Kazanlı tanınmış ıslahatçı, din adamı ve tarihçi şihab al – Din Mercanı (1818-1889)’nin Mustafad al-Ahbar fi Ahval Qazan ve Bulgar adlı eseri, Kazan Türkleri için ilk tarih eseri olduğu kadar, 18-19. yüzyıllarda Orta-Asya tarihi için çok önemli kaynaklardan biridir. Bu eserde dikkati çeken noktalardan biri, Bilad-i Bulgar yani Kazan ili ile Buhara arasındaki sıkı kültürel ilişkilerdir. Mercani’ye göre 18. yüzyıl sonlarından 19. yüzyıl ortalarına kadar geçen süre içinde Kazan ilinde imamlık yapanların yaklaşık üçte biri, Buhara’da okumuştur. Onların hayat hikayeleri, Buhara tarihçilerinin eserlerini, seyahatnameler ve özellikle Kazanlı tarihçiler tarafından daha önce yapılmış bazı araştırmalardan da faydalanarak, okumak maksadıyla Kazan ilinden Buhara’ya gidenlerden ve bu hareketten söz açmak istiyorum.
16.yüzyılın ortalarından beri, Rus egemenliğinin ağır sosyal ve dini baskılar altında yaşayan Kazan Türkleri, 18. yüzyıl sonlarına doğru, II. Katarina (1762-1796)’nın Rusya Müslümanlarıyla uzlaşma politikası ve Rusya ile Doğu ülkeleri arasında geniş ticaret işleriyle uğraşan Tatar tüccarlarının güçlenmesinden dolayı, bir “medeni uyanış” dönemine girmiştir. Buhara’ya okumaya gidenlerin çoğu, köy imamlarının oğullarıdır ki, bu durum kendi başına söylerdeki kültürel gelişmeyi açıkça göstermektedir.
Tatar tüccarları, 18. yüzyılın sonlarında, yen cami ve medreseler inşa ettikleri gibi, Buhara’ya okumaya gidenler de çok yardım etmişlerdir. 19. yüzyılın başlarında, Kazan ile Buhara arasındaki ticaret ilişkileri sıkı olduğundan, Kazan’da Buhar Yurtçı ve yani Buhara mallarını getiren bir takım tüccarlar ve Buhara’da ise Kazan’dan gelen tüccarların oturduğu Nogay Sarayı bulunmaktaydı. Buhara’ya okumaya gidenler, en çok Orenburg ya da Troisk’ta uygun bir kervana katılıp yola çıkıyorlardı.
O dönemdeki Buhara, 17-18.yüzyıllarda görülen siyasi düzensizlik ve ekonomik durgunluktan çok farklı bir durumda bulunmaktadır. 18. yüzyılın ortalarından sonra Buhara Hanlığı’nda egemenlik kuran Mangitli Emirleri, merkezleştirme politikası izleyerek, ülkelerine yeniden sosyal ve politik bir düzen getirmişlerdir. Bu düzen, ekonomik hayatın canlanmasına çok etkili olmuştur. 18. yüzyılın sonlarına doğru, özellikle Rusya ile ticari ilişkiler hızla genişlemiş ve Buhara başta olmak üzere çoğu kentlerde büyük gelişmeler görülmüştür.
Buharalı tarihçilere göre, eskiden Doğudaki İslam dünyasının bir kültür merkezi sayılan Buhara, Mangitli Emirlerden Şah Murad (1785-1800) ve Haydar (1800-1826) döneminde, geleneksel yerini almış, yeniden kuvvetlenmiştir. Örnek olarak, Şah Murad, ra’is al-shari’a adında yeni bir görevli tayin etmiş, kayıp vakıfları canlandırmak için yeni vakıfnameler çıkarmış; ve ulema ile samimi ilişkiler kurmuştur. Emir Haydar ise, kendi çıkardığı paraları üzerine Amir al-mu’minin unvanı koymuştur. Öte yandan, Mangitli Emirlerinin belli bir şeyh ya da işanın müridleri olduklarını düşünebiliriz. Ve hatta, bu dönemdeki Buhara’nın Kazan Türkleri için çok çekici bir kültür merkezi olduğunu söyleyebiliriz.
Bazı seyahatnamelere göre, 19. yüzyıl başında Buhara’daki 40 kadar medresede okuyanların sayısı 10.000 den fazla idi. 1820’de Buhara’ya gelen Rus yüzbaşı Meyendorf, 300 kadar Tatarın dini ilimler okuduğundan söz etmektedir. Kazan ilinden okumaya gelenlerin sayısı da az sayılmaz. Buhara’ya gelen Kazanlıların, bir yandan İşan Niyaz Quli Turkmani (ö. 1821) gibi tanınmış Buharalı ulema yanında İslam ilimlerini öğrenirken, kadılık, imamlık, müderrislik gibi görevler de yapmışlardır. Bir Kazanlı molla, Osmanlı Sultanı Abdülmecid (1823-1861)’den Buhara Emiri Nasrullah (1826-1860)’a gönderilen mektubu Farsça’ya çevirmiştir.
Yukarıda adı geçen Meyendorf, Buhara’daki bilimsel eğitimin skolastik bir tutucu niteliğini yazmadan birkaç yıl önce, Kazanlı Molla Abu al-Nasr Qursavi (1771-1812), “Buhara ahalisinin akaid ve fıkhiyatta cadde-i hak ve mezheb-i selef-i salifinden inhiraflarini”, (yani gerçek İslam’dan sapmalar olduğunu) açıklayarak, Buhara’nın geleneksel otoritesine karşı oldukça sert bir eleştiri yapmıştır. Qursavi’nin eleştirici ve ıslahatçı düşüncesi, Kazan Türklerinin ıslahat hareketi tarihide dikkat çeken önemli bir nokta olmakla beraber, bu ıslahatçı görüşün yayılması, 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiştir.
Rus tarihçisi Gordlevksy’e göre Buhara, Kazan Türkleri için 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Ortodoks İslam öğretiminin merkezi olduğu gibi, Buhara’dan Kazana doğru daima bir mutasavvıflar ve işanlar akımı bulunmaktaydı. Öyleyse, Buhara’da okuyan Kazanlılardan bazılarının Maveraünnehir işanlığını Kazan iline getirdiği düşünülebilir. Buhara’da ve öteki şehirlerde işan yanında okumuş ve Tünter köyünde imamlık yapmış olan Molla Ali (ö. 1874), Tatarlar arasında Nakşbendi tarikatının kurucusu olmuştur. Öte yandan Ur köyünde imamlık yapmış olan Molla Habibullah İşan (1762-1816)’ın da mahsus hanekahı ve özellikle Fin kabilelerine ait ve Ortaçağdan beri Tatarlaşmış ya da İslamlaşmış, Mişerler arasında çok sayıda müridi varmış.
Buhara’dan dönen mollaların çoğu, köy ve mahallelerde imamlık ve aynı zamanda müderrislik yapmıştır. O dönemde imamlar, 1789’da Çarlık Rusya’sının İçişleri Bakanlığına bağlı bir kuruluş olarak meydana getirilen “Orenburg Muhammedi Ruhani Meclisi” yönetimi altında bulunmaktaydı. Ancak, Buhara’da okumuş mollalar, bazen köylerin bazen de mahalle halkının ittifak-namesiyle imamlığa atanmaktaydı. Bazı köy ve mahallelerde ise, imamlık görevi sürekli olarak Buhara’da okumuş mollalara verilmekteydi. Buradan Kazan Türklerinin Buhara’ya duyduğu yakınlığı ve saygıyı anlayabiliriz.
Öte yandan Mercani, Buhara’da okumuş müderrislerin çok şakird toplayıp, şöhret ile ders verdiğini işaret etmektedir. A. N. Kurat’ın deyimiyle, Kazan ilinde “Büyük Medreseler Devri”ni açanlar Buhara’da okumuş olanlardır. Kazan’dan 70 km. uzakta bulunan Taskiçu köyündeki medrese, bu dönem için iyi bir örnek gösterilebilir sanırım. Yine Mercani’ye göre, 19. yüzyıl başında zengin bir bey, Buhara’da okumuş Molla Şemseddin (ö. 1833) için “Bu ülkede kimse görmediği kadar güzel medrese inşa etmiş ve Şemseddin burada bin şöhret ile ders etmiştir”. Farsça’yı iyi bilen Şemseddin, sonradan Hacca gittiğinde Mısır’da İsmail Paşa (1789-1848) ile tanışmış, Kahire Darülfünununda Farsça hocalığı yapmıştır. Şemseddin’den sonra müderrislik görevini Bahaeddin (ö. 1856) almıştır. Bahaeddin, Mercani’nin babası olarak ve Buhara’da Emir Haydar’dan hil’at almasıyla tanınmaktadır. Bahaeddin 40 yıl müderrislik yapmış, Mercani dahil çok şakird yetiştirmiştir. 19. yüzyıl ortasında, Kazan ilindeki en tanınmış medreselerden biri sayılan Taskiçu medresesinin gelişmesinde bu iki mollanın oynadığı rolün çok büyük olduğunu söyleyebiliriz.
Bahaeddin’nin medresesinde uygulanan program, Buhara geleneğine göre hazırlanmıştır. Bu program fıkıh, kelam, mantık ve usul-ü fıkıh’tan oluşmakta, fakat tefsir, hadis ve tarih gibi temel bilgilere dayanmamaktadır. Buhara geleneği en az 19. yüzyılın sonuna kadar Kazan ilinde en yaygın program idi. Skolastik kitapların medreseden çıkartılmasını ileri süren Mercani’nin medresesindeki program bile Buhara geleneğinden çok farklı değildir.
Buhara’da okumuş olan mollalar, Tatar tüccarlar tarafından yapılmış cami ve medreselerde, ilerde milli uyanış ya da ıslahat hareketlerinde görev alacak aydın kişileri yetiştirmiştir. Eğitim programlarında bazı eksiklikler ve tutucu taraflar bulunmakla beraber, daima Çarlık Rusya’sının dini ve kültürel baskısı altında bir azınlık olarak yaşamış olan Kazan Türkleri için, bu mollaların düşünce ve çalışmalarının, önemli bir yer ve değer taşıdığı söylenebilir. 18. yüzyıl sonundan 19. yüzyıl ortalarına kadar geçen süre içinde, Buhara’da okuyan Kazanlılar, Darülharb içindeki kendi toplumunu Darülislama bağlamakla canlandırmıştır. Ancak 19. yüzyıl ortasından hemen sonra Maveraünnehrin de Darülharb içine girmesiyle Buhara ile Kazan arasındaki ilişkilerin ikinci safhası başlamıştır.