Güney Rusya’da Göktürklerin halefleri olarak ortaya çıkan Hazarlar, yine aynı bölgedeki Türk topluluklarının yerleşik hayata geçmelerinde büyük rol oynamışlardır. Musevilik’i de kabul etmiş olan bu Türk toplulukları, dinlerinin bir gereği ve yaşadıkları bölgenin uygun olması sebebiyle ticarette de başarılı olmuşlardır. Oğuzlar’la olan münasebetleri nedeniyle Selçuklular üzerinde de tesirlerinin gördüğümüz Hazar Türkleri hakkında özellikle İslam kaynakları etraflı bilgiler vermektedirler. Türk kültür tarihi için çok önemli olan bu malumatlar pek çok araştırıcı tarafından değerlendirilmiştir. Bunlardan biri de değerli tarihçi, Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat’tır.
1949 yılında Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat, Abu Muhammed Ahmed Bin A’sem Al-Kufi’nin ‘Kufi’nin ‘Kitab Al-Futuh’ adlı eserinin tanıtmış ve bu kitaptan önemli birkaç metin de yazısına ilave etmiştir. Biz, Türk kültür tarihi için çok önemli bilgiler ihtiva eden bu belgelerden biri üzerinde duracağız. Bu metinde diğer kaynaklarda adı zikredilmeyen bir Hazar hakanı ve onun kızının Abbasiler’in Ermenistan ve Azerbaycan valisi ile olan evliliği konu edilmektedir. Şimdi Akdes Hoca’nın değerlendirmeye fırsat bulunmadığı bu Arapça vesikanın Türk kültür tarihi açısından değerlendirilmesine geçelim.
Hazar Hakanı’nın İsmim ve Kızının Ünvanı: Metinde Hazar hükümdarının ünvanı ‘hakan’ adı ise “Ta’atur” şeklinde geçmektedir. Kızı ise “hatun” ünvanı taşıyordu. Hatun unvanının, diğer Türk devletlerinde kullanıldığı bilinmektedir. Ta’atur şeklinde geçen Hazar hakanının isminin tabi ki bu haliyle bir anlam ifade etmediği aşikardır.
Akdes Hoca’da, bu adın katı olarak çözümlenmediğinin ileri sürmektedir. Bize göre bu sözün Arapça doğru yazılış ekli “Bogatur” olmalıdır. Bu suretle Hazar dilinden kalma Ak, Barsbeg, Baştova, Beg, Belencer, Bigindi, Bolşici, Çiçek, Han, Hatun, İlbars, İlteber, Kayakent, Kundacık, Şad, Sarıg, Semender, Tanrı, Tarhan, Tadun gibi Türkçe bilinen, adlara ilaveten Kitab Al-Futuh’a dayanılarak doğru okunuş şekliyle bir yenisini daha ilave etmiş bulunuyoruz. Böylece Hazar şahıs adlarından biri daha meydana çıkmış oluyor.
Rahmetli Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Eski Türk ve Moğol ünvanından “Baga” ünvanının diğer bir şekli olan Bagatur (Bahadır)’dan söz açmakta ve Bagatur’un sonundaki “tur”, “dır” ekidir şeklindeki görüşünün ileri sürmektedir.
Baga sözüne Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtında”.. Tonyukuk Boyla Baga Tarkan…” ve Suci kitabesinde “Kutlug Baga Tarkanın Ügesi Ben” ifadeleri geçmektedir. Ayrıca Baga kelimesine Türge devletinde de rastlamaktayız. On Ok Türkleri’ne mensub olan Türgeşler, VII. yüzyılın ortasında Baga Tarkan adlı bir Başbuğ’un başkanlığında Sarı Türgeş devleti kurulmuş ve meşhur Tokmak şehrine yerleşerek burayı başkent tutmuştur.
Hazar Hakanı Bagatur’un Kızının Evliliği ve Çeyizi: Akdes Hoca, Kitab al-Futuh’a istinad ederek İslam Komutanı Yezid bin Asayd al-Salami’nin Hazar hakanının kızı Hatun ile evlendiğinden kısaca bahsetmiştir. Bu evliliğe dair geniş bilgiler ise Hoca’nın makalesine eklediği bu vesikada yer almaktadır.
A’sam Al-Kufi’ye göre Halife Ebu Ca’fer El-Mensur, Ermenistan ve Azerbaycan valisi olan Yezid bin Üseyd’e mektup yazarak ona Hazar hakanının kızına evlenmesinin emretmiş, evlendiği takdirde Hazarlar’la münasebetlerinin düzeleceğinin ve ülkede asayişin sağlanacağının belirtmiştir. Halife mektubunda emrime muhalefet etme aksi takdirde Hazarlar bir araya gelir muzaffer olurlar demiş ve sulhu gerçekleştirmek ve Hazarlar’a damat olmak için çaba safetmesinin istemiştir. Vali Halife’nin mektubunun aldıktan sonra Hazar hakanının kızıyla evlenmek için harekete geçmiş, hakan da valinin isteğine olumlu cevap vererek Hatun ünvanı ile bilinen kızına evvela nişanlamış ve akabinde Yezid bin Üsayd, yüz bin dirhem kalın ödedikten sonra hakanın kızıyla evlendirilmiştir. Kalın bilindiği gibi kız tarafına erkeğin ödediği başlık manasına gelmektedir. Buna mukabil kız tarafı da çeyiz getirmektedir. Ancak …. İslam hukukunda kadının çeyiz getirmeye zorlayan bir hüküm yoktur. Fakat Türkler’de babanın kızına çeyiz yapması bir mükellefiyet ve yükümlülük olarak görülüyordu. Nitekim Kaşkarlı Mahmud’a göre bir Bey, kızının çeyizli olarak evlendirmesi için bir babaya emir veriyordu. Eski Türkler, gelin giden kızın çeyizine ‘sep’ derlerdi. Batı Anadolu’da ise kızın çeyizine ‘sepi’ denir. Bugün Anadolu’da ve dış Türkler’de çeyiz, bir süs eşyası ve dürü olarak anlaşılır. Halbuki eski Türkler’de çiyizin, hayvan sürüleri, yardımcı insanlar, kızlar, yengeler (magd) halinde geldiğinin de görüyoruz…”
Eski Türkler’de görülen bu geleneğin güzel bir örneğinin Hazar Türkleri’nde de görüyoruz. Hazar hakanı kızının bol çeyizle yolcu etmiştir. Gelin ülkesinden İslam diyarına doğru hükümdarlık ailesine Mensub on bin kişilik düğün alayıyla yola çıkmıştır. Hatun’un çeyizinde şunlar bulunmaktaydı:
- Dört bin adet at ve kısrak
- Bin adet dişi ve erkek katır.
- Bin insan (yardımcı insanlar)
2- On bin küçük tipli hazar devesi
5- Çift hörgüçlü bin adet Türk devesi.
İbni Fadlan Türk ülkelerine seyahatinin “Türk develeri” ile yapmıştır. Müellif bu sözüyle halen Anadolu’da buhur adı ile tanınan iki hörgüçlü develeri kkastetmiş olsa gerektir. Mısırlı tarihçi El-Kkal-kaşandi de “Buhatiy” ismi verilen bir türük deveden bahseder. Yazar, bu develerin uzun tüylü ve derilerinin sert oluşundan ve türk ülkelerinden getirilmiş olduğunun da kaydeder. A’sam Al-Kufi’nin zikrettiği çift hörgüçlü “Türk develeri” İbni Fadlan’ın bahsettiği Türk devesi yani buhur adı verilen deve ve Kalkaşandi’nin zikrettiği “Buhatiy” devesi ile aynı olsa gerekir. Abu Hayyan’ın sözlüğünde ise “Buhtiyy” kelimesinin karşılığında “Buğra” yani, erkek deve ifadesi vardır.
6- Yirmi bin adet koyun.
7- On adet arabalı kubbeli çadır. Bunların kapıları altın ve gümüş levhalarla kaplı olup içleri samur Kürkleri ile döşenmişti. Üst kubbeler ise altınlı ipek ile örtülmüştür.
Türkler hakkında bilgi veren İslam müellifleri sık sık Türklerin kubbeli çadırlarından kubab et-Türkiyye söz ederler. Çinliler, Orta Asya’daki Türk kavimlerine başlangıçta Kaoçi yani yüksek arabalılar demişlerdi. Türkler’de arabalı eveler Çin kaynaklarında da görülmektedir. Göktürkler, “ev gibi keçe otağlı arabalara” sahip olan bir millet olarak Çin tarihlerinde yer almışlardır. Eberhard, ve Bahaaddin Ögel’e göre Hunlar’da da keçe evli arabalar olmalıydı. Türk hükümdarlarının otağları kubbeli idi. Çinliler Türk otağlarının bilhassa kubbelerine önem veriyorlardı. Türklere göre “gök kubbesi devletin, çadır ise ailenin” birer örtüsü ve kubbesi gibi düşünülüyordu.
XIV. yüzyıl seyyahlarından İbni Batuda Kıpçak Türkleri’nin arabalı çadırlarından şöyle bahseder; her arabanı dört büyük tekerleği bulunur. Bu arabalar iki veya daha çok at ile çekilir. Arabaların ağır veya hafifliğine göre öküz ve develer ile koşulur. Arabayı idare eden sürücü, arabayı çeken eğerli atların üzerine binerek ilendeki kırbaç ile hayvanları sevkederdi. Hayvanlar yoldan saptığı zaman elinde bulunan büyük çubuk ile onları yola sürerdi. Arabaların üzerine ince kayış bağlar ile bağlı ağaç çubuklardan bir çeşit çadırlar yapılır hafif olan bu çadırların üzerine keçe veya bez kaplanmıştır. Ayrıca bu çadırların kafesli pencereleri de vardır. İçerde bulunan kimse dışardan görülmez fakat kendisi herkesi görürdü. Araba hareket halinde iken içinde gezilebilir, uyunabilir, okunabilir ve hatta yazılabilirdi.
Özbek Han’ın hatunlarının arabalı kubbeli çadırlarından bahseden bir İslam Kaynağı da bu konu hakkında şu bilgileri vermektedir; Hatunların her biri kendi arabasına binerdi. Arabaların üzerinde kendisine ait olan çadırın kubbesi altın yaldızlı, gümüş veya cevahir ile süslenmişti. Arabasının çeken atların gaşiyeleri ise sırmalı ipek kumaştan idi.
8- Yirmi adet eşya arabası Bunların içinde meta, altın ve gümüş tabaklarla diğer çeşitli eşyalar bulunuyordu.
Kıpçak Türkleri’nin yük arabalarının İbni Batuta şöyle atlatır; Bu arabaların içinde erzak, yiyecek ve çeşitli eşyalar bulunurdu. Bunlar da dışardan bir nevi çadırları andırır.
Hazar hakanının kızı Hatun, maiyeti ve bol çeyizi ile Berdaa şehrinin kapısının yakınında “kubab” denilen yerde konakladı. Buradan Yezid bin Üsayd’a .aner göndererek kendisine Kuran-ı Kerim ve İslamiyetin esaslarının öğretmek için Müslüman kadınların gönderilmesinin istedi. Hatun’un bu talebi üzerine vali, Bedaa Şehrinden kadınları gönderdi. Onlar da Hatun’a Kuran’ı Kerim ve İslamiyet’in kurallarının öğrettiler. Yezid bin Üsayd’ın maiyetindeki komutanların hepsi kudretlerine göre Hatun’a hediyeler verdiler. Hatun, Kuran ve İslamiyet’in şartlarının öğrendikten sonra hançer ve kılıcının çıkardı. Vali Yezid big Üsayd, Hatun’un bu davranışının izin ve rıza sembolü olarak değerlendirdi.
Türkler’de eskiden beri silah çıkarma bir teslimiyet ve itaat sembolü olarak kullanıla gelmiştir. Buradan Türk kadınlarının da erkekler gibi müsallah oldukları neticesi çıkarılabilir. Nitekim. Dede Korkut Kitabı’nda Türk kadınlarının erkekler gibi yiğit ve cesur oldukları hemen göze çarpmaktadır. Ayrı çağda Türkiye’ye gelen Fransız elçisi Baron de La Broqu’re Türkmen kadınlarının rahat hareket ettikleri, çok güzel ve iffetli olduklarının anlattıktan sonra Dulkadiroğulları’na bağlı 30.000 kadın süvari bulunduğunun, erkek gibi silah taşıyıp savaşabildiklerinin kaydeder ki bu Dede Korkut destanlarındaki tasvirlere bütünüyle uymaktadır. Aşık Paşa-zade’nin, bununla ilgili olarak Anadolu’da bulunan “Bacıyan-ı Rum” taifesi adı ile de bu Türkmen kadınlarının kastettiği sanılmaktadır.
Bu sırada Hatun, bezendi ve kına ile süslendikten sonra kocası da gelip gerdeğe girdi. Bezenmek ve kına yakmak adeti bugün bile Türk aleminde uygulanmaktadır. Kınanın Türkler’de yaygın olarak kullanıldığına dair bir kayıt da Kaşgarlı Mahmud’un eserinde şu ata sözü ile geçmektedir: “Zamanın kocattığına boya, kına ayıp sayılmaz” Yine kadınların düğün ve eğlencelerde kına sürmelerine dair bilgiler, Dede Korkut hikayelerinde de geçmektedir.
Kaynak:
Doç. Dr. Eşref Buharalı, T.K.A.E. Hazan Türkleri’nin Kültür Tarihine Ait Bazı Notlar Ağustos 1991 Cilt XXIX Sayı 340 Sayfa: 504-509