Cephane Kolları’nı ahalinin vasıtaları teşkil etmişti; bunlar esas itibariyle kağnılardır. Kağnıların ekserisi köy kadınları ve on-onbeş yaşındaki çocuklar tarafından idare olunuyordu. Bu, hakikaten asil ve ulvi bir manzaraydı. Uzun yürüyüşlerde gece ayaz, kar, yağmur altında meşakkat ve acının en fazlasını çekmiş olan bu aziz vatandaşlarımız köylülerdi. Bunların içerisinde şiddetli soğuktan yolda ölenler de olmuştu. Kütahya ile Gediz arasında yapılan yürüyüş ve hareketlerde kıtalarımızın ve muharebenin medar-ı hayatı olan erzak ve cephaneyi hep bu aziz vatandaşlarımız taşımışlardı. Bütün meşakkat ve acılara rağmen yüzlerinde bir işmizac ve futür görülmemişti. Hiç unutmam, yine böyle bir yürüyüş esnasında idi; dondurucu bir soğuk vardı. Kağnısının başında duran bir ihtiyar nineye yaklaşmış ve sormuştum: “Nine üşümüyor musun?” Şu cevabı vermişti:
“Hayır oğul, üşümüyorum. Düşman, topraklarımıza bastığı günden beri içim yanıyor!”