Oğuzların diğer Türkler ve bu arada Uygurlar ile bağları ve Batıya göç târihleri hakkında muhtelif görüşler vardır. Biz burada bunlar üzerinde durmadan, Oğuzlara atfedilen maddî kültür kalıntılarından söz edeceğiz.. Oğuz mezar ve kalıntıları başlıca, şu yerlerde bulundu. Sır-deryânın munsaba yakın kısmında, Hazar denizi etrafında, Oğuzların Peçenekler ile beraber yaşadıkları eski Saltovo-Mayak kültür merkezi olan Tın (Don) ırmağı kıyılarında ve daha Batıda, Özü (Dnepr) kıyılarında bulunmuştur. Bu kalıntıları tefsir edebilmek için Oğuz kültürü hakkındaki bilgileri hatırlatalım : Oğuzlar gök, yer ve atalara tapıyorlardı. Âbû Dulaf, Oğuzların tapınağında put olmadığım söylemişti. Bu husûs, Etil bölgesinde Tıgaş tapınağı hakkmdaki bilgilerden anlaşıldığı gibi, daha erken devirde belki doğru idi. Fakat Prof. Margulan’dan öğrendiğime göre, Mangışlak’da bulunan ve atalar tapınağı olabilecek, savaş sahneleri ile müzeyyen,, içinde bir kurban taşı da olan, otağ şeklinde bir yapı Oğuzlara atf edilmektedir. Oğuzlardan ölen beyler, «kurtak» denen mintan giymiş, belde «kur» (kemer), elde kadeh olarak, silahları ile birlikte bir kubbeli türbeye gömülüyordu. Kurban verilen atların derisi, ölen , kimse öbür dünyâya varınca kendisine binek olmak üzere, türbenin etrafına, direklere dikiliyordu. Aşağıda anlatılacak olan Kök-Türk usûlünde, gömülen kimsenin hayatta iken savaşlarda öldürdüğü adamların sayısında, «balbal» denen timsâller, Oğuz mezarlarında da, yer alıyordu. Ancak Kök-Türk mezarlarında «balbal» lar dikili taşlar, veya bunlara oyulan heykeller şeklini alırken; Oğuzlarda «balbal» lar tahtadan idi. Bu tarz Türk türbeleri, Sır-deryâ ırmağı boyunca ve Yayık ırmağının güney yatağında da bulunmuş ve Oğuzlara atf edilmiştir. Yayık kıyılarında, Pleçniy’deki bir Oğuz mezarında, at üstünde bir kadın, süs eşyaları ile birlikde, gömülmüşdü.
Eski Saltov-Mayak kültürü topraklarında, Tın ırmağı bölgesinde,’ «Tork» (Türk) larm hâtırasını adı ile muhâfaza eden Torsk şehri yanında, ve daha Batıda, Özü (Dnepr) ırmağı vâdîsinde de, bugünki Kiev’in güneyinde, Ros ırmağı sâhillerinde, çok sayıda Oğuz-Peçenek mezarları çıktı. Bunlar BizanslIların «Uz» (Oğuz) ve Rusların «Tork» (Türk) dediği boylardan sanılır. Bu mezarlar da Ibn Fazlân’ın anlattığı şekilde idi. Hatta tahtadan balballar bile bulundu. Cesedler, (lamalardan müteşekkil İç Asya zırhlarından farklı olarak), Osmanlılarınkine benzer, demir zincirden örülü zırh giymiş ve başlarında sivri tulga, bellerinde «kur» ve kılıç olarak gömülmüşdü (lev. X X X TV /b). Kowâli, Lipovvez ve Romistrova köyleri yanındaki zırhlı Oğuz alpı mezarlarındaki ölülerin yüzünde tunç maskeler de bulunuyordu (lev. X X X IV /a, b ). Gayet kuvvetli naturalist birer portre mâhiyeti olan maskelerden, Oğuzların görünüşünün diğer Türkler gibi, yarı-mongoloid yarı-europeoid olduğu ânlaşılır. Bir maskenin, Çin. sınırlarında da Şimal göçebelerinin kadîm devirden beri alâmeti olan, keskin bir kartal burnu vardı (lev. X XX TV /a).
Ibn Fazlân’ın anlattığı gibi, Oğuz maskelerinde de, Oğuzların matruş veya «keçi gibi seyrek sakallı» olduklarını görmekdeyiz. Kulak diplerinde, Kâşğarî’nin «tulun» veya «küjik» dediği zulfleri vardı. Maskelere takılı altın küpeler Dede Korkut destanını hatırlatır : «Kulağu altun küpelü kaim Oğuz bigleri» (Ergin, 113). Kurban edilen diz çökmüş atlar, kubbeli mezarda, cesedden ayrı bir bölümde bulunuyordu. Saltuknâme’nin Özü kıyılarındaki menkıbelerinde, bu çevrenin Anadolu Oğuzları ile bağları olduğu anlaşılmaktadır. Hazar, Peçen ek ve Oğuzların Kara-deniz kuzeyi illerindeki vârisleri, Rusların «Polovtze» dediği ve Batı SibiryalI Kimek’lerin bir kolu sanılan, Kıpçak-Kuman boyları olacakdı. Arkeologlar. Peçenek-Oğuz ve Kıpçak-Kuman devirleri arasındaki geçişi güçlükle tayîn edebilmektedirler. Kıpçâk-Kuman boyları da aynı yerlerde, Özü ve Tın bölgelerinde, Etil vâdîsinde, (eski Hazar şehirlerinin bulunduğu munsab bölgesinde), Kırımda ve Kuban vâdîsinde bulunuyorlardı. Kıpçak-Kuman eserleri daha önceki Türklerin kalıntılarına benziyordu. Ayni silahlar, cebeler, tolgalar, at takımları, madenî levhalar ile süslü kemerler, insan tasvirleri (lev-. X X X IV /a) ve büyük çapda çiçek ve hayvan şekilleri ile müzeyyen madenî tokalar ve sadaklar, her iki devirde, benzer şekiller göstermekde idi. Ancak mezar kubbeleri, Oğuz devrinde ağaçdan iken, daha sonra tuğla ve taşdan yapıldı.
Kadîm Skitlerin, Karasuk kültürünü vücûda getirenlerin ve Türklerin (lev. XLıVTI), mezarlar yanındaki dikili taşlara insan heykelleri oydukları ve bunlara «sın», «sm-taş» dendiği önceki bölümlerde kaydedilmişdi. «Sın-taş» ların Kök-Türk devrindeki şekilleri, bazı değişikliklere uğrayarak, Bati Sibiryada, Kimek çevresinde, IX. yüzyılda, yapılmağa devâm etti. Kimek’lerin bir kolu sanılan Kıpçak-Kumanlarm Kara-denizin kuzeyine ilerlemesi ile bu yeni şekiller, Doğu Avrupada belirmişti (lev. X X X V ) . Bu kadîm kıyâfetli heykeller tanrıları ve efsânevî ataları, anaları anmış olsa gerek, çünki Kıpçak-Kuman’ları tasvîr eden eserler, onların da diğer Türk göçebelerinin giydiği basît ve rahat atlı kıyâfetlerinde göstermekde idi (lev. X X X V I). Genceli Nizâmî’nin (1140-81) rivâyetine göre, Kıpçak-Kuman kadınları, heykellerin kıyâfetini taklîd ediyorlardı. M. 1240 sıralarında bazı Kıpçak-Kumanlar Macaristanda Pannonia ovasına yerleşdiler. Kırımda kalan Kıpçaklar, Hazar ve diğer Türklerle beraber, Kırım Türkleri topluluklarını teşkîl edecekler idi.
Avrupadan Asyaya doğru dönersek Sır-deryâ boyunda, tekrar Oğuzları bulmaktayız. Idrîsî’nin (M. 1099-1105) . anlattığı gibi, bu bölgede Oğuzların şehirleri ve dağ zirvelerinde kaleleri vardı. Bunların harâbeleri hâlâ Sır-deryânın Aral gölüne akdığı çevrede ve Dede Korkut destanlarındaki «Karaçuk» denen Kara-tağ yamaçlarında durmakdadır. Sır-deryâ munsabmda, Can-kent-kale harâbelerinde bulunduğu sanılan Oğuz Yabgusunun başkenti olan Yangı-kend gibi şehirlerin İslam devrinde kurulmuş olduğu Barthold tarafından ileri sürülmüşdü. Ancak, Tolstov’un kazıları bu şehirlerin Kök-Türk (550-745) devrinden olduklarını gösterdi. Selçuklu devletini kuranların ceddi olan Selçuk’tın Oğuz Yabgusundân kaçarken sığındığı Cend şehri harâbelerinin bugünki Can-kale’de bulunduğu sanılmaktadır. Sırderyâ munsabındaki Oğuz şehirleri, Türk «ordu»su (hükümdâr şehri) tarzında, iç-içe iki kaleden müteşekkildi. Giriş kapısında ve köşelerde kuleler vardı.
Jirmunskiy, kopuz ile çalınan Dede Korkut destanlarının M, IX. yüzyılda Sır-deryâda doğduğunu düşünmekde idi, fakat Darkeviç, Bamsı Beyrek ile Banu Çiçek’in güreşi sahnesinin bir tasvirinin Saltov’da, Hazar muhitinde bulunmuş, VHI. yüzyıla âid bir gümüş tabakta görüldüğünü sanmaktadır (lev. X X X H /a ).
Kaynak:
Emel Esin, İslamiyetten önceki Türk kültür Tarihi ve İslama giriş (Türk kültürü el kitibı, II, cild l/b’den ayrı basım, Edebiyat Fakültesi Matbaası İstanbul 1978, s. 82-85