ABD-Osmanlı ilişkileri, 1830 yılında ABD’nin talebi üzerine imzalanan bir ticaret anlaşması ile başlamıştır. ABD’nin bu isteğinin temelinde bölgedeki diğer devletlerle olan ticaret yarışı yatarken; Osmanlı’nın buna olumlu yaklaşmasının temelinde ise 1827 yılında Navarin’de yakılan donanmanın yeniden onarılması ve siyasi yalnızlıktan kurtularak, kendisine bir müttefik bulma arayışı vardı.
ABD, 1.Dünya Savaşı’na kadar dış politikada izlediği iki ilkeye göre hareket ediyordu. Bunlar, Monroe Doktorini ve Açık Kapı politikasıydı. Ancak ABD, Almanya’ ya savaş ilan ederek, Monroe Doktorini’ den yani yalnızlık ve tarafsızlık ilkesinden vazgeçmiş oldu. Ama Açık Kapı politikasını bir süre daha devam ettirdi. Açık Kapı politikası ise kısaca, ülkeler arası serbest ticaret yapabilme ortamı sağlamaktı.
Milli mücadele döneminden önce İzmir’in işgaline kadar götürebileceğimiz, ABD’nin Anadolu üzerindeki emellerinin temelinde yatan unsurda Açık Kapı ilkesiydi. Onlara göre, bu topraklardaki azınlıklara kendi ülkelerini kurdurabilirsek ve bu doğrultuda demokrasiyi, eşitliği, adaleti savunup onlara kendimizi sevdirirsek, o topraklarda bu politikayı çok rahat kullanabileceklerini düşünüyorlardı. Bir nevi taşeron gibi bu sözde devletleri kendi çıkarlarına göre kullanacaklardı.
Bilindiği üzere ABD, İtilaf Devletleri işe aynı safta olmasına rağmen Osmanlı’ya karşı fiili bir saldırmaya geçmemiş ancak politikalarını da aksi bir yönde yani Osmanlı’ yı parçalama yönünde atmıştır. Boğazlar meselesi, gizli anlaşmaların yapılmaması arzu gibi bazı konularda da hep kendi çıkarlarını ön planda tutarak savunmuştur. Nitekim ABD başkanının yayımladığı Wilson İlkeleri’ ne baktığımızda, 12.madde direkt olarak Osmanlı topraklarını hedef almıştır:
” Osmanlı imparatorluğunda Türklerin oturdukları, çoğunluk sağladıkları bölgelerin bağımsızlığının sağlanması, Türk egemenliği altında bulunan diğer uluslara da özerk bir gelişme için tam ve engelsiz bir fırsatın sağlanması, boğazların uluslar arası garanti altında tüm devletlerin ticaret gemilerine açılması…”
Bu madde bile, ABD’nin Osmanlı’ya karşı saldırmaya geçmese bile, bu topraklardaki emellerini ortaya koymaktadır. Özellikle boğazlar ile ilgili cümleye baktığımızda da Açık Kapı politikasına işlevsellik kazandırma gayesinde olduklarının bir delilidir. Her şeyden öte Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Milli Mücadele’yi yakından takip eden bir çok ABD’li gazeteci mevcuttu ve sık sık ABD’li heyetlerin Osmanlı topraklarına gelip incelemeler yaptıklarını biliyoruz. Öte yandan Wilson İlkelerinin 12.maddesini yurt içinde benimseyenler ve bu doğrultuda Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kuranlar vardı. Onlar, azınlıkların çoğunluk teşkil ettiği bir bölge olmadığı için buraların bölünmeyeceği, düşüncesinde oldukları için geçici bir ABD mandasını savunuyorlardı.
Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta bu konuyla ilişkin şunları kaleme almıştır:
“İstanbul’da bir kısım erkekli kadınlı ileri gelen kimseler de gerçek kurtuluşun Amerikan mandasını sağlamakta olduğu inancındaydı. Bu inançta bulunanlar fikirlerinde çok direndiler ve en doğru yolun kendi görüşlerinin benimsenmesinde olduğunu kanıtlamaya çalıştılar.”
Nitekim bu cemiyet Bekir Sami Bey ve Halide Edip (Adıvar) gibi dönemin bir çok İstanbul aydını tarafından desteklenmiştir. Bu kişiler ile Mustafa Kemal arasında uzun bir süre boyunca karşılıklı telgraf trafiği de yaşanmıştır. Ancak bu kişilerin Amerikan mandası istemeleri nedeniyle vatan haini damgası yemeleri doğru değildir. Çünkü dönemin şartlarını göz önüne aldığınızda ve aradaki telgrafları incelediğiniz zaman bu kişilerin de aslında Amerikan mandasını kötünün iyisi olarak gördükleri ve vatanın geleceği için bunu savundukları anlaşılmaktadır.
Hatta Milli mücadele ile ilgili gerçekleştirilen bazı mitinglerin kürsülerinde de ‘Yaşasın Wilson İlkeleri’ sloganlarının olduğunu da biliyoruz. Her şeyden öte kötünün iyisi olarak ve tamamen iyi niyetli bir amaçla bunu savunanlar, daha sonraki dönemlerde bunun ne kadar zararlı olacaklarının farkına varacaklar.
Milli Mücadele döneminde her ne kadar Fransa, Yunanistan, İtalya, İngiltere gibi devletlerle yaptığımız mücadeleler ön plana çıksa da, unutulmaması gereken bir devlette ABD idi. O, daha çok pusuda bekleyen bir avcı gibiydi ve planlarını sinsice uygulama peşindeydi.
Makale Kaynakçası:
Mine Erol, Birinci Dünya Savaşı Arifesinde Amerika’nın Türkiye’ye Karşı Tutumu, Bilgi Basımevi, Ankara, 1976
Hulki Cevizoğlu, 1919’un Şifresi, Ceviz Kabuğu Yayınları, 2007
Kenan Özkan, Milli Mücadele Dönemi Türkiye Abd ilişkileri, Ötüken Neşriyat Yayınları, 2016
Nutuk, Atatürk’ü Anma Platformu Yayını
Alpcan Sakal, Milli Mücadele Ve ABD, Giresun Işık Gazetesi