Evet, ne yazık ülkemizdeki en büyük sorun kimlik bunalımı. Yani önemli bir toplumsal bilincimiz; kimlik bilincimiz ve tarih bilincimiz eksik ve yaralı. Türkiye Cumhuriyeti uzun yıllar can çekişmiş, sonunda yıkılmış ve işgal edilmiş Osmanlı’nın üzerine; Dünyadaki ilk emperyalizme, ilhaka karşı verilmiş özgürlük, kimlik kazanma mücadelesi ile kurulmuştur. Zaten adı da Kurtuluş Savaşıdır. Tüm anlamı burada yatar. Hem işgalci devletlerden hem de artık sömürge olmuş, yaralanmış, hastalanmış, ayakta duramayan geçmişinden kurtulma mücadelesidir bu. İşte bugün, kendisini çokbilmiş zannedenlerle, teslim olmayı, uşak olmayı tercih edenler bir noktada buluşarak; bunu her daim gündeme getirerek, kavgasını yaparlar. Kimle, ne ile? Ne yazık ki, çok acıdır ki tarihimizle, kahramanlarımızla yapılan bir kavgadır bu ve tarihi ile kavga eden insanlar da bana “hiç normal’’ gelmiyor. En başta zaman kavramı, ardından mekân kavramı yok bu kişiliksizlerde. Zaten bilincin tanımı da zaman ve mekân kavramı demek değil miydi basitçe?
Kuramlarla, eylemleri hiçbir zaman birbirine karıştırmamak lazım. Her kuram, düşünce, düş eyleme dönüşemez. Dönüşmesi ve amacına ulaşması; hele ki toplumsal olaylarda olağanüstü bir beceri, başarı sayılabilir. Bizler tarihi bile anlayamadığımızdan, sanki bir laboratuvar deneyi gibi görürüz. Bütün eylemler mevcut iç ve dış koşullarda, mevcut olanaklar içinde ve yine orada olup, eyleme dâhil olanlarca gerçekleştirilir. “Tarihteki şu olayı beğenmedim, şu kişinin burada olması ve bunu yapması doğru değildi; ondan dolayı sevmem’’ gibi sözleri ahkâm kesenlerden okuyup dinliyoruz. Evet, sizin çok güzel düşünceleriniz vardır, doğru olduğuna inanıyorsunuzdur ancak, bunu geçmişe, olmuşa, tarihe uyarlayamazsınız. Hele ki, örneğin, Kurtuluş Savaşı koşullarını düşündüğümüzde; olanaksızlıklar içinde toplum sayılamayacak bir topluluğu yönlendirmek, yabana atılacak bir olgu değildir. Bu savunma, özgürlük savaşı kaçınılmaz bir eylemdi. Tüm bunları ezberlenmiş ideolojilerle, dinlerle ilişkilendirip anlamaya çalışıp, sonunda anlamamayı becerebiliriz. Daha da fazlası olamaz. Ancak, siz, anlamamış olanlar o koşullarda ne yapardınız? Belki kaçar, belki teslim olurdunuz tereddüt etmeden. Ne olur biraz bilinç! Yaşadığımız şu an her ülkede, her yerde yazılan da geleceğimizin gözünde tarihten bir kesittir. Buyurun, beğenmediğiniz yerlerini değiştirin.
Halkımız, giydiği fesini dahi üretemeyen, borç içinde kıvranan, değişen Dünya koşullarına uzaktan bakmış Osmanlı’yı bilmez de hala Osmanlı da Osmanlı der durur. Atalarımızın, dedelerimizin mezarı başında ah, vah diye ağıtlar yakıp, belki yaşamında hiçbir zaman, iyi bir şey yapmamış insanları göklere çıkarmak gibi bir şeydir bu. Arabaların arkasındaki Osmanlı padişahının tuğrasında ve siyasilerin Osmanlı padişahına düzülen övgülerinde hep bir cahillik ve geriye gitme arzusu vardır da ölüyü neden ve nasıl dirilteceksiniz? Dünya sürekli bir değişimin içindeyken ve bu değişimin kıyısında, kenarında ve gerisinde yaşamak açıkça geri kalmışlığınızdansa, inin sahneden, yakışmıyorsunuz oraya. Hepsi, hepsi bir parça düşünce ve sağlıklı sorgulama gerek bu bilince erebilmek için. Olmuyorsa alt yapısı da yok demektir.
Zannedersiniz ki düşman bu ülkeyi hiç işgal etmedi, her şey güllük gülistanlıktı; Osmanlı sarayı yerinde duruyordu da Mustafa Kemal diye birisi geldi, Osmanlı İmparatorluğunu yıkıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Evet, kimlik bunalımın arkasında ciddi bir kafa karışıklığı var gerçekte. Hani ben kimim, neredeyim, bana ne oldu sorularını soracak kadar ciddi bir bilinç kaybı yaşayan bir toplumuz. Ancak, uyanmadık hala. Uyansak da sorsak daha iyi olacak. Burada tarih dersi vermeyeceğim ancak, mutlak ve sorgulanamaz gerçekleri dahi sorgulayan, kesin kes sorgulanması gerekenleri de sorgulayamayan bir toplumun tanımı nedir? Ben sosyolog değilim. Hasbelkader sorgulama işine soyundum ve işe bilinç penceresinden bakıyorum. Böyle bakarak: Bilinçsiz veya kimliksiz toplum mu desek kendimize?
O zamanda birçok olasılık dâhilinde, çeşitli seçenekleri de olabilirdi. Yani ilk akla gelen örneğin, geri kalmış bir ülke ve zihin yapısı ile teslim olmak olabilirdi. Bu olasılık dışında bir diğeri de savaşıp, mücadele verip başarılı olamamak olabilirdi ki, sonucu birinci durumla aynı olurdu. Ancak, bu durumda ezilenlerin, kaybedenlerin bir erdemi olurdu. Çocuklarına biz mücadele ettik ama kaybettik diyebilirlerdi, erdemli bir biçimde. Buradan diğer bir olasılığa geçebiliriz: M. Kemal Atatürk savaşı kazandı ve yeni padişah olma kararını verseydi, kim engel olurdu? Zaten padişahlara alışık bir ülke. Padişah olmadan olmaz, başka bir yönetim nedir bilmez bir halk ve aydın kesimi varken bundan doğal ne olabilirdi? Veya bundan sonra bu ülkenin siyasi rejimi komünizmdir der, ardından dini yasaklar ve bütün camileri de kapatabilirdi. Olmasına engel mi vardı? Evet, bu tür olasılıklara dayanan senaryolar çatallanarak her olayda yazılabilir. Ancak, o kadar. Daha ötesi yok. Olmuş olanı tartışamayız, sadece değerlendirebiliriz. Çünkü bu bir film eleştirisi değil. Bir filmin, romanın, bir dolu kurgusu, birçok yazar tarafından yazılabilir. Yeniden, yeniden, yazılıp, filmi çekilebilir. Ancak, tarih bir kere yazılır ve unutmayalım ki, şu an tarih, bizler yaşarken, yazılmaya devam ediyor; bir dolu saçma sapan görüş ve olgu ile… Tarih bugün için ve ardından gelecek günler için bir basamaktır. Bize düşen ise buradaki kötü gidişatı durdurmak, geleceğin kötülüklerini azaltmaktır. Bilinçli olmak budur. İşte bilincimizin, tarih bilincinin olmaması da böyle saçma şeyleri konuşmaya itiyor bizi; şaşkınlıkla…
Tarih, doğru veya yanlış bilgilerle de doludur. Ancak, tek doğru olan sonuçlarıdır. Sonuçlarına bakarak, ne olmuşsa olmuş, sonunda olana bak demek de yanlışlık yok diyebiliriz. Ancak, hepimizin doğru olan olayların bilgisine ulaşma hakkı doğal olarak vardır. Bu da iyi niyetimizle, birincil, güvenilir kaynaklara ulaşmakla mümkün olabilir. Aksi durumda isteyen, niyetlenen taraflar oturdukları yerden katilleri, kahraman; kahramanları da aşağılama görevlerini başarı ile yaparlar.
Bilinç, bize, gerekli, gereksiz bilginin içinde kaybolmadan karar vermeyi; yani gerekirse az ve öz bilgi ile hareket etmeyi öğütler. Örneğin, bugünlerde yayınlanan birkaç Atatürk kitabı, çok fazla ayrıntıya girerek Atatürk’ü anlatıyormuş. Ben buna göre Atatürk hakkında konuşmak istemem. Çünkü eğer, siz bilinçsizseniz, bu tür çok fazla, gerekli gereksiz; doğru, yanlış bilgiye bakarak işi sulandırırsınız. Benim için M. Kemal Atatürk’ün tek bir anlamı vardır: “Bu ülkeyi, yıkılmış ve işgal altındaki Osmanlı’dan koparıp, bağımsız olarak yeniden kuran ve tüm Dünyamızda da saygıyla anılan bir liderdir’’.
Aslında Dünyamızın içinde bulunduğu ve yaşamış olduğu milyonlarca acı olay vardır, tarih içinde. Örneğin, İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, Portekiz ve de İspanya ‘nın tarihinde ki sömürgecilik, katliam, kölecilik olayları açık ve net olarak bilinir. Öldürülen, köle yapılan insanların sayısı belki yüz milyona varır ki, bugünün dünya nüfusuna göre bile çok önemlidir. Ancak, tüm emperyalistler tarih karşısında hesap vermediler, vermeyeceklerde bu gidişle. Diğer yandan kendi kışkırtmaları olan Ermeni meselesini devamlı kaşırlar. Sen de ülke olarak kendi içinde dingin, uyumlu ve bilinçli olmadığından sürekli savunmada kalırsın. Dosyaları açıp diyemezsin ki: Sen şunu yaptın, sen de şunu… Milyonlarca insanı hem öldürdünüz hem sömürdünüz hem de köle yaptınız. Buyurun hesabını verin. Evet, basireti bağlanmış bir ülke halkının seçtiği siyasetçiler, aydınım diyenler, akademisyenlerimiz ortada… Ancak, hepsinde bir akıl tutulması…
Bir İspanyol papazın İspanya kraliçesine yazdığı mektubu, kitap olarak okumuştum. [1] İspanyol askerlerinin nasıl yeni kıtada milyonlarca silahsız, masum yerli halkı öldürdüğünü yazıyordu, şikâyet olarak. İğrenirsiniz. Hangisi gündeme geliyor? Evet, sorun milliyetçilik değil. Sorun doğruyla, yanlışı birbirinden ayırt edebilme; haklıyı, haksızı birbirine karıştırmama yetisi. Haklıysan, saldırmak değil ama hakkını, kendini savunabilmen önemli. Yoksa sonun sömürgedir. Bilinçli bireyler, tarihi eleştirmek için, senin okuduğun, bildiğin, inandığın ideolojileri, dinleri kullanmanı dikkate almaz. Bunlar tümüyle yanlı, saptırılmış, gerçeklerle ilgisi olmayan sonuçlar verir.
Makedonya’ da sonradan görmelik diyebileceğimiz boyutlarda Büyük İskender heykellerini gördüğümde,’’ bu ne çirkinlik’’ diye düşündüm. Makedonyalı İskender denilen genç kral, MÖ 336-323 yıllarında, Makedonya dan çıkıp, önce Perslerle savaşarak; Hindistan’dan, Mısıra kadar istilalar yapıp, öldürüp, yok ederek kahraman unvanı kazanmış. Normal aklımızla kahraman ancak, yaptıklarını barışçı, bilinçlenmiş aklımızla tarttığımızda bir istilacı, kültür yok edicisi ve katil olarak kabul etmemiz gerekiyor. İşte kahramanlar başka, ülkeleri istila eden, insanları nedensiz yere öldüren, göçe zorlayan, çoluk çocuk, kadın demeden canlara kıyanlar ve hatta kitapları ve kültürleri yakan, yok edenler ayrıdır. Sonuç olarak herkes eyleme bakar. Eylemin o koşullar içinde doğru, haklı olması; saldırı değil kendini savunma için olması, haklarını koruma içermesi; adaleti önemsemesi, merhamet ve vicdan gibi insani değerleri barındırması gerekir. Bu evrensel bakış açısı ile bugünün davranışları ile dünün davranışlarını aynı terazide tartabiliriz. İşte biz buna bilinçli tarih yaklaşımı gözüyle bakabiliriz. Bu bilinçli yaklaşımla yaşadığımız zamanı da sorgulayabiliriz: Biz bugünkü dünyamız içinde hangi haksızlıklara, ne yaparak, nasıl karşı duruyoruz veya durabiliyor muyuz? Elimizden gelen ne? Hangimiz örgütlenip birlikte mücadele edebiliyoruz? Hatta yanı başımızda olan, çirkin sayılacak suçları bile nasıl oluyor da engelleyemiyor, durduramıyoruz? İşte gelecek nesiller de bizden hesap soracak. Hazırlıklı olun.
Tarih, felsefe tarihi değildir ne yazık ki. Tarih, yaşanmış kan, gözyaşı, katliam, işgal ve aptallıkların toplamıdır. Bu aynı zamanda geleceğin dünyası için bugünün tarifidir. İşte bunu fark etmek, bizim aradığımız bilincin uyanmasıdır. Yani Homo Consious olmaktır.
Makale Kaynakçası :
[1] – Bartdomeo de las Casas, Kızılderililer nasıl yok edildi, İmge Yayınları, 2009