Uygurlar, kendinden önce kurulmuş olan Hunların ve Köktürklerin kültür mirası üzerine kurulmuş olmakla beraber, bu devletlere nazaran tam bir yerleşik hayata geçmesi ve artık taş üzerine yazılmış belgeler yerine kağıtlar üzerine yazılmış belgeler bırakmaları eski Türk kültür hayatı bakımından çok önemli neticeler doğurmuştur. Siyasi tarihlerine nazaran kültür tarihleri çok daha ağır basan bu Uygurlar, denilebilir ki, Orta Asya Türk Tarihi bakımından hem devlet olarak yaşadıkları dönemde hem de yıkılışlarından sonra çok uzun süre kültürlerini yaşatabilmeleri bakımından önemli olmuşlardır.
Atlı göçebe bir hayat tarzından, yerleşik hayat tarzına geçişlerinin ve bu uygarlığa kendi karekterlerini katarak yeni bir kültür yaradılışının en güzel örneğini Uygurlarda görmekteyiz. Uygurların bu gelişmesinde hiç şüphesiz Çin ve Hint uygarlıklarının da etkileri vardır. Ancak, Uygurlar bu uygarlıklardan etkilenirken bunu kendilerine özgü bir şekilde, kendi kültürleri içinde yaşatmışlardır. Uygurlar arasında kendini gösteren kültür yenileşmesi yeni kültürdeki gelişme çizgileri, yaşadıkları yeni coğrafi bölgenin etkisini hissettirmektedir. Uygurlarda, Bozkır ve Atlı Göçebe özellikleri, şehir kültürü içinde biçimlenmiştir. Uygur şehirlerinden geçen kervan yolları ileride, Doğu – Batı uygarlıkları ile temas imkanı sağlamıştır.
Uygurların bir devlet olarak ortaya çıktıkları, 744 senesinden önceki yaşayışlarına baktığımız zaman, bunların Orhun ve Selenga nehirleri kıyılarından Aral Gölü çevresine kadar yayıldıklarını ve zaman zaman değişik isimler altında anılan bir Türk kavmi olduklarını görmekteyiz. Bu devrede Uygurlar ilk önce Çinlilerin Hsiung-nu dedikleri Hunların, daha sonra da Juan-Juan (Avar)ların hakimiyetleri altına girmişlerdir. 487 tarihinde Uygurların bir kısmı Selenga nehri bölgesini terkederek İrtiş nehri havzasına gelip yerleşmişler ve bu bölgede bağımsız olarak yaşamaya başlamışlardır. Fakat bu bağımsızlıkları çok uzun sürmemiş ve tekrar Avarların hakimiyetleri altına girmişlerdir.
Bu devirde Uygurların yaşayışları, diğer pek çok Orta Asya kabilesinde görüldüğü gibi, gayet basit bir tarzdadır. Bunlar konar-göçer oldukları için daima bir yerde oturmayıp, hareket halinde idiler. Nüfus bakımından da fazla kalabalık olmayan Uygurların ata binmede ve ok atmada ki becerilerinin, eski bir geleneğin devamı olduğu bilinmektedir. Disiplin cezaları çok şiddetli olup bilhassa, hırsızlık ve ırza geçme gibi olayların çok ender olması dikkat çekicidir. Uygurların bu zamanlarda oturdukları toprakların çok verimsiz olması, hayatlarını çoğu kez etrafta bulunan diğer göçebe veya yarı yerleşik kabileleri yağma etmekle devam ettirme mecburiyetinde bırakmıştır. Selenga, Orhun ve Tola nehirlerinin etrafında kümelenmiş olan Uygurların atları az fakat buna mukabil sığırları çoktu. Yüksek tekerlekli arabaları vardı. Bundan dolayıdır ki, bu devirde, Çinliler tarafından kendilerine “Kao-ch’e” (Yüksek arabalılar) denilmiştir. Göç ederken veya harp sırasında bu arabalarına çok güvenirler ve sulh zamanlarında da bu arabalarını ev olarak kullanırlardı.
Göktürkler zamanına gelindiğinde, Orhun ve Selenga nehirlerinin civarında “Töles” ismi ile anılan bir kabileler topluluğunun yaşadığını görmekteyiz. Bugu, Tongra, Bayırku, Ediz ve Uygur gibi oymaklar, Göktürklerin hakimiyetinde uzun zaman yaşamışlar, fakat Göktürklerin zayıflama döneminde bir birlik meydana getirerek, Çinlilerin yanında yer alıp, Göktürklerin yıkılmalarına sebep olmuşlardır. İşte bu Uygurlar, Töles topluluğu içinde zamanla kuvvetlenmiş ve bütün bu oymaklar topluluğunun başına geçmişlerdir. Bu töles birliğine daha sonraları
Karluk, Basmıl ve Türgeç gibi daha büyük Türk kabileleri de dahil olmuştur.
Çin sülale yıllıklarında, 6. yüzyıldan sonra, Uygurlardan daha çok söz edildiğini ve kendilerine Çince “Hui-ho” (Şahin sürati ile dolaşan ve hücum eden) dendiğini görmekteyiz. Göktürkler döneminde kurulmaya başlıyan Uygurları bir oymakhalinde ilk defa toplayan ve 605 senesinde bu birliğin başına geçen Shih-chien ismindeki şahıstır. Öldükten sonra kendisine ayrıca Ssu-ehin adı da Çinliler tarafından verilmiştir. Ssu-chin ünvanının da “İrkin/Erkin” olması kuvvetle muhtemeldir.
Ssu-chin’den sonra yerine oğlu P’u-sa geçmiştir. Kendisinin başa geçtiği yıl kesin olarak bilinmemekle beraber, 626 senesinde öldüğü kesindir. İsminden, kendisinin bir Budist olduğu zannedilen P’usa’nın, Göktürkler karşısında elde ettiği başarılardan dolayı kendisine “kahraman, vatana hizmet eden” anlamına gelen “Alp İlteber” ünvanı verilmiştir.
P’u-sa’nın başa geçmesiyle güçleri artan Uygurlar, artık Göktürkler için iyice tehlikeli olmağa başlamışlar ve 606 senesinde Göktürk hükümdarı kendilerine ağır vergiler yükleyince Uygurların büyük bir kısmı, bulundukları bölgeden ayrılarak daha kuzeye gitmişlerdir. Ancak, ayrılıp giden bu Uygurların 100.000 çadırı bulduğu ve Çinlilerle birlik olarak Göktürklerle Barköl civarında savaşıp, Çinlilerin bu tarihten sonra büyük takdirini kazandıkları bilinmektedir.
P’u-sa’nın 626 senesinde ölümünden sonra kimin haşa geçtiğini Çin kaynakları bildirmemektedir. Ancak 646 senesinde T’u-mi ismindeki bir şahsın başa geçtiğini görüyoruz. Bu devirde Çinin başında bulunan T’ang sülalesi İmparatoruna haraç gönderdiği için, imparator tarafından kendisine generallik ünvanı ile bugünkü Dış Moğolistan bölgesine tekabül eden Han-hai Askeri valiliğinin idaresi verilmiştir. Yine Çin kaynaklarının bildirdiğine göre T’u-mi-tu, “Kağan” ünvanını kullanan ilk Uygur hükümdarıdır.
T’u-mi-tu’nun ölümünden sonra yerine geçen oğlu P’o-jun, T’ang sülalesine yardımlarından dolayı Çinliler tarafından çeşitli zamanlarda mükafatlandırılmıştır. Ho-lu ayaklanması sırasında Çinlilere büyük yardımlarından dolayı kendisine, imparator tarafından “Sağ taraf askeri bölgesi büyük generali” ümranı ile Han-hai valiliği verilmiştir.
P’o-jun’un ölümünden sonra bir “Urug”dan bir “Devlet” haline geçiş süreci içinde Uygurların başına pek çok kağan geçmiştir. Bu dönemin son kağanı olarak Hu-su görülmektedir. Esasında bu kişinin kağanlık yaptığına dair kaynaklarda kesin bir bilgi yoktur. Fakat Göktürkleri yenerek yeni bir kağanlık kuran Uygurların ilk kağanı olan Kutluk Bilge Kül Kağan’ın babası olduğundan büyük ihtimalle kendisi de kağanlık yapmıştır.
Kaynak:
Prof. Dr. Özkan İzgi, Çin Elçisi Wang Yen – Te’nin Uygur Seyahatnamesi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları II. Dizi Sa. 26, Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara 1989, s. 13-16