İlk zamanlar kabileler halinde yaşayan insanlar diğer kabilelere karşı çıkar çatışmaları ve menfaatleri yüzünden şiddet kullanma yoluna başvurmuştur. Böylesi bir ortamda da adına harp veya savaş dediğimiz bir kavram ortaya çıkmıştır. Toplumların zaman içerisindeki değişimi ve gelişimi göz önüne alındığında İlk Çağ’da kabileler arası çatışmalardan ibaret olan bu savaş kavramı, Orta Çağ’ da yerini şehir devletlerinin kurulması ile silahlı mücadelelere bırakmış, Yeni Çağ’dan itibaren ise ulusal devletlerin kurulması ile bu savaş kavramı milletlerin topyekün birbirleriyle savaşmasına dönüşmüştür.
Savaşların en önemli unsuru olan insanlar ancak silah kavramı ile bir arada düşünüldüğünde tehlikeli bir hale gelmektedir. Zira insan tek başına düşünüldüğünde doğadaki diğer yırtıcı ve yabani canlılara nazaran daha savunmasız bir haldedir. Bu savunmasızlığı silah yapımı ile ortadan kaldırmanın gerekliliğini bilen insanlar; akıl, zeka ve mantık ile silah geliştirme düşüncesine sahip olarak doğanın kendilerine sunduğu imkanlar dahilinde çeşitli silahlar üretmişlerdir.
İlk Çağlarda insanların ürettiği silahlardan olan ok, mızrak, bıçak, balta gibi günümüze nazaran ilkel olarak nitelendirebileceğimiz ancak o günün şartlarına göre modern ve kullanışlı olan bu silahlar genellikle avcılık ve savaş için kullanılmıştır. Eski Türkler de kendi çağına ve düşmanın gücüne göre kendilerince bu silahları kullanmış, geliştirmiş ve bunlara ek olarak ise yeni silahlar üretmişlerdir. Özellikle Türklerin silahları kullanma yeteneği ve bunun yanı sıra savaş taktik ve stratejilerini büyük bir ustalıkla kullanmaları diğer tüm kavimlere örnek olmuştur. İşte bu doğrultuda tarih sahnesine büyük bir mücadele veren Türklerin savaş ve savaş gereçlerine göz atmak gerekir.
Türklerin savaş araç ve gereçlerinin başında atlar gelmektedir. Sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri hayatın her alanında faydalanılan bu atlar özellikle savaş meydanlarında Türkler için oldukça önemli bir unsur olmuştur. Zira atın evcilleştirilmesi ile ona istediğini yaptırabilen bir millet olan Türkler, atın manevra yeteneği ve hızıyla savaşların kazanılmasında veya akınların yapılmasında oldukça etkili olmuş ve adeta askerlerin silah arkadaşı gibi olmuşlardır. Bundan dolayı başta Orhan Abideleri olmak üzere birçok yazıtta ve komşu devletlerin kaynaklarında Türk atlarının önemi ve savaştaki faaliyetlerinden uzun uzun bahsedilmektedir.
Türklerin kullandığı bu atlar, diğer atlara nazaran önemli özelliklere sahipti. Görünüş olarak küçük bedenli, uzun ve ince bacaklı, mağrur bakışlı, sert tırnaklı tipik batı bozkırı tipindeydiler. Çok dayanıklı olan bu atlar, çeşitli hava şartlarına da kolay kolay ayak uydurabilen cinslerdi. Dayanıklılığının yanında uzun mesafeleri kısa zamanda kat edebilmeleri savaşlarda Türkler lehine sonuçlar doğurmaktaydı. Öte yandan Çin kaynaklarında bu atların günlük 100 Li ( 1 Li yaklaşık 300 metre ) yol gittikleri yer almaktadır. Bahsi geçen bu Türk atlarının dönemin şartlarına göre çok kullanışlı olması ve savaşlarda kazanılan başarıların önemli faktörü olması sebebiyle komşu kavimlerden olan olan Tung-hu’lar tarafından da dikkatle izlenmiş ve zamanında Mete Han’dan bu atlar talep edilmiştir. Ayrıca Türklerin askeri teşkilatlanmasında yer alan ve ustalıkla kullanılan bu atlar için için yabancı kaynaklarda ‘Türk’ün Kanadı’ ifadesi kullanılmıştır.
Atların yanı sıra Türk silahları arasında ilk sırayı ok ve yay almaktadır. Ok özellikle uzun savaş taktiğini benimsemiş süvari birliklerin kullandığı etkin bir savaş aracıydı. At üzerinde oldukça başarılı olan Türkler, at üzerinde yay gerip ok atmada da son derece etkiliydiler.
Türklerin kullandıkları bu oklar genellikle tunç, demir, kemik ya da bir taş ucuna sahiptir. Örneğin Asya Hunları dönemine ait bir kurgandan elde edilen bilgilere göre, bu döneme ait okların üç kenarlı demirden veya eşkenar dörtgen biçimde yan kesimli ve 3-9 santim uzunluğunda ok uçlarının kullanıldığı tespit edilmiştir. Göktürk Döneminde ise genellikle demir uçlu oklar tercih edilmiş ve kültürel gelişimlere bağlı olarak zamanla da bu ok uçları gelişim göstermiştir. Okların uçları bakımından farklı olmasının yanı sıra biçimleri bakımından da farklılık göstermektedir. Öyle ki üç taraflı oklar, iki tarafı keskin oklar, kancalı oklar veya kancasız oklar gibi çeşitli ok biçimleri mevcuttu. Söz konusu bu biçimleri ve yapıldığı malzemelerin farklılıkları da doğal olarak dönemin üzerinde çeşitli etkiler bırakmaktadır.
Türkler gelişen ve değişen zaman içerisinde dönemin şartlarına uygun olarak çeşitli oklar icat etmişlerdir. Bunların bir tanesi ve en bilineni Mete Han’ın icat ettiği ‘ıslıklı ok’ veya ‘ıslık çıkaran ok’tu. Bahsi geçen bu okların en belirgin özelliği okun ucuna delikler açılarak ve okun fırlatılmasıyla beraber havadaki sürtünme kuvvetinden dolayı, bu deliklerden havanın girmesiyle çıkan sesti. Bunlar öldürücü olmaktan ziyade daha çok bir işaret fişeği gibi hedef belirlemede kullanılmıştır. Okun çıkardığı ses sebebiyle de düşman üzerine psikolojik bir korku oluşturma amacı güdülmüştür. Dolayısıyla bu durum da savaşlarda Türklerin üstünlük kurmalarında etkili olmuştur. Bu ok, Osmanlı zamanında biraz daha geliştirilerek ‘Çavuş oku’ adı ile ile bilinir olmuştur.
Türkler savaşlarda kullanmak üzere zehirli oklarda üretmiştir. Bu zehri yapmak için doğada bulunan belirli bir zehirli cins yılanı yakalayarak gövdelerinin çürümesini beklerlerdi. Ardından da birtakım işlemler yaparak bu ölü yılanın zehrini elde edip daha sonra elde edilen bu zehri oklarının uçlarına batırarak düşman üzerine atarlardı. Bu zehirli oklar dönemin kimyasal füzeleri gibi düşman üzerine atıldıklarında ölümcül olabilmekteydi. Diğer yandan kullanılan bir ok türü olan kancalı oklar ise düşmana saplandığında çıkarılması zor ve acı veren bir silahtı. Dolayısıyla zehir, kancalı oklara batırılsa düşman için çifte acı veya ölüm durumu oluşturmaktaydı.
Türklerin kullanmış oldukları okların menzilleri tam olarak bilinmese de yaklaşık 660-884 metre olarak değişkenlik göstermektedir. Tabii bu mesafelerin değişkenliğinde okun türü, biçimi, hava şartları, yayın oka verdiği gerginlik, askerin kol kuvveti gibi birçok etken bulunmaktadır.
Ok ve yay birbirinin tamamlayan iki unsurdur. Yaylar genellikle düz ya da içeriye doğru kıvrık bir beden ile buna iki tarafta tutturulmuş; geriye doğru bükülmüş iki kısa koldan oluşmaktadır. Bu yayların dayanıklılığı esas olduğundan çoğunlukla kayın ağacından yapılmaktadır. Kiriş olarak ise de sığır siniri tercih edilmekle beraber bazılarında kurt siniri kullanılırdı. Bunların muhafazası içinde yay kutusu denilen kutular bulunmaktadır. Kirişin sağlamlığı ile okun hızına bağlı olarak düşman üzerinde oluşturduğu ölümcül etki arasında da bir ilişki vardır. Öyle ki kirişlerin yapımı içinde birtakım işlemler yapılmaktadır.
Bunun yanı sıra Türklerin kullandıkları silahların çoğunun hafifçe taşınabilir olması, düşmanın ağır teçhizatı karşısında Türklerin üstünlük kurmalarına sebep olmuştur. Nitekim Türklerden bahseden yabancı kaynaklar, Türklerin ok ve yay konusundaki başarılarının savaş meydanlarında Türklere ustalık sağladığını belirtmektedir. Oku ve yayı ustalıkla kullanan Türkler için yabancı kaynaklar ‘Kartalın Okçuları’ ve ‘Çift Şahin Kanadı’ gibi sıfatlar kulanmıştır.
Türklerin kullandıkları savaş araç ve gereçleri arasında kılıçlar da önemli yer tutuluyordu. Kılıçlar, ok ve yaydan farklı olarak yakın dövüşler için kullanılan bir savaş aracı olup yapımında sıklıkla demir, gümüş ve tunç tercih edilmekteydi. Şekil olarak eğri veya düz oldukları gibi kısa ve uzun saplı şekilleri de mevcuttu. Ayrıca iki tarafı keskin ya da tek tarafı keskin olan türleri de vardı.
Türklerin savaşlarında saldırı ön planlıydı. Dolayısıyla silahlarını daha çok bu saldırı tipi üzerine geliştirmişlerdir. Ancak saldırmanın yanı sıra kendi güvenliklerinin de sağlaması adına savunma tedbirleri de almışlardır. Bu savunma ve koruma ihtiyacını da zırh, miğfer ve kalkanlar vasıtasıyla sağlanmıştır. Zırh doğrudan süvarinin üzerine giydiği ve savaş esnasında vücudunu koruyan bir elbiseydi. Bunu atların savaş esnasında korunması içinde kullanmışlardır. Genellikle deri, demir, pul ve çubuklardan oluşmaktaydı. Derinin üzerinde demir pullar dikilerek zırhlar elde ediliyordu. Bu sayede zırhı giyen askerin üzerinde pek fazla ağırlık olmuyordu. Kısa kollu veya uzun kollu üretilen bu zırhların bir de yelek gibi giyilebilen tarzda olanları da mevcuttu. Ayrıca zırhlı pantolonlarda üretilmiştir.
Kalkanlarsa daha çok tunç veya demirden yapılmış, farklı boy ve süslemelerle işlenmiştir. Savaş esnasında Türk askerlerinin hareket kabiliyetini kısıtlamamak için ahşap dışı kaplama ile yapılmış, böylelikle askerler tarafından taşıması da kolaylaşmıştır. Tüm bu askeri yapılanma ve teçhizat sistemi komşu devletleri etkilemiş ve hatta askeri reformlarını da Türkleri örnek alarak geliştirmişlerdir.
Genel olarak ifade etmek gerekirse, Türklerin bu dönemde kullandığı silahları sınıflandıracak olursak darbeye dayalı silahlar ve fırlatmaya dayalı silahlar olarak ayrılmak uygun olacaktır. Darbeye dayalı silahlar içerisinde topuzlar, kamalar, baltalar, mızraklar, kılıçlar ile askeri bıçakları sıralayabiliriz. Fırlatmaya dayalı sınıflar içerisinde ise okları, el sapanlarını ve mancınıkları aktarabiliriz. Öte yandan bu darbelerden korunmak için ise zırh, miğfer ve kalkan kullanılmıştır. Tabii savaş esnasında kullanılan atların da teçhizatları vardı. Bunlar; kamçılar, kırbaçlar, eyerler, üzengiler, at zırhları, at nalları ve kement idi.
Türk ordusu çağdaşı olan diğer kavimlerin ordularından çok güçlü ve sistematik özelliklere sahipti. Çünkü diğer kavimlerin orduları hem ücretli asker barındırıyor hem de kaleler ardında yerleşik bir hayat sürmeleri sebebiyle daha çok savunma savaşında başarılı oluyorlardı. Ancak Türklerde Ordu-Millet Anlayışı olması, ücretli askerliğin olmaması, kadın-erkek herkesin olası bir savaşa karşı her an hazır durumda olması ve göçebe bir yaşam tarzı olan Türklerin savunma kalesi veya şehir kaleleri olmadığından kendilerine gelebilecek her türlü tehlikeden korunmak için savaşa her daim hazırdılar. Bundan dolayı da ordunun sürekliliği ve aktifliği daim olmuştur.
KAYNAKÇA
Bahattin Ögel, Türk Mitodolojisi, TTK Yayınları, Ankara, 1993.
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1989.
Nejdet Diyarbekirli, Hun Sanatı, MEB Kültür Yayınları, İstanbul, 1972.
Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yyaınları, Ankara, 1993.
Yuliy S.Hudyakov, ‘Eski, Türklerde Silah’, Türkler Ansiklopedisi, Cilt:3, Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.