Türkiye’nin en talihsiz şehirlerinden biri de Edirne’dir. Birkaç asır evvel oranın cennet gibi ma’mûr ve mükemmel olduğunu tarihlerde okuyoruz. Birdenbire canımızı almak için dâ’imâ İstanbul’a yürüyen düşman orduları birkaç def’a bu mübarek yere girmiş, hatta bir keresinde o meşhur sarayı bile kendi ellerimizle yaktırmıştır.
Bu saraya olduğu yere saray içi derler. Orada bir ada vardır. Muharebe esnasında Avrupalılar bu küçük adaya “Ölüm Adası” demişlerdi. Bulgarlar Edirne’yi zap edince ellerine geçen Türk askerlerini bu adaya koydular. Ve aç bıraktılar. Oradaki büyük ağaçların iki metrelik yerlerindeki kabukları zavallı Türk askerleri açlıktan ölmemek için yemişlerdi. Hâlâ bu çıplak ağaçlar Türk’e edilen zulmün şahitleri gibi duruyor. İşte geçen gün Mektepliler Bayramı’nda Türk çocukları buralarda gezdiler. İntikam almak için ayinler yaptılar. Asker oyunları oynadılar.
İşte böyle bir millet gibi Edirne’nin çocukları da kendi Türklüklerine sarılırlar. İstikbal düşmanlarına karşı gelmeye hazırlanırlarsa Edirne’yi bir daha salıp alamaz. Şunu da bilmeli ki bir vatanı kal’eler, istihkâmlar muhafaza etmez. Ancak millî ta’assubdur ki düşmanlarımızı korkutur. Onları yıldırır. Cesaretlerini kırar.
Ey Edirne’nin halis Türk oğlu Türk çocukları! Uyanınız. Çalışınız. Babalarınız sizin çok cesur ve kuvvetli idiler. O sahralarda her gün cirit oynarlar, at koştururlardı.
Şehre, evlere yalnız yatmak uyumak için girerlerdi. Yazın Edirne’nin içi kadınların, dışı Türk delikanlıların idi. O vakitler Türk delikanlıları kahvelerde pineklemek değil av ve çift arkasından terlerlerdi. O vakitler düşman Edirne’yi almak değil, hatta Tuna’yı geçemezdi… İşte siz, ey genç Edirneliler! Büyüyecek payitahtın Türk hakanlığının, bütün
dünyadaki İslam hilafetinin dâ’imî bekçileri, dâimî müdafileri olacaksınız.