İstanbul fetihten sonra iskân ve imar noktasında çok büyük gelişmelere ihtiyaç duymuştur. Bu kadim şehir, 1204 Latin istilasından sonra çok büyük bir yıkıma maruz kalmış ve süregelen yıllar içinde metruk evler, atıl binalar, boş arsalarla dolu bir enkaza dönüşmüştü. 1400’lü yıllarda şehre gelen seyyahların ortak kanaati ev dokusunun düşüklüğü, su sarnıçlarının yıkıntısı, içinde meskûn yerlerden çok boş arazilerin olduğu, kısmen bir köy durumuna dönmüş bir şehir durumundaydı. Fetihten sonra yapılacak işlerin başında belki de en önemlisi bu atıl hale gelmiş şehri imar etmek idi.
Şehrin imarı yanında nüfusun artırılması için Anadolu’dan Türkler getirilerek şehre iskân edilmeye çalışıldı. Şehirden ayrılan Rumların geri kazanılması için de çeşitli politikalar uygulanmış, bu kişiler yağmalanmamış bölgelere yerleştirilmişlerdi. Anadolu’dan gelen Türklerin bir kısmının vergi ve şehir yaşayışına uymaması nedeni ile İstanbul’u terk etmeleri (günümüzden bakınca ne ilginç şey), şehre geri çağrılan Rumların ise bir kısmının gelmemeleri üzerine boşta kalan hane ve arsalar resmi olarak hazineye intikal etmiştir. Mevkuf yani vakfedilmiş olan bu haneler de Anadolu’dan İstanbul’a göçtürülen ailelere verilmiştir.
Sultan Mehmed’in vakfedilen bir hanenin bir kişiye verilmesi hakkında bir berat bize bu uygulamayı göstermektedir. Galata şehrinde Kasap Anton’dan mevkuf olan üstünde üç altında iki oda olan ev bu berata konu olmuş. Fetihten sonra muhtemelen şehri terk eden Kasap Anton’un bıraktığı evi fetih gereğince hazine malı olarak kabul edilerek vakfedilmiş, İstanbul kadısı Çakır Bey’in de onayını içeren tezkire vermesi üzerine bu ev Sultan Mehmed tarafından Mehmed isimli bir kişiye mülk olarak verilmiş. Berat gereğince mülk edindiği evini satma, bağışlama yahut vakfetme hakkının mülkün yeni sahibine bırakıldığı belirtilerek hiç kimsenin kendisine engel olamayacağı yine berat gereğince bildirilmiş.