Türkçe Tarih

Birinci Kılıç Arslan

Kaynak: Wikimedia Commons'tan Özgür medya deposu

Birinci Kılıç Arslan, Türk tarihinde adının tam eri olan yiğitlerinden biridir. Türkiye’nin Selçuklu sülalesi çağında yetişen bu aslan Türk, ırkının kabiliyetini kendinde toplayan bir yaradılıştı.

Anadolu Selçukluları’nın başı olan Birinci Kılıç Arslan, bu mevkie geçtiği zaman bir hakan değil, Horasan’daki büyük sultana tabi bir han durumunda idi. Yıllarca da bu şekilde yaşadı. Fakat rütbece han durumunda olan bu yiğide talih büyük işler yapmak imkânı verdi. Çünkü Haçlı akınları bu kılıcı yaman aslanın çağında başlamıştı. Ve Tanrı, adının tam eri olan bu yiğidin omuzlarına Türklüğün ve İslamlığın korunması vazifesini yüklemişti. Birinci Kılıç Arslan bu vazifeyi tam yaptı.

Birinci Kılıç Arslan’ın hayatı baştan başa şan ve zaferlerle dolu bir destandır. İşte o destanın kısaca hikâyesi:

Gözlerini din taassubu bürüyen her milletten yüz binlerce Haçlı, yüz yıllarca sürecek olan taassuplarının birinci meyvesi olarak Türklüğün ebedi yurdu Anadolu topraklarına girdikleri zaman, karşılarında ırkımızın Batı kolunun başı Birinci Kılıç Arslan’ı buldular. Tarihin “Birinci Haçlı seferi” dediği bu akınlardı. Batı’ya karşı Türklüğü korumak kutlu vazifesi omuzlarına yüklenmiş olan Birinci Kılıç Arslan, yurduna saldıranlar pek çok ve kendi erleri çok az olduğu halde onlarla yıllarca vuruştu. Bu ilk Haçlı seferinde Batılılar, Türk topraklarında her şeyi yıkıp deviren bir sel gibi akmak istemişlerdi. Fakat bu büyük seli Anadolu’da bekleyen ve durduracak olan bir set vardı: Elinde ve başında kılıcı ile bekleyen Türk’ün tunç göğsü…

Birinci Kılıç Arslan ilk olarak, yurduna doğru akan bu büyük kalabalığın öncüleri ile karşılaştı. Rainaud adlı bir kumandanın buyruğunda bulunan öncüleri Almanlar’la Lombartlar’dan mürekkeptiler. Arkalarından gelen kalabalığa yol açmak için ilerlerken memedeki Türk çocuklarını parçalayacak kadar vahşilik gösteren Haçlılar, Kılıç Arslan’ın baskınına uğrayınca şaşaladılar. 15.000 Türk, zafere doğru gittiklerini sanan Haçlıları bir anda kuşatıverdiler. Kuşatma sekiz gün sürdü. Türk kıskacından kurtulmanın imkânsızlığını gören Rainaud, sekizinci gün yarma hareketi yapmak ister gibi gözükerek buyruğundaki Haçlıları aldattı. Gelip Kılıç Arslan’a teslim oldu. Başsız kalan Haçlılar ne yapacaklarını şaşırdılar. Kılıç Arslan’ın erleri bu öncülerin çoğunu kılıçtan geçirdi, pek azı da tutsak edildi. Bu, Türklerin Haçlılara ilk dersi idi.

Bu ilk Haçlı bozgununu öğrenince, gerilerde karargâh kurmuş olan Fransızlar bunun öcünü almak hevesine düştüler. 20.000 yaya ve 500 atlı, hastalarla kadınları karargâhta bırakarak ilerlediler. Türkleri kırıp geçirmek fikri ile yürüyorlardı. Fakat henüz pek az yol almışlardı ki Birinci Kılıç Arslan birden bunları da bastı. Erleri ile öyle yaman saldırdı ki Haçlıların bu ikinci kolu da darmadağın dolu. Fransız başlarından çoğu öldü. Pek azı kurtulup geldikleri yere kaçmaya başladılar. Kılıç Arslan onların ardını da bırakmadı. Fransızların karargâhlarına kadar kovaladı. Düşmandan eli pusat tutabilen kim varsa hepsi kılıçtan geçirildi. Yalnız çocuklara ve kadınlara dokunulmadı. Türk kılıcı bir Batı milletine daha Türk topraklarına girmenin sonucunu anlatmıştı.

Kılıç Arslan, Almanlar’a ve Fransızlar’a indirdiği yumruklardan sonra 500.000 kişi kadar olan asıl Haçlı ordusunun topraklarına doğru ilerlediğini haber aldı. Halbuki kendi buyruğundaki erlerin sayısı Batılılarınkinin onda birinden biraz azdı. Fakat o, bu azlığı düşünmedi. Çünkü bu onda birden daha az kuvvet Türk’tü. Türk ne yapamazdı?

Kılıç Arslan azıcık kuvveti ile bu büyük kalabalığın üzerine atılmaktan çekinmedi. Türkler İznik’i kuşatan Haçlılara kahramanca saldırdılar. Lakin bu koca kütleyi yerinden oynatamadılar. Bu akın iki kere daha tekrarlandı ama yarım milyonu bir avuç insanla söküp atmak mümkün olmadı. Kılıç Arslan, bu kadar çok insanı bu şekilde tepelemenin imkânsızlığını görünce, Anadolu’yu Haçlılara mezar yapmayı tasarladı. Onlar ilerlerken geçecekleri geçitleri tutarak, bütün işe yarar şeyleri yakarak çete savaşı yapmaya karar verdi.

Kılıç Arslan’ın bu kararı yarım milyon Haçlıya pek pahalıya mal oldu. Türklerin hiç bir şey bırakmadan çekildikleri yollarda ilerledikçe Haçlılar, hem açlıktan hem de susuzluktan kırılıyorlar, hem de Kılıç Arslan’ın baskınlarına uğruyorlardı. Ve bu yüzden o kadar kırıldılar ki Suriye topraklarına girdikleri zaman bu büyük sürü yollarda döküle döküle pek az kalmış bulunuyordu.

Bu sel henüz akıp gitmişti ki, Danimarka kralının oğlu Suenon’un buyruğu altında bulunan 15.000 Danimarkalı Türk topraklarına girdiler. Kılıç Arslan, bunları da karşıladı. Vuruştular. Gözleri, taassupla dönmüş zavallı Danimarkalılar neye uğradıklarını bilemediler. Çünkü düşman bir teki kalmamak üzere yok edildi. Kılıç Arslan, Türk kılıcının keskinliğini ve Türk bileğinin sağlamlığını düşmanlara bir yol daha göstermişti.

Fakat sel durmuyordu. On ikinci yüzyılın başında 260.000 kişilik bir Haçlı ordusu daha Türk topraklarına girmişti. Bu büyük kalabalık Fransızlar, Alman ve Lombartlar’dan mürekkep güçlü bir ordu idi. Haçlılar yine kuvvetli ve çok idiler. Fakat Kılıç Arslan’ı kuvvetle ve çoklukla yıldırmak ne mümkün? O, 20.000 kişilik ordusuyla bunları da karşılamaktan çekinmedi. Bu büyük kalabalığa karşı önce yıpratıcı küçük akınlar yaptı. Bu akınlarla Haçlı ordusunu iyice sarstı. Sonunda büyük bir meydan savaşı verdirerek 20.000 eri ile 260.000 kişilik batı ordusunu darmadağın etti. Haçlılar o kadar büyük bir bozguna uğradılar ki 160.000 kişiyi savaş alanında bıraktılar. Geri kalanlar da İstanbul’a güçlükle kaçabildiler. Kılıç Arslan Batı’ya yeni bir ders daha vermişti. Türklerden başka hiç bir milletin veremeyeceği bir ders… Lakin onlar haylaz ve tembel talebelere benziyorlardı. Dersin hep tekrarı gerekiyordu.

Bu büyük bozgundan sonra 15.000 kişilik bir Fransız kuvveti daha gözüktü. 260.000 kişinin yapamadığını bunlar yapmak istiyorlardı. Kılıç Arslan bunların hülyalarını da uzun sürdürmedi. Çabucak işlerini bitirdi. Fransızlara öyle bir yumruk indirdi ki on beş bin kişiden ancak yedi yüzü kurtulabildi.

Bundan bir hafta sonra Almanlar ve Fransızlardan mürekkep 160.000 kişilik bir ordu daha gözüktü. Kahraman Kılıç Arslan, nefes aldırmadan bunlara da saldırdı. Savaş kalabalığın değil, savaşmasını bilenin işidir. Kılıç Arslan’ın bu bir avuç Türk’ü bu Haçlı ordusunu da yok etti. Kılıçtan kurtulabilen pek az Haçlı Antakya’ya kaçabildiler. Ve bu, Kılıç Arslan’ın Batı’ya son dersi oldu.

Birinci Haçlı seferi, Batı’nın bu bozgunu ile sona erdi. Gözleri taassup ile dönmüş yüz binlerce Batılının Türklüğü ve İslamlığı yok etmek fikri ile Doğu’ya yaptıkları yürüyüşleri Kılıç Arslan, otuz kırk bini geçmeyen kuvveti ile önlemişti. Irkımızın bu yaman çocuğu bir avuç eri ile yüz binlercesini tepelediği ve yerlere serdiği Batılılara, Türk topraklarının ne çetin ve aşılmaz kaynaklar olduğunu öğretmiş oluyordu.

Bu, tarihte eşine az rastlanır büyük zaferleri kazanan ve ırkımızın savaş şahsiyetlerinden biri olan Kılıç Arslan, hayatının sonlarına doğru, Horasan’daki sultanı tanımadı. Fakat bu adının tam eri olan Arslan’ın müstakil hükümdarlığı çok sürmedi. Bir iç çarpışması hazin bir sonuç doğurdu. Avrupa’nın birçok milletinden yüz binlerce düşmanın alt edemediği bu eşsiz Türk, kendi ırkdaşlarından mürekkep bir kuvvetin başında bulunan Çavlı Beğ’le çarpışırken yenildi. Askeri bozulunca atı ile birlikte, yakınında savaştıkları ırmağa atıldı. Fakat atı vurulup da ırmağa düşünce sular bu eşsiz kahramana kıydılar. Ölüsü ancak birkaç gün sonra bulunabildi. Türk’ü ancak Türk yenmiş ve büyük şanlarla dolu bir hayat bir ırmak sularında sona ermişti.

Kaynak:

Nejdet Sançar, Irkımızın Kahramanları, Aylı Kurt Yayınları, 1943, s. 19-21

Exit mobile version
Seraphinite AcceleratorOptimized by Seraphinite Accelerator
Turns on site high speed to be attractive for people and search engines.