Kadim insanlığın maddi medeniyet ve kültür merkezlerinden biri olan bugünkü Türkmenistan, Hazar denizinin doğu sahilinden Ceyhun ırmağı kıyılarına, güneyde Kopet-dağındaki kuzeydeki Kazakistan ovası ile Kara-Kalpak vahasına ve Özbekistan Cumhuriyetinin Harezm eyaletine kadar uzanmaktadır. Yüzölçümü 484.000 kilometrekare olan bu Türkmen ülkesi, jeopolitik durumu itibarıyla: Kazakistan, Özbekistan, Kara-Kalpak, Afganistan ve İran gibi Türk-İslam ülkeleriyle çevrilmiş bulunmaktadır. Bugünkü Sovyet devlet teşkilatına göre, Sovyet Sosyalist Türkmen Cumhuriyeti statüsüne tabidir.
İç idare yapısı yönünden Türkmenistan beş esas bölgeye ayrılmaktadır. Bu taksimat, ülkenin hudutları içerisine aldığı muazzam Kara-Kum, Kızıl-Kum gibi verimsiz kumluk sahalar yüzünden, meskun yerler üzerine tertiplenmiştir. Coğrafik cilsile üzerine bunlar: Aşkabad; Krasnovodak = Kızılsu; Merv = Marı: Çarcou ve Taşauz bölgelerinden ibarettir. Her bölgenin kendine göre, şehir, köy, meskun yerleri vardır. Toplu olarak şöyle bir bölüme tabi tutulabilirler:
I- Aşkabad eyaleti: Aşkabad, Kızıl-Arvat ve Tecen şehirlerinden ibaret olarak içerisine 367.900 nüfusu almaktadır.
II- Kransnovodsk= Kızılsu eyaleti: Krasnovodak (liman şehri); Nebit-dağ; Kazancık şehirleriyle 85.800 nüfusu içerisine alır.
III- Merv = Marı eyaleti: Merv = Marı; Bayram-Ali; Ioltan, meskun yerleriyle 290.400 nüfustan ibarettir.
IV- Çarcou eyaleti. Çarcou: Kerki ile 252.900 nüfusu içerisine almaktadır
V- Taşaruz eyaleti: Yalnız Taşauz merkezi ile 255.200 kişilik bir nüfus mıntıkasını teşkil etmektedir.
1939 yılı sayımına göre Türkmenistan Cumhuriyetini nüfusu 1.251.900 kişiden ibaret olmuştur. O tarihten zamanımıza kadar olan 25 yıllık zaman farkı esnasındaki nüfus artışını % 2 olarak kabul edersek, bu takdirde bugünkü Türkmenistan nüfusu, rahat rahat 2.000.000’u bulmuş olur. Z. G. Freykin’e göre bu kitlenin 1954 yılında % 60 Türkmenler; % 8,5 Özbek Türkleri; % 4,9 Kazak Türkleri; %18,7 Ruslar; % 8,7 de diğer milletler teşkil etmiştir. Lamont Corliss’e göre ise 1945 tarihinde umum Türkmenistan nüfusunun % 72 si Türkmenlere ait olmuştur. Her iki iddia bir arada, yıllara göre ayarlanacak olunursa, yine de Türkmenistan nüfusunun rahat rahat iki milyonu bulduğunu göstermektedir ki, bunun ortalama % 65 i Türkmen olarak kabul edilirse, Türkmenlerin sayısı 1.250.000’i geçmiş olur.
Türkmenistan dışı Türkmenlerin yayılışı şöyle hesaplanabilir:
Afganistan sınırları içerisinde 400.000
İran’ın çeşitli bölgelerinde 200.000
Bugünkü Ön-Asya ülkelerinde 110.000
Kafkasya’da Stavropol eyaletinde 7.000
Böylece Türkiye dışı Türkmenlerin umum nüfusu 2.000.000’u bulmaktadır.
Türkmenlerin özlü ve uzun süreli tarihleri vardır. Selçuklular devletinin kuruluş şerefi bunlara aittir. Bundan dolayı da Türkmenler diğer bir deyimle Oğuzlar, İslam alemi için, Ortaçağ Türk halklarının hiç birine nasip olmayan büyük bir önem kazanmışlardır. Taşıdıkları kavim adı olan Türkmen etnonimine ilk defa Kaşgarlı Mahmut’ta rastlanmaktadır. Reşideddin’e bakılırsa, o yüzyıllarda Türklük hayatında Oğuz ve Türkmen kavim adı, müştere olmuştur. Kendi aralarında yaşayan milli bir Türkmen efsanesi bu fikri teyit etmektedir. Nitekim XI. Yüzyıl Rus vakanüvislerinden Nestor, Türkmenleri “Çormıe-Klobuki” yani “Siyah Külahlı” yahut “Kara-Kalpak”ların komşusu olarak göstermektedir. Moğol harekatında Hazar denizinin doğusundaki verimsiz topraklarda sıkışıp kalmış. Timurlu’lar zamanında ise tedricen Mangışlav yarımadasında yerleşmişlerdir. Oldukça uzun savaş ve mücadele sonunda, bugünkü araziye sahip oluşlardır.
Türkmen etnonimisinin türeyişi hakkında çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Bazılarına göre kelime Türk + manend (Biruni, Reşideddin), bazılarına göre Türk + iman (İbn Kesir, Mehmet Neşri) bazılarına göre ise Türk + mandan türemiştir. Sonuncusu en doğru olanıdır.
Rus istilasına kadar Türkmenler, kumluktan ibaret ülkelerini hep istilalar bayrağı altında yaşatmış, Türkistan ve Orta-Asya’nın siyasi kaderinde müessir olmuştur. Şeybani hanın Maveraünnehir zapt eden ordusunda Türkmenler de yer almıştır. 1723’te Kalmuklar, Türkistan’ın bir kısmını ele geçirince, Kazak-Kırgızların Orta ve Küçük-Cüz’leri batıya çekilmiş, Başkurtları şimale atılmış, Türkmenler de Üst-yurt yaylasının güneyine sürülmüşlerdir. Türkmenlerin bu şekilde yer değiştirmeleri, muhtelif uruğlara ayrılmalarında önemli rol oynamıştır.
Orta-Asya Türklük istiklali savaşlarında ve direnmelerinde Türkmenlerin kendi hisselerine düşeni, tam manasıyla yapmışlardır. Hele kudretli ve azametli Çarlık Rusya’sı ordularına karşı direnmeleri, Türkmen tarihinin en şerefli mazisini teşkil etmektedir. Bir avuç Türkmen milliyetçi mücahitlerine karşı harekete geçen Rus ordusunun kumandasında: General Skoblev, General Grodekov, General Gluhovskiy, General Kuropatkin, Kinyar Eristov, Graf Orlov ve saire gibi kodamanlar vazife almışlardır. Her şeyi göze alan Türkmenler, uzun mücadeleler yapmış, çalışmış çabalamış, sert ve buruşmaz, yağız çehrelerindeki gurura halel getirmeden, nihayet stepin mahrumiyetine, Rus ordusunun kasaplığına boyun eğmiş, vatanının hücra köşelerine çekilmeğe mecbur olmuşlardır. Meşhur Rus tarihçileri ise bu mukaddes Türk direnişini, kendilerine has merhametsiz bir dil ve üslupla tarif ve tasvirden, hiç de hicab duymamışlardır. Nitekim bir aralık Orta-Asya’da barış ve asayişi temin amacıyla gönderilen Rus heyetinin reisi, bir Rus generali yazdığı eserinde, Türkmenler hakkında: “Acımaksızın her elimize geçeni imha etmek ve bununla yetinmeyerek ayrıca at ve para üzerine ağır vergiler koymak, Çarımızın en insani bir davranışı olacaktır” demeği kafi görmemiş, bir de Rusluk hırsının kabına sığmaz zehrini şu cümle ile akıtmıştır: “Türkmenler dünya küresinin üzerinde siyah bir lekedir; bunlar insanlığın yüz karasıdır, tahammül edilemez hayvan soyundan başka bir şey değillerdir” = (XX ans de la grande Revolution Socialiste d’octobre, Dergisi, 1937, sayı 9-10-11-12. LURSS en construction; Republique Sovietique Sociale de Turkmenie). Sovyet Rus basınından aldığımız bu cümlelerden, mağrur Türkmen’in ne gibi bir cehenneme düştüğünü tayin etmek hiç de zor olmasa gerektir. Fakat ne çare ki 1878 yılı Berlin kongresinde, Rusya’nın Ege denizine çıkmasına engel olmak üzere İngiltere, Afganistan’ı himayesi altına alınca. Rusya da bunu, Türkmenistan’ı ilhakla cevaplandırmıştır. (Istoriya diplomatii, 1945). Böylece 1880-1881 yıllarındaki Ahal-Teke, 1884 yılındaki Merv vahaları ilhakı, 1878 de Türkmenistan’ın bütününün zapt ile tamamlanmıştır.
Sahanın verimsizliği ve kumluk oluşu Türkmenleri meskun yerlere göre çeşitli uruğlara ayrılmaya mecbur etmiştir. En büyükleri şunlardır: 1) Çavdur, (Çavaldur), 2) İmrailı (Imir); 3) Yomut; 4) Göklen, 5) Teke; 6) Sarık; 7) Salor; 8) Ersarı… Bunlar dışında Nuratı Türkmenleri Özbekleşmiş. Stavropol’dakiler ise kendilerini muhafaza etmişlerdir.
Türkmenlerin oldukça zengin folklor ve halk edebiyatı ile beraber bir de klasik edebiyatları vardır. Halk edebiyatına ait konu ve motifler, diğer şark milletlerininkinin aşağı yukarı aynıdır. Daha fazla epos’a düşkündürler. Destan mahiyetinde olanlardan bir kısmı kitabı olduğu halde, bir kısmı da sırf Türkmen halk ruhunun mahsulü sayılır. Kitabı olan destanlar arasında “Leyli bile Mecnun”, “Yusup bile Zuleyha”, “Şasenem bile Garip”, “Zohre bile Tahir”, “Asli bile Kerem” ve saire gibileri bulunmaktadır. Bunlardan bilhassa XVIII. Yüzyıl şairlerinden Andalib’in “Leyli bile Mecnun” u meşhurdur. Yazarı olan Nurmuhammet Garib Andalib 1711 de doğmuş ve 1770’te vefat etmiştir. Köhne-Ürgençte yaşamıştır. Hakkında başka bilgimiz yoktur. Folklor menşeli destanlar arasında “Şasem bile Garip” dikkatimizi çekmektedir. Türkmenler arasında geniş bir sevgi toplamıştır.
Halk mahsulü destanlar arasında, en çok sevileni “Köroğlu” destanıdır. Yakın ve Uzak Şark illeri arasındaki geniş şöhret kazanmış olan bu destan, Türkmen ruhunu en yakından ilgilendiren bir konu olmuştur. Kahramanının, Türkmen halkının büyük değer verdiği, halk müdafii rolünde oluşudur. Kahramanları umumiyetle Türkmen muhayyelesi mahsulü olup, yerli adlarla adlandırılmışlardır.
Klasik Türkmen edebiyatına gelince, doğuşu itibariyle Türkmenistanlı sayılması gereken Ahmed Yasevi (ölümü 1166) ve muakkibi bulunan “Kıssa-ı Yusup” yazarı Ali ve XV. Yüzyıl Türkmen şairlerinden Benai istisna edilecek olunursa, Çağatay Türkçe’si ile yazmasına rağmen, ilk Türkmen klasik şairi olarak Mahtum-Kuli’nin babası olan Azadi’yi (1700-1760) görmekteyiz. Didaktik cereyana mensup, İslam-tasavvuf görüşünü belirtmekte idi. Asıl klasik edebiyatı temsil edenler ise: Mahtum-Kuli, Kemine, Molla-Nepes, Seidi, Zelili ve diğerleri idi. Her biri Türkmen Klasik edebiyatının birer şahsiyeti olan bu şairlerin Türkmen tefekkürü ve istiklal mücadelesi üzerinde geniş tepkileri olmuştur. Bilhassa Mahtum-Kuli ile Kemine’nin eserlerinde, Türkmen birliği ile düşmana karşı kahramanca göğüs germesi birer konu olarak ele alınmış, milli ruhun okşanmasına çalışılmıştır.
Bundan Mahtum-Kuli, XVIII. Yüzyılın 30-80 yılları arasında yaşamıştır. Hakkında tam bilgiye sahip değiliz. Rivayet kabilinden hakkında söylenene bakılırsa: Karı-Kale eyaletinin Gurgen şehri yöresindeki Hacı-Kovşan da dünyaya gelmiştir. Babası, biraz yukarıda işaret edildiği gibi, meşhur şairlerden Devlet Mehmet Azadi idi. İlk tahsilinden sonra Hive’de Şir-Gazi ve İdris-Baba medreselerine devam etmiştir. Ayrıca Buhara’nın “Kükeltaş” medresesinde de tahsil yapmıştır.
Şiirlerinden anlaşıldığı üzere Astrahan, Azerbaycan, Afganistan ve İran’ı ziyaret etmiştir. Çocuklarını kaybetmiştir. Şiirlerinde ayrılık gurbet gibi acıklı hislere geniş yer vermiştir. Bununla beraber halkının ruhuna tercüman olarak onlara milli Türkmen gururunu aşılamaktan da geri kalmamıştır. Yerli ağır ve gerici hayat şartlarının ağırlığını eserinde sezdirmeye çalışmıştır. Bundan dolayı da şiirlerinde gerçek Türkmen hayatını ve tipini bulmak kolaydır. O, daima, ülkesine göz diken milli düşmanının kuvvetli tepkisi altında, vatanının havasını teneffüs etmiş, milletini istiklale, mücadele ve şahadete teşvik eylemiştir.
Dili tamamiyle halk dilidir. Klasik edebiyat dilinin esaretinden kurtulmuştur.
Üstatlarının fikri ve milli görüşlerini paylaşanlar arasında başta XVIII. Yüzyıl sonu ile XIX. Yüzyıl başlarında yaşamış olan Seidi ile Zelili bulunmaktadır. Her ikisinin yaradılış muhayyelesi ve tasvir konusu müşterektir. Beraberce gurbet hayatının acısını çekmiş Mahtum-Kuli’nin terbiyesi almışlardır. Vatan hasreti, düşman istilası, müdafaa yetersizliği şiirlerinin ana motifleridir. Yardımlaşma aczi içerisinde bulunuşlarından mütevellit milletler ve halktan af dileme acısı, şiirlerine derin bir elem katmıştır. Bu suretle Mahtum-Kuli ile Seidi ve Zelili, Türkmen vatanperverliğini terennümde bir birlik kurmuş, onu bugünkü hasretlisi vatandaşlarına miras bırakmışlardır.
İlhamını Mahtum-Kuli’den alan Kemine, aynı vatan aşkının ve hasretinin meclubu idi. Mizah yolu ile çağının milli kusurlarını ele almış, halkın millet oluşu yolundaki kalkınmasını, yükselmesini anlatmaya koyulmuştur. Hatta ruhani sınıfın gericiliğini çekinmeden parmağına dolamıştır. Bu yüzden “avam halkı” şairi unvanını olmıştır.
Mehmet Veli Kemine Serhas’ta dünyaya gelmiştir. Hayatı hakkında başka bir bilgimiz yoktur. Yazılı eser olarak bir şey de bırakmış değildir. Fakat şiirleri halk arasında unutulmaz bir yayılım sevgisi bulmuş, halk hayatının gündelik motifleri içerisinde kökleşmiş kalmıştır. O kadar ki, bazı temleri ve görüşleri halk edebiyatına mal edilmiş, bazı deyimleri de atasözü karakterini almıştır. Aşağı yukarı Türkmenistan’ın bir nevi “Hoca Nasreddin” liğine erişmiştir. Fakir, fakat milliyetçi bir halk şairi idi.
Müstevliye karşı milli mücadele yıllarında yaşamış olan Türkmen şairlerinin lirlikleri arasında Molla-Neps de bulunmaktadır. 1810 yılında Merv şehri yöresinde doğmuştur. Milletin birbirini kovalayan zaferlerinden derin haz d uyan şair, milli Türkmen birliğini terennüm etmiş, istiklalci gururunu severek milleti ile paylaşmıştır. Kemine’nin arkadaşı ve dostu idi. Şair ve musiki üstadı idi. Bahşi idi. Şarkın klasik şairlerinin çığırında yürümeğe çalışmıştır. “Gelmişem” adlı poeminde “aşkın gücünü” terennüm etmiştir.
XIX. yüzyıl sonu ile XX. Yüzyıl başlarında yetişmiş şairler arasında Mişkin Kılıç = Molla Kılıç; Bayram-Şahır; Kör Molla; Molla Murat; Durdı Kılıç ve saire gibi Türkmen milli gururunu okşayan bahşı-şairler de yetişmişlerdir. Hepsinde Türkmenistan, kumluğunda, verimsizliğine rağmen cennet vatan olarak yaşatılmış, Oğuz boyunun ecdatlarına layık milli bir gurur köşesi ayrılmıştır.
Türkmen şivesi “cenup Türkçe’si” yani “Oğuz” bölümünün temelini teşkil etmektedir. Kendi bilginlerince Türkmen şivesi, başlıca üç müstakil devre yaşamıştır: 1)Kadim devre – XVIII. Yüzyıla kadar, 2) XVIII. Yüzyıl başından istila devrine kadar, 3) Komünist işgali devri, Birinci kadim devre en iyi Kaşgarlı Mahmud’un “Divan” ında temsil edilmiştir. İkinci devre Türkmen klasik şairlerinin işledikleri yazı dili olmuştur. Şimdiki Türkmence ise komünistlerin zoru ile vücuda getirilen matbuat dilidir. Karakter itibariyle Azeri Türk’çesine en yakın olan şubelerdendir. Türkmen şivesi bilginlerce, oldukça iyi işlenmiştir.
Ana Türkmen ocağından uzak Kuzey-Kafkasya’nın Stavropol vilayetindeki Türkmenler de milliyetinden hiçbir şey kaybetmeden, dilini, örfünü ve geleneğini, ana vatanda imiş gibi aynen muhafaza etmektedirler. Çavdır, Sönçhacı ve Ikdır boyundandırlar. Kendilerine göre ağızları vardır.
Göçebelik hayat tarzını, severek ve can atarak benimsedikleri halde, Türkmen mükemmel ekicidir. Teke Türkmen tarlasının verimi ifade edilemez derecede zengindir. Pamuk, buğday, pirinç gibi mahsulleri, bugün komünist gözünü doyuracak kadar boldur. Hele bostancılıkları, dünyaca meşhurdur. Çarcou kavunu dillere destandır. Tıpkı Türkmenin emeği, cesareti ve kahramanlığı gibi. Eski “Dedem Korkud”un unutulmaz evlatlarıdır. Dokudukları halılar dünya evinin süsüdür. Rus yazarlarına göre Türkmen kadını, münakaşa kaldırmayacak kadar güzeldir. Fakat bu güzellik aynı zamanda Türkmen tabiatının şerefli bir gururudur.