Din olgusu, toplumlar üzerinde ki en önemli manevi değerlerden biridir. Bu nedenle tarih boyunca devletler veya çeşitli odaklar başarıya ulaşma adına din olgusunu kullanmışlardır. Din olgusunun İstiklal Savaşı yıllarında da önemli bir yer tuttuğu, gerek düşman ile işbirliği içindeki odakların gerekse milli mücadele yanlılarının başarıya ulaşmak adına din olgusunu fazlaca kullandıkları görülmektedir.
İslam ahalinin milli mücadeleye destek vermesini önlemek amacıyla Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın talimatı sonucunda bir fetva yayınlayan Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi, Kuvay-i Milliye hareketinin şer’an caiz olmadığını ve milli mücadeleye katılanların Halife’ye ihanet içinde olduklarını söyleyerek katledilmelerinin vacip olduğunu bildirmiştir. Başta Rıfat Börekçi olmak üzere vatanperver din adamları ise karşı bir fetva yayınlayarak milli mücadele hareketinin desteklenmesinin dinin bir gereği olduğunu vurgulamışlardır.
Din olgusunun Ortodoks tebaa üzerinde ne şekilde kullanıldığını incelediğimizde, yalanlar üzerine kandırılanların sadece Şeyhülislam fetvalarına muhatap İslam ahali olmadığını görürüz. Şöyle ki, Ortodoksların ruhani merkezi olan ve Yunanistan’la sürekli işbirliği içindeki Fener Rum Patrikhanesi “Megalo İdea” davasını hayata geçirmek adına bir yandan Anadolu’daki Türk Ortodoksları Rumlaştırma politikası izlerken, bir yandan da Avrupa’ya Anadolu’da ki Ortodokslar Rum kökenlidir mesajı vermeye çalışmıştır. Patrikhane Rumlaştırma politikasına Anadolu’daki Türk Ortodokslarına Yunan dili öğretme faaliyetleri ile başlamıştır. Burada ki asıl amaç ise bu insanlara yalnız dil öğretmek değil, Yunan mefkure, gelenek ve göreneklerini de aşılamaktır. Patrikhane bunun için büyük bir eğitim teşkilatı kurmuş, Rum okullarında Türkçe okutulmasını yasaklamış ve açmış olduğu okullara Megalo İdeacı profesörler göndermiştir. Patrikhane’nin Anadolu’nun dört bir yanına gönderdiği tüccarlar, rahipler ve öğretmenler sabırlı ve sistemli bir şekilde faaliyet göstererek buradaki Ortodoks Türk halkını öz benliklerinden uzaklaştırmaya çalışmışlardır. O dönemde yaşayan ve bahsettiğimiz Yunan ajanlarının oyunlarına gelerek çetecilik faaliyetlerine katılan Karamanlı bir Ortodoks, oğluna yazdığı vasiyetinde şunları söylemektedir:
“Karamanlı Ben Karamanlı öyle bir Rum idim ki, dünyada Müslümanlar kadar kimseyi sevmezdim! Kalbimin âdeta İslâmiyet’e yaklaştığını hissederdim. O esnada köye bir Yunan geldi. Rum ahaliye bilmediğimiz şeyler söylüyordu. Biz evvelden büyük bir imparatorluk imişiz. Sonra vahşi Türkler memleketimizi istilâ etmiş, kadın, çocuk, ihtiyarları ateşlere atmışlar, gençleri kılıçtan geçirmişler! İlk toplantıda Türkler aleyhine vahşi, kaba, canavar iftiralarını işitmek bize ağır geldi. Fakat yavaş yavaş alışıyorduk. Bir gün geldi ki, o telkinatın tesiri altında Türkler’e karşı düşmanlık hissi duymaya başladım. İstanbul’a geldikten sonra bu cinayeti de aynı sebeple işlemiştim. Boğaziçi’nde bir komite teşkil etmiştik. Her ay Averof için iâne toplar, gizlice Atina’ya yollardık… Doktor Nikolanidis, eczacı Kiryako, meyhaneci Koço, gazinocu Aleksi ve ben komite âzâları idik. Vazifemiz, saf Osmanlılar’ı her ne şekilde olursa olsun, ifsat etmekti. Buna Rumlar’dan başlıyorduk. Boşo, Kozmidi lâzım gelen emirleri verirlerdi. Türk unsurunun imhası için Yunanistan’a koştuk. Çeteler teşkil ettik. Köyleri yaktık. Muhacirleri arabalarının içinde birer birer boğazladık. Kadınların, kızların ırzına geçtik. Esirlerin gözlerini oyduk. Burunlarını, kulaklarını kestik! Öyle facialar meydana getirdik ki, oğlum, şimdi şimdi onların korkusu ile titriyor, boğuluyorum! Kör olsun, beni baştan çıkaran o Yunan domuzlar!”
Rıfat Börekçi önderliğindeki vatanperver din adamları, Müslüman halkı fetva ile kandırarak isyan ettiren Şeyhülislam’a karşı adeta bir din savaşına girmişlerdir. Anadolu’daki Ortodoks vatandaşlarımızın da din bezirganlığı yapan Fener Rum Patrikhanesi tarafından aynı şekilde kandırılmasına engel olunması gerekmektedir. Bu konuda kimsenin elini taşın altına koymak istemediği bir sırada Keskin’de görev yapan genç Metropolit Papa Eftim sahneye çıkmıştır. Bu yazıda, Papa Eftim’in milli mücadele döneminde Fener Patrikhanesi’ne karşı giriştiği ruhani mücadeleyi kısaca ele alacağız.
Karahisarlıoğlu Pavri (Papa Eftim), 1884 yılında Akdağmadeni’nin İstanbulluoğlu mahallesinde Hristiyan bir aileden dünyaya gelir. Vaftizi yapıldıktan sonra kendisine büyükbabasının adı olan “Pavri” adı verilir. Babası “Baraş” ticaretle uğraşmaktadır. Akdağmadeni’nde “Karahisarlıoğlu” lakabı ile tanırırlar. Pavri, ilk ve orta tahsilini Akdağmadeni’nde yapar. Küçük Pavri, ortaokula gitmeden çok önceleri, dine karşı büyük bir arzu duyar ve 90 yaşındaki gözleri görmeyen babaannesiyle birlikte kiliseye gitmeye başlar. Sabah erkenden kiliseye giden Pavri’nin çok zamanlar geceyi orada geçirdiği de olur. Ortaokul hocası Şevki Efendi, zekası ve çalışkanlığı ile dikkat çeken Pavri’ye destek olmaktadır. Onun telkiniyle dine daha çok bağlanan geleceğin Papa Eftim’inin ideali, kendi inancı çerçevesinde iyi bir din adamı olmaktır. Müslüman arkadaşlarının Kuran-ı Kerim’i ezberlemelerine imrenerek İncil’i ezberler. Yalnız ezberlemekle kalmaz, İncili tefsir etmeye de başlar. [1] 1908’de Ankara’ya giderek baba mesleği olan manifaturacılığa başlar. 1911 yılında evlenir,[2] 1912’de diyakoz,[3] 1915’te seçimle papaz olur. Daha sonra Akdağmadeni’ne döner. 1918 yılı Mart ayında Metropolit [4] Vekili olarak Keskin’e atanır. Artık o, Anadolu’da ve dünyada yaşanan gelişmeleri yakından takip eden bir din adamıdır.
Fener Rum Patrikhanesinin din olgusunu kullanarak Ortodoks ahaliyi Türklük aleyhinde nasıl etkilediğini gören Papa Eftim’in yapacağı iki şey vardır. Ya Ortodoks bir din adamı olarak bağlı bulunduğu ruhani merkez olan Fener Rum Patrikhanesi’nin talimatları doğrultusunda hareket edecek, ya da dinen bağlı bulunduğu kurumu karşısına alıp, mensup olduğu Türk milletinin yanında yer alacaktır. İşte bu çok zor karar aşamasında Papa Eftim, tereddüt dahi etmeden milletinin yanında yer almayı seçmiştir. Papa Eftim, 1 Nisan 1918 tarihinde Keskin’de Metropolit Vekili iken Fener Patrikhanesinin faaliyetlerini protesto etmek için bütün kamuoyu ve dünya Hristiyanlığına hitap eden meşhur bildirisini yayınlayarak şu sözleri söylemiştir:
“Büyük Allah’ın iradesiyle, İsa Mesih’in hizmetkârı, Keskin Ortodoks Reis-i Ruhanisi ben Papa Eftim, umum Anadolu Ortodoks cemaat ve kiliselerine Tanrı’dan ve mübarek İsa Mesih’imizden cümlenize selamet ve saadet inayet ve ihsan buyurulmasına dua eder. Amin.
Avrupa mücadelesi ve bilhassa son zamanlardaki Yunan taarruzu neticesinde Anadolu’nun Müslümanları gibi biz Hıristiyanları da müteessir ve mutaarrız oluyoruz. Buna hiç şüphe yoktur. Anadolu’da hiç bir Hıristiyan yoktur ki umumi felaketin kendilerine ait kısminin yegâne müsebbibi İstanbul Patrikhanesi olduğuna kanaat getirmemiş olsun. Zira kabili inkar bir keyfiyyet değildir ki, Türk hukukî ikametimizin bidayetten (başlangıçtan) şimdiye kadar kiliselerimize bir müdahalesi olmamış iken İstanbul Patrikhanesi mübarek İsa Mesih’imizin emri hilafına ruhaniyetin ve mezhebimize şerre, alet ederek, Türk olduğumuz halde Helenizm propagandası ile iğfal edilerek güya aslen Yunanlı imiş ve aslına rücu edermiş(geri dönermiş) gibi azınlık hukuku iddiasıyla mezhebi millete karıştırarak bir taraftan bizi Yunan amaline alıştırmak desiselerini istimal ve diğer taraftan da umumi vekilimizmişçesine hakkimizi istiyor der gibi vaziyetler alarak Avrupa’ya karşı hükümetimizden müşteki(şikayetçi) sıfat vaziyetiyle göstermeye kalkıştılar. İstanbul Patrikhanesi acaba bu hususta haklı mı? Haksız mı? Meselenin ruhani ve cismani olarak etraflıca haline bir bakalım:
Evvelâ, ruhani düşüncemizden bahsedelim; İncili şerifte mübarek Isa Mesih’imizin, Allah ‘a ait olanı Allah ‘a ve hükümdara ait olanı hükümdara veriniz, diye buyurduğu yazılı olduğu gibi, İsa Mesih’in resulü Pavlos’un Romanlara hitaben yazdığı mektubun onuncu babında aynen şöyle yazılıdır: “Herkes emri altında bulunduğu hükümete itaat etsin. Zira, Allah tarafından almayan hiç bir hüküm ve hükümet yoktur. Hükümet, mevcuda Allah tarafından tertip edilmiştir. Bunun için hükümete muhalefet eden, Allah ‘in düzenine mukavemet edenler, kendi Aleyhlerine hükmü davet ederler. Zira, hükümetler, iyi ameller için değil ancak kötü ameller korkutuyorlar. Hükümetten korkmamak ister misin? İtaat et. Ve iyi olanı işle ki onun tarafından meth olunacaksın. Çünkü senin iyiliğin için, Allah tarafından memurdur. Lakin kötü olanı işlersen kork. Çünkü o, kılıcını beyhude taşımıyor. Zira, Allah tarafından memur olup, kötülük isleyen ve itaat etmeyen üzerine gazap icrası için intikam alıcıdır.
Bu ezelden, yanlış gazap sebebi ile değil, ancak zamir sebebiyle dahi (yani bütün kalbimizle samimi alarak) hükümete tabi almak lazımdır. Bu sebeple dolayıdır ki, hükümete vergi dahi verirsiniz. Zira, hemen bu şeye mukayyet olarak Allah tarafından memurdur. İmdi cümleye haklarını veririz. Yani vergi hakkı olana vergi, korku hakkı olana korku, itaat hakki olana itaat, saygı ve hürmet hakkı olana saygı ve hürmet ederiz. Meselenin ruhani kısmına yukarıdaki ilahi sözler kafi. Bunlara ilave edilecek nasihat zait olur sanırım. Meselenin dünyevi hususlardaki düşüncemize gelince, bu da pek acık ve çok basit olduğundan uzun uzadıya izaha lüzum görmüyorum. Çünkü bu da herkesçe malum bir keyfiyettir. Mesela, İstanbul Patrikhanesi’nin bize Türklüğümüzü unutturmak ve dilimizi değiştirtmek için aldığı bunca tedbirler hiç kar etti mi? İşte Türk tabiiyetimiz ve dilimiz olduğu gibi bakidir. Halis Türk ve Türk evlatları olduğumuzu adet, töre, kültür ve her halimizle bunu ispat etmekteyiz.
Düşüncelerimizi böylece hülasa (özetlemiş) ve halletmiş oluyorum, zannederim. İşitmek için kulağı olan işitsin! On asırdan beri Anadolu’da Türk hükümetimiz kiliselerimize ve dinimize ne zaman taarruz etti? Böyle bir şey vaki midir? Haşa!
Din Allah’a ait ve vicdana bağlıdır. Kiliseler siyaset ocağı değildir, Allah’ın evidir. Din şerre ve ihtilafa alet değildir, hayra ve iyiliğe sulh ve selamete delalettir. Fener Patrikhanesi’nin, dini ve ruhani vazifesini ihmal ederek, şanlı Türk Milleti’nin biz şanlı evlatlarını hilelerle Yunanlı yapmaya kalkışması ve Avrupa’ya böyle göstermesi, Türk Milletinin aleyhine esastan ari şikayetlerde bulunması, Allah’ın emrine ve hakikatine muhaliftir…” [5]
Papa Eftim beyannamesinde iki temel noktaya vurgu yapmıştır. Bunlardan birincisi Anadolu’da yaşayan Ortodoksların tamamının Rum olmadığı ve bu insanların dilleri, adetleri ve kültürleri ile Türk olduklarını ispatladıklarıdır. İkincisi ise Fener Rum Patrikhanesi’nin bu gerçek karşısında takındığı Helenleştirme/ Yunanlaştırma/ Rumlaştırma politikasının bağlı bulunduğu devlete karşı yapılmış bir ihanet, bir vatan hainliği olduğudur.[6]
Papa Eftim’in Keskin’den bütün Hristiyanlık alemine hitaben yayınladığı beyannamesi dönemin Fener Rum Patriğinin hiç hoşuna gitmemiştir. Patrik, Papa Eftim’in dinen kendisine bağlı bir kişi olması nedeniyle ona bir genelge gönderir. Genelgede Türkiye’nin Yunanistan’a verilmekte olduğunu ve Türk hükümetinin meşruiyetinin kalmadığını söyleyerek Anadolu’da ki Ortodoksların Türk tabiiyetinde kalmalarının gereksiz olduğunu belirtir. Bununla da yetinmeyen Rum Patriği, dönemin sadrazamına başvurarak Aralık 1918’te Papa Eftim hakkında bir tutuklama kararı çıkartır. Ancak, dönemin Ankara Valisi Muhiddin Paşa ve vatansever Keskin Kaymakamı Avni Bey bu kararı yerine getirmeyerek Papa Eftim’i teslim etmemişlerdir. Bu tutuklama kararının çıkartılmasında, Patrikhane’nin amacı Papa Eftim’in mücadelesini zayıflatmak ve direnişini kırmak, onu etkisiz hale getirerek Ortodoks Türklerin milli mücadeleye destek vermelerini önlemektir. Papa Eftim ve Patrikhane arasındaki savaş gittikçe şiddetlenmektedir. Son Osmanlı Meclisi Mebusan seçimleri ile ilgili olarak Patrikhane, Ortodoks Rumların Türk uyruğunda kalmasının [7] ve Rumların Meclis-i Mebusan da temsil edilmesinin bir gereğinin olmadığını düşünmektedir ve bu düşünceyle Papa Eftim’e de nüfuz sahası altındaki Ortodoks halkın seçimlere katılmasının engellenmesini emreden bir genelge göndermiştir. Papa Eftim nüfuzu altındaki Ortodokslara herhangi bir dayatmada bulunmadığı gibi, Keskin Müslüman Türk halkının seçtiği müntehibi sani sıfatıyla seçimlere katılır. Bu arada Fener Rum Patrikhanesi yurt dışındaki ayrılıkçı faaliyetlerine devam etmektedir. Trabzon Metropoliti Hrisantos, Paris barış Konferansı sırasında General Harbord ile görüşmüş ve hain emelleri konusunda onu ikna etmeye çalışmıştır. Buna karşılık Papa Eftim, Anadolu’ya gelen General Harbord’a bir telgraf göndererek, Rum ve Ermeni azınlıkların Türkler aleyhine yaptıkları olumsuz propagandalara kanmamasını istemiştir. Papa Eftim telgrafında, Anadolu Rumluğunun bölünmez bir parça olduğunu, ortadaki olayların dışarıdan gelen yıkıcı-bölücü tahrikler ve telkinler sonucu meydana geldiğini, Rumların, Türklük camiasının huzurlu bir unsuru halinde asırlarca emniyet ve huzur içerisinde yaşadıklarını vurgulamış, alınacak kararların asılsız propagandalara dayanarak verilmemesini, olayların yerinde değerlendirilmesini istemiştir.[8]
Fener Papazları bu seferde “Hunhar, canavar suratlı, zalim Kemalistlerin zulümlerinden biz Hıristiyanları kurtarmağa gelin, Kemalistlerin Ankara’da ki zehirli yuvalarını bir an evvel yıkmak için acele edin. Yüzbinlerce Hristiyanın hayatını kurtarın!” yazan broşürler dağıtarak Avrupa’dan yardım istemeye başlamışlardır. Papa Eftim, Keskin Türk Ortodoks Metropolit Vekili sıfatıyla Hakimiyet-i Milliye gazetesine verdiği bir beyanatta, Fener Rum Patrikhanesi’nin bütün dünyaya Anadolu Hıristiyanları’nın tamamını Rum olarak tanıtmasına ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinin sözde Rum Hıristiyanlarını kurtarmak amacıyla Anadolu’nun işgali için propagandası yapmasına engel olmayı amaçlayarak; “Anadolu’da bizim örf ve adetlerimiz hilafında bir kanun yoktur. Kanunlarımız örf ve adetlerimize göre tanzim edildiği cihetle bize yabancı değildir. Fener Patrikhanesi Anadolu Hıristiyanlarının selametinin nerede olduğunu düşünerek, Avrupa siyasilerini propagandalarla yanlış yola sevk ettiklerini bütün delilleriyle ve açıklıkla gösterebiliriz.” demiştir.[9]
Fener Rum Patrikhanesi ile amansız bir mücadeleye girişen Papa Eftim ve ona tabii Türk Ortodoksları için artık Patrikhanesi çatısı altında yaşamak imkansız bir hal almış, Anadolu’da bir Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin kurulması zaruri hale gelmiştir. 1921 yılında Türk Ortodoksları kendi Patrikhanelerini kurmak için resmi yollara başvururken verdikleri dilekçelerde Türk olduklarını, Türkçeden başka dil bilmediklerini, Fener Patrikhanesi’nin faaliyetlerine karşı olduklarını ifade ederek bir Türk Ortodoks Patrikhanesi etrafında birleşmek istediklerini vurgulamışlardır. 11 Nisan 1921’de Kastamonu, Daday, Tosya, Taşköprü ve Safranbolu’da yaşayan Türk Ortodoksları, kendi Kaymakamlıklarına başvurarak eskiden beri Ortodoks mezhebini kabul etmiş Türklerden olduklarını, Türk adı altında yaşamak istediklerini ve Türklüğe ihanet eden İstanbul Rum Patrikhanesi’nden ilişkilerini keserek yeni kurulacak patrikhanede milli Türk Hükümeti emri altında yaşamak istediklerini bildirmişlerdir.[10] Aynı şekilde Çorum ve çevresinde yaşayan Ortodoks Türkleri adına Çorum Ortodoks Kilisesi Metropoliti Papa Nikola ve Gülistanoğlu Hristos imzalarıyla TBMM başkanlığına, İçişleri, Dışişleri ve Adliye Vekaleti’ne gönderdikleri dilekçeler de, asırlardır dini hürriyet içerisinde yaşamakta oldukları Anadolu’da Rum veya Elen adıyla bir millet olmayıp, kendilerinin milattan önce batıya doğru göç eden ırken Turanlı Hıristiyan Türklerden olup, kendi haklarını dile getirmesi için İstanbul Patrikliği’ne hiçbir zaman vekalet vermedikleri gibi, Avrupalı Devletlerinin azınlıklar hukuku gibi bahanelerle bir ailenin üyeleri arasına ikilik sokma çabalarından duydukları rahatsızlığı dile getirmişlerdir.[11] Papa Eftim’in çabaları ve Anadolu Türk Ortodokslarının bu kararlı tutumları, Türk Ortodoks Patrikhanesi kurulması için ocak ayında verilen kanun teklifinin kanunlaştırma sürecini hızlandırmış, 1 Mayıs 1921’de Bakanlar Kurulu tarafından “Türk Ortodoks Patrikhanesi” kurulması ile ilgili karar kabul edilmiştir.[12]
1922 yılına gelindiğinde bir yandan ülkenin içinde bulunduğu savaş hali nedeniyle asayişin bozulması, bir yandan da Fener Patrikhanesi’nin çevirdiği entrikalar sonucunda Anadolu’da yaşayan Hristiyan Rum, Hristiyan Türk ve Müslüman Türk unsurlar arasında ister istemez bir soğukluk oluşur. Aynı dönemde Karadeniz bölgesinde yaşanan faciaların İç Anadolu’da da yaşanmasından endişe eden Keskin Metropolit Vekili Papa Eftim bu üç unsur arasında meydana gelebilecek olayları nötralize etmek için İç Anadolu’yu dolaşmaya karar verir.
Papa Eftim, yaşanan olayların Fener Patrikhanesi’nin siyasi emelleri doğrultusunda gerçekleşmeye başladığını fark eder etmez, durumu düzeltmek ve Anadolu’da ki bütün Hristiyan unsurları milli mücadeleye kazandırmak için Keskin’den Kırşehir’e oradan da Nevşehir’e geçer. Burada müslim/gayrimüslim ahalinin arasındaki sorunları daha fazla büyümeden çözen Papa Eftim, İncesu üzerinden Kayseri’ye geçer. Burada bir müddet kalan Papa Eftim, Türk Ortodoks Kilisa Kongresi’ni toplar. Kongrenin ilk oturumunda belirlenen kongre nizamnamesine göre Papa Eftim Anadolu Türk Ortodokslarının vekil ve temsilcisi seçilir. Kongrede alınan diğer önemli kararlardan birisi de Anadolu’da oturan Türk Ortodokslarının anadili Türkçe olduğundan, Rumca anlamadıklarından dolayı İncil’in Türkçe okunmasının ve kiliselerde Türkçe vaazlar verilmesinin tüm Ortodoks kiliselerine bildirilmesidir. Yine kongrede Ankara’da bulunan İngiliz generali Thownshend’e telgraf çekilerek, Türk Ortodokslarının TBMM Hükümeti’nin adalet ve şefkatinden memnun oldukları, Fener Patrikhanesi’nin azınlıkların hakları iddiasıyla dini siyasete alet ettiği ve bu tür iddialara önem verilmemesi gerekliliği tekrar bildirilir. 21 Eylül 1922’de kongrenin son oturumu yapılır ve Türk Ortodoks Kilisesi resmen kurulmuş olur. Bu tarihten sonra Fener Patrikhanesi’nden ayrılıp Türk Ortodoks Kilisesi’ne bağlanan Türk Ortodoksları, yayınlanmakta oldukları “Anadolu’da Ortodoksluk Sadası” gazetesi ile Fener Patrikhanesi’nin propagandalarına cevap vererek “Rum değil, Türk Ortodoksu olduklarını ve her zaman milli mücadelenin yanında yer aldıklarını” bütün dünyaya haykırırlar.
Sonuç yerine;
Papa Eftim, tıpkı şeyhülislamla fetva savaşına giren Müslüman din adamlarımız gibi, aynı özveri ve milli duygularla Atatürk’ün “fesat ve ihanet ocağı” olarak nitelediği Fener Rum Patrikhanesi’yle savaşa girişmiştir. Papa Eftim kendi nüfuzu altındaki insanlara sürekli Fener Patrikhanesinin zararlı faaliyetlerini anlatmış, Müslüman Türklerle aynı soydan geldiklerinin unutulmamasını ve milli mücadelenin mutlaka desteklenmesi gerektiğini telkin etmiştir. Böylece, Karadeniz’de yanan Pontus İsyan ateşinin Anadolu’ya sıçramasını da önlemiştir. Her fırsatta Türklüğü ile övünen, milli mücadele sırasındaki vatanperver faaliyetleri nedeniyle Atatürk’ün “Bize bir ordu kadar yardım etti” dediği Papa Eftim, Fener Rum Patrikhanesi olan mücadelesini hayatının sonuna kadar sürdürmüş, “Davam… Davam” diyerek son nefesini vermiştir.
[1] – Teoman Ergene, İstiklal Harbinde Türk Ortodoksları, İstanbul 1951, s.5.
[2] – Yonca Anzerlioğlu, “Türkiye’de Ortodoks Türkler (XVI. yy. – XX. yy )”, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Doktora Tezi, s.201.
[3] – Diyakoz, Ruhbanlık derecelerinin ilk basamağı, papaz yardımcısı.
[4] – Metropolit, Ortodokslukta Patrikten sonra gelen, bir bölgenin din işlerine başkanlık eden kişi.
[5] – M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul 1980, s.189.
[6] – Anzerlioğlu, a.g.t, s.204.
[7] – Taha Niyazi Karaca, Son Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri, Ankara 2004, s.316.
[8] – Zekeriya Türkmen, “İstiklal Harbi Yıllarında Türk Ortodokslarının Fener Rum Patrikhanesine Karşı Yürüttükleri Propaganda Faaliyetleri”, Askeri Tarih Bülteni, 24/46, Şubat, 1999, s. 71.
[9] – Hakimiyet-i Milliye, 7 Kasım 1921; 1 Mayıs 1921; İbrahim Erdal, “Türk Basınına Göre Ortodoks Türklerin Milli Mücadeledeki Tutumu”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 2005, Mayıs- Kasım, S.35-36, s.337.
[10] – Hakimiyet-i Milliye, Erdal, a.g.m. , s 336.
[11] – Özgür Mert, Türk Ortodoksları, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi , s.20.
[12] – BCA: Dosya: 94-6 Fon kodu: 30..1 .0.0 Yer no: 3 18 14. ; Bkz: Naklen, Mert, a.g.t. , s.17.