Babam, Mustafa Kemal’i sever ve bizlerden ayırd etmezdi. Bu sevgi, babam ölünceye kadar sarsılmadan devam etmiştir. Onu genç yaşında tanımış olmaktan iftihar duyduğunu her vesile ile söylerdi. Birinci Dünya Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yaptığı Çanakkale Savaşları’nı çok yakından izlemiş, ben Filistin Cephesi’nde iken İstanbul’dan yazdığı bir mektupta: «Mustafa Kemal, büyük bir asker olduğunu ispat etmiştir.» Diye uzun uzun ondan bahsetmişti.
Mütareke yıllarının felâketli günlerinde Mustafa Kemal, vatanın kurtuluşu mücadelesine atılmak için Anadolu’ya geçmek çarelerini aradığı sıralarda :
— Mustafa Kemal Paşa, beni çağırdığı anda gelmez ve emrine girmezsem, nâmerdim.
Demişti. Mustafa Kemal’in de, o gün bu mülâkatta hazır bulunan Hüseyin Rauf’un (Rahmetli Başvekil ve Büyükelçi Rauf Orbay) da gözleri dolu dolu olmuştu. Rauf, Mustafa Kemal ile beraber İstanbul’dan ayrılmaya çoktan karar vermişti. 19 mayıs 1919daSamsun’a çıkan Mustafa Kemal, millî kurtuluş davasının öncüsü olmuş,”Mukaddes ihtilâlin bayrağını kuvvetli elleri arasına almıştı. Ben, Ankara’da önce 20. Kolordu, daha sonra Batı Anadolu Millî Kuvvetler Başkumandanı olarak bütün samimiyetim ile, inanışım ile ve bütün mevcut imkânlarımla kendisini destekleyor ve onu lider olarak tanıyordum. Doğuda da aynı desteği şimdi Tanrının rahmetine kavuşmuş olan Kâzım Karabekir yapıyordu.
Sivas Kongresi toplanmak üzere idi. Kongreye katılmak için Sivas’a giden arkadaşlar Ankara’ya da uğruyorlardı. 29 temmuz 1919 da hiç beklemediğim bir olayla karşılaştım. 20. Kolordu karargâhının kumandanlık odasında idim. Birdenbire içeriye Kurmay Başkanım Binbaşı Ömer Halis Bey (Rahmetli İstanbul Kumandanı Korgeneral Ömer Halis Bıyıktay) girdi.
— İstanbul’dan eski bir asker geldi. Sizi görmek istiyor.
Dedi. Kim olduğunu sordum.
— Babanız İsmail Fazıl Paşa hazretleri.
Ben hayretler içinde iken paşa babam da içeriye girmiş bulunuyordu. Onun İstanbul’da verdiği söze sadık kalarak mücadele ve millî mukavemet hareketlerinde bilfiil yer almış olması bizim için çok önemli bir kazançtı. Bu gelişten en ziyade memnun olacak Mustafa Kemal’di. Diğer taraftan rahatını düşünen meşakkate katlanmak istemiyen, bu yüzden de İstanbul’dan ayrılmayı göze alamıyan payitahttaki devlet ricaline de bir fedakâlık örneği olmuştu Ancak babam altmış dokuz yaşında idi. Dinç görünmesine rağmen girdiği savaşlar
da, istibdat devrinde geçen ve uzun yıllar süren menfa hayatında bir hayli yıpranmıştı. Bunu yakından biliyordum. Sonra ailemizin reisi idi. Anadolu’ya geçmekte ihtiyar anneciğimi yalnız bırakmış olacaktı. Endişelerimi kendisine söyledim. Bugün gibi hatırlarım, kaşlarını çatarak şu ihtarda bulunmuştu:
— Milletin istiklâli bahis mevzuu olurken, aile endişesi nazarı itibara alınmaz. Çünkü ailesinin huzur ve rahatı ancak milletinin huzur ve kurtuluşu ile kaimdir.
Sonra ilâve etmişti:
— Ben Mustafa Kemal ile beraber, onun emrinde, onun gittiği yolda sonuna kadar yürüyeceğim. Bu kararı İstanbul’dan ayrılmadan çok evvel vermiştim.
Gözlerimde yaşlar tanelenmişti. Babam üç beş gün Ankara’da kaldı. Sonra kongrede murahhas olarak bulunmak üzere Sivas’a hareket etti. Vedâ ederken :
— Biliyor musun, Fuat dedi. Mustafa Kemal Paşa’yı ne kadar göreceğim geldi. Bir oğlumu İstanbul’da bırakmış tım. İkincisini Ankara’da buldum. Üçüncüsüne Sivas’ta ka vuşacağım.
Babamın birinci oğlum dediği İstanbul’da irtibat subayı olarak bıraktığım ağabeyim Yüzbaşı Mehmet Ali, İkincisi de bendim. Sivas’ta kavuşacağını söylediği üçüncü oğlu ise Mustafa Kemal’di. İsmail Fazıl Paşa, ilk Millî Hükümet’in nafıa vekili, yani bayındırlık bakanı olmuştur. Yukarıda yazdıklarıma, benim için hazin olan ufak bir hâtıramı da ekleyerek bu bahsi kapatacağım. Batı Cephesi Kumandanlığı’ndan ayrılmış, 21 kasım 1920 de Moskova Büyük Elçiliğine tâyin olunmuştum. Hasta babamı yalnız başına bırakacaktım. İtiraf etmeliyim ki, işlerimin fazlalığından kendisiyle lüzumu kadar meşgul olamamıştım. Doktorlar damar sertliği hastalığının Ankara’nın sert havasıyla bağdaşmıyacağını, Avrupa’yı ve İstanbul’u arzu etmediğine göre, Antalya’ya giderek bir müddet istirahat tavsiyesinde bulunmuşlardı. Arkadaşları da Almanya’ya gönderilmesi fikrini ileri sürmüşlerdi. Mustafa Kemal, bir kabine toplantısından sonra beni bir kenara çekerek:
— İsmail Fazıl Paşa’nın sıhhî durumunu iyi görmüyorum. İstirahata çok ihtiyacı var. Fakat Ankara’dan ayrılmak istemiyor. Bir kere de siz ısrar ediniz.
Demişti. Aynı ricayı babama iki üç defa tekrarlamıştım. Fakat hepsinde de red cevabı almıştım. Bununla beraber Mustafa Kemal Paşa’nın emrini yerine getirmek için son bir defa daha müracaate karar verdim. Akşam buluştuğumuz zaman muhakkak suretle Almanya’ya gitmesini, annemi de yanına almasını söyledim. Biraz düşündü, sonra :
— Hayır, dedi. Ankara’dan ayrılmayacağım.
Sordum:
— Neden babacığım?
— Ankara’da oturmaktan büyük zevk duyuyorum. Hastalığımı bende biliyorum. Fakat İsrar etme ve artık bir şey sorma.
Rica ve İsrarlarım yine boşa çıkmıştı. Ankara’dan ayrılacağım gün, veda ziyaretine gittiğim zaman, babamı fazla heyecanlı buldum. Yüzümden, gözümden öptü. İşte o zaman neden Ankara’da kalmak istediğini ilk defa açıkladı:
— Bu mukaddes mücadelenin zaferle neticelenmesini görmek müyesser olmazsa, beni bu millî idarenin merkezinde bir yere gömersiniz. Bu arzumu Mustafa Kemal’e de söyle. Bir oğlum sen isen, bir oğlum da odur.
Başımı öne eğdim. Ağlamamak için dudaklarımı ısırıyordum. Müteessir olduğumu anlar anlamaz konuyu değiştirdi. Babam İsmail Fazıl Paşa, büyük zaferi görmeden 1921 yılı nisan ayında öldü. Onu Ankara’da ebedî istirahatgâhına tevdii ederlerken, ben Moskova’da bulunuyordum. Nur için de yatsın.