Türkçe Tarih

İskandinav Runik Alfabe Futhark’ın Türk Tamgaları/Göktürk Alfabesi ile ortak kökeni

Yazar: Prof. Dr. Nejdet Keleş

Giriş

Orta Asya Türk dünyasında Kırgızistan Tamgalı Say (Vadisi), Talas Vadisi ve Issıq Köl üçgeninde bulunan ve Türk yazı alfabesinin kökeni olan binlerce tamgalı yazıtla, Anadolu’da Erzurum, Karayazı/Salyamaç köyü yakınlarındaki Cunni Mağarası, Ordu Mesudiye, Hakkâri Tirişin (Yeşil Ok) dikili taşları ve mağaralardaki duvarlar üzerindeki tipik at tamgaları ve diğer resim ve tamga-runik harfler bizi Göktürk/Orhun yazı alfabesinin kökenine götürür. MÖ 18 binden itibaren resim, MÖ 14 binden itibaren tamga olarak başlayan Türk yazı geleneğinin alfabeye geçiş tarihlendirmesinde Türkologlar henüz kesin yargıya varamamışlarsa da MÖ 2. asırdan çok önce bu evreye geçildiği kuvvetle muhtemeldir. Zira bu tamga ve sembol şekillere Orhun yazıtlarından en az 2, 3 asır önce yazılan MS 3.-4. asırlardaki Yenisey kitabeleri mevcuttur. Türkistan ilmi heyetlerinin son zamanlarda buldukları Türkçe bazı kaya yazıtlarının ise Yenisey’den de en az 2-3 asır öncesine ait olduğu bilinmektedir. Böylece milat başlarına dek Türk tamgalarından oluşan alfabe yazısı belgelidir. Son evre olan Orhun’daki Göktürk Alfabesi M. Ergin’e göre toplam 38 harflidir.

MS 400’de Stanga/Gottland adasında 1903’te bulunan Kylever taşı üzerindeki yazıtta mevcut tamga/runların ilk 7 harfinden yola çıkılarak Futhark da denen Kuzey Avrupa-Germen/İskandinav 24 harfli runik yazılar ise genelde MS 200-1100 yılları arasında Kuzey Avrupa, İskandinavya ve Gotland adasında yaygınlaşmıştır. Çoğu Vikingler zamanı denen MS 793-1064 arasında Kuzey Germen/İskandinav halkları arasında (İsveç, Norveç, Danimarka) kullanılan bir alfabedir. Bu alfabeyle yazılan yazıların anlamı ve sırrı hâlâ çözülememiştir. Batılılarca Türk geleneğinde olduğu gibi Kuzey İskandinav Germenlerinin kayalara işlenen runik yazılarının Kuzey Latin, Grek, İtalya/Etrüsk veya Kimbern alfabe hurufatından esinlendiği kuramları mevcuttur, ancak bu tezler ispatlanamamıştır. Diğer en güçlü tez Batı Hunlarıyla yaşayan Gotların, İskandinavya’ya bu yazıyı taşımış olduğudur. Bu konuda oldukça yeterli dilbilimsel delil yanında Edda Destanları ve İskandinav mitolojisi de runik harflere Türkleri işaret etmektedir. “Run yazılarını icat etti” denilen mitolojideki baştanrı Odin/Wodan’ın da Türk olduğu ve run harflerinin Türklerden geldiği çoğu bilimsel eserde kayıtlıdır. Bu bildiride 24 harflik Kuzey Germen/İskandinav runik alfabenin 18 harfinin 38 harflik Göktürk/Orhun alfabesindeki tamgalarla tam benzer olduğu belgelenmektedir. Bu benzerlik bu araştırmada kullanılan kültürlerarası yayılma (difüzyon) ve metinlerarasılık kuramlarına göre tesadüf olamaz ve Futhark alfabesinin kökeninin Türk tamgaları olduğunu ortaya koymaktadır.

Türk Tamgalarından Göktürk/Orhun Alfabesi̇ne

Türk tamgalarının kökeni olan ilk çizim ve işaretler Saymalı, Yenisey[1] ve Talas üçgeninde rastlanan kaya yazıtlarında bulunur. Türk tamgaları Kırgızistan Fergana Vadisi’deki, Saymalıtaş I ve II’de ilk kez 1900’lü yıllarda keşfedilir. Malitski (1906), Zima (1946) ve Bernshtham (1950) buraya araştırma ekipleriyle gelir. Yu Golendukhin, Masson’un görüşünü baz alarak “Saymalıtaş”ın geometrik stile dayalı en eski kaya resimlerinin MÖ 3000 yılına ait olduğunu ileri süren ilk kişidir” ve bu tezi Sher kanıtlar (Somuncuoğlu, 2011: 16vd.). Burada Bernshtam’a göre 91.900, Pomaskina 6000, Sher ise 9000 kaya resmi olduğunu yazar. 1991’de Kırgız Ulusal Bilimler Akademisi Arkeoloji Ekibi, K. Tashbayeva başkanlığında burayı araştırmaya başlar. Kırgız ekibin bulduğu bulgu sayısı Saymalıtaş I’de 10,000 II’de yaklaşık 1,500 kaya resmidir. Ancak bu Türk kültür bölgesinde ilk mağara kaya resimlerinin tarihi hemen Buzul Çağı bitimi olan “MÖ 14 binden sonra” başlar (Somuncuoğlu, 2011: 23). Saymalıtaş Millî Parkı’nda genelde bazı “mülkiyeti belirleyen mühür” (Somuncuoğlu, 2011: 500) olan tamgalar; “im, işaret, sembol, marka”, (Somuncuoğlu, 2011: 154, 500-543), svatsika (gamalı haç) (Somuncuoğlu, 2011: 539), soyut-somut karma resimler, stilize resimler, insanlar, keçi, geyik, kurtla beraber “gökyüzü atları” olarak isimlendirilen at resimleri, “göklere çıkan şamanlar ve güneş-adamlar” çizilidir (Somuncuoğlu, 2011: 40). Bu resimlerin çoğu aynı zamanda Türklerdeki at ve şaman kültüyle ilişkilidir (At resimleri; Somuncuoğlu, 2011: 51, 77-79, 173, 175). Bu resimlerin çizilme tarihi “MÖ 5000-1000 arasını gösteriyor” (Somuncuoğlu, 2011: 43, 234). Dolayısıyla Türk tamgaları Saymalı, Yenisey ve Talas üçgeninde rastlanan kaya yazıtlarıyla başlar ve yazı alfabesi olarak MS 8. asırdaki Göktürk İmparatorluğu zamanında yazılan Orhun/Orkun yazıtlarından[2] “yaklaşık üç-dört yüzyıl önce Yenisey bölgesinde kullanıldığı” (Somuncuoğlu, 2011: 44) tahmin edilir. Dolayısıyla Türk dillerinin evreleri MÖ 14. binden itibaren tamgalarla başlayıp Orhun ve Yenisey yazılarını da içeren yazı dilinden itibaren dokuz evredir[3] (Bozkurt, 2002, 59-64; Keleş, 2009: 27vd). Türk kaya resimlerinin MÖ 18 binden, harfe yönelik tamgaların ise MÖ 14 binden, Haussig’in tahmin ettiği en erken MÖ 2. asra dek Türk runik alfabe ve yazı şekline dönmesi çok doğaldır. Zira bu tamga ve sembol şekiller Orhun’dan 2, 3 asır önce yazılan MS 4., 5. asırlardaki Yenisey kitabelerinde mevcuttur. Türkistan ilmî heyetlerinin son zamanlarda buldukları “Türkçe bazı kaya yazıtları”nın da Yenisey’den en az 2-3 asır öncesine ait olduğu buna delil olarak gösterilebilir (Orkun, 1994: 165). Böylece milat başlarına dek Türk run yazısı belgelidir (Bozkurt, 2002: 59-62; Haussig, 1997: 74; Kırzıoğlu, 2003; Keleş, 2009: 27; Tezcan, 1990).

Türkler (Sümerler) alfabeye dönüşen yazıyı MÖ 3200’lere gelindiğinde artık kullanmaya başlar (Çeçen ve Gökçek, 2005: 3-4; Boray, 2005: 47). Bu yazı da geçmişi kaya resimlerine dayanan Türk tamga geleneğine göre düz çizgilidir. Kavram ifade eden ideogramlardan oluşan bu tamga tipi Sümer yazısı Mısır Hiyeroglif Yazısı’na da etki etmiştir. Sümer’den tüm Mezopotamya, Finike ve Mısır’a kadar yayılan Sümer yazısı, Grek (Helen) tüccarlar ile Roma’ya, dolayısıyla Hint-Avrupa ilk-kök yazı dili olan Latinceye, Orta Asya Turani kültürün Mezopotamya ürünü olarak kaynaklık etmiştir (Tanilli, 2002: 178; McNeill, 2004: 34-62). MÖ 1500-700 İskit, Kimmer, MÖ 1000-800 arası bir Türk kavmi olan Etrüsk,[4] MÖ 4. asırdan beri Hiungnu (Büyük Hun İmparatorluğu) ve MÖ 3-4. asırlarda Batı Hunlarının Türkçe konuştuğu ve yazdığı bilinmektedir. Altheim’e göre Hunların ortak dilinin Türkçe olduğu (Bozkurt, 2002:17), Tekin’e göre de “Hunların Dili” incelemesinde örnek olarak verdiği tengli/tengri, kıngrak, kuo-d’yo (kut), yençi (hatun), teulo (toplu mezar), thok-tong (tutun) vb. yüzlerce çekirdek/kök-Türkçe sözcüklerle belgelendiği üzere Hiung-nuların dilinin Türkçe olduğu kesindir (Tekin, 1993: 9-59).

Böylece Orta Asya ve Mezopotamya’daki medeniyet alışverişindeki Türk ve İndogermen etkileşiminde genelde öğretici ve dominant kültür Türklerindir. Zira Türkçenin kökeni, etkisi ve yayılma alanı daha eski ve etkileyicidir. Türk yazı ve kültür varlığı sadece Orta Asya’da değil Anadolu, Mezopotamya ve Avrupa’da da öncüdür. Ali Sevin, Tuba Araştırmaları IV. (2001)’de MÖ 1200’lerde “Doğu Anadolu Hakkâri Stelleri” adını verdiği 13 mezar taşı bulmuş ve bunların Avrasya’daki Türk mezarlarının aynısı olduğu görülmüştür (Tarcan, 2003: 70). Azra Erzen “Urartular” adlı (1983) eserinde Doğu Anadolu’da MÖ 13 binden beri yazıyı kullanan Orta Asya kültürünü tespit etmiş, E. Feigl MÖ 4 binde Doğu Anadolu’da Proto-Türk varlığını kabul etmiştir (Tarcan, 2003: 71; Bayram, 1990). Ceylan’na göre de Doğu Anadolu Bölgesi, Türk kültür varlığının Erken Dönem’den günümüze kadar kuvvetle hissedildiği bir bölgedir. Bu bölgedeki Türk İnanç sisteminin yansımaları, kaya resimler, runik harfler, insan biçimli heykeller ve mezar taşlarında elde edilen veriler tespit edilmiştir (Ceylan, 2006).

Türk tamgaları Kazım Mirşan’a göre MÖ. 14. bin yıl öncesine dek uzanan Türk yazısıdır. Kaşgârlı Mahmûd, Dîvânü Lugâti’t-Türk’te (1074) Türkmenleri açıklarken “Her biri hayvanlarına vurdukları ayırt edici bir damgaya sahip yirmi iki koldan oluşur. Bu kollar birbirlerinin hayvanlarını bu damgalarla tanırdı” (Mahmûd, 1074: 353) der ve bu 22 Türk boyunun ad ve tamgalarını gösterir (Mahmûd, 1074: 354). Tamgalar ilerleyen zamanda pekiştirilip geliştirilerek yerlerini “daha sonra büyük ata olacak, çeşitli alt tanrılı monoteizme bıraktılar; böylece tamga „mühür’ oldu” (Roux, 2007: 136). Bu MÖ 18 binden itibaren resim, MÖ 14 binden beri resim motifli (boğa, yılan, kutsanmış insan vb.) vb. kaya resimleri ve ideogramlarla kökenini bulan tamgaların 4., 5. asırlarda Yenisey ve Talas yazıtlarında kullanılıp 8. asır başlarındaki Orhun yazıtlarında son şeklini alarak yazı alfabesi olgunluğuna ulaşması çok doğaldır.

Tarihsel olarak kabul edilen ilk Türkçe (İskit) run yazı sisteminden beri bu yazı devam eder. Haussig buna delil olarak Teopenes’in “Kronolojik Tarih” adlı eserinde yazdıklarını verir. Burada Bulgar ve Hazarların ilk kez Hristiyanlaştırılmaları faaliyetlerinde Batılı misyonerlerin bu kavimlerin kendilerine has runik alfabe ve yazıyı geliştirip kullandıklarını yazar. Bugünkü Bulgaristan sınırları içindeki “Murtaflar ve Pliska’da bulunmuş olan run yazılarının Tuna Bulgarlarına ait olduğu anlaşılmıştır” (Haussig, 1997: 112) der. Dobruca’daki Murtaflarda bulunan belli başlı altmış kitabedeki runik yazı ile Talas ve Orhun yazıtlarının akraba olduğu görüşü de ağır basmaktadır; “Çoğunluk, sadece bu yazıtlardaki harflerin değil, aynı zamanda aynı hecelerin bu kitabelerden gelen müşterek işaretlerle yazıldığında birleşmektedir” (Haussig, 1997: 114). Aynı zamanda bu yazının Kuzey İpek Yolu boyunca hemen her yerde toprak kaplar, kitabeler ve mezar taşlarında kullanıldığı açıktır. Baharat, eczacılık, ıtriyat türlerinin muhafaza ve nakliyesi için kullanılan toprak (kil) kapların üzerinde “malların fiyatının, türünün ve kalitesinin Türk runik yazısıyla yazılmış olması” (agy) da bu görüşü destekler.

Hazarlar ile kehribar ve kürk ticaretinde olan bugünkü güney Asya’da Slavlaşan Norveçli Vikinglerin, yani Vareg veya Varyagların da bu yazıyı benimsemiş oldukları bilinir. Bugünkü “Rusların” adı da onlardan gelmektedir. Zira Slavlar kendilerini organize etmeleri için davet ettikleri Rurik kardeşler burada hanedan olmuştur. Slavlar onlara “Varyag ya da Rus diyorlardı ki, sonradan kendilerine verilen addır” (Öztuna, 1991: 178; Adji, 2001: 5). Aynı zamanda bu yazının Soğdlu ve Çinli tüccarların buralara hiç gelmemesinden de Türk yazısı olduğu ortadadır. Kuzey İpek Yolu ticaret dilinin Türkçe olduğu, ayrıca “mezar taşları, mülkiyet kaydı (tapu) ve Hristiyan Rumların mezar taşları Rumca olarak, ama runik harflerle yazılmış” (Haussig, 1997: 115) olması tüm Kuzey Kuzey İpek Yolu’nda kullanılan yazı alfabesinin kökeninin Türklerden geldiği tezini kuvvetlendirir. Yine bu teze ispat olarak Haussig Murtaflardaki 60 mezar taşının yanında Türk runlarıyla yazılan ve kilise Slavcası olan “Glagolitza Kitabeleri”ni de göstermektedir. Bu tezi kuvvetlendiren başka bir konu ise Hristiyan misyonerlerin uzun çabaları sonucu 7. asır ortasında Bulgar hanı Hristiyan olduğundan otağı olan Pliska’da üzerinde “runik işaretlerle yazılmış olan bir haç”ın olmasıdır (agy). Güney Rusya’daki diğer kavimlerden olan ticaret ortakları da Türk Hazar ve Bulgarların kullandıkları runik yazıyı bilmektedir ve bu yazı İpek Yolu’nun ortak yazısıdır. Hatta Slav açgözlülüğünden bıkan Mısır tüccarlarının Hazarlarla iletişim kurup bu yazıyı da öğrendikleri, bugün Cambridge de bulunan Hazar runik yazısıyla yazılmış İbranice bir kısa metinle belgelenir; Bu eser Eski Kahire, Geniza sinagogunda bulunmuştur (Haussig, 1997: 116). Caferoğlu tamga/runik yazı geleneğinin yayılma ve etki alanını şöyle özetler:

“Yenisey ve Orhun tipi abidelere, Orta Asya’yı, Moğolistan’ı ve Cenubî Sibirya’yı içerisine alan geniş bir sahada bugün bile rastlanmaktadır. Bu ise yazıtların düşündüğümüzün üstünde bolca miktarda olduğuna ve aynı zamanda zengin bir okuryazar ve münevver Türk kitlesinin mevcudiyetine delalet etmektedir. Anlaşılan yazılı hitabet, bu Türklerde takdir edilecek bir alışkanlık haline getirilmişti. Yoksa, böyle bir hazırlıklı okuryazar kitlesi olmamış olsaydı, ne yazıtları yazan Türk yazıcılarına, nede siyasî beyanname yayınlamaya ihtiyaç olurdu” (2001: 110).

Yenisey abidelerindeki 160’a yakın harf işaretlerinin kısaltılıp Orhun abideleri harfler sisteminde 38’e indirilmesi gelişigüzel ve keyfi bir hadise olmamıştır. Bu yazıtlar artık yabancı menşe teorilerini kabul etmez ve Kırgızların yazısı olan Yenisey yazıları (8. asır Tukui (Göktürk) devlet yazısı Orhun olarak yerini alırken, gelişmiş siyasi ve dinî farklı sembolleri de uhdesine katmış olarak “Türklerin millî bir icadı olmuştur (Caferoğlu 2001: 124-125, bkz Tabela, Rünik Türk Alfabesi s. 135, Orkun 2011: 209vd.).

Sharlipp de bu tamgalara “Göktürklerden önceki eski Türk sisteminin harfleridir“ (1992: 15) der. Bu Türk “run harfleri yazıtlar ve el yazmalarında kullanılmıştır” diyen Sharlipp “Türk mesteklaşlarım da bunları anlaşılmaz bulmuştur” diyerek onların Germen runlarından alındığını savlar (age: 16). Kafesoğlu ise bunun aksine bu konudaki ayrıntılı açıklamalarında Türklerin özgün alfabesiyle yazıldığı kesin olan Gök-Türk kitabelerinden (8. asır başları) Yenisey ve Talas yazıtları gibi “daha önceki çağlarda da yazıları vardı der” (1987: 122). Ancak “Göktürklerin malı olan run harfleri Uygurlarca pek kullanılmamış, Brahma Tibet ve Süryani alfabeleri de onların arasında Uygur alfabesi kadar revaç bulmamıştır. Uygurlar başlıca Soğd, Uygur ve Mânî alfabelerini kullanmışlardır” (Caferoğlu, 2001: 161). Bu nedenle “Hind harfleriyle yazılı Türkçe metinlerin” (Caferoğlu, 2001: 163) bile olduğu kanıtlanmıştır. Türkler MÖ 2. asırdan beri kargaşa ve istikrarsızlıklar geçiren garbî Türkistan’da Hind kabileleri, Sak, Tohar, Hun, Tibet, Türk, Kırgız ve Moğol kabilelerle oturmuşlardır: “Buna rağmen kadim Orta-Asya tarihi Arap istilası devrine kadar istila edilene kadar en az temas edilmiş bir saha olarak kalmıştır. […] ele geçen kaynaklar da istilalarla harap olup gitmiştir” (agy).

Tamgalı runik Türk yazısının en tekâmül etmiş hâli olan Orhun Abidelerindeki Göktürk alfabe yazısı yukarıdan aşağı ve sağdan sola bitişmeden yazılan üst üste nokta olarak “:” konulan tekamül etmiş bir yazı dilidir artık. 1. anıtı 725’de Bilge Kağan’ın kayınbiraderi Tonyukuk kendisi için (2 parça; 62 satır), 2. anıtı 732’de Kül Tegin adına ağabeyisi Bilge Kağan (3 cihette 40+13: 53 satır), 3.sünü ölen Bilge Kağan adına bir yıl sonra oğlu kağan 735’de (41+15: 56 satır) yazdırmıştır (Orkun, 2011: 18-20). Bu yazıtlardan Bilge Kağan ve Kül Tegin anıtlarında kısmen Çince yazılar da vardır (Orkun, 2011: 80-84). Ergin de “Orhun yazısının Türk yazı dilinin başlangıcında en az birkaç asır evvel kullanıldığı anlaşılmıştır” der (Ergin, 2005: XXVIII) ve buna örnek olarak Orhun’dan 3, 4. asır önceki kitabe ve kâğıt üzerine yazılan Yenisey MS 4., 5. asır kitabelerini ve Türkistan ilmî heyetlerinin son zamanlarda buldukları “Türkçe bazı kaya yazılarını” örnek gösterir. Kırgızlara ait olan Yenisey Yazıtı’nda bulunan harflerin kökenini de Aristov ve Mallitsky gibi Türkologlar Orhun harflerinin menşei de olan “Türk tamgalarına irca etmektedirler” (Caferoğlu, 20011: 121). 5’i sesli, 4’ü vokalli konsonant, 5’i birleşik/çift sesli konsonant olan 38 harfli bu Gök-Türk yazısında on bin: yani tümene kadar sayılabilmesi bu yazı alfabesinin Göktürklere gelinceye kadar “ideogramlardan teşekkül ettiğini ispat etmektedir” diyen Orkun izahata şunları da ekler:

“1923’ten beri çıkarılan Byulleteny Sredneaziatskogo Gosudarstvennogo Universiteta’nın dokuzuncu cüzünde Polivanov Türk harflerinden ↓ harfinin Türkçe ok ideoğramından çıktığını gösterdiği gibi D harfinin de Türkçe’de [sic.] ay ve I harfinin ise süngüg yani süngü ideogramından çıktığını ispat etmektedir” (1994: 16).

Thomsen’in Danimarka Kraliyet İlim Kuruluna sunduğu beyannameyle “Orhun Yazılarının Deşifresi” adlı kitabı yayınlandıktan sonra olay netlik kazanmıştır. Bu bölgede bulunan diğer taş yazıtlarda (genelde Türkler Yü taşına yazarlardı) bu yazının büyük kavimler göçü zamanından (MÖ 2000-1500) beri kullanıldığını göstermektedir. Franz Babinger’in daha sonraları 16. asırla ait tarihi metinle Thomsen tarafından çözülmüş ve bu dil “Türk dilinin kaybolmuş batılı lehçesi” (Adji, 2001: 134) olarak belirlenir. Orhun Irmağı eski yatağında bulunan Koşo Çaydan bölgesindeki araları bir km olan bu 3 anıt Orhun yazıtlarının çevirisinde dikkati çeken hususlar şöyledir:

“Radloff’un, 1895, tercümesi de pek aceleye gelmiş ve bazı noktalar noksan veya yanlış olmuştur (Tengri, Türk ve Kül Tegin kelimelerini o çözer). En iyi tercümeyi yapan Prof. Vilhelm Thomsen, 1893, daha sonra metinlerdeki bazı noktaları izah ve düzeltme amacı ile 1916 da Turcica’sını çıkartmış, en nihayet de yazıtların bir ikinci tercümesini daha yapmıştır. Orkun, Türk yazıtlarını Divanı-Lügat-üt-Türk yardımı ile tekrar elden geçirmek ve şimdiye kadar çözülemeyen veya yanlış çözülen yerleri izah etmek dedelerimizin dili olduğundan bizim için daha kolay ve en önemli vazifelerimizden birisidir” (Orkun, 1994: 39).

Orhun yazıtlarındaki farklı run eklemelerin Thomsen tarafından Macar dilinde olduğu tespit edilir ve tarihsel olarak Macar kronolojisinden eksik bir tarihi olguyu açıklamasıyla olay aydınlanır. Yazı sağdan sola yazılan “Orta Avrupa’da uluslararası dil olma hakkıyla rolünü gerçekleştirmiştir. Zira tüm “kançılarya işleri, alış-veriş şartları ve projeler vb. Türk dilinde yazılmıştır. Bu sebeplerden dolayı eski Türk ve eski Alman runları acayip bir şekilde birbirine benzemektedir” (Adji, 1994: 135).

Muharrem Ergin’de aynı görüşü şöyle özetler: “150’den fazla şekil” ihtiva eden Yenisey yazısından farklı olarak daha gelişmiş ve “38 harflik bir alfabe’den oluşan “Orhun yazısına ilim âleminde karakter benzerliği dolayısıyla, eski İskândinav, Germen gizli yazısına nispet edilerek Türk run yazısı, runik Türk yazısı adı da verilmiştir” (Ergin, 2005: XXIX). Kafesoğlu Germen runlarının ve Arami yazısının da en erken miladi (Germenlerinki 2. asır) yıllara düştüğünden bahisle Arami alfabesinde 22 harf Orhun alfabesinde 38 harf olmasını, ancak 10 harfin benzer olmasını da katarak Arami kaynağı reddeder (Kafesoğlu, 1987: 125). Kafesoğlu, Bulgar, Hazar ve Macarlardan (Sekel) Orta Asya, Uzak Doğu ve Orta Avrupa’ya dek çok geniş alanda yayılan bu yazının Orhun alfabesi olduğu kanaatindedir:

“Türklerin „değnekler üzerine çentik (oyma, biçme)ler yapmak’ veya „ok ucu ile balmumu üzerine işaretler çizmek suretiyle muhabere ve resmî vesikalarını tespit ettiklerine dair Çin yıllıklarında kayıtlar bulunduğunu [Liu ve Eberhard’dan dipnot N.K.] Türk yazısının menşeini yine Türk çevresinde aramanın en makul yol olduğunu hatırlatalım” (agy).

Caferoğlu da “ay, yay, süngü, çadır gibi” Yenisey ve Orhun işaretlerinin (tamgaların) “millî Türk icadı” (2001: 127) olduğunu belirttikten sonra, yayın D ile ve sonra da tüm ya harfiyle başlayan kelimelere “tebcil edildiğini” ve bu harfin yaya benzemesini “Yenisey ve Orhun harflerine has” olduğunu yazar (agy). Yine “Fenikelilerin hurufatına da istimal edilen” Türk millî icadı olan ok işaretinin, “eski Türklerde hem muharebe silahı, hem de Türk boylarının taksimatı gibi bir etnik rumuzu mahiyetini haiz olmuştur” (2001: 128) der. Caferoğlu bu ok tamgasının sonraları Yenisey ve Orhun alfabesinde ak, uk, ko ve ku sesleri için kullanıldığını ve kalın t harfine ise “eb, ev, çadır” anlamı verilip, önce tamga olarak “çadır tasviri” sonrada Türk yazı dilinin yumuşak b harfi olduğu fikrindedir. Diğer tamga ise süngü; “süngük” resmidir ve s telaffuzlu harfe dönüşmüştür. Kırgızların Soldu boyunun, Kanglıların ve bugünkü Altaylıların boy damgası (tamgası, totemi) “aytamga”dır ve ay resmi Yenisey’de ay şeklinde mevcuttur. Orhun’da y (yay) ile temsil edilse de ay diftongu için bu işaret kullanılagelmiştir (2001: 28-129). Bu düz çizgili ve kolay işlenir rumuzlu (simge içeren) tamga ve harfler “hayvan derisi, taş ve sert eşya üzerine eğri, yuvarlak damgaların basılması kabil olmadığından, Türk damgaları, ekseriyetle müstakim çizgili olmuşlar ve Yenisey-Orhun hurufatı da bu eşkâli haiz olduğundan, muhakkak damgalardan doğmuştur” (2001: 129).

Kafesoğlu da bu konudaki ayrıntılı açıklamalarında yazıları olduğu kesin olan Türklerin Gök-Türk kitabelerinden (8. asır başları) “daha önceki çağlarda da yazıları vardı der” (Kafesoğlu, 1987: 122). Buna en büyük amilin devlet işlerinde yazıya ihtiyaç duyulduğu ve Türklerinde “çok geniş sahalara yayılmış büyük Türk İmparatorluklarını yazı olmadan idare” (agy) edemeyeceklerini gösterir. Ancak bu yazılı “vesikalar da bozkırların fırtınalı girdabında kaybolup gitmiştir” (Kafesoğlu, 1987: 123). Kafesoğlu, Hiuen Tsang kaynağına dayanarak “Gök-Türklerden önce Akhunların yazıları vardı ve bu Göktürklerinki gibi idi” (agy) der. 6. asırda Ogur boylarının yazısını tescil eden Priskopius, devamları olan Macarların “yaz+” (yazmak gibi) kelimesinden bahseder. Bunun dışında Ligeti, Chavannes, Németh, Gabain vb. Türkologlara dayanarak Kafesoğlu’nun da düşüncesi Türkçe run işaretlerininin (tamgaları) tüm Avrasya’da İpek Yolu ticareti başlangıcından Ortaçağ’a dek kullanıldığı ve bu bölgelerdeki tüm eski alfabelerin orijininin Türk tamgaları olduğu yönündedir. Tüm bunlar Avrupa’da ilk kez MS 3. asırdan sonra görülen, Hun Türklerinin Avrupa’ya geçişinden sonra yaygınlaşan ve bugün hâlâ çözülemeyen Germen run (Gotça; runa) yazıtlarının İskandinavya’dan Türkistan’a değil, tam tersi yönde yayılımını belgeler. Aşağıdaki bölümde görüleceği üzere İskandinav dilbilim ve tarih kaynakları ile İskandinav Edda Destanları da bu bilgiyi teyit eder.

Kuzey Germen/İskandinav Runik Alfabesi

Kylever taşı üzerindeki ilk 7 run harfinden esinlenerek “Futhark” alfabesi de denen Kuzey Germen/İskandinav run yazıları MS 200 yıllarından 1200’lü yıllara dek Kuzey Avrupa, İskandinavya ve Gotland’dan İngiltere’ye kadar bir alanda, genelde güney İskandinavya’da (Jütland ve Gotland Adaları) savaşta ölenlere anıt yazısı olarak yaygınlaşmıştır. Bunlar Vikingler zamanı denen MS 793-1064 arasında 6500’ü bulan kaya yazıtlarıdır. 4-5 bini İskandinavya genelinde, 2-3 bini ise İsveç’te bulunur ve en meşhuru “Rök Yazıtı”dır. En eski Germen run yazıtı MS 3. asır “Øvre Stabu Yazıtı” ise Oppland/Norveç’tedir. Ancak Kuzey Almanya, Şlesvig Holştayn bölgesi “Fibel von Meldorf yazıtı”nın MÖ 50-100. yıllardan kaldığı da tahmin edilmektedir (Düwel 2001).[5]

Bu Germen runik alfabe belirtilen zaman dilimlerinde İngiltere’ye dek tüm Kuzey Avrupa Germen ve İskandinav halkları arasında (İsveç, Norveç, Danimarka) kullanılan bir alfabedir. Bu alfabeyle yazılan yazıların anlamı ve sırrı hâlâ çözülememiştir. Batılılarca Türk geleneğinde olduğu gibi Kuzey İskandinav Germenlerinin kayalara işlenen runik yazılarının da Kuzey Latin, Grek, aslında yine bir Türk kavmi olduğundan doğru bir tez olabilecek İtalya/Etrüsk veya Kimbern[6] alfabe hurufatından esinlendiği kuramları mevcuttur, ancak bu tezler şimdiye dek ispatlanamamıştır veya tamamen terkedilmiştir. Bu Germen runlarıyla ilgili diğer en güçlü tez Batı Hunlarıyla yaşayan Gotların, İskandinavya’ya bu yazıyı taşımış olduğudur. Bu konuda oldukça yeterli dilbilimci yanında Edda Destanları da runik harflere Türkleri işaret etmektedir ve run yazılarını icat etti denilen mitolojideki baştanrı Oden, Odin veya Wodan’ın da Türk olduğu ve run harflerinin böylece Türklerden geldiği aşağıda bahsedilecek olan çoğu bilimsel eserde ve İskandinav/Norveç Edda Destanlarında kayıtlıdır. Günümüze dek Kuzey Avrupa’daki tamgalı run yazıtların Türkçe olduğu düşünülmediğinden ya da değişik başka nedenlerden dolayı Batılılarca çözülememiş, ancak Türkçe oldukları kısım kısım ima ve kabul edilegelmektedir. Avrupa’da rastlanan ve çözülemeyen run yazıları İskandinavya’dan Türkistan’a değil, tam tersi yönde yayılımı söz konusudur: “Rün yazısının kökeninin, İskandinavya’da olmadıklarını bildikleri için İsveçli araştırmacılar onu İskandinavya’nın dışında aramışlardır. Örneğin İsveçli araştırmacı E. N. Tigerstadt „Çok zor ve şu anda bile çözüme ulaşılamayan sorun, run yazılarının nasıl oluştuğu sorunudur’” (Tarcan, 2003: 26). Ancak Tarcan, Norveçli araştırmacı Shell Artun’un Oslo Üniversitesi Gazetesi 12 Ekim 1994’te „Runik yazılar Orta Asya’dan geliyor. Alman kökenli değil, Türk kökenlidir. Bilinen ve zannedilenden 2000 yıl daha eskidir’ diye yazdığını aktarır (Tarcan, 2003: 27). Bunun yanında “Kâzım Mirşan, Gotland adasındaki run yazılı olduğu söylenen ve günümüze kadar okunamamış olan yazıtları Ön-Türkçe olarak çözmüştür” (Tarcan, 2003: 27) der. Bu durum 24 harften oluşan “Futhark” harflerinin kökeninin Türk tamgalarının en gelişmiş yazı hâli olan Ergin’e göre 38 harflik Göktürk/Orhun alfabesi ile aynı temelden kaynaklandığını göstermektir. Bu meyanda 18 Göktürk alfabesi tamga/run/harfinin Kuzey Germen/İskandinav run harflerinde aynı oluşu (ki, bunlardan 5 harf Kuzey Germen/İskandinav Göktürk harflerinin aynısı ancak ters yönlüdür) Futhark alfabesisin Türk tamgaları, yani Göktürk yazıtlarındaki alfabe kökeniyle aynı olduğunu ortaya koymaktır (Bkz. Tabela 1).

Germen Runik Alfabesinin Kökeni Teorileri

Germenlerin dünyanın hiçbir yerinde MS. 4. asırdan önce yazılı kaynakları bulunamadığından bu tarih evveli olan arkeolojik bulgular dahi sadece tahminlerle bazı bilgiler verebilmektedir ki; “odun ya da taşlara işlenen runik [tamga N.K] yazı işaretleri büyük ölçüde kayıptır” (Fricke, 1961: 9). MS. 383 ölümlü keşiş Wulfila’nın Gotça’ya çevirdiği İncil, Almanların daha doğrusu tüm Germenlerin ilk yazılı temel eseridir. İndogermen dillerinden yazıya dökülen en eski dili Yunanca (Grekçe) olup ve Kreta uygarlıklarında MÖ 15. asra kadar geri gider. Ancak milat başlangıcından beri Germence Orta Avrupa’da yoğunluktadır. Fakat arkeolojik taş yazıtlar olarak en erken MS 3. asırdan kalma run harfleriyle yazılı taşların bulunduğu da ortadadır. Düwel’in tespitlerine göre Germen run Futhark harflerinin kökeni hakkında Latin/Roma (Runolog L. F. A. Wimmer, 1874, Pedersen, Askeberg ve Danlı runolog Moltke’nin, Roma kültür nüfuzu etkisi ve f, r, b ve m harflerinin benzerliği üzerine olan tezi), Grek (S. Bugge ve v. Frise’nin tezi, Greklerle karşılaşmadan önce Gotların bu yazıya sahip oluşundan bu tez çöker) ve Kuzey Etrüsk (C. J. S. Mastrander, 1926, Altheim ve Trautman’ın tezi; Kuzey İtalya Val Camonica kaya işaret ve yazıtlarını baz alır) kuramları öne sürülse de bunların hiç biri yeterince veri olmadığından ispatlanamaz ve teoriler boşta kalır.

Bunların dışında güncel ve fantastik teoriler de vardır. J. Werner özel silah ve giysiler üzerindeki runik yazılardan yola çıkarak bunların Roma geleneğine göre şahıs adları olduğunu, bunların zamanla büyüsel tılsımlı harf olmaktan artık çıkıp dünyevi ve eşya belirtici yazı anlamına girdiğini iddia eder. Diğer tüm araştırmacılar ise runları Germen bir kavme atfeder. Frisen ve Askeberg Pontus bölgesi, Vistül Nehri havzasında Gotları coğrafi uzaklıktan dolayı hesaba katmayıp (K. Karadeniz) Kuzey İtalya kuramı temsilcileri olarak Roma ve MS 2. asırda kuzey İtalya ile münasebete girebilecek bir kavmi runların mucidi olarak düşünürler.

Bu kavimler Baesecke’ye göre Kimbernler ve Teutonlardır. Bu tezi Altheim ve Trautman da savunur. Buna göre Kimbernlerin veya onların kalıntılarının Vercellae savaşından sonra (MS 101) Transpadana’da (K. İtalya’da) kısa süreli bulunmalarından Val Camonica’da bu resim ve yazıları aldıkları ve run yazısını kullandıklarını düşünürler. Bu tezde Kuzey İtalya (Etrüsk) alfabesindeki u, a, k, h, z, s, t, l, o harflerine benzeşmeyle run harflerinin en iyi formuna ulaştığından yola çıkılır. Ancak bu kurama ilk run yazıtlarının buraya coğrafya olarak uzakta olan Danimarka ve Norveç’te ortaya çıkması, güneyde ise MS 5. asırdan önce belgelenemediğinden dolayı itiraz edilmiştir. Bu itiraz da kesin değildir, çünkü güneyde yeni yeni kolay çürüyen maddeler üzerine yazılmış runlara benzer bulgular çıkarılmaktadır. Arnzt, Altheim’in tezini geliştirerek runların Alp Germenlerince bulunduğunu, sonra bu yazının Kimbernlerce devam ettirildiğini savunur, ancak bu Alp Germenlerinin etnik kökeni (Germenler veya Keltler) hâlâ tartışmalıdır. Düwel’e göre Germen run yazılarının oluşum zamanı birkaç güçlü delille en eski run yazısından yola çıkarak MS 2. asır sonları olarak verilmelidir. Ancak diğer yandan Kuzey İtalya/Etrüsk alfabesinden oluştu tezine dayanarak yeni araştırmalarla bu MS 1. asra kadar olasıdır. Bu görüş Kärnten Magdalensberg yerli Norik Alfabesi’yle tasdik edilmektedir. En eski run yazılarından yola çıkarak yazı bulgularına paralel olarak bu yazının başlangıcının 100 yıl erkene yani 1. asrın ilk yarısına çekilebilmektedir (1983: 90-93).

Ancak yukarıda da söylendiği üzere Norveçli araştırmacı Shell Artun’un 12 Ekim 1994 tarihli Oslo Üniversitesi Gazetesi “ runik yazılar Orta Asya’dan geliyor, Alman kökenli değil, Türk kökenlidir. Bilinen ve zannedilenden 2000 yıl daha eskidir” (Tarcan, 2003: 27) tezi şu anda en güçlü kuramdır. Prof. Sven Lagerbring de “İsveççe ve Türkçe Arasında Benzerlikler Hakkında” adlı araştırma eserinde, 1764, “Danimarka, İzlanda, Kuzey Almanya ve İngiltere’de kullanılan İsveç efsane ve masallarında da anlatılan “Eski İsveççenin Odin (Oden, Wodan) tarafından getirildiği” savını şöyle izah eder: “Oden Herwarar Masalı’nın I. bölümünde anlatılır. Oden, Tirkiar (Türkler) ve Asiemaen (Asyalılar) olarak tanıtılan büyük kitlenin önderidir. Are Frode de aynı öyküyü anlatır” (Lagerbring, 1774/2008: 33). Bunun gibi “Geç Edda” (Âltere Edda) diye adlandırılan „Snorra Edda’ya adını veren destanların yazarı Snorri Sturluson’a izafeten (1178-1241) “Sturluson, Ynglinge Masalı 5. bölümünde Oden’in çok mülkünün bulunduğu Tyrkland’dan (Türkiye; [Çevirmen Notu] A. G.) yolculuğunu ayrıntılarıyla anlatır” (agy) der. İsveçli Sturluson’un çalışmalarına dayanan Lagerbring, Ptelemeos’un belirttiği gibi Hazar-Kafkas Dağları arasındaki bölgelerde oturan Türklerin, Don Nehri (Eski İsveççede Talais) doğusunda olduğunu, bunu Sturluson’un da doğruladığını yazar. Bu Türklerin göçebe olduklarından adlarının İbranice shut kelimesinden (Latince: Vagari) etkilenerek Schyther (İskitler) olarak anıldıklarını bildirir: “Grek ve Romalılar bu bölgeye bundan dolayı Scythia (İskitya) der” (Lagerbring, 1774/2008: 33). Lagerbring bu nedenle İsveçlilerin de kendi küçük ülkelerine Svithiod derken İskitya veya Svithiod hin mikla veya Stora Sverige’yi (Büyük İsveç) kastettiklerini bildirir. Bunun nedeni İsveçlilerin Odin’in soyundan geldiği, dillerinin de Türkçe kökenli olduğu gerçeğidir:

“Oden Almanya üzerinden yola çıktı ve önce Almanya’da durdu. Oradan Holstein üzerinden Danimarka’ya geçti ve İsveç’te durdu. Nihayet bu uzun yolculukların sonuna geldi. Buralara birer oğlunu kral olarak bıraktı ve yanlarına beraberindekilerden büyük gruplar verdi. Bu Sturleson’un kendi anlatısıdır ve Almanca, Danca ve İsveççenin temelde aynı dil oldukları konusunda tam bir neden sunar. İngiltere’nin ataları Anglosaksonların kökeni de aynı şekilde Oden’e uzanır. Onların dilleri de aynı Türklerin ve Asyalıların dilinin bir dalıdır. […]. Bizim atalarımız Oden’in yoldaşları Türklerdir. […] Oden ve yanındakiler Türk’tüler” (1774/2008: 33vd; bkz. Gürgün, 2009). Bu anlamda Prof. Dr. Lagerbring 200 Türkçe kelimenin İsveççede bulunduğunu da tespit ederek, kökenlerinin de Türk olduğu tezini savunur (1774/2008: 25, 41-66). İskandinav Germenlerinin baştanrısı Odin/Wodan Türk mitolojisi, efsane ve destanlarındaki özelliklerinin aynısına bu nedenle sahiptir:

“Tacitus’un Roma’nın Merkür tanrısıyla eşdeğer gördüğü tekin olmayan vahşi avcı namlı rüzgâr, fırtına, nefes, ruhların ve ahretin (Wallaha; Vallaha) tanrısıdır. Bu tanrı erken dönem avcılık kültürüne aittir, Şamanist özellikler taşır; bir Şaman’ın, av büyücüsünün gücünü uygulamadan önce korkunç deneyimler, Odin’in run harflerinin bulunduğu Yggdrasi (kutsal ağacının) -dişbudak ağacı- köküne nasıl vurduğu Edda’nın bilgilerinde mevcuttur” (Döbler, 1996: 135). Edlinger de “Ynglinge Efsanesi’ne (Masalı’na) göre Odin’nin büyük servetinin bulunduğu Tyrklande’deki [Türk ülkesindeki N.K.] Asgard’dan; Gardariki’den (Rusya’dan) Saxland’a (Almanya’ya) göç ettiğini […] Kral Svegdir’in de aynı efsaneye göre Tyrkland’dan [Türk ülkesinden N.K.] geçtiğini, unutmamalıyız” (1929: 6) der. Baştanrı Odin/Wodan bu tespitlere göre Türk’tür. Bunun gibi Avrupa’nın tarih öncesi çağlarında Türklerin Orta Asya’dan Kuzey Avrupa (Kuzey Almanya, Danimarka ve İskandinav) bölgelerine geldikleri ve Avrupa’nın tarih, köken ve kültür temel taşlarından oldukları artık sır değildir.

Geç Edda Destanları (Die Ältere Edda) I. Bölüm: Tanrılar Destanı’nın (Die Göttersage) 6.’sı olan ve tümü 4-6 satırlı olan Havamal/Des Hohen Lied (Yüksek Destan) içerisinde bir bölümde geçen Odins Runenlied (Odin’in Run Destanı) 139-165. kıtalarda (Simrock, 1851: 48-51) 9 gece boyunca bir ağaca asılı olarak kalan ve Odin’in kutsadığı mızrakla yaralanan şaire “runlarla şarkı söylemenin öğretildiği” ve “runlarla düşünmesinin arttığını, bunun ona iyi geldiği, söz sözü açıp ona yeni sözler, iş işi açıp başka işler öğrettiği” söylendikten sonra 143. kıtada şöyle denir:

“Runları bulacaksın
ve kurul sütunlarını,
çok kuvvetli,
ve devasa sütunlar.
İlk hatip bunu buldu,
Tanrılar bunu yarattı,
Bunu en yüksek Tanrı çertti” (Simrock, 1851: 49).

Devamında 138-147. kıtalarda sütunlara Wodan/Odin’in ve diğer tanrıların çeltik bir yazı yazdığını, ozana bu tanrılar katında yaralanmamayı ve hilelerin geçmezliği, savaşma, bilgelik vs. 18 çeşit bilgi öğretildiği anlatılır (Simrock, 1851: 49-51). 147. kıtada ise:

“Run yazılarından şarkılar (destanlar) söylerim,
Bunları krallar bilmez,
Hiçbir insan evladı bilmez” (Simrock, 1851: 49),

denerek bu alfabe ve yazının ilahi ve tanrısal olduğu anlatılır. Bu durum Alman edebiyatında da 7. asırda bulunan Merseburger Zaubersprüche (Merseburg Büyülü Sözleri) denen çoğu run yazılı çözülemeyen yazıların anlatımında da kullanılır. Challaye’ye göre “Kuzey ve Avrupa dinlerinde” at ve kargayla özdeşleşen Wodan’ın kullandığı “ilk yazı harfleri olan runlar başlangıçta büyücülükte, tılsımların üzerinde kullanılırdı. Türkü (lied) ise ilkin bir sihirbazlık vasıtasıydı” (1960: 151). Bu meyanda Odin/Wodan, Tanrı Roma-Latin tanrısı Merkür gibi tanrılar arasında altın miğfer takan tek tanrıdır. Şaman din adamı ve kâhini olma özelliği de çok vurgulanır. Adı Avrupa kültüründe Wodanstag: Wodan’ın günü olarak Mittwoch (eski yüksek Almanca mettawech, İngl. wednesday) yani çarşamba gününe verilmiştir. Avrupa’da birçok yerin adı ondan gelir; Godesberg, Wodansberg, Wodanshusen, Wodaneswege. Buralar eski Germen kült merkezleridir. Edda Destanlarında adı Wodan olarak geçen Odin’e Güney Germen bölgelerinde de hürmet edilir: “Wodan ikinci Merseburg Tılsımlı Sözlerinde aktarıldığı gibi öncelikle bir tanrı değil bir büyücüdür, ormana seyahat eder. Bu bölgede runlar icat edilmiş olmalıdır. Arkeologlar buradan run yazılarıyla oyulmuş mızrak uçları bulmuştur. Böylece runik hurufatın icadı elbette Wodan/Odin’e dayandırılır” (Lagerbring, 1774/2008: 135). 24 harfli Kuzey Germen/İskandinav runik alfabenin 18 harfi, kökeni MÖ 18 bine kadar gidebilen Türk tamgaların temelini teşkil ettiği ve Orhun yazıtlarında son tekâmülünü bulan 38 harfli Gök-Türk runik alfabesinin aynısıdır. Bu durumda henüz okunamayan bu Kuzey Germen bölgelerindeki yazının kökeni, okunması başarılmış Türk runik alfabesidir. Aşağıdaki Tabela 1, 2 ve 3’te bu harfler gösterilmektedir:

Tabela 1. Orhun tamga/harfleriyle Futhark/run harflerinde benzer 18 harf vardır
(Kürüm, 2002: 33)

Tabela 1’in en alt kısmındaki tarafımdan numaralandırılan benzeşen 18 harf tarafımca M. Ergin’in yayınladığı Orhun Abideleri (2006) eserindeki tamga/runlar baz alınarak saptanmıştır. Bunlardan 1, 2, 3, 8, 10 nolu harfler birleşik veya zorlama benzerdir. Diğerleri ya tam benzer 8 adet tamga/run harfi (bkz. Tabela 2) ya da ters yönlü 5 tam benzer tamga/run harfidir (bkz. Tabela 3).

Yukarıdaki genel benzerlik Tabela 1’de hurufatın en altına tarafımdan – konulanlar, tam benzer olarak kabul edilmemiştir. Dolayısıyla Kürüm’ün benzer bulduğu iki Göktürk tamgası birleştirilmiş ancak yine de biraz farklılık arz ettiğinden bu K. Germen/İskandinav runları benzerlikten sayılmamıştır. Bunlar Orhun alfabesinde olmayan başka Türk tamgalarında olan harfleri göstermekte olabilir. Böylece Kürüm 24 harfli K. Germen/İskandinav Futhark alfabesinin 23 run harfini Göktürk Orhun alfabesi harflerine benzer saymaktadır. Benim incelememde 24 run harfinin 18’si Orhun harflerinin aynısıdır (bkz. A. Gürgün’ün Lagerbring 1774/2008 çeviri kitabındaki ek bölümler, s. 95).

Tabela 2. Orhun tamga/harfleriyle Futhark/run harflerinde tam benzer 8 harf vardır

Tabela 2. Orhun tamga/harfleriyle Futhark/run harflerinde tam benzer 8 harf vardır

Tabela 3. Orhun tamga/harfleriyle ve Futhark/run harflerinde ters yönde ama tam benzer 5 harf vardır

Tabela 3. Orhun tamga/harfleriyle ve Futhark/run harflerinde ters yönde ama tam benzer 5 harf vardır

Dolayısıyla 24 Kuzey Germen/İskandinav run harfinin 18 tanesi 38 harfli Orhun alfabesinden alınmıştır. Futhark run alfabesi anlamlı cümlelerle bugüne dek okunamadığından harflerine verilen anlam da demek ki doğru değildir. Orhun harflerine verilen anlamlarla yeniden bu tamgasal işaretlerin alfabe karşılığı kesinleşebilir.

SONUÇ

Runları ilk kullananlar yazıya MÖ 14. asırdan beri tamgalarla başlayan Türkler olup, bu yazı Orta Asya ve Mezopotamya’dan Kuzey İpek Ticaret Yolu’yla tüm Avrasya’ya; İngiltere’ye dek tüm Kuzey Avrupa ile İskandinavya’ya dek yayılmıştır. Kuzey Germen/İskandinav Futhark runik alfabe ise M.S. 3. yüzyıl ile 12. yüzyıl arasında, Kuzey Avrupa Germen halkları arasında (Kuzey Avrupa, İsveç, Norveç, Danimarka’da) kullanılan bir alfabedir. Yoğunluğu İsveç ve Norveç’de olmak üzere Avrupa’da 6500 kaya yazıtının, bu alfabe ile yazıldığı kabul edilmiştir. MS 3. asırda başlayan 24 harfli Kuzey Germen/İskandinav runik alfabenin 18 harfi, kökeni MÖ 18 bine kadar gidebilen Türk tamgaların temelini teşkil ettiği ve Orhun yazıtlarında son tekâmülünü bulan 38 harfli Gök-Türk runik alfabesinin aynısıdır. Bu durumda kültürlerarası yayılma (difüzyon) ve metinlerarasılık kuramlarına göre henüz okunamayan bu Kuzey Germen/iskandinav bölgelerindeki run alfabesi ve yazısının kökeni, Orhun yazıtlarında mükemmelleşmiş ve okunması başarılmış olan Türk Orhun runik alfabesidir.

Dipçeler:

[1] Yenisey yazıtlarından bazıları Uyvg-tarlık, Uyug-Arhan, Uyug-Turhan, Ulu-kem Ottok, Ulu-kem, Begre, Kemçik/Cigrak, Kemçik, Kayabaşı, Minuinsk, Oya, Oznaçennaya, Taşeba, Elegeş, Ak-yüs, Ulu-kem Karasu yazıtı ile Altın köl, Çakul, Açura, Aybat, Barlık, Tuba yazıtlarıdır (ayrıntı için bkz. Orkun,1994: 3-197).

[2] “Orhun âbidelerinin bulunuşu insanlığın en büyük keşiflerinden biridir. Orhun harfleri ile yazılı kitabelerden daha 12. asırda tarihçi Cüveynî Târih-i Cihanküşa’sında bahsetmiştir, ayrıca Çin kaynakları da çok eskiden bu âbidelerin dikildiğini bildirmekte idi. Fakat 18. ve 19. asırlara kadar Orhun harfli yazılar ve âbideler ilim âleminin meçhulü olarak kalmıştı. Önce Kırgızlara ait mezar taşlarından ibaret bulunan ve tek tük kelimelerle isimleri ihtiva eden Yenisey kitabeleri bulunmuştur. İlk defa nebatatçı Messerschmidt 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılı bir taşı tespit etmiştir. Fakat Orhun harfli kitabelerin yolunu açan ve bu hususta ilim âleminin dikkatini çeken Strahlenberg olmuştur. 1709’da Poltava muharebesinde esir düsen bu İsveçli subayı Ruslar Sibirya’ya sürmüşlerdir. Sürgünde 13 sene kalan, Messerschmidt’e yardım eden ve serbestçe gezip dolaştığı yerlerde incelemelerde bulunan Strahlenberg 1722’de vatanına döndükten sonra, 1730’da araştırmalarının neticesini yayınlamış ve bu arada eserinde meçhul Yenisey kitabelerinden de bahsederek bazılarını yayınlamıştır. Bu yayın derhal ilim âleminin dikkatini çekmiş ve Orhun âbidelerinden bir iki asır öncesine ait bulunan Yenisey kitabeleri arka arkaya bulunmaya bağlamıştır. Nihayet 1899’da Rus bilgini Yadrintsev, sonradan Kül Tegin ve Bilge Kağan âbideleri olduğu anlaşılan Orhun hitabelerini bulmuş, bunun üzerine 1890 tarihinde Heikel’in başkanlığında bir Fin, 1891’de de Radolff’un başkanlığında bir Rus ilmî sefer heyeti mahalline gönderilmiştir. Her iki sefer heyeti de âbideleri yakından tetkik etmiş ve fotoğraflarını alarak dönmüştür. Fin heyeti getirdiği mükemmel fotoğrafları Avrupa ilim merkezlerine dağıtmış, öte yandan hem Fin heyeti, hem de Radloff, getirdikleri malzemenin fotoğraflarını büyük atlaslar halinde neşretmişlerdir. Bu atlas yayınları ile âbidelerin okunması çalışmaları hızlanmış ve daha başka yazıları da çözmüş bulunan Danimarkalı büyük âlim Thomsen, kısa bir zaman sonra, 1893’te Orhun yazısını çözmeğe muvaffak olmuştur. Önce âbidelerde çok geçen Tengri, Türk ve Küt Tigin kelimelerini çözen Thomsen, sonra bütün âbideleri okumuş ve böylece Türk milletinin, ebedî minnettarlığına mazhar olmuştur. Artık bu çözümden sonra bir yandan Thomsen, bir yandan Radloff âbidelerin metni vs. tercümeleri üzerinde adeta yarışa girmişler, bunu diğer âlimler takip etmiş ve zamanımıza kadar bu büyük Türk âbideleri elden düşmemiştir. Amerika’dan Japonya’ya kadar Avrupa’da ve medeni âlemde hemen hemen her dilde bu âbideler üzerinde araştırmalar yapılmış, 6 tanesi büyük olan Orhun harfli yeni kitabeler ve metinler bulunmuş, nesirler birbirini kovalamıştır. Son olarak genç Türk âlimi Talât Tekin Amerika’da Orhun Türkçesinin mükemmel bir gramerini ve kitabelerin yeni bir neşrini yapmıştır. Son zamanlarda Orhun sahası arkeolojik araştırmalarda da ön plâna geçmiş ve burada yüzlerce heykel, balbal, çeşitli eserler ve şehir harabeleri bulunmuştur. Burada Çekoslovak âlimi L. Jisl, Kül Tegin heykelinin başını da bulup gün ışığına çıkarmıştır. Bugün, Orhun kitabeleri üzerinde yapılan araştırmaların adları bile bir kitap teşkil eder. Orhun Abidelerinin manzum olduğunu ileri sürenler vardır. Hatta bir Rus bilgini bu hususta geniş bir deneme yapmış ve abideleri manzum olarak yayınlamıştır. Tabiî, bu görüş doğru değildir. Fakat abidelerdeki dilin ve üslûbun ahengini göstermesi bakımından dikkate değer bir husustur.”

[3] 1-Ana Altayca, Moğolcayla birlikte, 2- En Eski Türkçe; Ana Altaycadan ayrılmış Sümer dilini de kapsayan bağımsız Türk dilleri oluşumu devresi, 3- İlk Türkçe; tarihsel varlığı kabul edilen ilk Türk boylarının (Hun, Bulgar, Hazar ve Avar vb.) dilleri, özgün öndamaksal Türkçe r ve l seslerine haizdir; Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılırlar; l/ş ve r/z ses değişimine göre batıdakine lir- (Çuvaşça), doğudakine şaz- Türkçesi (Çuvaşça dışındaki Çağdaş Türk dilleri) denir, 4- Ana Bulgarca; MS 1.-6. asırlarda oluşan ve 5.-6. asırlarda kuzey Kafkasya ve kuzey Karadeniz’de yaşayan Bulgarların dilidir: r ve l sessiz harfli Türk dilidir ve aynı bölgede oturan Macarcaya da etki etmiştir. Çuvaşçada s, Ana Türkçedeki ş ünsüzü olacak olan en eski lç ünsüz grubunu korur, 5- Ana Türkçe; MS 1-2. asırlar Çuvaşça dışındaki tüm diğer Türk dilleridir; r ünsüzü z ünsüzüne dönüşmüştür, 6- Ana Türkçe; Türkçenin belgelenmeye başladığı dönem olup, Türk milletinin adı ortaya çıkmıştır (6.-13. asırlar). Moğolistan’da devlet kuran Göktürklerin (552-744), Uygurların (745-840), Maniheist ve Budist Doğu Türkistan Koço Uygur Devleti’nin (840-1250) dilidir, 7- Orta Türkçe; 11.-16. asırlar yazı dili olarak Doğu, Kıpçak ve Batı Türkçelerine ayrılır. Karahanlı, Selçuklu, Moğol ve ilk Osmanlı dönemlerini içerir, 8- Yeni Türkçe; 17.-20. asırlar arası Osmanlı, Azeri, Türkmen, Çağatay ve Özbek dili ve yazınını içerir, 9- Çağdaş Türkçe; Makedonya’dan Çin’e (Doğu Türkistan), Sibirya’dan Afganistan’a, Kafkasya’dan Romanya’ya, Ukrayna’dan Irak’a kadar Türk halkların lehçe ve ağızlarını içeren konuşma ve yazı dilidir (Bozkurt, 2002: 59-62). Türk dilinin “ana ilkeleri aynıdır, ancak biçimsel bazı değişimler gösterir; yani nakışlar aynı renkler farklı bir kilim deseni gibidir” (Bozkurt, 2002: 62).

[4] İtaliklerden sonra İtalya’ya göç eden Etrüsklerdir. Etrüskler MÖ 1. bin ve 8. asırlar arasında Tiber ve Arnus ırmakları arasında onlara izafeten adlandırılan Etruria/Toscana bölgesinde sarp kaleler içinde şehirler kurup diğer yerli halkları 200 asır süreyle kesin hâkimiyetleri altına alırlar. Roma kurulduktan sonra dahi iki asır Roma kralları çıkarmış veya Avrupalı Roma Latinleriyle iktidar mücadelesine devam ederler. Grekler onlara Tyrrhen veya Tyrsen, Romalılar ise Tusci (Tusca) veya Etrusci (Etrusc) der. İtalya’da yerleştikleri bölgeye bu nedenle de önce Etruria, sonra da Toscana adı verilmiş, Etrüskler ise kendilerine Rasenna derler (Atlan, 1970: 6; Demircioğlu, 1998: 16). MÖ 754 yılında bugünkü Roma şehrinde kurulan ve gittikçe gelişerek MÖ 312 ve 308’de Orta ve Doğu Etruria’yı işgal eden Romalılar Etrüsk şehirlerini teker teker egemenliklerine katarak Roma İmparatorlu’nu kurarlar. MÖ I. binde ise Türk Etrüskler Anadolu’dan, başka bir görüşe göre ise Alplerin kuzeyinden, İtalya’ya girer. İlk Çağ tarihçisi ve yazar Cevat Ş. Kabaağaç ile araştırmacı Kazım Mirşan’ın da tespit ettiği Roma Devleti’nin temeli olan kanalizasyonlu, surlu ilk şehirleri kuran Turanlı Etrüsklerdir. Roma şehir devletinin temelleri MÖ VII. asırlarda atılır. Tarkan denen ilk 7 krallarının adları ve kuruluş efsanesindeki kurt tarafından emzirilen çocuk efsanesiyle de kurucuları Türktür (bkz. Kabaağaç, 1996, Tarcan, 2003, Tarcan, 2006, Tarcan, 2006b). Etrüsklerin son yıllarda yapılan DNA testleriyle Türk soyundan geldikleri artık ispatlıdır. Halaçoğlu’na göre de Etrüsk Dna’ları Türk soyunu gösterir: “TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, ‘Kazı çalışmalarında tarihçilerin ortaya çıkardıkları bulgular ile yine DNA testlerinden elde edilen bulgular, İtalyanların ataları olarak bilinen ve Roma tarihinde önemli bir yer tutan Etrüsklerin yüzde 97 ihtimalle Türk olduğunu ve Anadolu’dan yaklaşık 2 bin 500 yıl önce İtalya’ya göç ettiklerini ortaya koyuyor’ dedi” (Sabah Gazetesi; Hürriyet Gazetesi). Roma Devleti’nin hukuk temellerini de Etrüskler atar. Demircioğlu etnik bakımdan Etrüsklerin Latinlerden ve İtaliklerden tamamen farklı olduğunu ve İtalik yazılı kaynakların onları “geniş omuzlu, kalın boyunlu, koca kafalı ve küçük boylu” (Demircioğlu, 1998: 16) olarak tanımladığını belirtir ki, Hunlardan bahseden Avrupa kadim kaynaklardaki Hun tiplemesi bu tanımlamayla aynıdır. Etrüsklerin menşei hakkında genel kabul gören üç görüşten Alpler üzerinden İtalya’ya geldikleri artık mesnetsizdir. Halikarnaslı tarihçi Dionysios’un da (MÖ 65 – 7) savunduğu; Etrüsklerin MÖ 3. binden beri buranın yerli halkları olduğuna dair görüş zayıf, ama Hereodot’un da savunduğu “Küçük Asya’da Lydia sahillerinden hareket ederek deniz yolu ile İtalya’ya gelmişler ve sonradan onlara göre isimlendirilen Etruria’ya yerleşmişlerdir” (Atlan, 1970: 6) tezi ağırlık kazanmaktadır. Publius Vergilius Maro’un (MÖ 70-19) yazıya döktüğü öncü Latin Roma ozan ve tarihçileri MÖ 3. asır yazarları Naevius, Justinius ile sonraki 2.,1. asır ozanları Ennius, Pacuvius, Accius, Terentius, Lucilius anlatımlarını içeren Troya “Aeneas” (L’eneide) efsanesine göre ise, Roma’yı Troya’nın Paris’le kaçan Helena yüzünden Yunanlılarca yıkımından sonra Troya Kralı “Anchises’in oğlu Äneas” (Vergilius, 1995: 159) ve ailesinden gelen soyu kurar. Yaygın inanışa göre bunlar Etrüsklerdir. Etrüsklerin Roma’dan sürülüp Latinlerin eline geçtikten asırlar sonra dünya hâkimiyetine giden Roma artık Avrupa’da Batı Hunları sınırlarına gelinceye kadar rakipsizdir.

[5] Yazıtların listesi

[6] Avrasya’da tarih sahnesine çıkan İndogermen bir kavim olan Kimbernler için bkz. Keleş, 2016: 41-49

Kaynakça:

Adji, M. (2001). Kaybolan Millet, Deşt-i Kıpçak Medeniyeti, Çeviren: Zeynep Bağlan Özer, 1, Baskı, No 277, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara

Atlan, S. (1970).Roma Tarihi’nin Ana Hatları. I. Kısım Cumhuriyet Devri, No: 1529. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul.

Bayram, S. (1990). Kaynaklara Göre Güney Doğu Anadolu’da Proto Türk İzleri, İstanbul.

Boray, F. E. (2005). Bilinmeyen Tarih ve Türkler, Kum Saati, İstanbul.

Bozkurt, F. (2002). Türklerin Dili, 2. Baskı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

Caferoğlu, A. (2001). Türk Dili Tarihi, C. I, II,Cilt I, 4. Baskı, Alfa, İstanbul.

Ceylan, A. (2006). Doğu Anadolu’da İlk Türk İzleri, XV. Türk Tarih Kongresi, 11‐15 Eylül, Ankara.

Challaye, F. (1960). Dinler Tarihi, (Çev.: S. Tiryakioğlu), Varlık, İstanbul.

Çeçen, S. ve Gökçek, G. (2005). “Sümerce’de Kültür Tarihimize Dair İzler”, Akademi Günlüğü, Toplumsal Araştırmalar Dergisi, Ankara, 1/1, 1-7.

Demircioğlu, H. (1998). Roma Tarihi. I. Cilt. 4. Baskı. TTK, Ankara.

Durmuş, İ. (1993). İskitler (Sakalar), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara.

Düwel, K. (2001): http://www.runenprojekt.uni-kiel.de/beschreibung/9/fundliste.pdf

Düwel, Klaus, (2001). Runenkunde. 3. erw. Auflage. Metzler, Stuttgart.

Edda, (1859). Eine sammlung altnordischer götter- und heldenlieder, Urschrift mit erklärenden anmerkungen, glossar und einleitung, altnordischer mythologie und grammatik, Lüning, Hermann, (Hrgb), Meyer/Zeller, Zurich.

Edda, (1912). Heldendichtung, Übertragen von Felix Grenzmer, Mit Einleitungen u. Anm. von Andreas Heusler, I. Band, Diederichs, Jena.

Edlinger, v. A. (1929). Alte Beziehungen der Türkischen Sprachen zu den Indogermanischen, Bamberg.

Elisabeth, W. (2007). Das Hakenkreuz. Geschichte und Bedeutungswandel eines Symbols, Lang, Frankfurt am Main.

Ergin, M. (2005). Orhun Abideleri, 35. Baskı, Boğaziçi, İstanbul.

Freeman, C. (2005). Mısır, Yunan ve Roma, Antik Akdeniz Uygarlıkları, Çev., Suat Kemal, 2. Baskı, Dost Kitabevi, Ankara.

Fricke, G. (1961). Geschichte der deutschen Dichtung, 8. Aufgabe. Matthiesen Verlag, Hamburg, Lübeck.

Gürgün, A. (2009). “Snorre Sturlesson, Edda”, Bilim ve Ütopya Dergisi, kaynak: http://tarihderlemelerim.blogspot.com/2013/04/snorre-sturlesson.html, sürüm. 08.9.2017

Haussig, H-W. (1997). İpek Yolu ve Orta Asya Tarihi, Çev., Müjdat Kayayerli, I. Baskı, Geçit, Kayseri.

Hürriyet Gazetesi, (03.06.2007), http://www.tumgazeteler.com/?a=2498618 (28.01.200

Kabaağaç, C. Ş. (1996). Bütün Eserleri, 13. Sonsuzluk Sessiz Büyür, Derleyen Şadan Gökovalı. 3. Basım. Bilgi, Ankara.

Kafesoğlu, İ. (1987). Türk Bozkır Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara.

Keleş, N. (2009). “İlk Çağlardan Orta Çağ’a Dek Türkçenin İnogermen Dillerine Etkileri”, Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 9/43, 27-43.

Keleş, N. (2016). İndo-Germenler ve Türklerin Avrasya İlişkileri, Karışımları ve Etkileri (İlk Çağ’dan Orta Çağ’a), Boy, Denizli.

Kırzıoğlu, G. N. (2003). Oğuz Damgaları ve Göktürk Harflerinin El Sanatlarındaki İzleri, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara.

Kürüm, T. (2002). Avrasya’da Runik Yazı

Lagerbring, S. (1774/2008). İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri. İsveçlilerin Türk Ataları, (Çev. ve Hazrl. A. Gürgün), 1. Basım, Kaynak, İstanbul.

Mahmûd, K. (1074, 2005), Dîvânü Lugâti’t-Türk, Çeviri, Uyarlama, Düzenleme, Serap Tuğba Yurtsever, 1. Basım, Kabalcı, İstanbul.

McNeill, W. (2005). Dünya Tarihi (A World History). Çev.: Alâeddin Şenel. 10. Baskı. İmge, Ankara.

Orkun, H. N. (1994). Eski Türk Yazıtları, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, No: 529, 3. Baskı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.

Orkun, H. N. (2011). Eski Türk Yazıtları, Birleştirilmiş 3. Baskı, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.

Öztuna, Y. (1991), Devletler ve Hanedânlar, Avrupa Devletleri, Cilt 4. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

Roux, J-P. (2007). Türklerin Tarihi, Pasifikten Akdeniz’e 2000 Yıl, Çev.: Aykut Kazancıgil, Lale, A. Özcan, 3. Basım, Kabalcı, İstanbul.

Sabah Gazetesi, 08.6.2006

Sharlipp, W-E. (1992). Die frühen Türken in Zentralasien. Eine Einführung in ihre Geschichte und Kultur. Wissenschaftliche Buchgesellschaft, Darmstadt.

Simrock, K. (1929). Die Edda, Götterdichtung Heldendichtung Skalda, ins Deutsche übersetzt von Karl Simrock e-book, 1851

Tanilli, S. (2002). Yüzyılların Gerçeği ve Mirası. İlkçağ: Doğu, Yunan, Roma, I. Cilt, Adam, İstanbul.

Tarcan, H. (2003). Tarihin Başladığı Ön -Türk Uygarlığı: Resmî Tarihin Çöküşü, Genel Yayın Yönetmeni: S. Kemal Ermetin, 2. Baskı, Töre Yayın Grubu, İstanbul.

Tarcan, Haluk (2006). Ön Türk Uygarlığı 1A: Evrensel Uygarlıkların Köken Kültürü, Caft Editions Paris Yayınları, Paris.

Tarcan, Haluk (2006b). Kökenindeki Ön Türk Kültürünü Bilmeyen Avrupa Birliği. 2. Baskı, Caft Editions Paris Yayınları, Paris.

Tekin, T. (1993). Hunların Dili, 1. Baskı, Doruk, Ankara.

Tezcan, M. (1990). Eski Türklerde Damga, Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bil. Enst. Erzurum.

Vergilius, M. P. (1995). Aeneas (L’eneide), Çev.: İ. Zeki Eyüboğlu, Pagel Yayınları, İstanbul.

http://www.akintarih.com/turktarihi/ortaasya/orhun/orhun.htm, sürüm: 19.8.2017

http://www.runenprojekt.uni-kiel.de/beschreibung/9/fundliste.pdf. 18.8.2017

http://www.turkishjournal.com/i.php?newsid=976, 3.6.2007

Kaynak:

Prof. Dr, Nejdet Keleş, Kuzey Germen/İskandinav Runik Alfabe “Futhark”ın Türk Tamgaları/Göktürk Alfabesi ile Ortak Kökeni, 17. Uluslararası Deyişbilim Sempozyumu 26-27 Eylül 2017, e-Bildiri Kitabı, Pamukkale Üniversitesi, Editörler: Mustafa Arslan, Mehmet Ali Çelikel, Şeyma Gürleyen, 2017, s. 68-84

Exit mobile version