Atlar, zamanının büyük bir kısmını atın üzerinde geçiren göçebe İskitlerin hayatlarının temelini oluşturuyordu. At sürüleri aynı zamanda zenginliğin de en belirgin göstergesiydi. At tasviri ise İskit sanatının en sevilen motifiydi. Atlar, İskitlere ölümlerinden sonra da refakat ediyordu. Kuban Yanı, Kazakistan ve Altay kurganlarında soylu İskitlerle birlikte at sürüleri de gömülmüştür. Kurganlardaki at iskeletlerinin sayısı birkaç yüzü bulmaktadır.
Günümüz ölçütlerine göre İskit atları çok uzun değillerdi (cıdağın ölçüsü 130–140 santimetreye ulaşıyordu). Ancak görünüş itibarıyla çok uzun ve alımsız olan bu atlar, çok dayanıklı ve hızlıydılar. İskitlerin komşuları da onların bu özelliklerini farketmişti. Romalı tarihçi Arrianus, İskitlerin atlarını şöyle tasvir etmiştir: “Başta bu atlar hızlı koşamıyorlar. Ve Teselya, Sicilya ve Mora Yarımadası atlarıyla karşılaştırıldığına şahit olursanız onlardan nefret etmeniz mümkündür. Ancak bu atlar, her türlü zorluklara karşı dayanaklıdırlar. Böyle bir durumda da uzun boylu, yel gibi hızlı atın gücünü kaybettiğine, kısa boylu uyuz atın ise bu atı başta geçtiğine, ardından da çok gerilerde bıraktığına şahit olursunuz.” Büyük İskender’in babası II. Filip de bu atların kıymetini bilmiştir. M. Ö. 339’da o, İskit hükümdarı Ateya’yı mağlup ettikten sonra 20.000 İskit atını ganimet olarak memleketine götürdü.