Şimdiye kadar birçok kitaplar ve risaleler çıktı. Kimse alıp okumuyordu.
Muharrirler:
- Ah bizim Türkler… diye başlarını sallıyorlar ve:
- Ah, hiç okumayı sevmiyorlar, bu hâl ile sonumuz ne olacak?…
Diyorlardı. Hâlbuki zavallı Türkler okuyacak bir şey bulamıyorlardı. Bir kere kendisinin konuştuğu dil ile yazılmıyordu. Her milletin olduğu gibi Türk milletinin de kendine mahsus bir dili vardı. Çoluk çocuk, büyük küçük, kadın erkek, herkes bu güzel dil ile konuşuyordu. Hiç birbiriyle konuşurken anlaşamayan Türk dünyada var mıydı? Hayır. Okumaya gelince hemen Türklerin hiçbirisi okuyup anlayamıyordu. Türklerin biraz okumuş olanları ellerine kalemi alınca Arapça, Acemce lûgat paralamaya, Arapça, Acemce, terkipler yapmaya kalkıyorlar ve “Bir marifet yapıyoruz” zannediyorlardı.
Türkler Osmanlı Hükûmeti’ni teşkil ettikten sonra beş-altı asır geçti. “Edebiyat ve ilim” namına Türkçe bir satır yazı yazılmadı. Anadolu Türkleri saz şa’irleriyle, millî destanlarıyla, yanık türküleriyle yine kendi dillerini gâ’ib etmemeye çalıştırlar. Son asırda Arapça, Acemce lügatler, terkipler yavaş yavaş terk olunmaya başladı. Bugün millî Türk sarfı istikbalini kazanmaya yüz tuttu. Yarın ümit ediyoruz ki Türk halkının ma’nâsını bilmediği ölü ve ecnebi kelimeler kitaplarımızdan, gazetelerimizden gâ’ib olacak.
Türk Bilgi Derneği Dâ’iresi’nde her cum’a günü toplanan genç Türk edipleri, genç şâ’irler artık Nergisî ve Veysî zamanından kalıp hâlâ devam eden ve Arapça, Acemce terkipli eski lisanla yazmayı mantığa ve hakikate muvafık buldular.
Çünkü lisan göz için değil, kulak içindi. Ve hakikat konuşulan lisandı. Yoksa uydurma bir yazı lisanı değil…
Türkler konuşurken hep millî ve tabî’î Türk sarfıyla, kâ’ideleriyle konuşuyorlar, hiç Arapça ve Acemce terkipler yapmıyorlar, Arapça, Acemce cem edatlarını kullanmıyorlardı. Konuşulan hakikî Türk dilinde en ziyade göze çarpan bu saflık, bu tabî’îlik idi. Konuşurken olduğu gibi yazarken de Arapça, Acemce terkipler yapmak, Türk halkının ma’nâsını bilmediği Arapça kelimeleri, cem kâ’idelerini kullanmamak bugün hangi millete mensup olduklarını anlamış genç ediplerimizin ve şâ’irlerimizin başlıca meslekleridir. Hatta içlerinde çokları Arapça, Acemce terkip kâ’ideleri gibi aruz veznini terk ile şi’irlerini millî aruzumuz olan hece vezinleriyle yazmak istiyorlar. Mademki artık geçler tabi’î ve hakikî Türkçe’ye bir ehemmiyet verdiler, yakında herkesin okuyup anlayacağı gibi şeyler yazılacak, Türklerin de bir edebiyatı olacak, Türkler de kendi dilleriyle iftihar edecekleridir.
Türk gençliği bu mukaddes ümit ile çalışırken Türklüklerini duymamış yaşlı muharrirlerimiz de boş durmuyorlardı. Yavaş yavaş yazılmaya başlayan Türkçe’yi söndürmek için bakınız Türklerin uyandığı ve “Bizim müstakil, sağlam bir dilimiz var!” iddi’âsını güttüğü bir zamanda, bin üç yüz otuz senesinde nasıl şeyler yazıyorlar? Bu dikkat etmeye, düşünmeye layık bir meseledir:
(Mesâcid) haşmetiyle (sahn-ı dil-cûyunda) (pâbercâ)
Demek mensî değil, mihrâb ve minberden (semâ peymâ)
Kavanînin bütün akvam için (yek-tarz ve yeksandır)
(İbadetgehlerin âlî-nesâk) (mersûs-ı bünyândır.)
Bugün (mağlûp ve galip) cümleten (kem-nâm u merkâd-pûş)
(Nidâ-yı ihtirâs) (ebkem) bütün (tabi u ceres hârmûş)
(Husûnun) bir zamanlar (âlet ceng u tedafüiyken)
Bugün-tezyin eder (sâhtını) bir (vech-i mûstehsen)
(Bevâdî)ye cibâle (Sebz ü fahr-i kisveler eksâ)
Eder (yâd şuéûnunla) o dem (meşşâta-gabrâ)
Türk vicdanına bundan ağır bir azap olamaz. Halktan vazgeçtik. Hangi Avrupa görmüş bir Türk vardır ki (meşşâta-i gabrâ)nın ma’nâsını bilsin… Bu âlemler kimin için, hangi millet için yazıyorlar? Sonra sıkılmadan:
- Türkler okumayı sevmiyorlar… demek insafsızlık değil mi? Türkler okumak istiyorlar. Fakat kendi lisanlarıyla yazılmış şeyleri okumak istiyorlar.
Eski Nergisî ve Veysî lisanı, (Enderun Edebiyatı) denilen tuhaf ve sun’î icat şimdiye kadar hep aruz veznini kullanırdı. Gençler hece veznini kabul edip millî Türk sarfıyla şi’irler yazmaya başlayınca Arapça ve Acemce terkiplerin taraftarları ictimâ’î bir tehlike olan milliyetsiz kalemlerini ona da musallat etliler biz zannediyorduk ki millî hece
vezniyle Nergis lisanı yazılmayacak, saf ve sade Arapça ve Acemce terkiplerden hali güzel Türkçe yazılacak, hâlbuki işte yeni yeni kullanılmaya başlayan bu millî ahenkli veznimize de ma’hûd terkiplerini soktular:
(Hûn-i dil) nûş ettik (bezm-i safâda)
(Zevk-i câvidânı) bulduk rızâda
(Îfâ-yı ahd) için (vakt-i Kerbelâ’da)
Bu (nefs-i had-gâmı) çekip de dâre
Gamze uğruna (dîdâr-ı yâre)
(Nûr-ı aşk) inince (dil-âgâhıma)
(Mürg-i aşkı) saldık ta (Kurbgâh’a)
Aşina çıkmışız (şuèbedebâza)
Teveccühe kılmadık (bâb-ı niyâza)
İrfanla eriştik (rütbe-i nâza)
Ve ilh… İşte bir Türk dilini bu edebiyat zalimlerinin ellerinden kurtaracak halka kendi diliyle faydasına yarayacak şeyler yazacak, memleketimizde “okumak muhabbet”ini uyandırmaya çalışacağız.
“Türk Sözü” uyanan âlim ve milletine aşık yüksek Türk gençliği ile hâlâ uyuyan ve bir ışık bekleyen Türk halkı arasında bir kapıdır, gençlik o kapıdan girmekle alçalmayacak, bi’l’akis halkı, ya’nî kendi varlığını kendi milletini yükseltecek, kendine benzetecektir.