Ömer Sami Coşar’ın Latin harflerinin kabulü sırasındaki görüşleri dile getiren derlemelerinden (1928 yılı başlarında)
1928 yılında ilk günlerdeydik. Ankara’da Türk Ocakları hars heyeti şerefine bir ziyafet veriyordu. Devrin Adliye Vekili Mahmut Esat, Türk milliyetçiliği konusunda konuşurken dil meselesine işaretle diyordu ki:
“ Kendisine mensup olmakla yegane şerefi duyduğum ırkımın bir gün güzel dilini Latin harfleriyle ifade ettiğini görmeyi hararetle dilediğimi söylemekten men’i nefs edemem.”
Bu sözlere hayret edenlerin yanında, sakin kalanlar, gülümseyenler bile vardı. Aradan bir hafta geçmemişti ki, dil heyeti üyeliğine seçilen Raif Paşazade Fuat, aynı meseleyi tazeliyordu: “Latin harflerinin kabulü terakkiyatımızın saikidir”. Hayreti artanlar fakat bir hazırlık sezip bekleyenler de vardı. Üç gün sonra gazeteler, Latin harfleri konusunda anketler hazırlamaya başlamışlardı. “Latin harflerinin kabülüne taraftar mısınız’?” sualine gene dil heyetinden Hamdullah Suphi cevap vermişti:
“Itiraf ederim ki, bana sorduğunuz sual birçok endişeler davet eden, ehemmiyet ve nezaketi inkâr edilemeyecek kadar büyük ve ağır bir sualdir. Senelerden beri bizde ve doğu Türkleri arasında münakaşa edilen bir dava hakkında benim kanatimde şudur: Latin harflerini kabul etmek bir zarurettir ve biz Türk harsının lehine bu kararı ergeç kabul edeceğiz. Kabulde istical Türk milletinin o nispette yüksek menafiine muvafıktır kanaatindeyim.”
Arap harfleri, şekilleri, şekilsizlikleri ile 900 yıldan beri Türk diline sarılmıştı. Bu kadar eski, bu kadar derin bir mazi söküp atılacaktı. Genç Türkiye çok inkılâplar görmüştü. Fakat harf inkılâbı hemen hemen hiç birine benzemiyordu. İnkılâp değil sanki bir ihtilâl olacaktı. İki hafta gibi kısa bir zaman içinde birbirini takip eden bu kısa demeçler, böyle bir ınkılâpla alakalı sözler, hazırlıksız gelebilir miydi? Buna imkân olabilir miydi?
Olmaz, Olamaz