Daha önce de bir münasebetle söylediğim gibi, fikirlerimizi, toplamı binleri aşan Harp Okulu öğrencilerine aşılamak için, daha kurmay sınıflarına geçmeden gizli bir teşkilât kurmuş, Muhittin Baha Pars’ın ağabeyi İsmail Hakkı ile Ömer Naci ve birkaç arkadaşın da gayreti ile el yazısı iki nüsha dergi çıkarmıştık. Liderimiz Mustafa Kemal’di. Gelebilecek sorumluluğun en büyük yükü de O’nun omuzlarında idi.
Hürriyet yolundaki faaliyetlerimize kurmay sınıflarında da devam etmeği kararlaştırmıştık. Harp Akademisi’nin birinci sınıfının yanında ufak bir dershane vardı. Veteriner okullarından teğmen olarak çıkan efendiler, geri kalan tahsillerini burada tamamlarlar, yüzbaşı rütbesiyle orduya katılırlardı. Sayıları bize nazaran çok azdı. İçlerinde aydın fikirli gençler vardı. Dergiyi bu dershanede hazırlıyorduk. Sonra gizlice elden ele dolaştırıyorduk. Faaliyetimiz nasılsa, Mektepler Nazırı Zülüflü İsmail Paşa tarafından duyulmuştu. Bu zat, Sultan Hamid’in korkunç hafiyelerinden biri idi. Okul Nazırı Ali Rıza Paşa, saraya çağırılarak tekdir edilmiş, kendisine ağır şeyler söylenmiş. Padişaha sadakatsizlikle itham olunmuştu. Ali Rıza Paşa:
— Yalandır, iftiradır, aslı esası yoktur. Talebe efendilerin sevgili padişahımıza sadakatleri tamdır.
Diyerek ve yemin üstüne yemin ederek yakasını kurtarmıştı Ancak günlerden bir gün, Mustafa Kemal ile beraber
dergiyi çıkaran arkadaşlar, yine Veteriner dershanesine girerek, kapıyı kapamışlar, çalışmağa başlamışlardı. Ben o gün
orada yoktum. Bu sırada durumdan haberdar edilen Ali Rıza Paşa ansızın dershaneye girmiş, arkadaşları cürmümeşhut
halinde yakalayıvermişti.
Ali Rıza Paşa, belki ideal bir Harp Okulu Müdürü olamazdı. Değerli bir asker de değildi. Fakat şunu itiraf etmek lâzımdır ki, namuslu ve vicdanlı bir insandı. Eğer o gün isteseydi, bu arkadaşların istikballerine mâni olabilirdi. El yazısı dergiyi görmemezlikten geldi.
— Neden derslerinizle meşgul olmuyor da, başka şeylerle uğraşıyorsunuz?
Diye kendilerini azarlamakla beraber hiç bir ceza vermedi. Ben, olayı, bizim üstümüzdeki sınıftaki arkadaşım Pirlepeli Ali Fethi (Okyar) den haber aldım. Fethi ateş püskürüyor, bir eliyle Yıldız Sarayı’nı işaret ederek:
— Hep oradaki adamın başının altından çıkıyor bunlar. Sarayı başına yıkılmadıkça rahat yok. Elime fırsat geçse, oraya bomba koyarım.
Diyordu. Bahsettiği kimse, Sultan Hamid’di. 23 temmuz 1908 de sarayı değil, fakat onun istibdat idaresi yıkılmış, dokuz ay kadar sonra da 27 nisan 1909 da hal’edilerek muhafaza altında Selânik’e gönderilmişti. Tesadüfe bakın ki, Abdülhamid’i Selânik’e götüren muhafız Fethi Okyar’dan başkası değildi.
Derhal Mustafa Kemal’i bularak, geçmiş olsun dedim. Dergi yayınlama işine artık ara verecektik. Ali Rıza Paşa’dan kurtulmuştuk ama, Zülüflü İsmail Paşa’dan kurtulmamızın imkânı yoktu. Bu adam ocağımıza incir dikerdi. Cumhuriyet devrinde bir gün, Kadıköy vapurunda Ali Rıza Paşa’ya tesadüf etmiştim. Beni derhal tanıdı ve yanıma geldi. Biraz hoş beşten sonra söz, Harp Akademisi’ndeki tahsil hayatımıza intikal etti. Paşa bu olayı hatırlıyordu.
— Allaha şükürler olsun, dedi. Tanrı o gün fena bir karar almaktan beni korudu. Türk mileti için de pek hayırlı oldu.
Sonra, Ankara’ya giderek Gazi’yi ziyaret etmeği çok arzu ladığını söyliyerek yardımımı istedi. Bize hiç bir fenalığı dokunmamış olan bu ihtiyar ve emekli askerin arzusunu yerine getirdim. Galiba 1933 yılı idi, Ankara’ya geldi. Gazi tarafından kabul edildi ve iltifat gördü.