Gözyaşı, hüzün, kahır, pişmanlık bazen de küçük bir umut, şükür gibi hislerle dolu bir ay geçirdik. Bu büyük felaket karşısında milletimizin dayanışması “derin devlet var mı bilmem ama derin millet kesinlikle var” sözünün doğruluğunu gösterdi. Dayanışmaya katkı sunan herkese minnet ve şükran doluyuz. Kaybettiklerimize rahmet, geride kalan acılı insanlarımıza sabırlar diliyoruz.
Hep dediğimiz gibi deprem kuşağında bir ülkeyiz. Ancak bu depremlere karşı önlem alma noktasında sorumsuz olduğumuz bu büyük felakette de maalesef ki tekrar ortaya çıkmıştır. Yurt ettiğimiz ancak şehirleşme ve mamur etmede büyük sorunlar yaşadığımız bu topraklarda meydana gelen önceki depremleri ve kâh uygulanan kâh uygulanmayan önlemleri ele alalım.
Osmanlıların kıyamet-i suğra (küçük kıyamet) diye isimlendirdikleri 1509 senesindeki deprem Anadolu’nun gördüğü belki en büyük depremlerden biriydi. 7.2 ile 8.0 şiddeti arasında olduğu değerlendiren bu deprem İstanbul’daki her binayı tahrip etmişti. Tahmini 10000’i aşkın kişinin öldüğü, 13000’i aşkın kişinin de yaralandığı ve çokça hanenin, caminin, kalan Bizans surlarının yıkıldığı bu depremden sonra yeni binalar yapılırken dolgu zemine ev yapılmaması hakkında II. Bayezid ferman çıkardığı ferman önemlidir.
Hakkında daha fazla bilgi ve belgeye sahip olduğumuz 1668 Kuzey Anadolu ve 1648, 1754, 1766, 1894 İstanbul depremleri de nice maddi ve insani kayıpla sonuçlanmıştı. Arşivler bu depremlerden sonra da nice yıkım ve tamirleri içeren belge, fotoğrafları içeriyor. Bu depremlerden sonra da dolgu zemine bina yapılmaması ve yeni yapılacak evlerin ahşap değil kâgir olması hakkında nice emirler, kanunlar çıkarılmıştı. Ancak yine önlem noktasında öncekilerden pek farkı olmadığını üzülerek görüyoruz. Özellikle İstanbul’da depremle beraber yangın felaketinin de yaşanmasından dolayı ahşap yapı yerine kâgir yapının tercih edilmesi hakkında emirler çıkarılmıştı.
- Kâgir yapı yangına dayanıklı olsa da depremde sorun yaşatabilecekken ahşap yapı da yangından ciddi şekilde etkileniyordu. Bu nedenle kâgir yapacak olan ucuz ürüne yöneliyor yahut ahşap kullanıyordu. İnsanların kendileri için kolay yola ve ucuz ürüne tevessül etmesi normal karşılansa da karar alıcı makamların da gerekli denetimi yapmaması ve buna benzer kararlar almaları da ilginç ve düşündürücüdür. Örneğin 1901 yangınında sonra Eğrikapı’da bulunan yangınzedelerin evlerini kâgir yapması gerekirken bölgedeki 88 kişinin fakir olmalarından dolayı evlerini kâgir yapamayacakları üzerine ahşap olarak bina etmeleri hakkında karar çıkmıştı.
- Her depremde yaşadığımız HAARP tarzı komplo teorilerine eski depremlerde de denk gelmek ne ilginçtir! 1894 İstanbul depremi öncesinde Marmara Denizinde sondaj çalışmaları yapan Rus ve Amerikan mühendislerinin depreme sebep olduğu hakkında Viyana’da çıkan Pester Lloyd gazetesinin bir yazısının insanlarca kabul görmesi üzerine bu durum hakkında araştırmalar yapılmış ve asılsız olduğu hakkında kararlar dahi alınmıştı.
- Böylesi büyük felaketlerin yapay bir sebebinin olduğu hakkındaki inancın bir benzeri de 1894 depreminin birinci yıldönümünde tekrar deprem olacağı inancı idi. Öyle ki bu inanç nedeniyle yıldönümüne bir gün kala Rum kiliselerinde ayin yapılmıştır. Yetkililerce böyle bir tekrarın gerçekleşmeyeceği ifade edilmiş ve yine de ahaliyi korkuya sevk etmemesi için bu ayinlerde önlemler alınmıştır.
- Yaşanan depremlerin imar ve iskân planı ile ilgili olduğunun farkında olan yetkililer afet haricinde de şehrin ve ülkenin imarının uygunca olması gerektiği hakkında raporlar kaydediyorlardı. Bunlardan birinde Müslüman binaları ile gayrimüslim binaları arasındaki fark açıkça ifade edilmiştir: “Ma‘âbid-i gayr-i müslimînin günden güne kesb-i umrân ve terakkî etmekde olduğu halde bilakis ma‘âbid-i müslimînin adem-i ma‘mûriyeti nedret-i ma‘rûzâtdan müstefâd olduğuna mebnî” yani gayrimüslim binaları gittikçe imarlı hale gelirken Müslüman binalarının kötü durumda olmasının Müslümanların kendi durumunu arz etmesinin eksikliğinden kaynaklandığı tespit edilmiş. Yani bu durum Müslüman tebaanın içinde bulunduğu durumu ifade edip hakkını aramama, kendi başının çaresine bakma yolunu tercih ettiğini göstermektedir.
Bunca felaketlere, ahalinin hak aramada eksik kalmasına, alınan önlemlerin uygulanmasındaki eksikliklere rağmen Osmanlı devletinin şehri imar etme, kentleşme gibi hususlarda kesin çizgilere sahip olduğunu söylemek gerekir. Köyden kente göçü (özellikle İstanbul) engellemesi, şehirdeki işsiz güçsüz kişileri şehirden göndermesi, bina inşalarına kurallar koyması vs. Bu çizgileri aşmaya kalkan kişilere sert yaptırım uyguladığı da belgelerle sabittir.
6 Şubat ve daha önceki tüm depremlerde, afetlerde kaybettiğimiz kişilere rahmetle…