TERCEMEDEN EVVEL BİRKAÇ SÖZ
Biz Türkler için büyük bir kıymeti haiz olan bu ufak eseri bize göndermek lütfünde bulunan muhterem Fazıl abbas Azzavi Bey; bu esere yazmış olduğu mukaddimede söylediği veçhile bunun istinsah ettirirken aslolan Sağani nüshasındaki birkaç silik ve bozuk yeri bulup ikmal etmişlerdir.Bu eseri dilimize çevirirken kendilerinin gözlerinden kaçmış olan birkaç sarih istinsah yanlışlığını da biz tashih ettik ise de bu yanlışlıklardan baka eserin aslında bazı cümleler arasında atlamalar ve eksiklikler dahi bulunduğu görüldüğünden mecburiyetle buralarda yalnız bir mütercim vaziyetinde kaldık.
Eser; tam bir sıhhati haiz olmamakla beraber böyle bir eserin yalnız yazılmış olması bile başlı başına bir ehemmiyeti haiz olduğundan bundan yirmi altı yıl evvel Cahiz’in Türkler hakkındaki risalesini terceme etmiş olduğumuz gibi bunun dahi terceme hususunda bir an bile tereddüt etmedik.
Biz Türkler ve umumiyetle tarih ve ilim alemi için büyük bir kıymet ve ehemmiyeti haiz olan bu metni terceme ederken mütercim olmaktan başka bir mes’uliyet kabul etmeyeceğimi söylemeği’de lüzumlu addeylerim.
ABBAS AZZAVİ’NİN MUKADDİMESİ
Irakta yapılacak tarihi tetkikler, bizi; burada yaşamış olan muhtelif milletlerin evsaf ve secayası üzerinde durmağa mecbur eder. Bunların yalnız siyasi vekayini ve umumi hadiselerini bilmek kafi değildir.
Bu milletler içinden Türkler ise Irakın yerli ahalisile imtizaç etmiş ve onlar ile birleşmiş olan bir millettir.
Bunlar; Emeviler zamanında Irak’a gelmeğe başlamış ve Abbasiler devrinde çoğalarak siyasi ve askeri cephelerde büyük kuvvet ve tesirler göstermiş ve idareyi ellerine alma ve uzun müddet bu tesirlerinin devam ettirmiştirler. Bugün dahi Türkler; Irak’ın muhtelif cihetlerine yayılmış bulunmaktadırlar.
Bunların; vakitile Iraktaki siyasi ve askeri vaziyetlerinin öğrenmek; diğer cephelerdeki ehemmiyetlerinin öğrenmekten ve bunlara müteallik başka lüzumlu noktaları tetkik etmekten bizi müstağni kılmaz.
Türklerin orduyu ellerine almış oldukları en satvetli zamanlarında Cahiz’in bunlara dair yazmış olduğu risale yi okumak kafi değildir. Bu bapta başka eserlere de ihtiyaç vardır. biz bu unsurun hakikat ve mahiyetinin öğrenmek için diğer vesaik araştırmak ve bunların Iraktaki tesirlerinin şeklinin daha iyi öğrenmek mecburiyetindeyiz. Yoksa Mogol ve Türkmenlerin zamanlarının ve bu zamanlardaki vakıatı öğrenmemiz eksik kalır. Binaenaleyh; arap olmıyan unsarrlardan ıraka girmiş olan milletlerin hepsinin tetkik etmek zarureti arasında; Abbasiler devrinde orduyu ellerine almış ve kuvvet ve meknet göstermiş bulunan Türklerin ahvalinin tetkik; hususi bir mahiyet arzettiğinden bunlara müstesna bir ehemmiyet sarf edilmek lazım olduğuna kanaatımız vardır. Bu hususta çalışarak müteaddit vesikalar elde etmeğe muvaffak olduk ve bunlardan istifade ile (tarih-el-şuub el-irakiye de Türklere dair hususi bir bahis ayırdık.
Hulasa olarak denilebilir ki Türklerin devlet nezdinde mevkileri bulunması ve sözlerinin nafiz olması itibariyle ve ayni zamanda etnoğrafik vasıflariyle tetkik mevzuu olmağa pek ziyade değerleri vardır.
Araştırmalarım esnasında Türklerin askerlik itibariyle sair asker olan milletlere tefevvuk ve tekaddümlerinin gösteren; İbni Hassul tarafından yazılmış mühim bir esere muttali oldum. Vesaikten madut olan bu küçük kitab. Cahiz’in risalesinden sonra tarihen en ehemmiyetli olan bir eserdir.
Irakta bir müddet hükümet sürmüş ve ırak tarihine yadigarlar bırakmış olan Türklerden Selçukileri ve Selçuk askerlerinin ve bunların ilk zuhur devrelerini ihtiva eden bu eser bu hususta büyük bir kıymeti haizdir. Bununla beraber bu risalenin mevzuu yalnız bundan ibaret olmayıp Selçukilerin aslının ve Deyimilerin ve bunların ikisi arasında mukayese ve muhakemeyi de muhtevidir ki bu cins tarihi tenkitler içinde bu tarzda bulunanlarına nadir tesadüf edilir.
Bunda Sabi’nin telif etmiş olduğu tarihi: Ettaci’nin ne sebebe binaen yazıldığı hakkında malumat bulunduğu gibi İbni Hassul’ün Sabi’yi tenkitleri daha görülür ki bundan; o asırdaki tarihi tenkitlerin nasıl ve ne yolda olduğu öğrenildiği gibi aynı zamanda İbni Hassul hakkında da bir fikir edinilmiş olur.
Bunlara; Deylemiler ve bunların kadim hükümetleri ve ahiren vücuda getirmiş oldukları Alibüveyye hükümeti hakkında öğrenilen malumatta zam ve ilave edilir ki bu malumatın ehemmiyeti dahi meydandadır.
Bu muhtelif noktai nazarlardan bu eserin haiz olduğu kıymet bizim dikkatimizi celp etmiş ve müessiri hakkında muasır müverrihlerin ve kendisinden sonra gelmiş olan tercümeihal müelliflerinin sözlerinin araştırmağa mecbur etmiştir. Bu eserin metninde anlaşılması güç olan noktaları izah etmeği ve ayni zamanda içindeki bahisleri daha ziyade açan diğer kitapları göstermeği vazife bildik. Aslımız olan nüshadaki birkaç silik ve bozuk yer bulup ikmal ettik.
Bu mukaddememizde şu dört noktayı arzetmek istiyoruz.
- Elimizdeki nüshanın tavsifi
- Risaleyi yazan ibni Hassulün hal tercemesi
- Sabi ve İbni Hassul
- Hulasa ve hatime
ELİMİZDEKİ NUSHANIN TAVSİFİ
Bu nüshanın üzerinde şu yazı vardır:
(Sagani) Çağaniyanlı Mehmet oğlu Hasan der ki:
Bu nusha 649 zilhiccesinde aslile mukabele edilmiştir.
Bu müstensah nüshanın Mekkede yazılmış olduğu üzerinden anlaşılmaktadır.
Bazı yerlerinde bozukluk ve eksiklik bulunduğundan iyice okunamamaktadır. Bunu; Ebülala bin Hassul telif ederek Selçuki Hükümdarı Sultan Tuğrul Beye takdim etmiş ve içinde vezir Amidülmülk Künduri’yi meteylemiş ve Türklerin vasıflarının ve başka kimselerde bulunmıyan hususiyetlerinin bildirmiş ve Benin Büveyh’i ve bunların asıllarının tarif etmiş ve Ettaci sahibini ve bunun bu taarihini tenkit eylemiştir.
İbni Hassulün bu risalesi edebi bir lisan ile yazılmıştır. Müellif bu Risalesile Ettaci müellifine muaraza etmiş ve kendilerine tagallüp etmiş olan ali Büveyh’in bu tagallüplerine Türklerin katlanmadıklarının ve bunların Tab’an asker yaratılmış olduklarını, harp ve darbın bunların sanatları olduğunu izah ile Türkleri muhtelif cephelerden Deylemilere tercih ve takdim etmiştir.
İbni Hassulün edebi kudreti hakkında; hal tercümesi yazan müellif ve müverrihlerin yazdıkları sözlerin doğruluğuna kendisinin bu eseri ve bu eserinde köstermiş olduğu belagat ve fesahatı bir adil şahittir.
Bu eseri keşfüzzunun sahibi zikretmiş ise de, kendi gözile görmemiş olduğundan tavsifinin yapamamış ve risalenin ismini de nereden almış olduğunun bildirmemiştir.
Bundan başka bu eseri, diğer mercilerde görmek ve bulmmak istedik ise de keşfüzzünundan başka bir yerde bir iz bulamadık.
Bu eser; yazıldığı asr içindeki ebedi eserler arasında müstesna bir kıymeti haiz olduğu gibi ayni zamanda Irak tarihinde mevkii olan ve burada cereyan eden mühim ve büyük vakalar ile alakası bulunan bir millet (Türkler) hakkında bulunabilecek en mühim ve en nadir vesikalardandır.
Bu eserin Türklerin nüviyet ve mahiyetlerinin tarif ve tavsif hakkında ne kadar adilane ve ne kadar bitarafane yazılmış olduğunun müessiri olan İbni Hassulün ağzından dinleyelim
Şimdi bu milletin yani Türklerin müstahak olmadıkları vasıfları kendilerine vermeksizin ve aynı zamanda malik oldukları evsafı kendilerinden nezetmeksizin; ne lehlerinde ve ne aleyhlerinde bir taassup eseri göstermeden tabiat ve huylarının vesair hayati vasıflarının söyliyelim. Biz, bu kitabımızı her şeye tenkit nazarile bakan zatlara ve en ufak nükteyi gözden kaçırmıyan dikkat erbabına arzediyoruz. Ve her zaman ve mekanda ve her din ve mezhepte nehyedilmiş olan riyadan ve iki yüzlülükten Allaha sığınırız.
Müellifin bu şartlarına sadık kalıp kalmadığı hakkındaki hükmü eseri okuyacak kariler vereceklerdir. Ben, bu hususta reyimim izhar ederek onlara takaddüm etmek istemiyorum. Yalnız şunun söylemek, isterim ki, müellif bu eserile bize; tarih ile uğraşanların müstağni olamayacakları ve aynı zamanda tarihi mevzularda çalışan zatların nadir tesadüf edecekleri mühim bir vesika vermiştir.
İbni Hassulün bu eserinin yegane nüshasının üstat Kermeli’nin kitapları arasında gördüm ki bu nüsha Irakın meşhur alimi Sağani (Çağaniyanlı) nın nüshasıdır. Tam bir itina ile bu nüshadan istinsahını yaptırarak mukabele ettim, ve üzerinden uzun zaman geçmiş olan bu nüshanın bazı yerlerindeki bozuklukları kudretin yettiği derecede tashih eyledim.
2 İBNİ HASSUL KİMDİR?
Bu zatı bir cümle ile söylemek lazım gelirse şöyle deriz:
Sabi’nin zıddı olup onun tarihini tenkit etmiş ve hatalarının bildirmiş olan zattır.
Siyaset ve riyaset erbabının meşhur ve maruf olanlarından ve edebi iktidara malik bulunanlardan idi. Ali Sebüktekin devrinde ve Selçukilerin ilk zuhurları zamanında Rey beldelerinde sıyt ve şöhreti etrafa yayılmış idi. Kendisi Reisi Divan (Divanülinşa dahil ve harice yazılacak yazıları yazan divan) idi.
Muasırlarından muhtelif zatlar kendisinin hal tercemesini yazmıştırlar.
Tetimmetülyetime de şöyle görülür:
“Bu zat; üstat Ebül ala Mehmet binin Ali binil Hasan olup lakabı Safiyyül hadrateyn dir. Kendisi aslan Hamedanlı olup Rey’de yetişmiştir. Atası olan Ebül Kasım büyük bir münşi olup kitabet ve belagati ile mesel darp edilir idi. Bugün bu oğlu olan Ebül Ala nazım ve nesirde teklerdendir. Çok zamanlar Divanı Resail riyasetinde bulunmuş ve büyük memuriyetlerin başına geçmiştir. Rey de Mahmud bin Sebükteki’nin yıldızı doğup bayrağı yükseldiği zaman kendisi iclal ve ibcale mazhar olmuş ve bu hükünmdar ile merkezi hükümet olan Gazneye gitmiş idi. Mahmud’un oğlu Mes’udun saadetinin şuaları makarrı saltanat ve merkezi izzü saadet (Gazne) üzerine saçılınca Ebül Ala daha ziyade ikram ve inama mazhar oldu ve kendisinin Rey Divanürresaili Riyasetine tekrar iadesi muvafıkı rey görülmekle bu eski memuriyetinin başına geçirildi ve hıl’atler giydirildi.
Ben kendisine Nisaburda mülaki oldum ve onun ilim ve iktidarının nurlariyle nurlandım ve onun denizinden avuçlar ile su aldım. El’an kendisi zat ve mevkiine layık bir vaziyette Rey de bulunmaktadır.
Bu zat hakkında Dümeyetül Kasr sahibinin sözleri şunlardır:
Katipler içinde en yüksek mertebeyi ihraz etmiş ve faziletin her nevinde meleke iktisap eylemiş olanlardandır. Rey de Zamehran yakinindeki evinde kendisini ziyaret eyledim. Bu ziyaretimde:
Ey Karbanı sevk eden Karbancı!.. Karurelere kadınlara acı. Onları düşün de develeri sür’atli sürme!!…
Dur!.. Karbanın durması ayıp değildir!…
Beytiyle başlıyan kasidemi okudum. O da bana: sıcağın soğuğa terccihi hakkında yazılmış bir risaleyi nakzettiğini; soğuğu sıcağa tercih yollu bir risale yazdığının söyledi ve bu risaleyi 443 te Rey de yazmış olduğunun ilave eledi.”
Elvafi bilvefeyat da Safedi şöyle zapt ediyor:
“İbni Hassul ki Ferruc veznindedir. Künyesi Ebül ala olan bu zat Sahib ibni Abaddan ve lugattan Mücmel namındaki kitabın sahibi Ahmet İbni Faris’den Hadis işitmiş idi. Vefatı 450 dedir.”
Müverrihler ve hal tercemesi yazanlar bu zatı yüksek vasıflar ile tavsif etmektedirler. Kendisi muhtelif hükümetler tarafından layık olduğu mevkie getirilmiş bulunduğu gibi üdeba ve şuara da bunun hakkında senalarda bulunmuşlardır. Nazım ve nesirde en bariz şahsiyetlerden idi.
Ustaz Mehmet İkba’lin Rahatüssudur a yazmış olduğu talikatta bu zatın hal tercemesine dair olan merciler hakkında tafsilat vardır.
Bu zat hakkında söylenmiş olan şiirlerin en güzellerinden biri Basralı Ebu Mehmet Tahir Binil Hüseyinil Mahzumi’nin şu şi’ridir:
“Dediler ki: Ebül ala’nın muhabbeti daima tahavvül eder; gölge gibidir; bazan uzanır, bazan da kısalır…
Ben onun yüzünün görmek istiyorum. Onun benim hakkındaki vasl ve hicran arzularına tamamiyle ram olurum. Dilerse benin vuslata layık görür, dilerse hicranına düşürür. O nasıl hareket ederse ben de onun hareketine nefsimi teslim ederim.
Lutfu ve güleç yüzlülüğü beni kendisine çağırırsa, onun yanına yaklaşırım. Yok, benin lutfuna layık görmeyiüp kaşlarının çatacak olursa, ondan uzak kalır ve hasretinin gönlümde taşırım.
Bu da İbnül Hannan namında sakalının boyayan bir kimse hakkında İbni Hassul’un bir şiiridir:
“Yaşım; Ikakın edibi, zurafanın süsü olan zatın yaşı kadardır. İkimizin yaşı da biri birinden farksız olarak altmış altıdır. Yalnız şu fark vardır ki benim ihtiyarlığım meydandadır. Onunki ise kılıf içindedir”
Diğer bir şiiri de budur:
“Onun saçlarının okşıyan elimden arar Badiye çiçeklğerinden güzel bir kokulu bir çicek kokusu Duydum, sevgilimin zülflerinin öpmeğe fırsat bulmuş idim. Çünkü biz ay karanlığında idim (Sevgilinin siyah saçlarından dolayı)
Bu zat hakkında daha uzun söz söylemeğe luzum hissetmiyoruz. Yalnız şuna işaret etmek isteriz ki bunun hal tercemesinin zikretmiş olan Tetimmetülyetime sahibi Sealebi 429 da vefat etmiştir. İbni Hassul ise asıl bundan sonra şöhret almış ve fazileti daha ziyade Selçukiler devrinde şayi olmuş idi.
Kendisinin yine İbni Hassul namının taşıyan bir amca zadesi vardır ki bunun adı Evhadülmülk Ebu Tahiri Hüseyn bin Ahmet’tir.
İbni Hassul’ün hal tercemesi hakkında buraya kadar olan nakillerimizi kafi görüyoruz. Bu bapta son olarak Bindari’nin muhtasarı olan Zübdetülnusre ve Nuhbetülusre sahibi İmadi İsfehani’nin bu zatın ahvaline dair bazı malumat vermiş olduğunun söyleriz.
Asıl hal tercemesi kendisinin fazilet ve kudretinin timsali olan bu eseridir. Bu risalesi bize İbni Hassul’ün ihticaclarının nekadar kuvvetli olduğunun ve kaleminin nekadar yüksek bulunduğunun gösterecektir.
3 SABİ VE İBNİ HASSUL
Tarihi hakikatler ve tarihi vak’alar ve hususiyle siyasi meseleler vukuları esnasında birtakım ahvalin müdahalesi ve şurut ve zurufun ihatası altında bulunduğundan sahih surette görülemez. Binaenalyh çok zamanlar tarihi vak’aları yaşıyan muasırlara itimat bizi hataya sevk eder. Tarihi hakikatler sathından aktığı görülmiyen, alttan akan nehirler gibi derin ve gizli yollar ile intişar eder. Tarihi haberler ilmi seyahatler, hac ve ticaret yollariyle, başkalarının lisanlariyle yayılır ve bunlarda da muhtelif temayüller amil olduğundan tarihi haberlerin tebliğleri de muhtelif tarzlarda olur. Bunlar içinde itimada şayan olanları kendilerine vusuk ve itimat edilecek zatların verdikleri haberler içinde nakıller tarafından nazarı tetkik ve tenkitten geçirilmiş olanlarıdır.
Eğer elimizde bu tarzda vesikalar ve tarihi haberler olmıya idi. Birçok haberler ya ölmüş veya türlü türlü teşevvüşlere uğratılmış olur idi. Ayni zamanda müstebit hükümdarların zulüm ve şiddetleri ve tazyıkları ve bunların hükümetlerinin uzaması da haberlerin mahvolmasına ve teşevvüşe uğramasına sebep olur.
Böyle umumi hatlar üzerinde meşgul olmayarak maksadımızı söyliyelim:
367 (977) de Adududdevle Bağdada gelince Sabi’nin yazmış olduğu mektuplarından dolayı kendisine hiddet ederek hapsettirmiş ve şefaatçiler: “Kendisi emir kuludur. Bunun siz affediniz. Eğer siz dahi kendisine kendi atası aleyhinde olarak yazı yazmasının emretmiş olaydınız ona da muhalefet edemez idi gibi sözler söyliyerek ve faziletinin ileri sürerek Sabiyi ölümden kurtarmışlar idi. Fakat ona da Ali Büveyh’in tarihi ve measiri hakkında bir kitap vücude getirmesinin Adududdevle bu affü itlaka karşı şart koşmuş idi. Adududdevle’nin Sabi’yi hapsettirmesi Bağdada geldiği yılın Zilkadesinde vaki olmuş idi. Sabi’nin mevkii malumdur. Kendisi inşada dünyada teklerden idi. Sahib bin Abbat ile bunun arasındaki mukayesede şöyle denilmiştir.
Sahib Abbat: istediği gibi yazar!… Sabi istenildiği gibi yazar!..”
Edebi nesirde kendisi üstat olduğu gibi ayni zamanda şairdir. Divanül inşa riyasetinde ve vezaret işlerinde vezir. Ebu Muhammedil Mühellebi’ye nihabet eder idi. Halifeye ve Muizüddevle bahtiyara da katipliği vardır. 349 (960) da Divanı resail riyasetine geçmiş idi.
Mahbeste Beni Büveyh’e dair olan Kitabüttacisini telife başlamış idi ki İbn Hassulün tenkitlerine uğrıyan kitap budur. Sabi bu kitaptan itmam ettiği cüz’ü Adududdevle’ye gönderir. Adududdevle de bunun içinden bazı yerleri çıkarır ve bazı noktalar ilave eder idi. Adududdevle’nin arzusu ve tay ve ilavesi suretiyle kitap tamam olmuş ve Adududdevle’ye gönderilmiş ve kendisine bu kitap bir haftada okunmuş idise de bundan sonra yine tamam bir yıl Sabi’yi hapiste bırakara 371 (981) yılının Cemazielevvelinde ıtlak edilmiş idi.
Hapiste bu kadar kalmasına sebep olmak üzere derlerki:
Dostlarından biri kendisinin mahpeste ziyaret ettiği vakit tebyiz ve tesvidle meşfil olduğu bu kitabın ne olduğunun sormuş; kendisi de buna cevap olmak üzere: “kitabet kuvvetiyle süslemeye çalıştığımı birtakım batıl nesneler ve biribirine çatmaya uğraştığım bir çok yalanlar!..” demiş olmasına Adududevle duymuş ve bundan dolayı kızarak hapsinin uzatmış idi.
Sabi’nin hapsinin uzamasına bu sözü sebep olmuş olsun, olmasın ve kendisi bu sözü ciddi veya alay tarzında söylemiş bulunsun veyahut bu söz aleyhinde olanlar tarafından kendisine isnat edilmiş olsun her halde şu muhakkaktır ki bu söz onun ağzından şüyu bulmuştur.
Ettaci böyle bir hava ve muhit içinde yazılmış ve şöhreti afakı tutmu olan sahibi muktedir katip bu elim vaziyette bırakılmış idi.
Kalemiyle her vadide emsaline tefevvuk etmiş olan bu zat acaba müverrih sayılabilir mi?.. Ve acaba kendisi hakkında söylenmiş olan: “istenildiği gibi yazmak” vasfının üstünde bir kudret gösterebilir mi?…
Yoksa yalnız muhtelif arzu ve mevzuları yazmaktan ve bunları temsil etmekten ileri geçemiyen resmi bir katip midir?…
İbni Hassul bu eseri ele alarak müessirinin vaziyetinin ve bunun ne gibi sebepler ve amiller sevkiyle yazılmış olduğunun göstermiş ve zayıf noktalarından eseri, müstesna teşkil edecek bir tarzda, cerh ve tadil kaidelerinden ayrılmıyarak ilmi bir surette tenkit etmiştir ki bu tenkit bize siyasi tefevvuk ve saltanatı elde etmek için birbiriyle uğraşmış olan iki mütebayın unsur, Türk Deylem arasındaki mücadeleyi göstermektedir.
Bu iki unsur arasındaki mücadele, Ari’ler ile Sami’ler ve şark ve garp unsurları arasında görmekte olduğumuz mücadeleye benzemektedir. Her taraf kendi hisabına söz söyler ve kendi tarafının tutar. Kendi cinsiyet ve saltanatının ileri sürer. Bunların aralarının fasledecek vakıa mutabık kuvvetli vesikalar ve bitaraf tenkitler ve vakayi ve hadisatın şahadetleridir.
Her hangi iki taraf arasında cereyan eden mücadelenin saiki daima yalnız bunların biribirlerine karşı duydukları düşmanlık hisleri değildir. Milliyet ve nesep müfaherellerinin de bunda tesiri vardır. Bu milliyet meselesi bugün en esaslı meselelerden ve en hassas noktalardan biri olmuştur. Binaenaleyh soğuk kanlıkı ve itidal üzere bu mevzularda yazı yazabilmek bugün için mümkün değildir.
Sabi bu eserinde evvela Büveyhi’ler tarafından ilmi silahlar ile müdafaada bulunmak istemiş ve bunlara dair fazail ve menakip zikreylemiştir. Bu medihaguluk Sabi’nin kendisinden bilmemiştir. Bunun torunun Tuhfetülvüzera sahibi hilal bin Muhassın ve bunun oğlu Rusulüm Hilafe ve Devleti Büveyhiye sahibi Muhammed bin hilal de bu yolda devam etmişler ve bu ailenin ceddi olan Ebu İshakussabi’nin başına gelen felaket oğullarına kafi bir ibret olmamıştır.
Sabi’nin Ali Büveyh hakkında yazmış olduğu bu eser ortaya çıkınca İbni Hassul bunun reddetmeyi ve kalem kuvvetiyle batılın hak suretinde gösterilmesine hücum ile bunun yıkmayı kendisine vazife bildi.
Bugün bu iki hükümetin ikisi de (Selçukiler-Büveyhiler) ortadan kalkmış ve ikis de yalnız bir tarihten ibaret kalmıştır. Önümüzde yalnız hakikat vardır. Hakikatı kabulden başka gidilecek bir yol yoktur. Bu veya o hükümetirn ataftarı olmak için bugün bir sebep kalmamıştır.
Ben, İbni Hassulün bu risalesinden nakledeceğim şu birkaç cümle ile bu mukaddimemde Ettaci hakkında bir fikir vermiş olacağını zannetmekteyim:
İbni Hassul künderi namiyle maruf vezir Amidülmülk’e hitaben şöyle söylüyor:
“Sabi’nin hayatının kurtarmak maksadiyle yazmış olduğu Ettaci, namiyle maruf kitabının ve bunun yazılışındaki güzellikleri ve bunda Deylemilerin evailine dair verilen malumat ve bunlar tarafından teşkil edilmiş olan hükümetin ve bunların muharebelerde ihraz eylemiş oldukları muvaffakiyet ve muzafferiyetler hakkındaki sözleri beğendiğinin söylüyorsun. Allah senin ömrünün uzun eylesin!..”
“Bu eserde istihdaf olunan gaye; Adududdevle lakabının taşıyan kimseyi sena etmek ve her ne suretle olursa olsun onun uçurmak ve onun kemal noktasına yükselmiş olduğunun söylemektir ki, bir muarızın muaraza etmesinden emin olan ve bir münakaşaya uğramıyacağının bilen kimsenin hiçbir kaydü şarta riayet etmiyerek sözü uzatması gibi bu kitapta da söz uzatılmış ve hakku batıl ve yalan ve doğru biribirine karıştırılmıştır.”
Şu birkaç cümle bütün kitabın mahiyetinin bize kısaca bildirmiştir.
İbni Hassul kendi risalesinin başında:
Böyle bir yola gitmekten ve yalan dolandan ve mira ve riyadan ve havaye uyup bilmediği şeyleri söylemekten Allah’a sığınmış ve ayı zamanda söylediği sözlerde sıtk ve savap yolunun takibe muvaffak olmasının Allah’tan temenni etmiştir ki, bu dualariyle hakiki bir müverrihin ne gibi sıfatları haiz olması lazım geldiğinin söylemiş ve yalancı olan kimselerin bir müverrih olamıyacaklarının ve yalanın tarihe giremiyeceğini bildirmiştir.
Bundan sonra yine birkaç cümle ile Sabi’nin bu girdiği yola bir zaruret saikasiyle girmiş olduğunun söylüyerek eserinin bir uydurmadan ibaret olduğunun ve kendisinin bu uydurmaya mecbur bulunduğunun söylüyerek eserinde bir hakikat olmadığının teyit etmiştir:
Şunu da söylemeliyim ki Sabi bu hareketiyle levm edilmemelidir. Kendisi bu harekette mazurdur. Çünkü Adududdevle bunun hayatının kıyacak idi. İçinde Sabi’ye karşı bir kinin var idi. Adududdevle muzaffer olup vaziyete hakim olunca Sabi kendi canının korkusuna düştü. Canının Adududdevlenin elinden kurtarmak için bu kitabının yazdı.”
İbni Hassul şu sözleri dahi söylemektedir:
“Sabi’nin bu kitabında Adududdevle hakkında söylemiş olduğu vakıa mutabık olmıyan evsafı adududdevle kabul etmemeli idi. Bu müellif Adududdevic’nin nesebinde ortaya bir mugalata attı. Kendisinin gaddar olmasına rağmen onan vefa atfetti. Facir ve fasık olmasına rağmen ona takva isnat etti.”
bundansonra Sai’nin ali Büveyh’i araplardan Benin Dabbe den addetmesinin ve böyle yalandan bir nesep uydurmasının tenkit ederken Ali Büveyh’i tarif etmi ve bu münasebetle umumiyetle Türklere ve Selçukilere intikal ile bunların mevkilerini göstermiştir. Kendisi fikirlerini sarih ifade eden ve davalarının ispat için gayet kuvvetli deliller getiren bir müverrih ve katiptir. Türklerin fazail ve measirinin ve bunların islam dinine etmiş oldukları hizmetleri söylemiş ve bu bapta başka bir kimseye söyliyecek bir söz bırakmamıştır.
Bu kitabının İbni Hassul Amidülmülk’e takdim etmiş ve bunun Tugrul Beye okumasının kendisinden reca eylemiş idi. Eserin mevzuu tarihidir. Müessiri büyük bir akıl sahibi kudretli bir ediptir.
Bizi bu eserde alakadar eden cihet o zamanki hakiki hali tesbit ve tarihi tenkitler ve bunların ne derecelerde kabule şayan olduklarının ta’yın olup mücerret tenkit veya mücerret methü sena değildir. Bunun için yalnız muhakemeye ve sözlerin ehemmiyetine bakıyoruz. Ve söz vardır ki hakayiki bize görmekten daha iyi bildirebilir.
İbni Hassul tenkitlerinde hiçbir inhirafa uğramaksızın hakikati istihdaf ettiğinin söylemekte ve bunun şu yolda ifade etmektedir:
Ben sana; tanrının izniyle; onunla olan muhakememde kendi aleyhime de olsa haktan ayrılmadığımı izah etmek ve bu bapta en vazih hakikatlere istinat ettiğimi bildirmek istiyorum.”
“Müverrihlerin hepsi bilir ve söylerler ki Deylem ile Ciyi kendi mahal ve meskenlerinde ve şehir ve kasabalarında bu namda iki fırka idiler. Bunların Dabbe kabilesinden oldukları asla işitilmiş değildir. Ve ne islam devrinde ve ne ondan evvelki cahiliyet devrinde Dabbe kabilesinden bir kimsenin onların diyarına intikal etmiş olduğu da duyulmuş şeylerden değildir.”
“Bu kabilenin bir musibete uğrıyarak vatanları olan Irak, Şam ve mağrıp cihetindeki Arap adalarından muhacerete mecbun olmuş oldukları da vaki değildir. Sabi; bunları Dabbe kabilesinden değil; eğer bir yol bulabile idi Kureyş kabilesinden yapacak idi. Halbuki Araplar ile Acemler arasındaki nesebi mübayenet cümlenin malumudur.”
İbni Hassul bur arada Deylemilerin asıllarına dair mühim malumat vermiş ve onları başka bir yerde görülemeyen mükemmel bir surette tarif etmiştir. Türkleri de böyle mükemmel bir veçhile bildirmiştir.
Bundan sonra edep, felsefe, siyaset’te birinci derecedeki rical den sayılan vezir Amidülmülk hakkında tavsifatta bulunmuş ve bunun her fende teklerden addetmiştir.
4 HULASA VE HATİME
Yukarıda yazdığımız yazılardan anlaşıldığı veçhile Sabi ile İbni Hassul’ün gayeleri ayrıdır.
Sabi hayatının kurtarmak için eserinin her cümlesinde canbazlık yapmış ve her kelimeyi siyaset lisaniyle yazmıştır.
Bu hareketiyle Adududdevle’yi memnun ettiği gibi edebi kudretiyle de eserinin okuyan kimseleri memnun ve mahzuz etmiştir. Siyasetinin, hususi maksatlarının kabul ettirmek ve gayelerinin vasıl olmak için yegane vasıtası hitabet ve belagattır.
Sabi’nin bu eseri zamanın elinden kurtulmuş ve bugüne kadar mevcut bulunmuş olsaydı, elimizde en eski tarihi mercilerden biri olacak ve ondan iktibaslar yapılacak idi. Her hangi bir eserin şayi olma siyle iktifa olunmamalıdır. Yalnız yoliyle yapılan tenkittir ki hakikatin yüzünden perdeyi kaldırır. İbni Hassul’ün; Sabi’nin hükümet hizmetinde bulunan bir adam olmasının söylemesi ve binaenaleyh yazdığı eserde kaleminin serbest olmadığının zikretmesi bu eseri en acı bir surette tenkide kafidir. Şu muhakkaktır ki her kavmin kendisine mahsus takdire şayan hasletleri vardır. Muhtelif kavmiyetler medeniyete etmiş olduğu hizmetler ile ölçülmelidir. Yoksa her hangi bir kavmin meziyeti karşısında diğer kavmin de bazı meziyetleri olabilir. Kavmiyyet insanların yekdiğerleriyle tearüf ve içtimalarına vasıta olmalıdır. Kavmiyyet taassubiyle ortaya beşeriyet arasında adavet tohumları saçılmamalıdır. Her bir terakki hattı üzerinde bütün milletler yekdiğerlerine tekarrüp için vesikeler icat etmelidirler. Bir kavmin mücerret şu veya bu millete mensup olması adavet tevlit etmemelidir. İslam nazarında kavmiyetler muhteremdir. Bunlara hiçbir taarruz yoktur. Bu; kavmiyetlerin muhterem olması esasını kabulünün kardeşlik için sebep kılmıştır. İnsanlar arasında adavet; yalnız ma’kul ve makbul esbaba istinat ederse kabul olunabilir.
Sözü ne kadar uzatacak olursak uzatalım; netice şu olacaktır:
İbni Hassul’ün bu risalesi tarihi, edebi ve içtimai noktalardan ehemmiyeti haiz ve itinaya layıktir
Müellif bu risalesinde; Sabi’nn muhtelif arzuları yerine getirmek mecburiyetinde olduğunun ve binaenaleyh kitabet ve inşa kuvvetiyle bunları telif ederek tarihinde ilim ve hakikat için değil yalnız fantezi için çalışmış olduğunu ispat eylemiş ve eseri bir darbede sıfıra indirmiştir.
Tarihi tenkitler ile cerh ve tadil kaideleri üzerinden giderek eserin zayıf noktalarının göstermiş ve noktasnlarının tesbit etmiş ve ihtiva ettiği mebahisi tarih ile tekabül ettirerek tashin ve tadil eylemiştir. Nazirsiz bir kudretle bahis ve tetkikinde muvaffak olan bu zat bize tarihin hiçbir tagyire uğratılmaksızın yazılması lazım geldiğini ve mavaka olduğu gibi yazılıp tarihin cereyanının inhirafa uğratılmaması şart olduğunun bildirmiştir.
Bu eser ile biz; bizimle yaşamış ve mukadderatı bize bağlanmış ve bizimle beraber ayni havayı teneffüs etmiş ve ayni akaidi taşımış olan Türklerin bir safhasının öğrenmiş oluyoruz ki, bunun öğrenmek ve Türkler ile diğer kavimler arasındaki diğer esaslı farkları bilmek bugün yapılmakta olan içtimaiyyat ve psikoloji’ye dair olan tetkikattan daha az ehemmiyetli değildir.
Bu kadar ile iktifa ediyorum. İşlere hakim olan Tanrıdır.
Avukat ABBASÜLAZZAVVİ (Bağdat)
İBNİ HASSUL’ÜN RİSALESİNİN TERCÜMESİ
Rahman ve Rahim olan Tanrının Adı İle …
Hamd; alemlerin Rabbı olan Tanrıya mahsustur. Tanrı;
Efendimiz Muhamme’de ve onun bütün aline salat eylesin.
Mürai müverrihin kötü sıfatlarından Tanrıya sığınmak. Ya Allah! Ben sözün ve işin ve yanlışlığın ve yaramaz sözlülüğün ve ayak kaymanın ve sürçmenin ve eğriliğin ve yalanın ve öfke ve kinin ve haksız yere bir kimsenin sözüne muaraza etmenin ve mürailiğin ve utanmamazlığın fitnesinden sana sığınırım.
Ve heva ve hevesin afetinden ve hırsın tahakkümünden ve iyice bilmediğim ve tamamiyle ihata eylemediğim ve güzelce anlamadığım nesneler hakkında haber vermeğe kalkışmaktan da sanan sığınırım yarabbi!..
Ve yine; içinden çıkılış güç olan şeylere dalmaktan ve dert ve belası uzayan işlere sataşmaktan ve din ve mürüvvetçe günah olan nesnelere dikkat sarfetmekten ve neticede insanın üzerine levm ve mezemmet celbeden şey’e hücum etmekten sana sığınırım yarabbi!
Faziletli müverrihin sıfatlarına nail olmak ve ismet ve tevfika mazhar bulunmağı temenni. Ey allah! Başladığım ve bitirüp yeniden başladığım ve yapıh muhkem kıldığım işlerde ve yapmalarda senden tevfik ister ve ismet talep eylerim. Ve hikaye ve irat ettiklerimde doğruluk ve meydana koyduklarımda ve koymadıklarımda emniyet celbetmek ve hikayet ve rivayet ettiklerimde hakka asabet eylemek isterim. Taki maksadım insaf ile hareket olmağa rağmen zulüm göziyle bakmış ve matlabım kimsenin aleyhinde veya lehinde bulunmamak olmakla beraber tecavüz ve taaddi terazisiyle tartmış ve ahretinin dünyasına satmış ve heva ve hevesine uyarak doğru sözü bırakıp eğriliklere sapmış ve haksız yere bir kavmi olduğundan az göstererek başka bir kavme yaranmağa kalkışmış ve hazırlara uymuş olmak için gaiplere hamle etmiş ve kendilerinden menfaat beklenen dirilerden ümitler umarak ölüleri küçültmüş olmıyayım!…
Bu türlü hareketler; vicdanları pak olan zatlarca mezmum olup ayak sürçme kabilinden (hata etmek) vey alçakca zaferlerden ve acizden istifade demek olan zebunküşlüklerden sayılır ki bu gibi işlere ancak dindarlığı zayıf olan kimseler ve doğru yolu bulamayıp cehalet ve nadanlık içinde yuvarlanan ve kadrinin tecavüz etmiş ve haddinin aşmış olanlar cevaz verirler.
Sen Allah sana ömürler versin İbrahim bin Hilalissabinin Ettaci namiyle maruf olan kitabının ve bunun yazılışındaki güzellikleri ve Deylemilerin ensab ve ahbarının istikra edip birer birer anlatmasının ve bunların devletlerinin başlangıç ve esbabını bildirişinin ve bunların muharebelerde ihraz eylemiş oldukları muzafferiyet ve muvaffakıyetleri hakkındaki sözlerinin beğendiğinin zikr ediyorsun”!.. Ve bunların izhar etmiş oldukları mefahir ve measirlerini ve saadetin envaına mazhariyetlerinin ve düşmanlara karşı muharebe meydanlarındaki çarpışmalarının ve zaman ve akrana hakim olduklarının yazdığını söylüyorsun ki, bütün bu sözleriyle onun istihdaf ettiği gaye Rüknüd devle’nin oğlu Adududdevlenin methü senasında bulunmak ve onun hakkında bildiği ve bilmediği şeyler ile onun göklere uçurmaktır. Bu hususta o kadar ileri gitmiştir ki Allah’tan başkası için Mümün olmayan kemali bile onun hakkında iddia etmiş ve Peygamberlere, hususiyle bizim Peygamberimize has olan i’cazı ona isnat eylemiştir. Bir muarızın muarazasından emin bulunan ve bir münakaşaya uğramıyacağını bilen kimsenin hiç bir kaydü şarta riayet etmeğe lüzum hissetmeksizin sözü uzatması kabilinden sözü uzatmış ve hakku batılı ve yalanı ve doğruyu birbirine karıştırmış olmakla müsamaha ile muzayaka ve teşdit ile müsahele bi kitapta biribirine karışmıştır.
Hayatıma yemin olsun ki bu zat böyle hareket etmekte mazurdur. Binaenalyh levm ve takbih edilmemelidir. Çünkü Adududdevle tarafından hayatına kastedileceğinin haber almış ve bir anda bütün saadetlerinin mahvedileceği tehlikesi altında ezilmekte bulunmuş idi. Bunun sebebi de Adududdevle; kendisinin amcazadesi İzüddevle Bahtiyarı sıkıştırmak için farstan Bağdada yürümek ve bunan Bağdatda rakip olmak ve onun Bağdatdan çıkarmak istediği vakit Halife Ettayi tarafından Adududdevleye hitaben Sabi’nin yazmış olduğu bir cümle idi ki bu cümle Adududevle’ye çok ağır gelmiş idi.
Sabi bu yazısından Adududevle’ye emir ve nehide bulunmuş ve Rüknüddevle zamanında aralarında geçen bir maceradan dolayı kendisine itap etmeği fırsat bilmiş idi.
Bu yazadı Adududevle’nin Sabi hakkında kinin davet eden cümle şudur:
“Biz ; İzüddevle’ye Şahinşah lakabının verdik, Ona maüsavat iddia etmek sahasından çekil!!…”
Adududdevle bu cümlenin kendisine yazılmasından Halife Tayililahın ve İzüddevle’nin bir sun’u setirleri olmaksızın Sabi’nin kitabet sanati saikasiyle böyle bir cümle yazmayı tercih etmiş ve bu cümleyi sırf kendisi intihap eylemiş olduğuna hüküm vermiş idi.
Adududevle tamamiyle muzaffer olup İzüdevleyi öldürttükten sonra Sabi kendi canının korkusuna düştü.
Bu hükümdarın merhametinin celbederek vukuu muhakkak olan helake uğramamak ve bu hükümdarın pençesinden ve azı dişlerinden kurtulmak için bu kitabı tasnif etti.
Ölümden kurtularak hizmete alındıktan sonra bu bapta: azı çoğaltmak, çoğu azaltmak ve eksiği tamamlamak, tamamı eksiltmek ve övmek, kınamak ve buhl etmek semahet göstermek ve uçmak, konmak ve parlamak, sönmek suretleriyle sözü uzatmaktan çekinmedi. Adududdevle’ye yakışan; kendi nefsinde bir eseri bulunmayan ve hiçbir vechile kendisinin istihkakı olmayan medhleri kabul etmemek ve nesebi hakkında yapılan mugalatayı bir akıllı adam olmak sıfatiyle reddetmek idi.
Gaddar olduğu halde kendisinin vefalı olduğuna şahadet edilmesinin ve facir olduğu halde takva sahibi gösterilmesinin ve kendisinde hilimden bir eser bulunmadığı halde him ile vasfedilmesinin ve gömleğinin sırtından çıkarmış iken gayret ve hamiyyet ile tavsif edilmesini reddetmek kendisinden beklenir idi. Bunları Adududdevle kabul etmemeli idi.
Müellifin mesleği. Ben; oununla kendimi muhakemede insaftan ayrılmadığımı ve en vazih hakikatler ile istişhad eylediğimi ve davalarımı isbat için en kat’i deliller getirdiğimi sana Allahın izniyle izah ve isbat edeceğim.
Deylem ve Cil ve bu ikisinin kolları. Müverrihlerinin haber verdiklerine göre bunlar;
Kendi maruf yerleri ve meşhur yurtlarında ve asli vatanlarında iki fırka idiler. Cil’in birçok dallar ve budaklara ayrılan kabileleri ve şube ve nevileri var idi.
Deylem; İstaniye ve Lançiye namlariyle iki fırka idi, İstaniye; Deylem diyarının dağlar ve kalelerinde ve sarp yerlerinde otururlar. Bunların başlarındaki valileri bugüne kadar Vehsudaniye dir.
Deylemide Lanciye ve Cüstaniye. Lanciye sahralarda ve ovalarda sakin olurlar. Bunların padişahları Cistaniye idi bugün de öyledir. Bunlar alevi dailerin mesaisiyle islam dinini kabul etmişlerdir.
Deylemilerin çoğu Şiidir. Bu dailer bunların içlerine girmiş ve kendilerinin Allahın dinine ve Peygamberin sünnetine ve Ali bin Ebi Talib’in imametine ve onun diğer sahabeye tafdil olun masına davet eylemiş idiler. Bunun için bunların çoğu Şiadandırlar. Hanefiler ve Şafiilerden bazı alimler dahi bunlar ile ihtilat etmiş olduklarından bunların az bir kısmı Sünni mezhebi üzeredirler.
Cil’in çoğu Sünnidirler. Cil’de sünnilik galiptir. Çünkü bunların İslam dinini kabulleri kadimdir.
Deylemde Teşeyyu galiptir. Çünkü bunlardan İslam edilmişlerdir.
Nasıriyy tarafından İslam edilmişlerdir.
Eğer bunlar Dabbe kabilesinden olsa idiler, Resulullahın mensup olduğu şecereye nisbetleri olacağından gerek sünni ve gerek Şii alimler bunlara bu şerefi bildirir ve bu aselet ve necabeti onlara söyler ve onlar da harplarda düşmanlara karşı neseplerini bildirirlerken bu şereften uzak olan akranlarile karşı karşıya geldikleri vakitlerde bununla iftihar eder ve şiirlerinde bunun terennüm eylerler idi. Böyle bir hareket ne onların hatırlarına gelmiş ve ne kendilerinden böyle bir dava işitilmiştir.
Şiirlerinde, ve hutbelerinde cid ve hezellerinde buna dair bir sözleri bile yoktur. Bunların hiçbir reisine; Beni Dabbe den bir kimsenin hicvedilmiş olmasının güç gelmiş olduğu vaki olmamış olmakla beraber onların her hangi bir mefharetlerine ehemmiyet vermiş ve bunların ayıpları tadat olunurken sıkılmış değildirler.
Beni Dabbe kabilesi. Ve ayni zamanda ne cahiliyet ve ne İslam devrinde Dabbilerden birinin onların diyarına intikal eylemiş olduğu veya Beni dabbenin başına bir hela gelüp onları Irak, Şam ve magrıp havalisindeki Cezairi Araptan çıkmağa mecbur etmiş bulunduğu vaki değildir. Çünkü bunlar; Muaviye bin Ebi Süfyanın himayesi altında rahate ermiş ve onunla beraber Osman bin affanın demini talebe iştirak eylemiş ve Ali’ye karşı muharebe etmiş idiler.
Bunun delili de onlardan birinin şu şiiridir:
“Biz; yani eshabı cemelden olan beni Dabbe İbni affan (Osman)’ın ölümünün intikamının kargılar ile alırız. Bizim şeyhimizi (Osman) bize iade edin. Edin ki o bizim tarafımızdan ibcal ve ikram edilsin!…”
Sabi ve Beni Dabbe. Sabi’nin bu taifeyi (Deylemiler) Beni Dabbeye nisbet etmesi Beni Dabbenin çok ve karışık olmalarına binaendir. Bunlar; Kureyş, Temim, Tay, Kays, Handef ve Akil kabileleri gibi nesepleri muhafaza edilmiş olan ve araplığın merkezinin teşkil eden zümrelerden değildirler. Eğer Sabi bir yol bulaydı; bunların Kureyşten olduklarının iddia eder ve bu suretle Adududdevle’nin üzerinde bir eseri bulunmayan bu izzü şerefe istihkak kesbuder ve kendisinde hiçbir zerresi olmayan bu mefharete nail ve vasıl olurdu.
Sabi’nin ilk zulmü. Sabi’nin bu kitapta ilk yaptığı zülüm ve vali (hükümdar) yi meçhul bir nesebe mensup kılması ve onun aldatılmış mevkiine getirmesidir. Sonra bu araba mensubiyet meselesinin unutmuş gibi görünerek onun Behram cuvra nisbet etti. Herkes bilir ki Araplar ile Acemler arasında nesepce mübayenet vardır.Yalnız neseb ilminin bilenler bunların ibrahim Peygamberde birleştiklerinin söylemektedirler. Acemler; söylendiğine göre İshak’ın oğullarıdırlar. Resulullah ise İsmail evladındandır. Kendilerinin (ben iki kesilmişin oğluyum) buyurmaları bunun delilidir. Bu iki kesilmişin biri İsmail diğeri de kendi ataları Abdullahtır. Çünkü büyük ataları Abdülmuttalib oğlu Abdullahın kesilmesi ve fidye verilip kesilmemesi için kur’a çekmiş ve birçok deve mukabilinde kendisi kesilmekten kurtulmuş idi.
Sabi’nin kavlince Deylemiler. Eğer Sabi’nin dediği gibi Deylemiler arap olurlarsa onların İsmail zürriyetinden olacakları iktiza edecek ve Resulullahın mensup olduğu şeecereden hangi noktada ayrılan bir cedde mensup bulunduklarının öğrenmek ihtiyacı hasıl olacaktır. Eğer bunların mensup oldukları ced Resulullaha yakın bulunuyorsa o zatın o nisbette şerefi artacak ve Deylemiler de o nisbette bu şereften hissedar olacaklardır. Resulullaha yakın onlanların mefharet ve şerefleri bu yakınlıkları nisbetindedir. Ve hasebü nesepleri de o nisbette vazıh ve asılları o nisbette belii olmuş olur.
Kureyş Resulullah ile Nadr bin Küttate birleşmededirler. Bundan ötürür Peygamberimizin şu : “İmamlar; Kureyş kabilesinden olmalıdır.” Sözleriyle bunlar; imamete müstahak olmuşlardır.
Abdi Menaf ve Haşim ve Abdülmuttalip oğulları Peygamberimizin en yakın akrabalarıdırlar. Ve Peygamberimiz: “Ben; Atikeler ve Fatımaların oğluyum!…” diye iftihar etmişlerdir ki bu Atike Abdülmuttalibin kızı ve Fatıma dahi Abdi Menafın kızıdır.
Bu karabet ile Deylemilerin nerede ve ne zaman iftihar ettikleri olmuştur?!… Onlar; ne vakit böyle bir şerefin ucuna yapışmışlardır?…
Deylem kelimesi yalnız anterenin muallakasından olan şu Mısraında duyulmuştur:
“Devem Deylemin havuzlarından su içmekten nefret eder.
Firuz; araplara karşı açmış olduğu bir muharebede Deylemileri uyuz karga toplanır gibi toplamış ve bunları araplara karşı sevketmiş idi.
Fürsün neseplerinin şubelere ayrılması. Alimler ve nesep ilminin bilenler ve eski tarihler şunu söylemekte müttefiktirler ki hükümdarlar Feridun devrinde şubelere ayrılmış idiler. Feridun Dahhak’i öldürüp bunun memleketlerinin istila ettikten sonra Fariside Yurasef denilen bu Dahhak hakkında Fürs arasında birtakım hurafat ve ebatıl deveran eder. Fiuya bunun omuz başlarında iki yılan varmış. Bunlar acıkınca Dahhak’i ısırırlar imiş ve bunlara her gün ahaliden bir gencin beyni verilirmiş. Bu türlü şeyler aklı başında olanlarca merduttur. Bu Dahhak; zalim ve insafsız bir cebbar hükümdar olduğundan ahali korkularından bunun böyle garip ve korkunç bir şekilde tasvir ve tasavvur etmişlerdir. Bu Dahlak’tan evvel tarih zaptedilmemiş olmakla bütün haberler başı boş kalmış idi.
Sahih surette tarih Feridun devrinde başlar. Sahih surette tarih zoptolunmak dünyayı elde etmiş olan Feridun devrinde başlamıştır. Tur, Selem ve İreç namındaki üç oğlundan her birine yer yüzünün bir tarafının vermiştir.
Seleme arap beldelerine varıncaya kadar Rum isabet etmiş idi. İreç’e bütün beldelerin en güzellerini havi olan dördüncü iklimin merkezi isabet eylediki bu iklimin merkezinin bütün beldelerin en güzeli ve eşrefi olmasının sebeplerinin izah edecek olarsak bu kitabın maksadından dışarıya çıkmış oluruz.
Türklerin ceddi olan Tur simal cihetinin aldı. Tur maşrıktan şimale doğru meskun olmayan yerlere kadar olan muhalleri aldı. Bu Tur Selam ile beraber olup İreç üzerine yürüdüler. Ve bunun yenip öldürdüler. Menuvçeh zuhur ettiği zaman İreç’in kanının dava ile hasmından intikam aldı ve kendisine miras kalan beldeleri elde ederek oralara yalnız kendi hakim kaldı. Bugüne kadar Tur oğullarıyle İreç oğulları arasında adavet bakidir. Bu iki fırkadan biri diğerine galebe ile arada uyumuş olan adaveti zaman zaman uyandırmaktadırlar. Hususiyle Efrasiyab bu diyare yürüyüp buraları ait ve üst ettiği tarihten beri bunların arasındaki adavet şiddetlenmiştir ki Efrasiyab bunları haraca bağlıyarak istismar etmiş ve yirmi yıl buraya hüküm eylemiş idi. Keyhusrev ve Zalim Rüstem (Rüstemi Zal) nihayet kendisinin mağlup edip elinden memleketleri aldılar. Bu tarihten beri bu iki cins arrasında (iran ve Turan) adavet eksik olmamıştır. Daima ve taraf galip, diğer taraf mağlup olarak araslarında harp devam ede durmuş ve bu harpler arapça ve farsce manzum ve mensur kitaplarda şerh edilmiştir. (Şehnamenin en parlak parçası siyavuş’un intikamını almak için Rüstemi Zalin ve diğer İran kahramanlarının Efrasiyabe karşı olan cenk ve cidallerinin tasvireden kısımdır).
Türklerin nesebi. Bu kitabı yazmaktaki maksatlarımızdan biri, Türklerin neseplerinin göstermek ve onların şanı büyük bir hükümdarın oğulları olduklarının söylemektir ki bu, galip bir saltanat sahibi olan hükümdarın ve bunun oğullarının etrafa saldıkları korku saikasiyledir ki İranşehirde görülen buncak kaleler yapılmış ve nihayet Türkler bu kalelere malik ve varis olmuşlardır.
Selemoğulları-İskender. Selem oğulları olan rumlardan İskenderi Zülkarneyn dahi İranşehire sahip olmuş ve veziri Aristonun tedbirleriyle bunblar ikiyüz senen kadar burayı ellerinde tutmuşlardır.
(Muhakkak ki bu; onun hörmet etmekte olduğu din ve ayni zamanda; öldürmüş olduğu bir kimseye mukabil kendisinin öldürülmesi icap eden her hangi bir kimseden başka bir kimsenin haksız yere kanının dökülmesinin meneden akılı karşısında yanlış bir rey olur)
(Sonra o kadar beşeri ihtiva eden biladın çabuk yetişen ekinleri nasıl biçilir?..
buradaki beldelerin insanlar arasında taksim olunması ve onların muhtelif mertebe ve tabakalarına müsavi surette verilmesi ve bu suretle onların hudutları üzerinde yekdiğerleriyle uğraştırılmaları muvafık bir tedbir olacağından öyle yapıldı)
Bunların riyasetlerine İskender ve ondan sonra onun zürriyetinden ve akrabasından olan kimseler geçtiler. Ve bu tedbir sayesinde Rumlar ikiyüz yıldan ziyade İranşehire malik kaldılar. Ve bunlara mülükü tavsif denildi.
Erdişir bin Babek zuhur edince bu kaideyi bozdu ve bu tedbiri kaldırdı.
Erdişir bin Babek. Bu Erdişir; şecaat ve akıl ve tedbir ve teenni ve hasafet ve siyaset sahibi idi. Kendisinin neseben birhükümdara ve maruf bir zata intisabı yoktu. Bunun için “benim nesebim benden başlar, düşmanımın nesebi de kendisinode biter!…” demiş idi.
Erdişir ayni zamanda ahlak ve ilim ve marifet sahibi olmak gibi şahsi meziyetlere istinad etmeyen nesebler ile iftihar etmeği, vazetmiş olduğu siyasi kanunlar ile meneylemiş idi.
Kendisi İslam dininin zuhuruna kadar devam etmiş ve dünyaya hakim olmuş olan sasanilerin ilk hükümdarı idi ki islam bunların saltanatlarına nihayet vererek bunların söndürmüş ve bunlardan iman edenler müstesna olmak üzere diğerlerinin bütün şereflerinin sona erdirmiş ve kendilerini küçüklüğe mahkum etmiştir.
Erdişir; ilk defa doğru siyaset takip etmiş ve adlü salah ile hükmederek insanlara rıfk ile muamele eylemiş ve bedlelerin üzerindeki ağır teklifleri kaldırmış olan hükümdardır.
Hazmü ihtiyatının neticesi olarak Türk hükümdarlariyle daima iyi geçinmiş ve memleketinin bir çok yerlerinde bunlar ile hemhudut olmaktan çekinmiş ve kendisine varis olacak hükümdarlarıda Türklere karşı daima bu siyaseti takip etmelerinin tavsiye etmiştir.
Türk Milleti. Şimdi Türklerin-müstahak olmadıkları vasıfları kendilerine vermeksizin ve ayni zamanda malik bulundukları vasıfları kendilerinden nez etmeksizin ve ne lehlerinde ve ne aleyhlerinde bir taassup ve taraftarlık eseri göstermeksizin ve onlara hoş görünmek ve takarrüp etmek gibi bir maksat görünmeksizin tabiat ve ahlaklarının ve hallerinin ve yollarının ve cihetlerini zikredelim!…
Bizim bu kitabımız; mana ve lafızları; daha doğrusu göz kırpma ve göz uciyle bakmayı bile tenkit edeceklerinin bildiğim zatlara arz olunacaktır.
Bütün şeriat ve mezheplerde ve bütün zaman ve mekanlarda nehyedilmiş olan riyadan Allahu taalaya sığındık.
Türklerin şecaatı. İnsanın nefisi natıkasının en şerif olan kuvveti şecaattır. Çünkü aile ve çoluk, çocuğa uzadılan el bununla def edildiği gibi, düşman ile de bunun sayesinde uğraşılır ve zafer bununla temin edilir. Düşmanlara mağlup olmaktan ve hukuk ziyaına uğramaktan insanı bu vasıf viakey eder. Aşiret ve kavim ve kabile onunla korunur. Medhe şayan olan kıskançlık ve kimseye baş eğmemek ancak şecaat sayesinde icra edilebilir. Memleketler bununla zaptolunur . Yollar bununla muhafaza altında bulundurulur. Binaenalyh biz de Türklerin bu vsaflarile başlıyalım…!
Bütün milletler içinde cesarat ve şecaatca onlardan daha ileride olan ve büyük maksatları elde etmek uğrunda onlardan daha ileri gidebilen bir millet yoktur. Allahu taala onları arslan suretinde yaratmıştır. Yüzleri enli ve burunları basıktır. Bilekleri yoğundur. Yavuz yaradılıştadırlar. İçlerinde ince belli ve uzun yüzlü ve büyük gözlü olanları nadirdir. (Onların yiyecekleri gasb etmemeleri ve cürüm ve cinayetten imtina etmeleri de nadirdir) Asker içinde bunlardan başka diğer cemaatlardan her hangi bir ferdin te’dip edilmesi o ferdin mensup olduğu cemaata göz dağı olur ve onların hepsinin sindirir. Fakat, yalnız Türklerdir ki zecr umumi olmadıkça onlardan hiçbir kimsenin ve cemaatın gözü yılmaz.
Bunlar; bütün yiyeceklere eti tercih ederler. Ve bunun iyi pişirmeğe ve iyice yıkamağa riayet ve itina etmezler.
Bunlar ancak gasbedilmiş olan eti iyi bulurlar ve yalnız kapmak suretiyle elde ettikleri ette lezzet duyarlarki bu avcı hayvanlar ve kuşlar ve segirdici, atlayıcı arslanların adetidir.
Bunlar; kırlara ve otsuz, ocaksız çöllere alışıktırlar. İcabında az bir nesne ile günlerinin geçirmeğe katlanırlar. Bunlar baskınlarda elde ettikleri nesneler ile yaşamağı yaşayışın en güzeli ve en bolu sayarlar. Bunların kaçan bir geyiği ve bir yaban eşeğinin avlamak için gösterdikleri tahammülün ve bu hususta katlandıkları meşakkatin dereceleri yüksektir. O kadar ki yorulmuş ve takatleri kesilmiş zannolundukları halde; altlarındaki hayvanı sürmek ve dağların tepelerine çıkmak ve tehkilelere atılmak ve yolu izi belli olmayan yerlere girmek hususunda bunlar ilk nişat ve neşvelerinin muhafaza ederler.
Onların tabiatlarındaki şerefe ve himmetlerindeki büyüklüğe delalet eder ki, islam dinin her beldekeki muhtelif milletlerden olan müşrikler ve milletlerr ile gaza etmeği arz etmiş olduğu gibi onlardan olan kafirler ile de gaza etmeği farz etmiştir. (?)
Onlardan esir alınanlardan hiç biri yeme, içmi, giyme ve binmede efendisinden aşağı kalmağa razı olmaz.
Bunlar; başka kölelerin ve sabiy ve istirkak edilenlerin kullanılmakta oldukları ev süpürmek ve hayvanlara bakmak ve bunlar gibi küfür zilleti altında kalmış ve kendilerinin kahr ve galebe eli yakalamış olan başka kölelerin yaptıkları işlerde kullanılmamazlar.
Gerek Hindli ve gerek Rum ve gerek Ermeni veya bunlar gibi köle olan her hangi bir kimse olursa olsun biz; bunları gördük göreli ne kıratta olduklarının ve meydanda ne kadar seğirdebileceklerini biliriz
Türk ancak asker kumandanlığına razı olur. Türk bağı çözüldükten sonra askere başbuğ olmak veya perdedarlık etme veya bir fırkanın başına geçmek veya bir cemaate emir ve neyde bulanmaktan başka bir işe razı olmaz onların bu hali kendi beldelerine hemhudut olan ve kendi diyarlarına bitişik bulunan Horasan’a mahsus değildir. Mesela onların menşelerine en uzak yerlerden olmakla beraber dillerinin hiç bilmeyen Mısırı alalım. VE isterseniz Irak’ı alalım ki arap, kürt ve Deylemilerden muhtelif sınıflara mensup askerleri ihtiva etmekle beraber buranın hükümdarı da Deylemi olup burada kadim bir asalet, ve kadr ve itibarları bulunduğunun iddia etmektedir. Bununla beraber bunların hali hep böyledir. Halifeler ve Deylemden olan hükümdarlar Karnlarca bunların kendileriyle boy ölçüşmelerine ve hükümdarlarlıklarında kendilerine rakip olmalarına ve bunların yavuzluklarına sabru tahammül etmeğe mecbur oldular. Kendilerinde hiçbir zaman onlardan intikam almak ve onları sindirmek kudretinin bulamadılar.
Bunların kadirlerinin yüksekliği ve büyüklüğü ve minat ve kuvvetlerinin derecesi hakkında Resulullahın:
Resulun Türkler hakkındaki sözü . Türkler sizi bırakdıkları müddetçe siz de onları bırakın!…” Sözü kafidir. Resulullah bu sözünün kendisinin buyurduğu veçhile: “siyah ve kırmızıya ba’s edilmiş” ve nübüvveti bütün arap ve aceme şamil bulunmuş olduğu ve: “bütün insanları ile islam kelimesi olan (yoktur tapacak, tanrıdır ancak!..) sözünün söyleyip iman camiası altına girinceye kadar mukatele ile memur bulunduğu halde söylemiştir.
Bunlarda en garip olan şey; bütün gördüğümüz milletlerde hususiyle Cil milletinde hemen hemen kötülük umumi olduğu halde bunların içinde halis Türk olanlardan böyle bir ferd hiçbir kimse tarafından görülmüş olmamasıdır.
Bunların içinde sözlerinde ve işaretlerinde; giymiş ve sairelerinde biraz kadan gibi olanlar varsa bunlar bu diyarda doğmuş ve buralarda bulunanlardan huy kapmış olan Türklerdir.
Türk Hükümdarları. Türklerin muaraza ve münazaa kabul etmiyen menkıbelerine işaret ettikten sonra onların cinsinden olan hükümdarları ve bunları komşu bulunan Samaniler ve saire gibi Horasan hükümdarlarının ve Sebüktekin ve bunun evladü ahladı bulunan Mahmud, Muhammed ve Mesud’u zikredelim ve bunların b u Türkler sayesinde nasıl kuvvet kazandıklarının ve bunların eliyle diğer hükümdarların memleketlerinin nası istila ettiklerinin ve maksatlarının Türklerin eliyle nasıl ortaya atılıp nasıl itmam edildiğinin ve bunların günlerinin Türkler sayesinde nasıl parladığının ve sancaklarının nasıl muzaffer olduğunun söyliyelim. Bugün ise alemin sultanı, islamın padişahı ulu ve yüce Şahinşah Rüknüddin; Gıyasülmüslimin; Allahın dininin ziyneti ve Tanrının beldelerinin sultanı ve kulların imdatcısı Tuğrul bey Ebu Talib Muhammed bin (1) Mikail Yeminin Halifetullah Emirülmüminin’in emrine ram olmuşlardır. Allah o zata yardım etsin ve onun hükümdarlığının teyit eylesin!… Düşmanlarının har ve hakir kılsın ve bayrağının mansur etsin!…
İslam padişahı Tuğrul Bey. Türkler bu padişahın şahsında adli yer yüzüne şamil olmuş ve ünü şark ve garbi tutmuş ve kendisinden sonra hiçbir kimsenin liyakat kesbedemeyeceğin bir milk kendisine verilmiş ve kendisinin yüceliği nisbetinde kendisinden evvel hiçbir hükümdar görülmemiş ve her müslime taati taayyün eylemiş ve gizli ve aşikar onun dostluğundan ayrılmamak ve gece, gündüz onun nusrata mazhar olması duasının dilden düşürmemek farzolmuş bir zat bulmuşlardır.
Bu zatın gözümüz ile gördüğümüz ve kulaklarımız ile işittiğimiz adil ve ihsanının asarını ve Allahın rızasının nerede olduğunun araştırmasının ve hiddet ve sükün hallerinde Tanrının kullarına merhamet ve şefakatinin ve kendinden evvelki hükümdarlar nazarında ehemmiyetli sayılan mal ve akaret istihkarının aşağıda zikredecek ve bunların temellük, riya, kizb ve tahminden ari olarak söylüyeceğiz. Çünkü bizim bir havf ve tamaımız ve riyakarlığa bir ihtiyacımız yoktur. Maksadımız zati itibariyle matlup olan sıtku sadaket ve hakku hakikat yoluna gitmek ve bu padişahın eyyamında nail olmuş olduğumuz emnü amane ve onun saltanatının gölgesinde bulunduğumuz rahate teşekkür etmiş ve bu nimetin hakkını ödemiş olmaktır.
Şeyh Amidül Kündüri. Bu kitabı yazsmak ve bunun telife çalışmak hususunda en kuvvetli sebep, Şeyh Amidülmülk onun İmadüddin Ebu Nasr Mansur Muhammede itimadımdır ki allah onun rifatinin daim eylesin!.. Kitabımın manan ve lafızlarının hakkiyle tenkit ve onun ihtiva ettiği makasıt ve hülasaları tahkik ve onda bulacağı hataları ihtar ve tenbih edece ve benimm yanlışlarıma karşı lehde şehadet etmekten yüksek bulunacak ve sonra kitabımı Tuğrul beye ki onun eyyamı bu vezinin vücudiyle saadet ve onun şaniyle şanu şeref kesp etmiş ve onun eliyle ve diliyle yükselmiştir. Türkçe tefsir ve izah edecekdir.
Faziletler beşer arasında taksim edilmiştir. Herkesin diğer kimselerden imtiyaz noktasının teşkil eden bir fazileti olur. Bir kimsenin bütün faziletleri kendinde toplamış olması mümkün değildir.
Ahiret ilimleri İlimler; ahirette necatı temin eden ilim ile dünyada maişet için lazım olan ilme ayrılır. Tanrının merhamet ve affına dönüldüğü vakit kişiye lazım olan ve ahiret yolculuğunun azığını teşkil eden ilim tevhit ilmidir ki bununla Tanrı gereği gibi bilinir ve bununla kendisine kendi azametinin teçyit eden sıfatlar verilir. Ve noksan ifade eden sıfatlardan tenzih kılınır ve varlığı ve birliği ve saire ispat edilir. Ve ayni zamanda bu ilimle umumi surette Peygamberlerden ve Peygamberlerin mucizelerinden ve hususiyle kendisiyle şeriatler hatmedilmiş ve mezhepler neshedilmiş olan peygamber, yani Muhammed den bahs kılınır.
Dinde tef kkub. Bundan sonra dinde tefekkuh ve din yolunun tafzil ve peygambere verilen ve Rabbi tarafından onun kalbine indirilen kur’an mucizesinin izah etmek ve bunun garibinin ve i’rabının ve helal ve hakanını, muhkem ve müteşabihini, nasih ve mensuhunu ve hangi ayetin hangi sebep üzerine tarız ve tasrih veya hafi ve celi suretler ile indiği ve farziyet veya sünniyyet ifade eylediğinin bilmek gelir. Bundan sonra da lisanlar arasında şerafete malik olan ve ehli diğer lisanlar ile konuşanlara tafzil edilmiş bulunan Arap lisanının ibare ve kitabet ve nazım ve nesir ve ihtisar ve ıtnab ve işaret ve ishabına itina etmek vardır. Bunlar din ve şeriat ilimlerine taalluk eden maddelerdir.
Felsefe ilimleri Burada bunlardan başka Tanrının yaratmış olduğu yıldızlar ve felekler ve tabiat ve girizeler ve mazarrat ve menfaatler gibi eşyanın hakikatlerinin bilinmesine taalluk eden ilimler vardır ki bunların her bisine mahsus kitaplar ve tertip edilmiş kanunlar ve kendilerine iktida olunan ve kendilerinden ahzü iktibas edilen ve kendilerine müraccat kılınan alimler vardır. Fakat bu ilimlerin hepsinde ileri gitmiş ve hepsinde iktidar göstermiş bir kimsenin vücudü nadirdir. Eğerd böyle bir kimse bulunacak olursa parmakla gösterilir bir imam ve meşhur fazıl ve kendisinin lehinde şehadet edilen alim ve zekasiyle gaye ve nihayete vasıl bir zat olmuş olur. Bunların hepsinin ihata etmiş ve kemaliyle bunların alimi olmuş ve bunların umumi ve hususi şubelerinde, güçlerinde ve kolaylarında te olacak kadar yükselmiş olan bir ferdi ne duyduk ve ne de gördük ve ne böyle bir zat bulunduğunun haberaldık ve ne kendimiz böyle bir kudrete malik zat ile karşılaştık.
Şeyh Amid ve ilimler. Bu yüksek Şeyh Amidül Milk Amid Tanrı onun devletinin korusun!… Bunların her birinde; gençliğiyle beraber işlerinin çokluğu ve şarku garbin ve Arap ve Acemin idaresi ile bütün zamanları meşgul olduğu halde guya bütün ömründe ondan başkasının okumamış, ondan başkasına ömür safetmemiş kadar kudret ve kuvvete maliktir. Ve her birinde tektir.
Bu ise Allah’ın müstesna bir tevfiki ve nadir tesadüf eden saadet ve şeref ile bir doğuma mazhariyet ve büyük ve yüksek bir tali neticesidir. Benim bu zat hakkındaki sözlerim tecrübe ve imtihan ve istikrar v mübahaseye ve bu ilimlerin yalnız birinde ihtisas sahibi olan zatların birer bire şahadetlerine müstenittir. Ben bütün bunlardan sonra bu sözlerimi söylemekteyim.
Peygamberin: “Tanrı bir kişi hakkında hayır murad ederse ona sadık bir vezir ve müşavir ihsan eder ki o vezir, o kişi unutacak olursa her hangi bir nesneyi andırır ve andıklarının yapmakta ona yardım eder.” Hadisi intıbak edecek mahal bulmuştur. Bunun Tanrı onun livasının mansur eylesin ne zamandanberi hükümdarlıkta bulunduğu malumdur. Onun gerek cürm ve kabahat irtikap edenlere karşı gösterdiği hilm ve gerek lütfü ve kerem ve seha ve ibzali ve büyük memurları tevkırı ve asli aileleri görüp gözetmesi ve şüpheli işlerden kendisinin uzak ve yüksek tutması gibi güzel hareketleri ve takdire şayan halleri hep bu müeyyet şeyh onun hizmetiyle şerefyap olalı ve hükümdara ihtısas kesp edeli ve memlekette onun verdiği emirler yürümeğe başlıyalı ve hükümdar onun nasihatine temayül edileli vaki olmuştur.
emir Sipehsalar Seyfüddevle. Bu hükümdarın bu takdire şayan hareketlerinden biri budur ki: Emir Sipehsalar Seyfüddevle ebi İshak İbrahim bin Yusuf esir olarak huzuruna getirilmiş ve korkudan yüreği atmakta ve heyecandan duramamakta ve Sultan tarafından kanının heder edileceğinde herkes tarafından hüküm verilmekte ve onun ölümiyle intikam hisleri tatmin edileceğinde kimsenin şüphesi bulunmamakta iken kalkıp onun boynuna sarıldı ve dermiyan ettiği özrü yalan, doru her ne ise kabul etti.
Adududdevle amcası olduğu halde, İzüddevle Bahtiyarı mağlup ettiği vakit bunun zıddını yaptı. Onun aleyhindeki intakım onun öldürmek ve kesik başının bir tas içinde kendi önünde görmek suretiyle sükün buldu. Bu sönmez kin karşısında bu büyük affı görmiyen Sabi nerede?!…
Bu hükümdarın Tanrı onun yüksekliğinin daim kılsın!… Isfahan ehalisine karşı gösterdiği güzel muamele de zikre şayandır. Bunlar kendisine açıktan açığa isyan etmiş ve mukateleye kıyam eylemiş ve fiilen hainliklerde bulunmuş ve türlü türlü sözler söylemiş ve kendisinin beldeyi muhasara için birçok mal sarfına mecbur etmiş oldukları ve ızhar ettikleri temerrüde karşı bunları yola getirmek için türlü türlü suretlerle uğraşdırmış bulundukları halde belde kılıç ile fethedildiği ve ehali kat’i bir mağlubiyete giriftar kılındığı zaman bunların hepsi alemleri hayrete düşüren ve sabık hükümdarları utandıran bir affa mazhar oldular. Her ne kadar bu haslet tabiatındaki kerem ve himmetteki yücelik ve zatteki şeref ve yükseklik neticesi ise de ulu Şeyh Amid, Amidülmülk Tanrı onun devletinin hafızı olsun!… onun daima hükemanın haberleriyle ve gizli gizli mevaıziyle ikaz etmiş bulunmaktadır.
Bağdat ehalisi Adududevle Bağdatlıları mağlup ettiği ve İzzüddevleyi öldürdüğü vakit ehaliye bunun zıdının yapmış, onların nimetlerinin ellerinden almış ve kendilerine şiddetle ukubet göstermiş ve başlarına ateşler yağdırmıştır. Bunun bu zulüm ve şiddet gösterdiği beldenin hilafet merkezi olması ayrıca zikre şayandır.
Sultanın nesebi. Bu hükümdarın nesebi Tanrı onan nasrı aziz ihsan eylesin!… Kafi derecede şerefi haizdir. Diğerleri gibi onun soyunda köle olan ve sıytü şanı bulunmıyan meçhul kimseler yoktur. Bunun ecdadından Sürcük vardır ki Sırcık Selçuk Hazar hükümdarının kılıç’ıyle vurmuş ve elindeki amud ile o kadar divmüş idi ki bu hükümdarın altındaki hayvan yere kapanmış ve o da yüzükuyun düşmüş idi.
bu işi; hür bir nefisi sahibi olan kimseden ve himmeti ayyuka kadar yükselmiş bulunan bir zattan başka biri yapamaz. Selçuk devleti bu zattan başlamış ve bu devlet ve hükümet bu zattan neşet etmiştir.
Valilik fermanı ve bunda şart koşulan nesneler. Bu sultanın Tanrı ona nasrı aziz ihsan eylesin. Hükümdarlığının daimi olacağına ve bu hükümdarlığın esaslarının payidar kalacağına ve hiçbir zaafa uğramıyacağına bence kat’i delil teşkil eden; gözümle gördüğüm vera ve takvasındandır ki: Emir Züreyr bin Alaüddevle Cerbazakan valiliğine tayin olunduğu vakit kendisine büyük mezuniyet verilmiş ve iktidarı tahdit olunmamak ve bu verilen salaniyet geri alınmamak şart edilmiş idi. Ben bu hükümdarın; kendisine bu büyük mezuniyet ve salahiyeti verdiği vakit teşkil olunmuş olan yüksek mecliste hazır idim. Hükümdar; tanrı onun kudretinin kıfzeylesin!… Derhal; ahaliye zulüm ederse ve bir mülkü kabz ve gasbeylerse bu mezuniyet ve salahiyte elinden alınır ve bu hareketlerinin karşı ses çıkarılmamak olmaz!… dedi ki mecliste hazır bulunan kadılar, vezirler, katipler ve erbabı adil ve hakkaniyetten hiçbir kimsenin bu istisna aklına gelmemiş ve hükümdardan başka hiçbir kimse bu şerefli sözü söyliyememiş idi. Ve Cenabı Hak şahittir ki ben; onun hizmetiyle şerefyab olduğu ve devletine intisap eylediğim vakittenberi onun kapısına ümit ile gelmiş olan bir kimseyi boş çevirmemiş ve hiçbir alimden yüz döndürmemiş ve hiçbir zulme meydan vermemiş ve hiçbir günaha ruhsat göstermemiştir. En ufak vasfı ve yüksekliklerinin en aşağı tabakası bu gibi ahval olan hukümdarın diğer hallerinin ve vasıflarının ne olacağının artık sen tasavvur eyle!…
Ben bu hükümdarın eyyamiyle saadet bulalı ve onun ikram ve inamına müstağrak bulunalı onun hakkında Tanrının her yıl bir derece daha kolaylaştırdığı fütuhatının asarının afsilden sonra yüce ve yüksek olan Amidülmülk’e Tanrı onun düşmanlarının har ve zelil eylesin döner ve benim; onun yüksek kapısından uzak kalmam dolayısiyle asarından fevtetmiş olduğum nesneleri zikreylerim. Tevfik Allah’tandır. Ve tevekkül onadır. Ve nihayet varacağımız yer onun huzurudur.Ve bize o; kafidir. Ve o; ne güzel yardımcıdır.
Alla; Efendimiz Muhammed’e ve onun Aline salat ve selamlar eylesin!. 649 yılının zilkadesinin ortasında yazılması tamam oldu.
Kitabın sonunun hamişinde şu ibare vardır:
Naklonunun nüsha ile mukabele edildi. Allah’ın haremine sığınmış olan Hasan bin Muhammed bin Hasenis Sagani yazdı. Allah onun kendi mahallerinde sakin kılsın ve oralardan diğer yerlere intikal ettirmesin Yalnız yılının zilhiccesinde Allah’a hamd ve Peygambere salat edici olduğu halde!…