölüme terkeder. Ancak Tanrı haksızlığa uğrayan Boğaç’ın ölümüne razı olmaz ve boz atlı Hızır’ı göndererek aldığı yaralardan kurtulmasını sağlar. Zira Tanrı Oğuz inancına göre her zaman doğruların iyilerin ve haksızlığa uğrayanların yanındadır.
Oğuz beyleri her savaşa gidişleride döğüşmeye başlamadan önce arı sudan abdest alıp namaz kılarlar ve Allah’a şükran duygularını ifade ederek yardımını isterler. Kazandıkları zaferlerde bu davranışlarının büyük payı vardır. Hiçbir zaman kazandıkları başarılarla öğünmezler ve zaferlerinin Allah’ın inayeti sayesinde gerçekleştirdiği inancını taşırlar. İman ile gurur asla bir arada barınamaz. İslam dini alçak gönüllüğü emreder. Nefsine mağlup bencilleri sevmez. Bu kişiler mutlaka bu yanlışlarının bedelini ödemektedirler. Ancak kul hatasını anlayıp samimiyetle tövbe ederse mağrifeti sonsuz Allah onu affeder. Duha Koca Oğul Deli Dumrul Destanı isimli hikaye bu anlayışın tablolaştırılmış canlı bir örneğidir.
Hikayenin kahramanı Deli Dumrul maddi gücünün üstünlüğü ile mağrur nefsinin yolunda yürüyen kendini her şeyden üstün gören bir karakterdir. Can verenin de can alanında Allah olduğundan Azrail’in sadece bir vasıta görevini ifa ettiğinden habersizdir. Nitekim köprüsünden yanı başında Allah’ın emriyle bir yiğidin canını alan Azrail’e cenk etmeye kalkışır. Onun bu davranışında daha İslam dininin yeni yeni benimsenmesi dolayısıyla inceliklerinin bilinmemesi rol oynadığı gibi, Deli Dumrul’un nefsine mağlup bencil bir kişi olmasının da büyük rolü vardır. Ancak gelişen olaylar ona her şeyin Allah’ın iradesi ile meydana geldiğini izah eder. Ve Deli Dumrul hatasını anlayarak tövbe edip affını diler, bağışlanır. Allah’ın gücü karşısında teslimiyeti samimi olarak benimseyen Deli Dumrul, onu iyiliğin ve güzelliğin kaynağı olarak görür:
“Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Güzel Tanrı
Nice cahiller seni gökte arar yerde ister
Sen bizzat müminlerin gönlündesin
Daim duran cebbar Tanrı
Baki kalan settar Tanrı”
Deli Dumrul’un affına sebeb olan bu samimi yakarışı ve teslimiyetidir.
Kafirlerle Oğuz beylerinin giriştiği zorlu bir savaşta Kazılık Koca Oğlu Yigenek saldırıya geçmeden önce Tanrı’yı överek yardımını ister:
Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Aziz Tanrı
Sen anadan doğmadın
Sen babadan olmadın
Kimsenin rızkını yemedin
Kimseye zorluk göstermedin
Bütün yerlerde birsin
Sen daim ve baki olan Allah’sın
Ademe sen taç giydirdin
Şeytana lanet kıldın
Bir suçtan ötürü huzurundan sürdün
Nemrud göğe ok attı
Karnı yarık balığı karşı tuttun
Ululuğuna haddin yok
Veya cisim ile ceddin yok
Vurduğunu ulutmayan Ulu Tanrı
Bastığını belirtmeyen belli Tanrı
Kaldırdığını öğe yetiştiren güzel Tanrı
Kızdığını kahreden kahhar Tanrı
Birliğine sığındm Rabbim kadir Tanrı
Medet senden
Kara elbiseli kafire at tepiyorum
İşimi sen yoluna koy.
Görüldüğü gibi burada ayrıca Oğuz Türklerinin Tanrı kavramı da karşımıza çıkmaktadır. Şiir bir bakıma Oğuz inanç sisteminde Tanrı anlayışının açık bir ifadesidir.
Dikkati çeken diğer bir nokta, hemen hemen bütün hikayelerde Allah’ın adıyla peygamberimiz Hz. Muhammed’in adının birlikte geçmesidir. Ve peygamberimizden söz edilirken her zaman Adı güzel Muhammed ifadesinin kullanılmasıdır. Bütün hikayelerde İslamiyet’in sevdiren ve insanlığı sevgiye çağıran öz yapısı, çok açık bir şekilde ortaya çıkarılmakta ve gözler önüne serilmektedir. İslami devir Türk devlet felsefesinde yapılan bütün mücadelelerin Allah adına yürütülmesi ve İla-yı Kelimetullah için savaşılması ilk olarak Dede Korkut Hikayelerinde bütün açıklığıyla ortaya çıkmaktadır. Kafirlere karşı verilen bütün mücadelelerde, Allah adına konulan bir tavır söz konusudur. Çarpışmalar sırasında Kelime-i Şehadet getirip Müslüman olanlara dokunulmaz, fethedilen kafir ülkelerindeki kiliseler cami yapılarak, oraya İslami bir renk katılmaya çalışılır.
Oğuzların sağlam inanç dünyasını ortaya koyan önemli hususlardan biri de hemen hemen her hikayenin sonunda Dede Korkut ağzından söylenen ve Tanrı’yı öven, onu yücelten dualardır: Her hikayenin sonunda Dede Korkut şunları söyler:
Onlar da bu dünyaya geldi geçti
Kervan gibi kondu göçtü
Onları da ecel aldı yer gizledi
Fani dünya yine kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
“Kara ölüm geldiğinde geçit versin. Sağlıkla, akılla devletini Hak artırsın. O övdüğüm yüce Tanrı dost olarak medet eriştirsin.
Dua edeyim hanım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli büyük ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Kanatlarının uçları kırılmasın. Koşar iken ak boz atın sendelemesin. Vuruşunca kara çelik öz kılıcın çentilmesin. Dürtüşürken alaca mızrağın ufanmasın: Ak bürçekli ananın eri Cennet olsun. Ak sakallı babanın yeri Cennet olsun. Hakkın yandırdığı çerağın yana durdun. Kadir Tanrı seni namerde muhtaç etmesin.”
Yukarıdan beri belirtmeye çalıştığımız gibi, Oğuzlar İslamiyet’i milli kültür dünyaları ile bütünleştirerek akılcı ve kalbi derin bir samimiyetle benimsemişler, günlük hayatlarının her safhasında İslam ile kaynaşıp, onu engin bir duyuş düşünüş tarzı olarak kabul ederken milli benliklerinden hiçbir sapma göstermemişlerdir. Bu husus, günümüz değerler sisteminin sağlam temellere oturtulabilmesi açısından da önemli bir ilham kaynağı olmak hakkını muhafaza etmektedir.
TASVİR
Dede Korkut Hikayelerinde tabiat büyük bir yere tutar. Hemen hemen bütün hikayelerde alabildiğince canlı tabiat tasvirlerine rastlamak mümkündür. Zaten yaşanan hayat tabiatla kucak kucağadır. İçinde bulunulan coğrafya akarsuları, karlı, sisli dağları, uçurumları, yeşil çayırları ile Türkçe’nin bütün anlatım imkanlarından istifade edilerek tablolaştırılmıştır: Dilimizin tasvir imkanlarını görmek ve bu hususta ne kadar elverişli özelliklere sahip bulunduğunu kavramak için, bu hikayelerin incelenmesi yeterlidir zannediyoruz. Lüzumsuz abartmalara gidilmeyen, kısa, öz, adeta birkaç fırça darbesiyle şahane tablolar meydana getiren, sihirli bir ressam titizliğiyle birkaç renk ve ışık dolu kelimeyle mükemmel dekorlar meydana getirilen söz konusu hikayelerde baştan sona bir hareket, renk ve ışık seli karşımıza çıkmaktadır.
Hikayelerde iki ayrı tasvir türü ile karşılaşılmaktadır. Bunlardan biri tabiat tasvirleri, diğeri ise ziyafet düğün ve savaş tasvirleri.
Dede Korkut Hikayelerinde tabiat tasvirleri daha çok şiir halinde çizilen tablolar olarak karşımıza çıkar. Nesire göre oldukça zor olan manzum tasvir yapma hususunda gösterilen büyük başarı dilimizin ne denli güçlü anlatım imkanlarına sahip olduğunu göstermesi bakımından son derece anlamlıdır. Gereksiz abartmaların görülmediği bu tasvirler gerçekçi ifadelerle dolu, renk, ışık ve hareket mükemmelliği içinde gözleri kamaştırmaktadır.
Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı isimli hikayede sabah vaktine ait canlı bir tabiat tasviri ile karşılaşmaktayız:
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakalı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Büyük cins atlar sahibini görüp kişnediğinde
Aklı karalı seçilen çağda
Göğsü güzel kaba dağlara gün vurduğunda
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda
Dikkat edilirse açıkça görülmektedir ki, tasvirlerde üzerinde durulan hususlar, belirginleştirilmek istenen özellikler son derece estetik bir anlayış çerçevesi içinde gözler önüne serilmektedir. Tasvirler ruh karartıcı, karamsarlık verici değil, iç huzuru, iyimserlik, sevgi ve güzellik aşılayıcı bir yapı sergilemektedir. Tan yellerinin serin serin esmesi, güneşin göğsü güzel kaba dağlara vurması bu yapının ana çizgileridir. Diğer yandan ötüşleriyle sabahı karşılayan çayır kuşu, sahibini görünce kişneyen cins atlar, ezan okuyan müezzin, bir araya gelen bey yiğitler ve kahramanlar tablonun hareket unsurları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yine aynı hikayede Kazılık Dağı şöyle tasvir edilmektedir:
“Akar seni suların Kazılık Dağı
Akar iken akmaz olsun
Biter senin otların Kazılık Dağı
Biter iken bitmez olsun
Koşar senin geyiklerin Kazılık Dağı
Koşar iken koşmaz olsun taş kesilsin.”
Salur Kazan’ın Evini yağmaladığı Destan isimli hikayede suyun son derece canlı ve renkli tasviri ile karşılaşmaktayız. Burada su tabii güzelli yanında sosyal hayatta oynadığı büyük rol açısından da ele alınmakta, dolayisiyle Oğuz toplumu için taşıdığı önem vurgulanmaktadır:
Çağıl çağıl kayalardan çıkan su
Ağaç gemileri oynatan su,
Hasan ile Hüseyin’in hasreti su
Bağ ile bostanın ziyneti su
Ayişe ile Fatma’nın bakışı su
Koç atların gelip içtiği su
Kızıl develerin gelip geçtiği su
Ak koyunların gelip çevresinde yattığı su
Aynı hikayede çok çarpıcı bir şekilde ele alınarak tasvir edilen ağaç motifi ile karşılaşmaktayız. Su tasvirinde olduğu gibi ağaç tasvirinde de estetik ölçülerin yanında sosyal fayda üzerinde durulmakta ve ağacın toplum hayatında oynadığı önemli rol bir tablo mükemmelliği çerçevesi içinde gözler önüne serilmektedir.
Ağaç ağaç der isem sana üzülme ağaç
Mekke ile Medine’nin kapısı ağaç
Musa Kelim’in asası ağaç
Büyük büyük suların köprüsü ağaç
Kara kara denizlerin gemisi ağaç
Erlerin şahı Ali’nin Düldül’ünün eyeri ağaç
Zülfikarın kını ile kabzası ağaç
Şah Hasan ile Hüseyin’in beşiği ağaç
Eğer erdir eğer avrattır korkusu ağaç
Başına doğru bakar olsam başsız ağaç
Dibine doğru bakar olsam dipsiz ağaç
Beni sana asarlar çekme ağaç
Kara hindü kurallarıma buyuraydım
Seni parça parça doğruyalardı ağaç
Dikkat edilirse su ve ağaç tasvirinin her ikisinde de çok açık bir şekilde belirtilen eski Türk medeni hayatına dair çizgiler görülmektedir. “Ağaç gemileri oynatan su” mısrasında Oğuzların gemicilik mesleğine aşina oldukları, “Bağ ile bostanın ziyneti su” mısrasında suyun bağ ve bostanların veriminin artırılmasında kullanıldığı vurgulanmakta, ağaç tasvirinde ise, ağaç mimarinin temel malzemesi olarak görülmekte, yol ve ulaşımda ondan geniş ölçüde istifade edildiği belirtilmektedir. Ağacın Mekke ve Medine’nin eşiği olması, büyük büyük suların üzerine köprü olması, kara kara denizlerin üzerinde giden gemilerin ağaçtan yapılması, Şah Hasan ile Hüseyin’in beşiğinin ağaçtan yapılması, kılıç kını ve kabzası yapımında kullanılması, Düldül’ün eyerinin ağaçtan yapılmış bulunması, hep onun sosyal hayatımızda oynadığı büyük rolü ve o devir Türk medeni hayatına ait çizgileri belirtmesi bakımından son derece anlamlıdır.
Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek Destanı adlı hikayede Bamsı Beyrek atını şöyle tasvir etmektedir.
Açık açık meydana benzer senin alıncığın
İki gece ışık saçan taşa benzer senin gözceğizin
İbrişime benzer senin yeleciğin
İki çift kardeşe benzer senin kulacığın
Eri muradına yetiştirir senin arkacığın
Yukarıdaki ifadeler Türklerde at sevgisini ve ata verilen değeri de göstermesi bakımından ayrıca önemlidir. Görüldüğü gibi at yiğidin gerçek bir dostu ve yoldaşıdır ve insan unsuru at unsuru ile bütünleşmiş bulunmaktadır.
Daha Koca Oğlu deli Dumrul destanı isimli hikayede, hikaye kahramanı Deli Dumrul’un ağzından yapılan şu tasvir çok canlı bir tabiat tablosu oluşturmaktadır.
Tepesi büyük bzim dağlarımız olur
O dağlarımızda bağlarımız olur
O bağların kacra salkımlı üzümü olur
O üzümü sıkarlar al şarabı olur
O şaraptan içen sarhoş olur”
Kanglı Koca Oğlu Kan Turalı Destanı isimli hikayede Ganglı Koca Oğlu Kan Turalı’nın gitmek istediği, ancak tehlikeli gördüğü için oğlunu alıkoymak istediği kafir ilini şöyle anlatır:
Oğul senin varacağın yerin
Dolamaç dolamaç yolları olur
Atlı batıp çıkamaz onun balçığı olur
Alaca yılan sökemez onun ormanı olur
Gök ile boy ölçüşen onun kalesi olur
Göz bakarak gönül alan onun güzeli olur
Hay demeden baş getiren celladı olur
Sırtında kalkan oynar yayası olur
Yaman yerlere yeltendir geri dön”
Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Destan isimli hikayede insan azmanı ejderha Tepegöz şöyle tasvir edilir:
“Gördüler ki bir alamet şey yatıyor, başı kıçı belirsiz. Etrafına toplandılar. İndi bir yiğit bunu tepti. Teptikçe büyüdü. Birkaç yiğit daha indiler teptiler. Teptiklerince büyüdü. Aruz Koca da inip tekmeledi. Mahmuzu dokundu, bu kütle yarıldı. İçinden bir oğlan çıktı, gövdesi adam, tepesinde bir gözü var.”
“Aruz Tepegöz’ü aldı evine getirdi. Buyurdu, bir dadı geldi. Memesini ağzına verdi. Bir emdi, olanca sütünü aldı, iki emdi kadını aldı, üç emdi canını aldı. Birkaç dadı getirdiler, helak etti gördüler olmuyor, sütle besleyelim dediler. Günde bir kazan süt yetmiyordu.
Beslediler büyüdü, gezer oldu, oğlancıklar ile oynar oldu. Oğlancıkların kiminin burnunu, kiminin kulağını yemeğe başladı. Hasılı, halkın bunun yüzünden çok canı yandı, aciz kaldılar.”
Dede Korkut hikayelerinde diğer bir tasvir şekli de savaş tasvirleridir. Genel olarak yiğitlik ve kahramanlık üzerine kurulmuş bulunan bu hikayelerde çok canlı ve renkli savaş tasvirleri görülmektedir.
Dirse Han Oğlu Boğaç Han Hikayesinde Boğaç Han’ın babasını esir alan kırk namerde karşı yaptığı savaş şöyle tasvir edilmektedir.
“Kırk yiğit büyük cins atını oynattı, oğlanın etrafında toplandı. Oğlan kırk yiğidini beraberine aldı, at tepti, cenk ve savaş etti. Kiminin boynunu vurdu, kimini esir eyledi. Babasını kurtardı, geri çekildi döndü.”
Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Destan isimli hikayede, Kazan’ın yurduna saldıran kafirlerin yaptığı yağma ve talan çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır:
“Yedi bin kaftanın ardı yırtmaçlı, yarısından kara saçlı, pis dinli din düşmanı alaca atlı kafir bindi, dört nala hücum etti, gece yarısında Kazan Bey’in yurduna geldi, Altın otağlarını kafirler yıktılar. Kaza benzer kızı gelini feryad ettirdiler. Tavla tavla koç atlarına bindiler. Katar katar kızıl develerini yedekte çektiler. Ağır hazinesini, bol akçesini yağmaladılar. Kırk ince belli kız ile boyu uzun Burla Hatun esir gitti. Kazan Bey’in ihtiyarcık olmuş anası kara deve boynunda asılı gitti. Han Kazan’ın oğlu Uruz Bey üçyüz yiğit ile eli bağlı boynu bağlı gitti. Eylik Koca Oğlu Sarı Kulmaş, Kazan Bey’in evi üzerinde şehid oldu.”
Kazan Han’ın yurdunu yağmalayan kafirlerden intikamını alışı ise daha da çarpıcı bir ifade mükemmelliği ile tablolaştırılır.
“Gümbür gümbür davullar dövüldü, burması altın tunç borular çalındı. O gün ciğerinde olan er yiğitler belirdi. O gün namerdler sapa yer gözetti. O gün bir kıyamet savaş oldu, meydana dolu baş oldu. Başlar kesildi top gibi. Yiğit yiğit atlar koştu, nalı düştü. Alaca alaca mızraklar saplandı. Kara çelik öz kılıçlar çalındı, ağzı düştü. Kıyametin bir günü o gün oldu.”
Kazan Bey oğlu Uruz Bey’in Esir Olduğu Destan isimli hikayede Kazan Bey ile oğlu Uruz üzerine saldıran kafirler şu cümlelerle tasvir edilmektedir.
“Toz yarıldı, güneş gibi ışıldadı, deniz gibi çalkandı, orman gibi karardı, on altı bin ip üzengili, keçe börklü, azgın dinli, kızgın dilli kafir çıkageldi.”
Kazan Bey kafirlerle karşılaşır, çok çetin bir savaş başlar:
“Gümbür gümbür davullar dövüldü, burması altın tunç borular çalındı. O gün kahraman bey yiğitler döne döne savaştı. O gün kara çelik öz kılıçlar çalındı. O gün O gün kargı dilli kayın oklar atıldı, alaca ejder sivri mızraklar batırıldı. O gün namertler, kalleşler sapa yer gözetti.”
Kafirler bozguna uğrarlar. Ancak giderlerken Kazan’ın oğlu Uruz’u esir alırlar. Kazan oğlunun esir alındığını öğrenince kafirlerin peşine düşer ve onlara yetişir çetin bir savaş başlar:
“Teklifsizce kafire at sürdüler, kılıç vurdular. O gün ciğerinde olan er yiğitler belirdi. O gün naertler sapa yer gözetti. Bir kıyamet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Kıyametin bir günü oldu. Bey hizmetkardan, hizmetkar beyden ayrıldı. Dış Oğuz beyleri ile Dündar sağa at tepti. Kahraman yiğitleri ile Kara Budak sola at tepti. Kazan kendisi merekez at tepti. Tekür ile Şökli Melik’e havale oldu, böğürterek attan yere yıktı, alca kanını yer yüzüne döktü. Sağ tarafta Kara Tüken Melik’e Dündar karşı geldi, kılıçladı, yere yıktı. Sol tarafta Buğacuk Melik’e Kara Budak karşı geldi, mızraklayıp yere yıktı, kıpırdatmadan başını kesti. Boyu uzun burla Hatun kara tuğunu kafirin kılıçladı kılıçladı yere düşürdü. Tekür yenildi. Kafir kaçtı. Derelerde kafire kırgın girdi. Onbeş bin kafir kimisi öldürüldü, kimisi tutuldu.”
Kazılık oğlu Yigenek Hikayesinde kafire esir düşen babası Kazılık Koca’yı kurtarmaya giden oğlu Yigenek düşmanla zorlu bir savaşa tutuşur.
“Hemen at sürdü. Yel gibi yetişti, tutkal gibi yapıştı. Kafirin omuzuna bir kılıç vurdu. Giyimini kuşamını doğradı, altı parmak derinliğinde yara açtı. Kara kanı fışkırdı, kara kalçası, çizmesi dolu kan oldu. Kara başı bunaldı, darda kaldı. Hemen döndü kaleye kaçtı. Yigenek ardından yetişti. Kale kapısına girmişken kara çelik öz kılıcı ile ensesine öyle çaldı ki başı top gibi yere düştü.”
Begil Oğlu Emren’in Destanı isimli hikayede de Babasının yerine kafirle Emren döğüşür.
Altı kanatlı gürzünü ele aldı, oğlanın üzerine sürdü. Oğlan kalkanını gürze karşı tuttu. Yukarıdan aşağı kafir oğlana müthiş vurdu, kalkanını ufattı, miğferini ezdi, göz kapaklarını sıyırdı, oğlanı yenemedi. Gürz ile dövüştüler, kara çelik öz kılıçla çekiştiler, sere serpe meydanda kılıçlaştılar, omurları doğrandı, kılıçları ufandı, birbirini yenemediler. Kargı dalı mızraklarla kırıştılar, meydanda boğa gibi süsüştüler, göğüsleri delindi, mızrakları kırıldı, birbirlerini yenemediler. At üzerinden ikisi kapıştılar, çekiştiler.”
“Oğlan kafiri kaldırdı yere vurdu. Burnundan kanı düdük gibi fışkırdı. Sıçrayıp şahin gibi kafirin boğazını eline aldı.”
YER VE ZAMAN
Dede Korkut Hikayelerinde anlatılan olayların geçtiği yer olarak Doğu ve Kuzey Doğu Anadolu genel adı altında Kars, Pasinler, Bayburt ve Trabzon’un adı geçer. Eserde Oğuzların oturduğu yer, genel bir adla Oğuz ili olarak belirtilir. Kafir illeri ise Gürcü, Abaza, Trabzon ve Rum ülkeleridir. Oğuzları belirsizdir, bütünüyle eserde bu hususta herhangi bir açlık yoktur. Eserde tespit edilebilen coğrafyayı anlatılan olayların geçtiği coğrafya ve daha eski çağlarda yaşanılan destanı coğrafya, yani Orta Asya olarak iki bölüm halinde ele almak mümkündür. Bu iki coğrafyadan birine söz edilen coğrafya, diğerine faydalanılan coğrafya da denilebilir. İlk coğrafya olarak Türkistan ve Orta Asya illeri gösterilmektedir. Bu coğrafyaya ait hikayelerde yer alan isimler şunlardır: Karlık Dağ, Kara Dağ, Ala Dağ, Kazılık Dağ, Gökçe Deniz, Türkistan vb.
Eserde yaşanılan coğrafya olarak belirtilen Doğu ve Kuzey Doğu Anadolu ile Azerbaycan bölgesi belirtilmektedir. Hikayelerde yaşanılan zaman dilimi içinde bulunulan coğrafyadır bu bölge. Oğuzlar bu bölgede devamlı olarak düşmanla savaş halindedirler. Sınırları açıkça belirtilmeyen bu bölge sürekli savaşlara sahne olmaktadır. Ve Oğuzlar genellikle düşman karşısında üstündürler, dolayısıyla sürekli yeni topraklar elde ederek yerleşmektedirler.
Üzerinde genel olarak durulan bu coğrafyanın Oğuz ili olarak belirtilen bölgesi, sınırları belirsiz olmakla beraber büyük bir bütünlük gösterir. Çünkü nan küçük bölgeler vardır. Bu bölgelerden gösterdiği kahramanlıkların karşılığı olara yönetimi kendisine verilen Oğuz beyleri sorumludur. Beylerin hakimiyetine verilen bu bölgelerin de sınırları açık bir şekilde belirtilmektedir. Ülke sınırlarındaki bu bilirsizlikleri Oğuz Türklerinin göçebe bir hayat sürmelerine bağlamak mümkündür. Devamlı hareket halinde bulunan bir toplum için katı sınırlar tespit ederek sosyal hayatı durgunluğa mahkum etmek düşünülmesi imkansız bir husustur.
Çünkü devamlı hareket halinde oluşlarında bir arayış vardır. Bu arayışın kökenli ise orta Asya’daki iklim ve hayat şartlarının kötüleşmesi neticesi ortaya çıkan verimli toprak arama çabası yatmaktadır. Bu sebeple Orta Asya’dan başlayan göç dört bir yana yayılmış Oğuz kolu kaderini KAF dağının ardında yani KAFKAS dağlarının batısında aramıştır.
Bugün bile masallarımızda Kafkas dağları, Kafdağı olarak geçer. Mesela bir varmış bir yokmuşla başlayan masallarımızın çoğunda ova yayla, dere tepe aşılarak KAF dağının ardına varılır… bütün özlemler, verimli topraklar nar bahçeleri elma ormanları sanki burada gösterilir. Oğuz Türklerinin masallarına giren o günlerin rüyası XII yüzyıldan itibaren gerçek olur, Azerbaycan ile Doğu ve Kuzey Doğu Anadolu Oğuz Türkleri’nin coğrafi vatanı haline gelir.
DİL VE ÜSLUP
Dede Korkut Hikayeleri yer yer destani motiflerle bezenmiş bir halk hikayesi özelliği taşımaktadır. Hemen hemen bütün hikayeler nazım nesir karışık bir anlatıma sahiptir. Nesir cümlelerinin zaman zaman büyük bir ahenge ulaştığı ve şiirle bütünleştiği görülür. Şiirler genellikle nesirlerin arasına serpiştirilmiş, daha ziyade kahramanların duygu ve düşüncelerini belirttikleri, birbirleri ile karşılıklı konuştukları bölümlerde kullanılmıştır. Duyguların ifadesinde anlatım yolu olarak nazmın seçilmesi Türk kültür hayatında şiirin yerini ve önemini belirtmesi bakımından son derece anlamlıdır. Bu şiirler esere apayrı bir özellik ve apayrı bir hava kazandırmaktadır. Gerek kafiye ve gerekse vezin bakımından oldukça serbest bir yapıya sahip bulunan bu şiirler, baştan başa mesaj yüklü bölümlerdir. Dede Korkut Hikayeleri bu şiir ve nesirlerin iç içeliği dolayisiyle çok açık bir şekilde Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre vb. halk hikayelerimizle bütünleşmektedir. Ancak bu bütünleşme Dede Korkut Hikayelerinin aslının büyük bir destan olduğu gerçeğini göz ardı etmemizi gerektirmez.
Eser, bünyesinde yer alan eski malzemeyi, özelliklerini bozmadan, yeni unsurlarla daha da zenginleştirerek yeni ve orijinal bir bütünlüğe ulaştırmıştır. Bu oldukça zor işi yapan kişinin çok usta bir kalem olduğu tartışmasızdır.
Dede Korkut Hikayelerinde olaylar nesir olarak anlatılır tasvirler nesirle yapılır. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi duygular, düşünceler ve heyecanlar manzum olarak dile getirilir. Bir yerde eserin mantıki yönü nesir duygu yönü ise manzumdur. Ne var ki yer yer kısa cümlelerden meydana gelen nesirler de büyük ölçüde nazım özellikleri gösterir. Cümle içi kafiyeler, hece sayısı eşitlenmiş cümleler sonlarında bol bol görülen seciler bu tesbitimizin açık belgeleridir.
Eserde nazım bölümler “soy” “Soylama” olarak isimlendirilmektedir. Manzumeye soy, manzume söylemeye de soylama adı verilmektedir. Aynı şekilde destana boy, destan söyleme ye de boylama denilmektedir. Dede Korkut Kitabı dil bakımından çok mahdut miktarda o da genellikle dini özellik taşıyan Arapça ve Farsça kelimeler dışında Türk dilinin şaheser örnekleri arasında sayılabilecek bir mükemmelliğe sahiptir. Asırlar boyunca gelişip zenginleşerek bir atalar sözü ve vecizeler dünyası olarak karşımıza çıkan bu dil, eski Oğuzca ile yeni Azerbaycan ve Anadolu lehçelerinin karışımından meydana gelmiş saf, zengin bir Türkçe’dir. Bütün hikayelerde nesir bölümlerinden sonra manzum kısımlara “Burada soylamış, görelim hanım ne soylamış, aydur” gibi kalıplaşmış ifadelerle geçilmektedir. Bu sözlerin bazan kopuz denilen saz ile de söylendiği olur:
“Gördü kim belinde kopuzu var, çıkarıp eline aldı. Soylamış, görelim, hanım ve soylamış, aydur.”
“Bre kafirler, kopuzun getirin, sizi öveyim, dedi. vardılar kopuzu getirdiler. Eline alıp burada soylamış, görelim, hanım ne soylamış, aydur.”
“Beyrek kopuz çaldı, soyladı, görelim hanım ne soyladı aydır.”
“Bre deli ozan çal, kocaya varan kız benim, oynayayım, dedi. Beyrek aydur.”
“Vardılar kopuzu getirdiler. Eline alıp burada soylamış, görelim hanım ne soylamış; aydur:”
Eserde baştan sona Türk diline ait orijinal nesir üslubu hakimdir. Hikayelerin büyük bir kısmı “Hanım hey ifadesiyle başlamaktadır. Son kısımlar da ise genellikle Dede Korkut’un ağzından söylenen:
Şimdi hani dediğim bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel adı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Manzum parça ile sona ermektedir.
Dede Korkut Hikayelerinin üslubunda belli bir sanatçının şahsi ifade özelliğini bulmak mümkün değildir. Hemen hemen bütün hikayelerde baştan sona Türk milletinin çağlar boyunca geliştirdiği geleneğinin deyim ve anlatım özelliklerini görürüz. Esere büyük bir renk ve canlılık kazandıran tasvirler, hep bu deyimler ve milli anlatım tarzı sayesinde gerçekleştirilmiştir. Mesela “çağnam çağnam kayalardan akan, ak koyunlar çevresinde yattığı su”, “karanlık akşam olanda vaf vaf üren, acı ayran görende çap çap içen köpek” “alaca akşam olanda kaygılı, karla yağmur yağanda çakmaklı, südü yoğurdu bol kaymaklı çoban”, “karşı yatan kara dağ” “Göğsü güzel kaba dağ” “atlı batıp çıkamaz balçık, ala yılan sökemez orman” “Gölgelice kaba ağaçlar”, “Kanlı suyun taşkını” “Apul apul yürüyüşlü” “Kas kas gülmek”, “Derin olsa batırır, kalabalık korkutur”, “At işler er övünür” gibi.
Eserde bol miktarda renk ve ışık dolu sıfatlar kullanılmıştır. Mesela, “Güz elmasına benzer al yanaklım” “Evden çıkıp yürüyende selvi boylum”, “Kurulu yaya benzer çatma kaşlım” “Koşa badem sığmayan dar ağızlım” “Tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır” ^yelesi kara soylu at” “Kara çekik gözler” “Ak yüzlü ela gözlü gelinler” “Ak sakallı kocalar” “Yaban horozu gibi çalımlı” “Kartal hünerli bir güzel alımlı yiğit” “Ela gözlü kız” “Boncuk boncuk ağladı” “Kargı gibi kara saçını yoldu” Sarı giyen Selcen” gibi.
Hikayelerde geçen isimler genellikle canlı ve renkli sıfatlar almışlardır. Bu sıfatlar o kişiyi belirleyen göz önünde cisimleşmesini sağlayan unsurlardır:
“At ağızlı Aruz” “Kolca kopuz” “Altın ayak sürahi” “al kanatlı azrail” “Şaşı dinli, kara donlu kafir” “Boz aygırlı Yigenek” “Kuskurma kuşaklı Yigenek” “Teke boynuzundan sert yaylı Basat” “Boyu uzun Burla Hatun” “Sarı donlu Selcen Hatun”.
Kişiler daha ziyade erkekler babalarının adı ile birlikte anılırlar. “Kam Gan Oğlu Bayındır Han” “Ulaş Oğlu Salur Kazan” “Begil Oğlu Emren” “Duha Koca Oğlu Deli Dumrul” gibi. Kişiler, çoğu zaman sosyal hayatlarında kazandıkları başarılardan yaşadıkları maceralardan ve manevi özelliklerinden kaynaklanan çeşitli sıfatlarla anılırlar. Mesela “Kara dere ağzında kadir Tanrı veren” “Kara boğa derisinden beşiğinin yapuğu olan, acığı tutan kara başı kül eyleyen Kara Göne” Demirkapı Derbendinde demir kapıp alan altmış tutam ala gönderinin ucunda er böğürten Kazan gibi pehlivanı bir savaşta üç kez atından indiren Selçuk oğlu Deli Dündar” “Parasar’ın Bayburt hisarından parlayıp uçan, ap alaca gördüğünde karşı gelen kalın oğuz imrencesi, kazan Bey’in ınağı Boz aygırlı Beyrek” “Ulaş oğlu, tülü kuşun yavrusu, bize mismin umudu, Amıt suyunun aslanı Karacuk’un kaplanı, kanur atın iyesi Han Aruz’un ağası, Bayındır Han’ın güveysi kalın Oğuz’un devleti, kalmış yiğit arkası Salur Kazan” gibi.
HİKAYELERİN TASNİFİ
Genel yapısı bakımından eski ve büyük bir destan özelliği taşıyan Dede Korkut Hikayelerini anlatılan olayların yapısı bakımından belli bir tasnife tutmak mümkündür. Eserde yer alan on iki hikayeyi konuları bakımından üç büyük gruba ayırabiliriz.
1- Oğuz Türklerinin Müslüman olmayan diğer komşu kavimlerle veya birbirleri ile yaptıkları savaşları konu edinen hikayeler.
2- Bünyelerinde mitolojik unsurları da bulunduran kahramanlık hikayeleri
3- Aşk konusu üzerine kurulmuş hikayeler.
I- OĞUZ TÜRKLERİNİN MÜSLÜMAN OLMAYAN DİĞER KOMŞU KAVİMLERLE VEYA BİRBİRLERİYLE YAPTIKLARI SAVAŞLARI KONU EDİNEN HİKAYELER
Bu konuyu işleyen hikayelerin sayısı sekizdir. Bunlardan Müslüman olmayan diğer komşu kavimlerle yapılan savaşları anlatanlar: Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Destan, Kazan Bey oğlu Uruz Bey’in Esir Olduğu Destan, Kazılık Koca Oğlu Yigenek Destanı, Begil Oğlu Emren’in Destanı, Uşun Koca Oğlu Segrek Destanı, Salur Kazan’ın Esir olup Oğlu Uruz’un Çıkardığı Destan, isimli hikayelerdir.
Oğuz Türklerinin kendi aralarında yaptıkları savaşları anlatanlar ise Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı ve İç Oğuz’a Dış Oğuz’un Asi Olup Beyrek’in Öldüğü Destan ismini taşıyan hikayelerdir.
Oğuz beylerinin Müslüman olmayan komşu kavimlerle yaptıkları savaşlar, ana sebeb olarak toplum güvenliklerini emniyet altına almak gerekçesine dayanır. Devamlı olarak Oğuz topraklarına göz diken ve fırsat kollayan kafirlere karşı bir nevi savunma felsefesine dayalı olarak sürdürülen mücadeleler, açıktan ve mertçe yürütülen savaşlardır. Düşman ne kadar riyakar ve kalleş olursa olsun, Oğuz beyleri hiçbir zaman onları arkadan vurmayı düşünmezler. Düşman kandillerinden kat kat üstün olsa dahi açıkça savaşa davet etmek ve yiğitçe döğüşmek, Oğuz töresinde değişmez ana ilkedir: Bu töreyi çiğneyerek kazanılan zafer zafer olarak değerlendirilmemektedir.
Mesela Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Destan isimli hikayede saldıran kafirlerdir. Kazan Bey’in avda olmasını fırsat bilerek kalleşçe saldırıya geçip Kazan’ın evini yağmalarlar. Kazan Bey’in eşi Burla Hatun’u Oğlu Uruz’u ve kızlarını esir alarlar. Kazan Bey bu olay üzerine kafir düşman üzerine sefere çıkar ve onlardan yaptıklarının hesabını sorar. Kazan Bey Oğlu Uruz Bey’in Esir olduğu Destan isimli hikayede gizliden saldıran ve arkadan vurmaya çalışan yine kafirlerdir. Düşmanın bu beklenmeyen saldırısı sırasında Uruz esir düşer. Kazan’ın düşman üzerine seferi yine oğlu Uruz’u kurtarmaya ve kafire kalleşliğinin hesabını sormaya yöneliktir. Kazılık Koca Oğul Yigenek Destanı isimli hikayede de hikayenin kahramanı Yigenek yıllar önce kafir eline esir düşmüş bulunan babası Kazılık Koca’yı kurtarmak için sefere çıkar ve babasını kurtarır. Begil Oğlu Emren Destanında da yine hikaye kahramanı Emren’i babasına kalleşçe saldıran kafirlere karşı, babası adına giriştiği bir savunma savaşında görürüz.
Uşun Koca oğlu Segrek Destanı, hikaye kahramanı Segrek’in yıllar önce kafir eline esir düşen kardeşi Egrek’i kurtarmak için giriştiği zorlu mücadeleyi anlatır. Salur Kazan’ın Esir olup Oğlu Uruz’un Çıkardığı Destan, yine kafir eline esir düşen babasını kurtarmak için Uruz’un kafirlerle giriştiği çetin mücadelenin ifadesidir.
Oğuz’ların kendi aralarında yaptıkları savaşlar ise genelde kötülerle iyilerin mücadelesi, neticede kötülerin cezasını görüp iyilerin kazanması şeklinde yorumlanabilir. Her toplumda kötü karakterli ara bozucu fertler arasına infak tohumları saçıcı kişiler vardır. Bunlar geçici bir zaman için de olsa toplumun huzurunu bozabilmekte ve insanları kandırarak çirkin emellerini gerçekleştirme gayreti içine girebilmektedirler. İşte bunlardan birisi Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanıdır. Bu hikayede Dirse Han ile biricik oğlu Boğaç’ın arası, Dirse Han’ın en yakın kırk arkadaşı tarafından açılmakta oğul babaya kötülenerek öldürmesi dahi istenebilmektedir. Ne var ki olaylar istedikleri gibi gelişmeyecek sonunda Boğaç Han tarafından hak ettikleri ceza kendilerine verilecektir. İç Oğuz’a Dış Oğuz’un Asi olup beyrek’in Öldüğü Destan’da da yine Oğuz toplumu arasında yayılan nifakın meydana getirdiği zararlar ve aldatılan beyler dile getirilmektedir. Ne var ki hikayenin sonunda nifak çıkarıp toplumun birlik ve beraberliğini zedeleyen gafiller hak ettikleri cezayı bulacaklar ve toplumun birlik ve beraberliği temin edilecektir.
Bu gruba giren hikayelerde verilmek istenen mesajın daha iyi anlaşılabilmesi bakımından ayrı ayrı her hikayenin özetinin verilmesini günümüz toplum hayatının sağlığı açısından gerekli görmekteyiz. Çünkü bu hikayelerin her birinde milli birlik ve beraberliğimizin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi bakımından büyük ibretler sergilenmektedir.
KAM PÜRE’NİN OĞLU BAMSI BEYREK DESTANI
Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalmıştı. Kara toprağın üstüne ak otağını dikmişti. Ala gölgeliği gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halısı döşenmişti. İç Oğuz, Dış oğuz beyleri Bayındır Han’ın sohbetine toplanmıştı. Pay Püre Bey De Bayındır Han’ın sohbetine gelmişti.
Bayındır Han’ın karşısında Kara Göne oğlu Kara Budak yayına dayanıp durmuştu. Sağ yanında Kazan oğlu Uruz durmuştu. Sol yanında Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek durmuştu. Sol yanında Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek durmuştu. Pay Püre Bey bunları görünce ah eyledi, başından aklı gitti, mendilini eline aldı, böğüre böğüre ağladı.
Böyle edince,kudretli Oğuzun arkası, Bayındır Han’ın güveyisi Salur Kazan kaba dizinin üzerine çöktü, gözünü dikerek Pay Püre Bey’in yüzüne baktı, der:
Pay Püre Bey ne ağlayıp bağırıyorsun? Pay Püre Bey der:
-Han Kazan nasıl ağlamayayım, nasıl bağırmayayım, oğuldan nasibim yok, kardeşten kaderim yok, Allah Taala bana lanet etmiştir, beyler tacım tahtım için ağlarım, bir gün olacak düşeceğim öleceğim, yerimde yurdumda kimse kalmayacak dedi. Kazan der:
-Gayen bu mudur?
Pay Püre Bey der:
-Evet budur, benim de oğlum olsa, Han Bayındır’ın karşısına geçse dursa, hizmet eylese, ben de baksam sevinsem, kıvansam, güvensem, dedi.
Böyle deyince kudretli Oğuz beyleri yüzlerini göğe tuttular, el kaldırıp dua ettiler.
-Allah Teala sana bir oğul versin dediler. O zamanda beylerin hayır duası hayır dua, bedduası beddua idi, duaları kabul olunurdu.
Pay Piçen Bey de yerinden kalktı, der:
-Beyler benin de hakkıma bir dua eyleyin. Allah Taala bana da bir kız versin, dedi. Kudretli Oğuz beyleri el kaldırdılar dua eylediler:
Allah Taala sana da bir kız versin dediler.
Pay Biçen Bey der:
-Beyler, Allah Taala bana bir kız verecek olursa, siz şahit olun, benim kızım Pay Püre Bey’in oğluna beşik kertmesi, yavuklu olsun, dedi.
Bunun üzerine birkaç zaman geçti, Allah Taala Pay Püre Bey’e bir oğu, Pay Piçen Bey’e bir kız verdi. Kudretli oğuz beyleri bunu işittiler, neşelenip sevindiler. Pay Püre Bey bezirganlarını yanına çağırdı, buyruk etti.
-Bre bezirganlar Allah Taala bana bir oğul verdi, varın Rum eline benim oğlum için güzel armağanlar getirin benim oğlum büyüyünceye kadar, dedi.
Bezirganlar da gece gündüz yola girdiler, İstanbul’a geldiler. Fevkalade, nadide, güzel armağanlar aldılar. Pay Püre’nin oğlu için bir deniz tayı boz aygır aldılar, bir ak kirişli sert yay aldılar, bir de altı kanatlı gürz aldılar. Yol hazırlığını yaptılar.
Pay Püre’nin oğlu beş başına girdi, beş yaşından on yaşına girdi, on yaşında on beş yaşına girdi. Dönüp baksa çalımlı, kartal hünerli bir güzel iyi yiğit oldu.
O zamanda bir oğlan baş kesmese kan dökmese ad koymazlardı. Pay Püre Bey’in oğlu atlandı ava çıktı. Ava avlarken babasının tavlasının üzerine geldi. Tavlacı başı karşıladı, indirdi misafir etti. Yiyip içip oturuyorlardı. Beri yandan da bezirganlar gelerek Kara Derbent ağzına konmuşlardı. Murada maksuda erişmesin, Evnük Kalesinin kafirleri bunları casusladı.
Bezirganlar yatarken ansızın beş yüz kafir saldırdılar, vurdular, yağmaladılar. Bezirganın büyüğü tutuldu küçüğü kaçarak Oğuza geldi.
Baktı gördü, Oğuz’un hududunda bir alaca gölgelik dikilmiş, bir bey oğlu güzel yiğit, kırk yiğit ile sağında ve solunda oturuyorlar.
-Oğuz’un bin güzel yiğidi ancak yürüyeyim medet diyeyim, dedi.
Bezirgan der:
-Yiğit yiğit bey yiğit, sen benim ünümü anla sözümü dinle on altı yıldır ki Oğuz içinden gitmiştik, fevkalade kafir malını Oğuz beylerine getiriyorduk. Pasının Kara Derbend ağzına göğüs vermiş idik, Evnük Kalesinin beş yüz kafiri üzerimize saldırdı, kardeşim esir oldu, malımızı rızkımızı yağmaladılar geri döndüler, kara başımı kaldırdım sana geldim, kara başımın sadakası yiğit medet bana, dedi.
Bu dava oğlan şarap içerken içmez oldu, altın kadehi elinden yere çaldı, der:
-Ne diyorsam yetiştirin giyimim ile benim koç atımı getirin hey, beni seven yiğitler binsinler, dedi. Bezirgan da önlerine düştü, kılavuz oldu.
Kafir de inerek bir yerde akçe bölükleşmekteydi. Bu sırada yiğitler meydanının arslanı, pehlivanların kaplanı boz oğlan yetişti. Bir iki demedi, kafirlere kalıç vurdu, baş kaldıran kafirleri öldürdü, gaza eyledi, bezirganların malını kurtardı.
Bezirganlar der:
-Bey yiğit bize sen erlik işledin, gel şimdi beğendiğin maldan al, dediler. Yiğidin gözü bir deniz tayı boz aygırı tuttu, bir de altı kanatlı gürzü, bir de ak kirişli yayı tuttu. Bu üçüncü beğendi. Der:
-Bre bezirganlar çok mu istedim, dedi.
Bezirganlar dediler:
-Niye çok olsun amma bizim bir beyimizin oğlu vardır, bu üç şeyi ona armağan götürmemiz gerek idi, dediler.
Oğlan der:
-Bre beyinizin oğlu kimdir?
Dediler:
Pay Püre’nin oğlu vardır, adına Bamsı derler, dediler. Pay Püre’nin oğlu olduğunu bilemediler. Yiğit parmağını ısırdı. Der:
-Burda minnetle almaktansa orda babamın yanında minnetsiz almak daha iyidir, dedi.
Atını kamçıladı, yola girdi. Bezirganlar ardından baka kaldılar, vallah güzel yiğit, faziletli yiğit dediler.
Boz oğlan babasının evine geldi. Babasına haber verildi bezirganlar geldi diye. Babası sevindi çadır otağ alaca gölgelik diktirdi, ipek halıcıklar serdi, geçti oturdu. Oğlunu sağ yanına aldı. Oğlan bezirganlar hususunda bir söz söylemedi, kafirleri öldürdüğünden bahsetmedi.
Birdenbire bezirganlar geldiler. Baş indirip selam verdiler. Gördüler ki o yiğit ki baş kesmiştir, kan dökmüştür, Pay Püre Bey’in sağında oturuyor. Bezirganlar yürüdüler yiğidin elini öptüler. Bunlar böyle edince Pay Püre Bey’in öfkesi tuttu. Bezirganlara der:
-Bre kavat oğlu kavatlar, baba dururken oğul elini mi öperler?
Dediler:
-Şimdi incinme hanım önce onun elini öptüğümüze, eğer seni oğlun olmasaydı bizim malımız Gürcistan’a gitmişti, hepimiz esir olmuştuk, dediler.
Pay Püre Bey der:
-Bre benim oğlum baş mı kesti, kan mı döktü?
-Evet baş kesti, kan döktü, adam devirdi dediler.
-Bre, bu oğlana ad koyacak kadar var mıdır dedi.
-Evet sultanım fazladır dediler.
Pay Püre Bey kudretli Oğuz beylerini çağırdı misafir etti. Dedem Korkut geldi, oğlana ad koydu. Der:
Ünümü anla sözümü dinle Pay Püre Bey
Allah Taala sana bir oğul vermiş tutu versin
Ak sancak kaldırınca Müslümanlar arkası olsun
Karşı yatan kara karlı dağlardan aşar olsa
Allah Taala senin oğluna aşıt versin
Kanlı kanlı sulardan geçer olsa geçit versin
Kalabalık kafire girince
Allah Taala senin oğluna fırsat versin
Sen oğlunu Bamsam diye okşarsın
Bunun adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun
Adını ben verdim yaşını Allah versin
Dedi. Kudretli Oğuz beyleri el kaldırdılar dua kaldılar.
-Bu ad bu yiğide kutlu olsun, dediler. Beyler hep ata bindi. Boz aygırını çektirdi. Beyrek bindi. Ala Dağ’a alaca asker ava çıktı.
Birdenbire Oğuz’un üzerine bir sürü geyik geldi. Bamsı Beyrek birini kovalayıp gitti. Kovalaya kovalaya bir yere geldi ne gördü? Sultanım gördü: Yeşil çayırın üzerine bir kırmızı otağ dikilmiş. Yarap bu otağ kimin ola dedi. Haberi yok ki alacağı ela gözlü kızın otağı olsa gerek. Bu otağın üzerine varmaya haya etti. Dedi:
-Ne olursa olsun, hele ben avımı alayım, dedi.
Otağın önünde erişi verdi, geyiği arka ayağından vurdu. Baktı gördü bu otağ Banu Çiçek otağı imiş ki Beyreğin beşik kertme nişanlısı, adaklısı idi Banu Çiçek otağdan bakıyordu.
-Bre dadılar, bu kavat oğlu kavat bize erlik mi gösteriyor, dedi.
Varın bundan pay isteyin görün ne der, dedi.
Kısırca Yenge derler bir hatun var idi, ileri vardı pay istedi.
-Hey bey yiğit, bize de bu geyikten pay ver, dedi.
Beyrek der:
-Bre dadı, ben avcı değilim, be yoğlu beyim, hepsi size, dedi, amma sormak ayıp olmasın bu otağ kimindir, dedi.
Kısırca Yenge der:
-Bey yiğidim, bu otağ Pay Piçen Bey kızı Banu Çiçeğindir, dedi.
bunun üzerine hanım, Beyreğin kanı kaynadı, edeple usul usul geri döndü.
Kızlar geyiği kaldırdılar, güzeller şahı Banu Çiçeğin önüne getirdiler. Baktı gördü ki bir sultan semiz yabani geyiktir.
Banu Çiçek der:
-Hey hey dadılar, babam bana ben seni yüzü örtülü Beyreğe vermişim derdi, olmaya ki bu ola, bre çağırın haberleşeyim dedi.
Çağırdılar Beyrek geldi. Banu Çiçek yaşmaklandı, haber sordu.
Der.
-Yiğit gelişin nerden?
Beyrek der:
-İç Oğuz’dan
-İç Oğuz’dan kimin nesisin, dedi.
-Pay Püre Bey oğlu Bamsı Beyrek, dedikleri benim dedi.
Kız der:
-Peki ne yapmaya geldin yiğit, dedi.
Beyrek der:
-Pay Piçen Bey’in bir kızı varmış, onu görmeye geldim, dedi.
Kız der:
-O öyle insan değildir ki sana görünsün, dedi, amma ben Banu Çiçeğin dadısıyım, gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin, dedi.
Beyrek der:
-Pekala, şimdi atlanın.
İkisi atlandılar, meydana çıktılar. At teptiler, Beyreğin atı kızın atını geçti. Ok attılar, Beyrek kızın okunu geride bıraktı.
Kız der:
-Bre yiğit benim atımı kimsenin geçtiği yok, okumu kimsenin geride bıraktığı yok, şimdi gel seninle güreş tutalım dedi.
Hemen Beyrek attan indi. Kavuştular, iki pehlivan olup birbirine sarmaştılar. Beyrek kaldırır kızı yere vurmak ister, kız kaldırır Beyreği yere vurmak ister. Beyrek bunaldı, der:
-Bu kıza yenilecek olursam, kudretli Oğuz içinde başıma kakınç, yüzüme dokunç ederler dedi.
Gayrete geldi, kavradı kızı sarmaya aldı, memesinden tuttu. Kız gocundu. Bu sefer kızın incebeline girdi, sarma taktı, arkası üzerine yere yıktı.
Kız der:
-Yiğit Pay Piçe’nin kızı Banu Çiçek benim dedi. Beyrek üç öptü bir dişledi, düğün kutlu olsun han kızı diye parmağından altın yüzüğü çıkardı kızın parmağına geçirdi.
-Aramızda bu nişan olsun han kızı, dedi.
Kız der:
-Madem ki böyle oldu, hemen şimdi ileri atılmak gerek bey oğlu dedi.
Beyrek der:
-Ne olacak hanım baş üzerine, dedi.
Beyrek kızdan ayrılıp evlerine geldi. Ak sakallı babası karşı geldi der:
-oğul, fevkalade, olarak bugün Oğuz’da ne gördün?
Der:
-Ne göreyim, oğlu olan evlendirmiş, kızı olan kocaya vermiş.
Babası der:
-Oğul yoksa seni evlendirmek mi gerek.
Babası der:
-Oğuzda kimin kızını alı vereyim, dedi.
Beyrek der:
-Baba bana bir kız alı ver ki ben yerimden kalkmadan o kalkmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmeli, ben hasmıma varmadan o bana baş getirmeli, böyle kız alı ver baba bana dedi.
Babası Pay püre Han der:
-Oğul sen kız istemiyorsun, kendine bir hempa istiyormuşsun, oğul galiba senin istediğin kız Pap Piçen Bey kızı Banu Çiçek’tir, dedi.
Beyrek der:
-Evet ya, evet ak sakallı aziz baba benim de istediğim odur, dedi.
Babası der:
-Ay oğul Banu Çiçeğin bir deli kardeşi vardır, adına Deli Karçar derler, kız isteyeni öldürür.
Beyrek der:
-Peki ya nidelim?
Pay Püre Bey der:
-Oğul kudretli Oğuz beylerini evimize çağıralım, nasıl uygun görürlerse ona göre iş edelim dedi.
Kudretli Oğuz beylerini hep çağırdılar, evlerine getirdiler. Ağır misafirlik eylediler. Kudretli Oğuz beyleri dediler.
-Bu kızı istemeye kim varabilir? Uygun gördüler ki Dede Korkut varsın dediler.
Dede Korkut der:
-Dostlar, mademki beni gönderiyorsunuz, biliyorsunuz ki Deli Karçar kızı kardeşini isteyeni öldürür. Bari Bayındır Han’ın tavlasından iki güzel koşucu at getirin, bir keçi başlı geçer aygırı, bir toklu başı doru aygırı, ansızın kaçma kovalama olursa birisine bineyim, birisini yedekte çekeyim, dedi.
Dede Korkut’un sözü haklı görüldü. Vardılar Bayındır Han’ın tavlasından o iki atı getirdiler. Dede Korkut birine bindi, birini yedekte çekti, dostlar sizi Hakka ısmarladım dedi gitti.
Meğer sultanım, Deli Karçar da ak çadırını, ak otağını kara yerin üzerine kurdurmuştu, arkadaşları ile nişan talimi yapıp oturuyordu. Dedem Korkut öteden beriye geldi. Baş indirdi, bağır bastı, ağız dilden güzel selam verdi. Deli Karçar ağzını köpüklendirdi. Dede Korkud’un yüzüne baktı, der:
-Aleykesselam ey ameli azmış fiili dönmüş kadir Allah ak alnına bela yazmış! Ayaklıların buraya geldiği yok, sana n’oldu, amelin mi azdı fiilin mi döndü, ecelin mi geldi, buralarda neylersin, dedi.
Dede Korkut der:
Karşı yatan kara dağını aşmaya gelmişim
Akıntılı güzel suyunu geçmeye gelmişim
Geniş eteğine dar koltuğuna sığınmağa gelmişim
-Tanrı’nın buyruğu ile Peygamberin kavli ele aydın arı, güneşten güzel kız kardeşin Banu Çiçeği Bamsı Beyreğe istemeğe gelmişim, dedi.
Dede Korkut böyle söyleyince Deli Karçar der:
-Bre ne diyorsam yetiştirin, kara aygırı silah ve teçhizatla getirin dedi.
Kara aygırı silah ve teçhizatla getirdiler. Deli Karçar’ı bindirdiler. Dede Korkut kösteği üzdü, durmadan kaçtı. Deli Karçar ardına düştü.
Toklu başlı doru aygır yoruldu, Dede Korkut keçi başlı geçer aygıra sıçradı bindi. Dedeyi kovalaya kovalaya Deli Karçar on tepe yer aşırdı. Dede Korkut’un ardından Deli Karçar erişti. Dede şaşkına döndü, Tanrı’ya sığındı, İsmiazam duasını okudu. Deli Karçar kılıcını eline aldı, yukarısından öfke ile hamle kıldı.
Deli Bey diledi ki Dede’yi tepeden aşağı çalsın. Dede Korkut dedi:
-Çalarsan elin kurusun dedi.
Hak Taala’nın emri ile Deli Karçar’ın eli yukarıda asılı kaldı. Zira Dede Korkut keramet sahibi idi, dileği kabul olundu.
Deli Karçar der:
Medet aman el’aman
Tanrının birliğine yoktur güman
-Sen benim elimi iyileştiriver, Tanrının buyruğu ile, Peygamberin kavli ile kız kardeşimi Beyreğe vereyim dedi.
Üç kere ağzından ikrar eyledi, günahına tövbe eyledi. Dede Korkut dua eyledi, Delinin eli Hak emri ile sapa sağlam oldu. Döndü, der:
-Dede kız kardeşimin yoluna ben ne istersem verir misin?
Dede der:
-Verelim dedi, görelim ne istersin.
Deli Karçar der:
-Bin erkek deve getirin dişi deve görmemiş olsun, bin de aygır getirin ki hiç kısrakla çiftleşmemiş olsun, bin de koyun görmemi koç getirin, bin de kuyruksuz kulaksız köpek getirin, bin de pire getirin bana, dedi. Eğer bu dediğim şeyleri getirirseniz pekala verdim, amma getirmeyecek olursan bu sefer öldürmedim, o vakit öldürürüm, dedi.
Dede döndü Pay Püre Bey’in evlerine geldi.
Pay Püre Bey der:
-Dede oğlan mısın kız mısın? Dede oğlanım dedi. Peki ya nasıl kurtuldun Deli Karçar’ın elinden dedi.
Dede der:
-Allah’ın inayeti, erenlerin himmeti oldu, kızı aldım, dedi.
Beyreğe ve anasına ve kız kardeşlerine müjdeci geldi, sevindiler, neşelendiler.
Pay Püre der:
-Deli ne kadar mal istedi?
Dede der:
-Murada maksuda ermesin, Deli Karçar öyle mal istedi ki hiç bitmez, dedi.
Pay Püre Bey der
-Hele ne istedi?
Dede der:
-Bin aygır istemiştir ki kısrakla çiftleşmemiş olsun, bin de erkek deve istedi ki dişi deve görmemiş olsun, bin de koç istemiştir koyun görmemiş olsun, bin de kuyruksuz kulaksız köpek istedi bin de ufacık karacık pireler istedi. Bu şeyleri getirecek olursanız kır kardeşimi veririm, getirmeyecek olursan gözüm görünmeyesin, yoksa seni öldürürüm, dedi.
Pay Püre Bey der:
-Dede ben üçünü bulursam ikisini sen bulur musun dedi.
Dede Korkut:
-Evet hanım, bulayım dedi.
Pay Püre Bey:
-Şimdi Dede, köpek ile pireyi sen bul, dedi.
Ondan sonra kendisi tavla tavla atlarına vardı, bin aygır seçti. Develerine vardı bin erkek deve seçti. Koyunlarına vardı, bin koç seçti. Dede Korkut da bin kuyruksuz kulaksız köpek ile bin de pire buldu. Alıp bunları Deli Karçar’a gitti.
Deli Karcar işitti, karşı geldi.
-Göreyim, dediğimi getirdiler mi? Dedi.
Aygırları görünce beğendi, develeri görünce beğendi, koçları beğendi, köpekleri görünce kas kas güldü. Der:
-Dede hani ya benim pirelerim?
Dede Korkut:
-Hey oğul, Karcar, insan için tıpkı büvelek gibi tehlikelidir. O bir yaman canavardır. Hep bir yerde toplamışımdır. Gel gidelim, semizini al,zayıfını bırak dedi.
Aldı Deli Karcar’ı bir pireli yere getirdi. Deli Karcar’a üşüştüler. Gördü başa çıkamıyor, der:
Medet Dede! Kerem eyle, Allah aşkına kapıyı aç, çıkayım, dedi.
Dede Korkut:
– Oğul Karcar, ne kargaşa çıkarıyorsun? Getirdim, bu ısmarladığın şeydir. Ne oldun böyle bunaldın? Semizini al, zayıfını bırak, dedi.
Deli Karcar der:
– Hey Dede Sultan, Tanrı bunun semizini de alsın, zayıfını da alsın. Hemen beni kapıdan dışarı çıkar, medet, dedi.
Dede kapıyı açtı. Deli Karcar çıktı. Dede gördü ki, Deli’nin canına geçmiş, başının derdine düşmüş. Gövdesi pireden görünmez, yüzü gözü belirmez.
Dede’nin ayağına düştü:
Allah aşkına beni kurtar, dedi.
Dede Korkut:
– Var oğul, kendini suya at, dedi.
Deli Karcar, koşarak vardı, suya atladı. Piredir suya aktı gitti. Geldi elbisesini giydi evine gitti. Ağır düğün hazırlığını yaptı.
Oğuz zamanında bir yiğit evlenirken ok atardı. Oku nereye düşse orada gerdek dikerdi. Beyrek Han da okunu attı, dibine gerdeğini dikti.
Sözlüsünden gelin armağanı olarak bir kırmızı kaftan geldi… Beyrek giydi. Arkadaşlarına bu iş hoş gelmedi üzüldüler.
Beyrek der:
-Niye üzüldünüz, dedi.
Dediler:
Nasıl üzülmeyelim, sen kızıl kaftan giyersin, biz ak kaftan giyeriz dediler.
Beyrek der:
-Bundan dolayı niye üzülüyorsunuz? Bugün ben giydim, yarın naibim giysin. Kırk gün boyunca sırayla giyiniz. Ondan sonra bir dervişe verelim dedi.
Kırk yiğit ile yiyip içip oturuyorlardı. Murada maksuda ermesin, kafirin casus bunları casusladı, varıp Bayburt Hisarı’nın beyine haber verdi.
Der:
-Ne oturuyorsun sultanım, Pay Piçen Bey o sana vereceği kızı Beyreğe verdi, bu gece gelin odasına giriyor dedi.
Murada maksuda ermesin, o mel’un yedi yüz kafir dört nala hücum etti.
Beyrek apalaca gelin odası içinde yiyip içip habersiz oturuyordu. Gece uykusunda kafir otağa saldırdı. Naibi kılıcını sıyırdı eline aldı, benim başım Beyreğin başına kurban olsun dedi. Naip paralandı, şehit oldu. Derinlik batırır kalabalık korkutur, at işler er övünür, yayan erin ümidi olmaz. Otuz dokuz yiğit ile Beyrek esir gitti.
Tan ağardı, güneş doğdu. Beyreğin babası anası baktı gördü ki gerdek görünmez olmuş. Ah ettiler, akılları başlarından gitti. Gördüler ki uçanlardan kuzgun kalmış, tazı dolaşmış yurtta kalmış, gelin odası paralanmış, naip şehit olmuş. Beyreğin babası kaba sarığı kaldırıp yere çaldı, çekti yakasını yırttı, oğul oğul diyerek böğürdü feryat figan etti. Ak bürçekli anası boncuk boncuk ağladı, gözünün yaşını döktü, acı tırnak ak yüzünü aldı çaldı, al yanağını yırttı, kargı gibi kara saçını yoldu, ağlayarak sızlayarak evine geldi. Pay Püre Bey’in penceresi altın otağına feryat figan girdi. Kızı gelini kah kah gülmez oldu, kızıl kına ak eline yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar kara elbiseler giydiler, “vay beyim kardeş, muradına maksuduna ermeyen yalnız kardeş” deyip ağlaştılar böğrüştüler. Beyreğin yavuklusuna haber oldu, Banu Çiçek karalar giydi ak kaftanını çıkardı, güz elması gibi al yanağını çekti yırttı,
Vay al duvağımın sahibi
Vay alnımın başımın umudu
Vay şah yiğitim vay şahbaz yiğitim
Doyuncaya kadar yüzüne bakamadım hanım yiğit
Nereye gittin beni yalnız koyup canım yiğit
Göz açıp da gördüğüm
Gönül ile sevdiğim
Bir yastıkta baş koyduğum
Yolunda öldüğüm kurban olduğum
Vay kazan Bey’in inançlısı
Vay kudretli Oğuz’un imrenileni
Han Beyrek
Deyip zarı zarı ağladı.
Bunu işitip Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar ak çıkardı kara giydi. Beyreğin yar ve yoldaşları akı çıkarıp karalar giydiler. Kudretli Oğuz Beyleri Beyrek için büyük yas tuttular, ümit kestiler.
Bunun üzerine on altı yıl geçti, Beyreğin ölüsünü dirisini bilmediler.
Bir gün kızın kardeşi Deli Karçar Bayındır Han’ın divanına geldi, dizini çöktü, der:
-Devletli hanın ömrü uzunu, olsun, Beyrek sağ olsa on altı yıldan beri gelirdi, bir yiğit olsa dirisi haberini getirse, sırmalı elbise cübbe, altın akçe verirdim, ölüsü haberini getirene kız kardeşimi verirdim dedi.
Böyle deyince, murada maksuda ermesin, Yalancı oğlu Yartacuk der:
-Sultanım ben varayım, ölüsü dirisi haberini getireyim, dedi.
Meğer Beyrek buna bir gömlek bağışlamıştı, giymezdi, saklardı. Vardı, gömleği kana mana batırdı, Bayındır Han’ın önüne getirip bıraktı. Bayındır Han der:
-Bre bu ne gömlektir?
-Beyreği Kara Derbentte öldürmüşler, işte delili sultanım, dedi.
Gömleği görünce beyler hüngür hüngür ağlaştılar, feryat figana girdiler. Bayındır Han der:
-Bre niye ağlıyorsunuz, biz bunu tanımayız, adaklısına götürün görsün, o iyi bilir, zira o dikmiştir,yine o tanır, dedi.
Vardılar, gömleği Banu Çiçeğe ilettiler. Gördü tanıdı. Odur dedi. Çekti yakasını yırttı, acı tırnak ak yüzüne aldı çaldı, güz elması gibi al yanağını yırttı, acı tırnak ak yüzüne aldı çaldı, güz elması gibi al yanağını yırttı dı çaldı, güz elması gibi al yanağını yırttı.
Vay göz açıp gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Vay al duvağımın sahibi
Vay alnımın başımın umudu
Han Beyrek
Diye ağladı. Babasına anasına haber oldu, apalaca yurduna feryat figan girdi, ak çıkardılar, kara giydiler. Kudretli Oğuz beyleri Beyrek’ten ümit kestiler.
Yalancı oğlu Yartacuk küçük düğününü yaptı, büyük düğününe mühlet koydu.
Beyreğin babası Pay Püre Bey de bezirganlarını çağırdı yanına getirdi, der:
-Bre bezirganlar varın, iklim iklim arayın. Beyreğin ölüsü dirisi haberini getirirsiniz belki der.
Bezirganlar hazırlık gördüler. Gece gündüz demeyip yürüdüler. Birdenbire Parasar’ın Bayburt Hisarına geldiler. Meğer o gün kafirlerin mukaddes günleri idi. Her biri yemekte içmekte idi. Beyreği de getirip kopuz çaldırıyorlardı. Beyrek yüce çardaktan baktı bezirganları gördü. Bunları gördüğünde haberleşti, görelim hanım ne haberleşti:
Der:
Düz engin havadar yerden gelen kervancı
Bay babamın kadın anamın hediyesi kervancı
Ayağı uzun koç ata binen kervancı
Ünümü anla sözümü dinle kervancı
Ulaş oğlu Salur Kazan’ı sorar olsam sağ mı kervancı
Kudretli Oğuz içinde
Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar’ı sorar olsam sağ mı kervancı
Kara Göne oğlu Kara Budağı sorar olsam sağ mı kervancı
Ak sakallı babamı
Göz açıp da gördüğüm
Gönül ile sevdiğim
Pay Piçen kızı Banu Çiçek evde mi kervancı
Yoksa kimseye vardı mı kervancı
Söyle bana
Kara başım kurban olsun kervancı sana
Dedi.
Bezirganlar der:
Sağ mısın esen misin canım Bamsı
On altı yılın hasreti hanım Bamsı
Kudretli Oğuz içinde
Kazan Bey’i sorar olsan sağdır Bamsı
Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar sorar olsan sağdır Bamsı
Kara Göne oğlu Budağı sorar olsan sağdır Bamsı
O beyler ak çıkardı kara giydi senin için Bamsı
Ak sakallı babanı
Ak bürçekli ananı sorar olsan sağdır Bamsı
Ak çıkarıp kara giydiler senin için Bamsı
Yedi kız kardeşini yedi yol ayrımında ağlar gördüm Bamsı
Güz elması gibi al yanaklarını yırtar gördüm Bamsı
Vardı gelmez kardeş diye feryad eder gördüm Bamsı
Göz açıp da gördüğün
Gönül verip sevdiğin
Pay Piçen kızı Banu Çiçek
Küçük düğününü yaptı büyük Düğününe mühlet koydu
Yalancı oğlu Yartacuğa varrır gördüm
Han Beyrek
Parasarın Bayburt Hisarı’ndan uçmağa bak
Ap alaca gerdeğine gelmeğe bak
Gelmez olsan
Pay Piçen kızı Banu Çiçeği aldırdın belli bil dedi.
Beyrek kalktı, ağlaya ağlaya kırk yiğidin yanına geldi. Kaba sarığı kaldırdı yere çaldı der:
-Hey benim kırk arkadaşım, biliyor musunuz neler oldu? Yalancı oğlu Yartacuk benim ölüm haberimi iletmiş, penceresi altın otağına babamın figan girmiş, kaza benzer kızı gelini ak çıkarmış kara giymiş, göz açıp da gördüğüm gönül verip sevdiğim Banu Çiçek Yalancı Oğlu Yartacuğa varır olmuş.
Böyle deyince kırk yiğidi kaba sarıklarını kaldırdılar yere çaldılar, böğüre böğüre ağlaştılar, feryat figan kıldılar.
Meğer kafir beyinin bir bekar kızı var idi. Her gün Beyreği görmeye gelirdi. O gün yine görmeğe geldi. Baktı gördü Beyrek müteessir olmuş.
Kız der:
-Niçin müteessirsin hanım yiğit? Geldikçe seni şen görürdüm, güler oynardın, şimdi n’oldun, dedi.
Beyrek der:
-Nasıl müteessir olmayayım? On altı yıldır ki babanın esiriyim, babaya anaya, akrabaya kardeşe hasretim ve hem bir kara gözlü yavuklum var idi. Yalancı oğlu Yartacuk derler bir kişi var idi, varmış yalan söylemiş, beni öldü demiş, ona varır olmuş dedi.
Böyle söyleyince kız – Beyreğe aşık olmutu der:
-Eğer seni hisardan aşağı urgan ile sallandıracak olursam, babana anana sağlık ile varacak olursan beni burada gelip helallığa alır mısın, dedi.
Beyrek and içti:
-Kılıcıma doğranayım, okuma saplanayım, yer gibi kertileyim, toprak gibi savrulayım, sağlık ile varacak olursam Oğuz’a gelip seni helallığa almazsam dedi.
Kız da urgan getirip Beyreği hisardan aşağı sallandırdı. Beyrek aşağı baktı kendisini yer yüzünde gördü. Allah’a şükreyledi, yola düştü. Giderek kafirin at sürüsüne geldi. Bir at bulursam tutayım bineyim dedi. Baktı gördü kendisinin deniz tayı boz aygırı burada otlayıp duruyor. Boz aygır da Beyreği görüp tanıdı, iki ayağının üzerine kalktı kişnedi. Beyrek de bunu övmüş, görelim hanım nasıl övmüş.
Der:
Açık açık meydana benzer senin alıncığın
İki gece ışık saçan taşa benzer senin gözceğizin
İbrişime benzer senin yeleciğin
İki çift kardeşe benzer senin kulacığın
Eri muradına yetiştirir senin arkacığın
At demem sana kardeş derim kardeşimden daha iyi
Başıma iş geldi arkadaş derim arkadaşımdan daha iyi dedi.
At başını yukarı tuttu, bir kulağını kaldırdı Beyreğe karşı geldi. Beyrek atın göğsünü kucakladı, iki gözünü öptü. Sıçradı bindi, hisarın kapısına geldi. Otuz dokuz arkadaşını emanet etti, görelim hanım nasıl emanet etti:
Beyrek der:
Bre pis dinli kafir
Benim ağzıma söğüp duruyordun tahammül edemedim
Tanrı bana yol verdi gider oldum bre kafir
Otuz dokuz yiğidimin emaneti bre kafir
Birin eksik bulsam yerine on öldüreyim
Onunu eksik bulsam yerine yüzünü öldüreyim bre kafir
Otuz dokuz yiğidimin emaneti bre kafir
Dedi
Sonra tuttu yürüyüverdi. Kırk kişi kafirler atlandılar ardına düştüler. Kovalayıp gittiler, yetişemediler, döndüler.
Beyrek Oğuz’a geldi. Baktı gördü bir ozan gidiyor.
Der:
-Bre ozan nereye gidiyorsun?
Ozan der:
-Bey yiğit düğüne gidiyorum.
Beyrek der:
-Düğün kimin? Yalancı oğlu Yartacuğun, dedi.
Ozan der:
-Han Beyreğin adaklısını alıyor dedi.
Beyrek der:
-Bre ozan kopuzunu bana ver atımı sana vereyim, sakla, geleyim değerini getireyim alayım, dedi.
Ozan der:
-Avazım kısılmadan, sesim kalınlaşmadan bir attır elime geçti, götüreyim saklayayım, dedi. ozan Kopuzu Beyreğe verdi.
Beyrek kopuzu aldı, babasının yurduna yakın geldi. Baktı gördü ki birkaç çobanlar yolun kenarını almışlar ağlıyorlar, hem durmayıp taş yığıyorlar.
Beyrek der:
-Bre çobanlar, bir kişi yolda taş bulsa yabana atar, siz bu yolda bu taşı niçin yığıyorsunuz?
Çobanlar der:
-Bre sen seni bilirsin, bizim halimizden haberin yok dediler.
-Bre ne haliniz vardır?
Çobanlar der:
-Beyimizin bir oğlu var idi, on altı yıldır ki ölüsü dirisi haberini kimse bilmez, Yalancı oğlu Yartacuk derler, ölüsü haberini getirdi, adaklısını ona varmasın, eşine dengine varsın, dediler.
Beyrek der:
-Bre yüzünüz ak olsun, ağanızın ekmeği size helal olsun dedi.
Oradan babasının yurduna geldi. Meğer evlerinin önünde bir büyük ağaç var idi. Dibinde bir güzel pınar var idi. Beyrek baktı gördü ki küçük kardeşi pınardan su almağa geliyor, kardeş Beyrek diye ağlıyor feryat ediyor, toyun düğünün kara oldu diye ağlıyor. Beyreğe müthiş ayrılık acısı çöktü, dayanamadı, boncuk boncuk gözünün yaşı akıp gitti. Çağırarak burada söyler, görelim hanım ne söyler:
Beyrek der:
Bre kız ne ağlıyorsun ne bağırıyorsun ağabey diye
Yandı bağrım yakıldı içim
Senin ağabeyin yok mu olmuştur
Yüreğine kaynar yağlar mı dökülmüştür
Kara bağrın mı sarsılmıştır.
Ağabey diye ne ağlıyorsun ne bağırıyorsun
Yandı bağrım yakıldı içim
Karşı yatan kara dağı sorar olsam yaylak kimin
Soğuk soğuk sularını sorar olsam içme kimin
Tavla tavla koç atları sorar olsam binek kimin
Katar katar develeri sorar olsam yük taşıyıcı kimin
Ağıllarda akça koyunu sorar olsam şölen kimin
Karalı mavili otağı sorar olsam gölge kimin
Ağız dilden kız kişi haber bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
Dedi.
Kız der:
Çalma ozan söyleme ozan
Yaslı ben kızın nesine gerek
Karşı yatan kara dağı sorar olsan
Ağabeyim Beyreğin yaylası idi
Ağabeyim Beyrek gideli yaylayanım yok
Soğuk soğuk sularını sorar olsan
Ağabeyim Beyreğin içmesi idi
Ağabeyim Beyrek gideli içenim yok
Tavla tavla koç atları sorar olsan
Ağabeyim Beyreğin bineği idi
Ağabeyim Beyrek gideli binenim yok
Katar katar develeri sorar olsan
Ağabeyim Beyreğin yük taşıyıcısı idi
Ağabeyim Beyrek gideli yükleyenim yok
Ağıllarda akça koyunu sorar olsan
Ağabeyim Beyrek gideli şölenim yok
Karalı mavili otağı sorar olsan
Ağabeyim Beyreğindir
Ağabeyim Beyrek gideli göçenim yok
Yine kız der:
Bre ozan
Karşı yatan kara dağdan geldiğinde geçtiğinde
Beyrek adlı bir yiğide rastlamadın mı
Taşkın taşkın suları aşıp geldiğinde geçtiğinde
Beyrek adlı bir yiğide rastlamadın mı
Ağır adlı şehirlerden geldiğinde geçtiğinde
Beyrek adlı bir yiğide rastlamadın mı
Bre ozan gördün ise söyle bana
Kara başım kurban olsun ozan sana
Dedi.
Kız gene der:
Karşı yatan kara dağım yıkılmıştır
Ozan senin haberin yok
Gölgeli koca ağacım kesilmiştir
Ozan senin haberin yok
Dünyalıkta bir kardeşim alınmıştır
Ozan senin haberin yok
Çalma ozan söyleme ozan
Yaslı ben kızım nesine gerek ozan
Önünde düğün var düğüne varıp öt
Dedi.
Beyrek bundan geçti, büyük kız kardeşlerinin yanına geldi. Baktı gördü kız kardeşleri karalı mavili oturuyorlar. Çağırıp Beyrek söyler, görelim hanım ne söyler:
Der:
Sabah sabah yerinden kalkan kızlar
Ak otağı bırakıp kara otağa giren kızlar
Ak çıkarıp kara giyen kızlar
Bağır gibi katılaşan yoğurttan ne var
Kara saç altında kül ekmeğinden ne var
Deri yaygıda ekmekten ne var
Üç gündür yoldan geldim doyurun beni
Üç güne varmasın Allah sevindirsin sizi
Dedi.
Kızlar vardılar yemek getirdiler. Beyreğin karnını doyurdular.
Beyrek der:
-Ağabeyinizin başı ve gözü sadakası eski kaftanınız var ise giyeyim düğüne varayım, düğünde elime kaftan verirler, tekrar kaftanınızı geri vereyim, dedi.
Vardılar, Beyreğin kaftanı var imiş, buna verdiler. Aldı giydi, boyu boyuna, beli beline, kolu koluna yakıştı. Büyük kız kardeşi bunu Beyreğe benzetti kara süzme gözleri kan yaş doldu. Söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Kara süzme gözlerin fersizleşmeseydi
Ağabeyim Beyrek diyeydim ozan sana
Yüzünü kara saç örtmeseydi
Ağabeyim Beyrek diyeydim ozan sana
Sağlam sağlam bileklerin solmasaydı
Ağabeyim Beyrek diyeydim ozan sana
Sallana sallana yürüyüşünden
Aslan gibi duruşundan
Arkaya dönüp bakışından
Ağabeyim Beyreğe benzetiyorsun ozan seni
Sevindirdin yerindirme ozan beni
Dedi.
Kız bir daha söylemiş:
Der:
Çalma ozan söyleme ozan
Ağabeyim Beyrek gideli bize ozan geldiği yok
Üstümüzden kaftanımızı aldığı yok
Başımızdan örtümüzü aldığı yok
Boynuzu burma koçlarımızı aldığı yok
Dedi.
Beyrek Der:
-Gördün mü kızlar bu kaftan ile beni tanıdılar, kudretli oğuz beyleri de tanırlar, dedi. Göreyim Oğuz’da benim dostum düşmanım kimdir, dedi.
Kaftanı sıyırdı, kaldırdı kızların üstüne atı verdi.
-Ne siz kalın, ne Beyrek kalsın, bir eski kaftan verdiniz, benim başımı beynimi aldınız, diyip vardı bir eski deve çuvalı buldu, deldi boynuna geçirdi kendisini deliliğe verdi. Sürdü düğüne geldi.
Gördü düğünde güveyi ok atıyor. Kara Göne oğlu Budak, Kazan Bey oğlu Uruz, beyler başı Yigenek, Gaflet Koca oğlu Şer Şemseddin, kızın kardeşi Deli karçar beraber ok atıyorlardı. Ne zaman ki Budak atsa Beyrek “elin var olsun” diyordu, Uruz atsa “elin var olsun” diyordu. Yigenek atsa “elin var olsun” diyordu. Şer Şemseddin atsa “elin var olsun” diyordu, güveyi atsa “elin kurusun, parmakların çürüsün, hay domuz oğlu domuz” diyordu “güveyilere kurban ol” diyordu. Yalancı oğlu Yartacuğun hiddeti tuttu, der:
-Bre kavat oğlu deli kavat, sana düşer mi bana bu gibi söz söylemek? Gel bre kavat benim yayamı çek, yoksa şimdi boynunu vururum, dedi.
Böyle diyince Beyrek yayı aldı çekti, kabzasından yay iki parça oldu. Kaldırdı önüne bıraktı.
-Çıplak yerde çayır kuşu vurmak için iyi, dedi.
Yalancı oğlu Yartacuk yay ufandığında çok kızdı.
Der:
-Bre Beyreğin yayı vardır, getirin dedi. vardılar getirdiler. Beyrek yayı gördüğünde yoldaşlarını andı ağladı, der:
Tul Tulara girdiğim Tulararı
Duharlıyı bıraktığım düşman yurdu
Elimde kıl okluklum aygır malı
Aygır verip aldığım ak kirişli sert yayım
Boğa verip aldığım boğma kirişim
Sıkıntılı yerde koydum geldim.
Otuz dokuz arkadaşım iki kervancım
Bağır bastı, selam verdi.
Beyrek der:
-Beyrek sizin aşkınıza çekeyim yayı, atayım oku dedi. Meğer güveyinin yüzüğüne nişan alıyordu. Beyrek ok ile yüzüğü vurdu paraladı. Oğuz beyleri bunu görünce el ele çaldılar gülüştüler.
Kazan Bey bakıp temaşa ediyordu. Adam gönderdi beyreği çağırdı. Deli ozan geldi, baş indirdi, bağır bastı, selam verdi. Beyrek der:
Sabah erken sapa yerde dikilince ak otağlı
Atlas ile yapılınca mavi gölgelikli
Tavla tavla çekilince yiğit atlı
Çağırıp yardım isteyince boy çavuşlu
Çalkalandığında yağ dökülen bol nimetli
Darda kalmış yiğidin arkası
Zavallının biçarenin ümidi
Bayındır Han’ın güveyisi
Yırtıcı kuşun yavrusu
Türkistan’ın direği
Amıt suyunun aslanı
Karacuğun kaplanı
Yağız al atın sahibi
Yanına varsam, karnım açtır, doyursam dedi. Kazan
Hanım Kazan
Ünümü anla sözümü dinle
Sabah sabah kalkmışsın
Ak ormana girmişsin
Ak kavağın budağından sallayarak geçmişsin
Can yaycığını eğmişsin
Okcağızını kurmuşsun
Adını gelin odası koymuşsun
Sağda oturan sağ beyler
Solda oturan sol beyler
Eşikteki inançlılar
Dipte oturan has beyler
Kutlu olsun devletiniz
Dedi. Böyle söyleyince Kazan bey der:
-Bre deli ozan benden ne dilersin, çadırlı otağ mı dilersin, kul hizmetçi mi dilersin, altın akçe mi dilersin, vereyim dedi.
Beyrek der:
-sultanım beni bıraksan da şölen yemeğinin yanına varsam, karnım açtır, doyursam, dedi Kazan der:
-Deli ozan devletini tepti, beyler bugünkü beyliğim bunun olsun, bırakın nereye giderse gitsin, neylerse eylesin, dedi.
Beyrek şölen yemeğinin üzerine geldi. Karnını doyurduktan sonra kazanları tepti, döktü, çevirdi. Yahninin kimini sağına, kimini soluna atar, Sağdan gideni sağ alır, soldan gideni sol alır. Haklıya hakkı değsin, haksıza yüzü karalığa değsin.
Kazan Bey’e haber oldu:
-Sultanım deli ozan hep yemeği döktü dediler, şimdi kadınların yanına varmak istiyor.
Kazan der:
-Bre bırakın kadınların yanına da varsın, dedi.
Beyrek kalktı, kadınların yanına vardı. Zurnacıları kovdu, davulcuları kovdu, kimini dövdü, kiminin başını yardı. Kadınların oturduğu otağa geldi eşiğini tuttu oturdu. Bunu gördü, Kazan Bey’in hatunu boyu uzun Burla kızdı. Der:
-Bre kavat oğlu deli kavat, sana düşer mi teklifsizce benim üzerime gelesin dedi.
Beyrek der:
-Hanım, Kazan Bey’den bana buyruk oldu, bana kimse karışamaz dedi.
Burla Hatun der.
-Bre madem ki Kazan Bey’den buyruk olmuştur, bırakın otursun dedi. Yine döndü Beyreğe der:
-Bre deli ozan peki maksadım nedir?
Der:
-Hanım maksadım odur ki, kocaya varan kız kalksın oynasın, ben kopuz çalayım dedi.
Kısırca Yenge derler bir hatun var idi, ona, dediler:
-Bre Kısırca Yenge kalk sen oyna, ne biri deli ozan, dediler.
Kısırca Yenge kalktı, der:
-Bre deli ozan kocaya varan kız benim dedi, oynamağa başladı.
Beyrek kopuz çaldı söyledi, görelim hanım ne söyledi:
Der:
And içmişim kısır kısrağa bindiğim yok
Binip mukaddes savaşlara vardığım yok
Öküz ardında çobanlar sana bakar Boncuk boncuk gözlerinin yaşı akar
Sen onların yanına var
Muradını onlar verir belli bil
Seninle benim işim yok
Kocaya varan kız kalksın
Kol sallayıp oynasın
Ben kopuz çalayım
Dedi. Kısırca Yenge, vay bu zeval gelecek deli beni görmüş gibi söylüyor, dedi. Vardı yerine oturdu.
Bu sefer Boğazca Fatma derler bir hatun var idi.
Kalk sen oyna dediler.
Kızın kaftanını giydi.
-Çal bre deli ozan, kocaya varan kız benim, oynayayım, dedi.
Deli ozan der:
And içeyim bu sefer boğaz kısrağa bindiğim yok
Binip mukaddes savaşlara vardığım yok
Evinizin ardı derecik değil miydi
Köpeğinizin adı Barak değil miydi
Senin adın kırk oynaşlı Boğazca Fatma değil miydi
Daha aybını açarım belli bil dedi.
Seninle benim oyunum yok
Var yerine otur
Kocaya varan yerinden kalksın
Ben kopuz çalayım
Kol sallayıp oynasın
Dedi. Böyle söyleyince Boğazca Fatma der:
-Vay deli boğmaca çıkaracak olanca aybımızı kaktı, kalk kız, oynarsan oyna, oynamazsan cehennemde oyna, Beyrek’ten sonra başına bu hal geleceğini biliyorduk, dedi.
Burla Hatun der:
-Kız kalk oyna, elinden ne gelir dedi.
Banu Çiçek kırmızı kaftanını giydi, ellerini yenine çekti gözükmesin diye, oyuna girdi. Dedi:
-Bre deli ozan çal, kocaya varan kız benim oynayayım dedi.
Beyrek der:
Ben bu yerden gideli deli olmuş
Pek çok beyaz karlar yağmış dize çıkmış
Han kızının evinde kul halayık tükenmiş
Maşrapa almış suya varmış
Bileğinden on parmağına soğuk almış
Kızıl altın getirin han kızına tırnak yontun
Ayıplıca han kızı kocaya varmak ayıp olur
Dedi. Bunu işitince Banu Çiçek kızdı:
-Bre deli olan ben ayıplı mıyım ki, bana ayıp koşuyorsun dedi, gümüş gibi ak bileğini açtı, elini çıkardı. Beyreğin geçirdiği yüzük göründü. Beyrek yüzüğü tanıdı. Burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Beyrek gideli bam bam tepe başına çıktın mı kız
Kıvranıp dört yanına baktın mı kız
Kargı gibi kara saçını yoldun mu kız
Kara gözden acı yaşını döktün mü kız
Güz elması gibi al yanağını yırttın mı kız
Sen kocaya varıyorsun altın yüzük benimdir ver bana kız
Dedi.
Kız der:
Beyrek gideli bam bam tepe başına çıktığım çok
Kargı gibi kara saçımı yolduğum çok
Güz elması gibi al yanağımı yırttığım çok
Vardı gelmez bey yiğidim han yiğidim Beyrek diye ağladığım çok
Seviştiğim Bamsı Beyrek sen değilsin
Altın yüzük senin değildir
Altın yüzükte çok nişan vardır
Altın yüzüğü istiyorsan nişanını söyle dedi.
Beyrek der:
Sabah sabah han kızı yerimden kalkmadım mı
Boz aygırın beline binmedim mi
Senin evinin üzerine yabani geyik yıkmadım mı
Sen beni yanına çağırmadın mı
Senin atını benim atım geçmedi mi
Ok atınca beni senin okunu geride bırakmadım
Güreşte ben seni yenmedim mi
Üç öpüp bir ısırıp
Altın yüzüğü parmağına geçirmedim mi
Seviştiğin Bamsı Beyrek ben değil miyim dedi.
Böyle diyince, kız tanıdı bildi ki Beyrek’tir, cübbesi ile çuhası ile Beyreğin ayağına kapandı. Beyreğe dadılar kaftan giydirip donattılar. Hemen kız sıçradı ata bindi, Beyreğin babasına anasına müjdeye koşturup gitti.
Kız der:
Halka halka kara dağın yıkılmıtı yüceldi ahir
Kanlı kanlı suların çekilmişti çağladı ahir
Kosa ağacın kurumuştu yeşerdi ahir
Koca ağacın kurumuştu yeşerdi ahir
Kızıl develerin ihtiyarlamıştı yavru verdi ahir
Ak koyunun ihtiyarlamıştı kuzu verdi ahir
On altı yıllık hasretin oğulun Beyrek geldi ahir
Kayın baba kaynana müjde bana ne verirsiniz
Dedi. beyreğin babası anası der:
Dilin için öleyim gelinciğim
Yoluna kurban olayım gelinciğim
Yalan ise bu sözlerin gerçek olsun gelinciğim
Sağ esen çıkıp gelse
Karşı yatan kara dağlar sana yaylak olsun
Soğuk soğuk sular sana içme olsun
Kulum halayığım sana cariye olsun
Yiğit atlarım sana binek olsun
Katar katar develerin sana yük taşıyıcı olsun
Ağıllarda akça koyunum sana şölen alsın
Altın akçem sana harçlık olsun
Penceresi altın otağım sana gölge olsun
Kara başım kurban olsun sana gelinciğim
Dedi.
Bu sırada beyler Beyreği getirdiler. Kazan Bey der:
-Müjde Pay Püre Bey oğlun geldi, dedi.
Pay Püre Bey der:
-Oğlum olduğunu şundan bileyim, serçe parmağını kanatsın, kanını mendile silsin, gözüme süreyim, açılacak olursa oğlum Beyrektir, dedi.
Zira ağlamaktan gözleri görmez olmuştu. Mendili gözüne sürünce Allah Taala’nın kudreti ile gözü açıldı. Babası anası feryat ettiler, Beyreğin ayağına kapandılar, der:
Penceresi altın otağımın kabzası oğul
Kaza benzer kımızın gelinimin çiçeği oğul
Görür gözümün aydını oğul
Kudretli Oğuz imrenileni canım oğul
Diyerek çok ağladı, Allah’ına şükürler eyledi.
Yalancı oğlu Yartacuk bunu işitti, Beyreğin korkusundan kaçtı, kendisini Dana Sazı’na attı. Beyrek ardına düştü, kovalaya kovalaya saza düşürdü.
Beyrek der:
– Bre ateş getirin. Getirdiler, sazı ateşe verdiler. Yartacuk gördü ki yanıyor, sazdan çıktı. Beyreğin ayağına kapandı, kılıcı altından geçti. Beyrek de suçundan geçti. Kazan Bey der:
– Gel muradına eriş.
Beyrek der:
– Arkadaşlarımı çıkarmayınca hisarı almayınca murada erişemem, dedi. Kazan Bey, Oğuz’una:
– Beni seven binsin dedi.
Kudretli Oğuz beyleri atlandılar, Bayburt Hasarı’na dört nala yetiştiler. Kafirler de bunları karşıladılar
Kudretli Oğuz beyleri arı sudan abdest aldılar, ak alınlarını yere koydular, iki rekat namaz kıldılar. Adı güzel Muhammed’i yad ettiler. Gümbür gümbür davullar dövüldü. Bir kıymet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Şökli Melik’i böğürderek Kazan Bey attan yere düşürdü. Kara Tekürü Deli Dündar kılıçladı yere düşürdü. Kara Arslan Melik’i Kara Budak yere düşürdü. Derelerde kafire kırgın girdi. Yedi kafir beyi kılıçtan geçti. Beyrek, Yiğenek, Kazan Bey, Kara Budak, Deli Dündar, Kazan oğlu Uruz Bey bunlar kaleye yürüyüş ettiler. Beyrek otuz dokuz yiğidinin üzerine geldi, onları sağ ve esen gördü, Allah’a şükreyledi. Kafirin kilisesini yıktılar, yerine mescit yaptılar Keşişlerini öldürdüler. Ezan okuttular, aziz Tanrı adına hutbe okuttular. Kuşun alaca kanını, kumaşın temizini, kızın güzelini, dokuz katlı işlenmiş süslü elbise, cübbe Hanlar Hanı Bayındır’a hisse çıkardılar. Pay Püre Bey’in oğlancığı Beyrek, Melik’in kızını aldı, ak evine ak otağına geri döndü, düğüne başladı.
Bu kırk yiğidin bir kaçına Han Kazan, bir kaçına Bayındır Han kızlar verdiler. Beyrek de yedi kız kardeşini yedi yiğide verdi. Kırk yerde otağ dikti. Otuz dokuz kız talihli talihine birer ok attı. Otuz dokuz yiğit okunun ardınca gitti. Kırk gün kırk gece toy düğün eylediler Beyrek yiğitleri ile murad verdi, murat aldı. Dedem Korkut geldi, neşeli havalar çaldı, destan söyledi, deyiş dedi, gazi erenler başına ne geldiğini söyledi, bu Oğuzname Beyreğin olsun dedi.
Dua edeyim hanım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli koca ağacın kesilmesin. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Oğul ile kardeşten ayırmasın. Ahir vaktinde arı imandan ayırmasın. Amin amin diyenler Tanrı’nın yüzünü görsün. Der8lesin toplasın günahını adı güzel Muhammed Mustafa’nın yüzü suyuna bağışlasın hanım hey!…
Kaynak:
Osman Nuri Ekiz, Dede Korkut, Kastaş, 1986, İstanbul, s. 9-251