Yazar: Prof. Dr. Halil İnalcık
Modern cemiyetin vasıfları şu ölçülerle tespit edilmektedir:
1) Bu cemiyette halkın çoğunluğunun ihtiyaçları çok çeşitlidir. Bununla birlikte hayat standardı, ferdi tüketim nispeti ve fert başına gelir miktarı yüksektir;
2) Emek karşılığı ücretin nispeti âzamiye çıkarılmış, buna karşı lüzumsuz emek ve servet israfı asgariye indirilmiştir;
3)İş bölümü ve sosyal farklılaşma azamî seviyeye vardığı gibi sınıflar arasında birinden diğerine geçme, yani içtimai seyyaliyet (social mobility) en yüksek derecededir, buna muvazi haberleşme, umumî okuyup yazma nispeti azamî seviyededir, her türlü ulaştırma ve haberleşme vasıtaları en ileri durumdadır;
4) İlmi teknoloji bütün üretim kollarına hâkimdir, insan ve hayvan gücü yerine tabiat kuvvetlerinin istismarı gelmiştir;
5) İktisadi, siyasi, içtimai ve ilmi araştırma metodunu kullanarak bütün meselelerini çözebilme kudretine inanılır, insan hayatını maverai kuvvetlerin değil, tabii kanunların idare ettiği kabul edilmiş, insan zekası ve iradesinin onun ferdi ve içtimai kaderini değiştirebildiğine iman edilmiştir.
Bunun karşısında geleneksel cemiyette, ilk ihtiyaçların tatminiyle sınırlanmış basit bir yaşama tarzı, istihsal nispetinin düşüklüğü, yetersiz gelir artışı gibi hususlar vardır.
Batı medeniyeti, Avrupa’da Rönesans ve Reform kadar Hıristiyanlığın ve diğer ortaçağ müesseselerinin de bir mahsulüdür. Batı medeniyeti, aynen iktibas olunamaz. Batı medeniyeti, Batı kültüründen ayrılmaz bir varlıktır. Onun bazı unsurları alınabilir, hattâ daha ileri bir medeniyet yaratılabilir, fakat netice hiç bir zaman Batı medeniyeti olamaz. Bu sebeple başka kültürler kendi öz tarihî kıymetleri üzerine modern bir medeniyet yaratmalıdırlar. Batıyı körü körüne taklit, şekilsiz kitleler, soysuzlaşmış ve hattâ bazı hallerde barbarlaşmış sürüler meydana getirir.
Bu zıt görüşler karşısında bize sosyolojinin sosyal değişme üzerinde yaptığı objektif incelemeler göstermelidir. Fakat maalesef, Gökalp’in attığı temel üzerinde bu incelemeler geliştirilmemiştir.
Japonya modernleşme çağına girdiği zaman, 1868’de, dil ve kültür birliğine ulaşmış milli bir devlet karakterine sahipti. Türkiye’de bu ancak 1923’te gerçekleşmiştir. Japonya son harbe kadar hiç bir istila görmemiş, enerjisini iç modernleşme çabalarına harcayabilmiştir. Halbuki Türkiye, kuzeyden gelen milli servetini harp meydanlarında yitirmiştir.
Kaynak:
Prof. Dr. Halil İnalcık, Hayat Tarih Mecmuası’nın 1966 Şubat sayısında yayınlanan “Türkiye Niçin Geri Kaldı?” anketine yazılı cevap verenlerden, Hayat Tarih Mecmuası, sayı 1, Şubat 1966, s. 18